Prof. Dr. Abdurrahman KÜÇÜK: 40. Yılında MHP ve Din Anlayışı

40. Yılında MHP ve Din Anlayışı

 Prof. Dr. Abdurrahman KÜÇÜK

Giriş

Din; her millette olduğu gibi Türk milletinde de önemli bir yere sahiptir; millet ve kültür tariflerinde belirleyici unsurdur. Türk milletinin hayatında ve oluşumunda “din” önemini hep korumuş; Türk kimliğini belirleyen unsurlardan birisi olmuştur. Bundan dolayı toplumu tanımak ve onlarla ortak bir zeminde buluşmak isteyen liderler, kurumlar/kuruluşlar ve siyasi oluşumlar “din gerçeği”ni görmemezlikten gelememişlerdir. Bu gerçeği görme birkaç şekilde kendini göstermiştir. Bunlardan biri; ya dine karşı olmak veya tamamen “söylemlerini” dinin üzerine oturtarak onu siyaset malzemesi yapmaktır. Diğeri de dinin millet hayatındaki önemini kavrayarak, onun “iki tarafı keskin bir kılıç” gibi olduğu şuurunda bulunarak, yerli yerine oturtmak, “ortak bir çizgi”yi tutturmaktır. Bu sonuncu anlayış; dinin toplum hayatında barış ve hoşgörüyü sağlama amacına da hizmet eden bir anlayıştır. Bu anlayışın tutturulması dinin mesajının doğru anlaşılmasıyla yakından ilgilidir. Bu ilginin kurulması için “orta yol”un benimsenmesi önem taşımaktadır. Dinden beklenenin alınması için; sınırlarının iyi çizilmesi, aşırılığa varmadan, ifrat ve tefrite düşmeden, değeri ve özü kaybetmeden, siyaset malzemesi yapmadan anlaşılması ve algılanması gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulduğu dönemlerde bizzat Atatürk’ün öncülüğünde dinin özüne ve Türk milletinin algılamasına uygun bir şekilde anlaşılması/anlatılması yolu benimsenmiştir. Türk milletinin dinini öğrenmesinde ve din eğitim-öğretiminin yaygınlaşmasında Atatürk’ün din hakkındaki söylemleri etkili olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk, dinin toplum için önemini ve lüzumunu şu cümleler ile ortaya koymuştur: “Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi, fakat uzun asırlardır ihmale uğramış, harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmiş. Aksine olarak birçok yabancı unsur (tefsirler, hurafeler gibi) binayı fazla hırpalamış.  Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur… Biz ne Bolşevik ne de komünistiz; ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü biz milliyetperver ve dinimize hürmetkârız. Milletimiz, din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır…”
Atatürk, Türk milletinin dindarlığı ile ilgili olarak da şöyle demiştir: “Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinimize, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor…”.
O, dinin anlaşılmasına önem vermiş, anlatımların Türkçe olmasını istemiş ve okuduğu Türkçe hutbe ile ilk örneğini de kendisi vermiştir. Bu ilk örnek de Balıkesir’de meydana gelmiştir. Atatürk, 07. 02. 1923 tarihinde, Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nde minbere çıkmış ve “Ey millet, Allah birdir, şanı büyüktür.” ifadeleri ile başlayan Türkçe bir hutbe irat etmiştir. Bu hutbeden sonra sorulan soruları da cevaplandırmış ve hutbelerin Türk milletinin anlayacağı dilde yani Türkçe olmasını dile getirmiştir. Bu tarihten sonra hutbelerin, Türkçe olması için tedbirler alınmış ve milletin bilinçlenmesine katkı sağlanmıştır. TBMM’de 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu; Türk milletinin dinini/İslam’ı doğru öğrenmesi için ilahiyat fakültesinin ve imam hatip okullarının açılmasını emretmiştir. Bu madde ile din eğitimi-öğretimi de Millî Eğitim Bakanlığına verilmiş ve Türk milletine dinin öğretilmesi devletin görevleri arasına alınmıştır. Türk milletinin İslam’ı öğrenmesi, Türkçe yazılmış kaynak kitaplar yolu ile dinini anlayıp uygulamaya çalışmasının önü açılmıştır. Bizzat Atatürk Dönemi’nde, İstanbul’da İlâhiyat Fakültesi yanında, Türkiye’nin birçok ilinde önce 24, sonra da 5 tane olmak üzere toplam 29 imam hatip okulu açılmıştır (İlahiyat Fakültesi 1933 yılında kapanmış ve 16 yıl sonra 1949 yılında Ankara Üniversitesine bağlı olarak açılmıştır. İmam hatipler, ilgisizlik ve öğrencisizlikten zamanla kapanmıştır. 1951-1952 yılında imam hatip okulları yeniden açılmıştır).
Atatürk’ün direktifi ile Diyanet İşleri Reisliği (Diyanet İşleri Başkanlığı) kurulmuş ve Diyanet İşleri Reisine en yüksek maaş verilerek önemi vurgulanmıştır. Bunun yanında Kur’an-ı Kerim’in Türkçeye çevirileri yapılmış, ilmihâl kitapları yazılmış, tefsir kitapları hazırlatılmış ve Buharî’nin Hadis Külliyatı Türkçeye çevrilmiştir. Cumhuriyet’in ilk 15 yılında, Kur’an-ı Kerim’in tercüme ve tefsirine dair neşredilen eser sayısı 9 olmuştur. Günümüzde de önemini koruyan Elmalılı Hamdi Yazır tarafından hazırlanan “Hak Dini Kur’an Dili” adlı 9 ciltlik Türkçe tefsir bizzat Atatürk’ün emriyle yazılmıştır. Böylece Türk milleti, dinini doğru öğrenmeye ve Türkçe anlamaya, din konusunda bilgilerini derinleştirip genişletmeye Türkiye Cumhuriyeti dolayısıyla Atatürk ile kavuşmuştur.
Atatürk’ün vefatından sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesi olan Türk milliyetçiliğinde ve bu milliyetçiliğin gereği olan başta din/İslam olmak üzere temel değerlerde tedricen zayıflama ve gerileme dönemi başlamıştır. Türk kültürüne dayalı milliyetçilik anlayışından da sapmalar başlamıştır. Bu anlayış; bir boşluğun doğmasını, değerlerin aşınmasını, Türk kimliğinde ve Türk milletinin oluşumunda “kırılma”lara yol açmıştır. Bu kırılmalar zamanla ayrışmaya ve kimliğin aşınmasına neden olmuştur. Bu sapmalara ve kırılmalara ilk entelektüel tepki 1944 yılında kendini göstermiş ve bu tepkiyi koyanlar tutuklanıp işkenceye tabi tutulmuştur. Bu tutuklama, Türk milliyetçiliğinin bir hareket hâline gelmesini sağlamıştır.1950 yılındaki iktidar değişikliği de Türk milliyetçiliği felsefesinin uygulama zemini bulmasına çare olamamıştır. Bunun üzerine yeni siyasi oluşumlar olmuş ve yeni partiler kurulmuştur. Böylece 1960’lı yıllar “Milliyetçi Hareket”in teşkilatlanıp aktif hâle gelmesi ihtiyacını doğurmuştur. Bu ihtiyaç, Alparslan Türkeş tarafından 1944’lü yıllarda görülmüş ve 1965 yılında siyasete girmesi ile Türkiye’nin gündemine taşınmıştır. Türkeş, katıldığı Cumhuriyetci Köylü Millet Partisinin (CKMP)  1 Ağustos 1965 tarihinde yapılan Kongresinde Genel Başkanlığına seçilmiştir. CKMP’nin Genel Başkanlığına seçildiği tarihten itibaren tanıdığım Türkeş’in söylemleri ve yazdıkları ile Türk milliyetçiliğini Türkiye’nin gündemine getirmiştir. Onun CKMP Genel Başkanı olması Türk milliyetçiliğinin dönüm noktasıdır. Bu fikrin doğrudan bir partinin adı olması 4 yıllık bir süreçten sonradır. CKMP’nin adı 1969 yılında Adana’da yapılan Kongrede “Milliyetçi Hareket Partisi” olarak değiştirilmiştir. 9 Şubat 2009 tarihinde MHP’nin kuruluşunun 40. yılı kutlanmıştır. Bu önemli bir süreçtir ve her partiye nasip olmayacak bir şereftir. Çünkü MHP öncesi ve sonrası kurulmuş partilerden biri hariç günümüzde bir eser yoktur. MHP’nin bugünlere gelmesinde Türk milletinin yıllardır ihmal edilen duygularına tercüman olmasının ve değerleri ile örtüşmesinin rolü büyüktür.
MHP ve Türkeş; her türlü yabancı ideolojiyi ve “izm”i reddetmiş; sermayenin ve mülkiyetin tabana yayılmasını ve nimetlerin âdil bir şekilde dağıtılmasını, hürriyetçi demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü, Türk-İslam kültürünü, “millî devlet” fikrinin geliştirilmesini ve milliyetçi gençliğin yetiştirilmesini savunmuştur. MHP ideolojisinin fikrî temeli  “Türk Milliyetçiliği/Türk-İslam Ülküsü” olarak özetlenebilecek değerler ve fikirler sistemidir. Bu ideolojide dinin/İslâm’ın önemli bir yeri vardır. Bu yer, Türkeş’in “9 Işık” olarak bilinen millî doktrininin ilkelerinden birisi olan “Ahlâkçılık” kısmında ve “Temel Görüşler” isimli çalışmasında net olarak ortaya konulmuştur. Türkeş tarafından ortaya konulan bu temel düşünceler, MHP Programlarında, Seçim Beyannamelerinde ve Parti AR-GE yayınlarında yer bulmuştur. Bu konuda MHP, ifrattan ve tefritten uzak, herkesi kuşatıcı “orta yolu” benimsemiştir. MHP’nin benimseyip günümüze kadar tavizsiz getirdiği “Orta Yol Anlayışı” Türkiye için isabetli olduğu yaşananlardan anlaşılmaktadır. Çünkü günümüz Türkiye’sinde din/İslam, istisnaları olsa da şöyle veya böyle bazı siyasî oluşumlar, siyası kişiler ve partiler tarafından “malzeme” yapılmaktan kurtulamamıştır. Milliyetçi Hareket Partisi; dini/İslam’ı siyasetin dışında tutmayı başaran ve “siyaset malzemesi” yapmaktan kaçınan bir parti olma özelliği ile istisnadır. MHP; Türk siyasi hayatına girdiği tarihten itibaren hep Türk milletinin dini doğru olarak öğrenmesini, din konusunda kendi kendine yeter hâle gelmesini, ihtiyacını giderebilmesini savunmuş ve bu konuda samimi olmuştur. Bu çizginin başlatılmasında ve korunmasında MHP’nin kurucusu “merhum Alparslan Türkeş’in din anlayışı”nın rolü büyüktür. Merhum Türkeş, bizzat yazdığı kitaplarda, kendi adını taşıyan ve kendisi ile bağlantısı bulunan eserlerde dini din yerinde görmüş, ifrat ve tefrite karşı olmuş, olması gereken konumunda dinin olmasını istemiştir. O, dini siyasete aleti yapmayı düşünmemiş ve siyasete malzeme yapmak isteyenlere de iyi gözle bakmamıştır.
 a- Türkeş’in ve MHP’nin Din Anlayışı
MHP’nin din anlayışında ve dine bakışında Türkeş’in görüşleri temel oluşturmaktadır. O, millet hayatında dinin önemli bir yeri olduğunu belirtmekte ve dini lüzumlu bir kurum olarak görmektedir. Onun din hakkındaki görüş ve düşünceleri şu ifadelerinde net olarak ortaya çıkmaktadır: “İnsanlar inanç sahibi olmak ihtiyacındadırlar; inanmak ihtiyacındadırlar. İnançsız insan boş bir kabuk gibidir. İnançsız insan pusulasız, dümensiz gemi gibidir. En eski çağlardan beri insan toplulukları gerek kâinat hakkında, gerek sürdürdükleri yaşayışla ilgili olarak belirli inançlara göre münasebetlerini, yaşayışlarını düzenlemişlerdir. Her toplumun bir dini vardır… Her toplumda din müessesesi olagelmiştir. Din müessesesi içtimai bir müessesedir. Hiçbir toplumun dinsiz bulunmadığını ve dinsiz yaşamadığını bugün tespit etmiş durumdayız… ”
Türkeş, uzun ve şerefli bir geçmişi olan Türk milletinin yükselmesine büyük önem vermiş; Türk milletinin yükselişini iki unsurda görmüştür. Bu iki unsur, maddî ve manevi unsurdur. Bunu o, şöyle formüle etmiştir: “Türklük gurur ve şuuru ile İslâm ahlâk ve fazileti milletin kurtuluş ve yükselişinde temeldir. Bu mazide böyle olmuştur, gelecekte de böyle olacaktır.”
Alparslan Türkeş; Türkiye’nin içinde bulunduğu bunalımın sebeplerinin başında ahlaki buhranı ve toplumu saran manevî boşluğu görmüş; Türk milletini bu boşluktan kurtarmak için nesillerin manevi yönden güçlendirilmesi, ahlaki zenginliğe ulaştırılması ve dinî yönden bilgilendirilmesi gerektiği üzerinde durmuştur. O; kalkınmanın manevi temelini, iman ve ahlaka bağlamış, Türklük gurur ve şuuru ile İslam ahlak ve faziletini siyasi bir menfaat aracı görmediğinin de altını şu ifadeler ile çizmiştir: “Türklük gururu ve şuuruna, İslam ahlak ve faziletine, oy toplama endişesi ve siyaset riyakârlığının üstünde kalarak samimiyetle bağlıyız. Türklük gurur ve şuuru ile İslam ahlak ve fazileti, milletimizi meydana getiren manevi unsurların tam ve ahenk içinde birleşmesidir. Maddi kalkınmamız ancak böyle bir yüce temel üzerinde yükselirse bir mana taşır, bir değer kazanır, milliyetsiz bir yükselmenin, ahlaksız bir kalkınmanın imkânı yoktur. Pek az olmakla birlikte, bazı kimselerin milliyetçilikle İslamiyet’i çatıştırmağa çalıştıklarını görmekteyiz. Böyle bir tutum yanlıştır, abestir, cahilliktir, şuurlu bir şekilde yapılıyorsa ihanettir, nifaktır. Mücadele farklı, hatta birbirine düşman mefkûreler arasında olur. Hâlbuki Türklükle İslâmiyet bin yıldan beri aynı mukaddes potada kaynaşmış, etle tırnak misali ayrılması imkânsız bir hale gelmiştir. Türk milleti, Müslüman olmakla içtimai nizamın ve dini hayatın en yüce değerlerini kazanmış ve İslam, Türk milleti ile emsalsiz yiğitlik ve iman aşkına sahip bir mücahit bulmuştur… ‘Türk müsün, Müslüman mısın?’ gibi sorular cehaletten ileri geliyorsa aptalcadır. Aksi takdirde haincedir. Milliyetçiliği reddeden bir ‘dincilik’ anlayışı ve İslamiyet’e düşman bir milliyetçilik anlayışı bize yabancıdır, bizim dışımızdadır… ”
Dinin millet hayatındaki yerini ve önemini vurgulayan Türkeş, dini afyon sayanlara da şu ifadelerinde cevap vermiştir: “Milletler dinsiz yaşayamaz. Her milletin dini vardır. Din toplum içinde sosyal bir müessesedir. Bu müesseseyi hiç bir toplum, hayatından söküp çıkaramamıştır… Toplumun hayatını mutlu kılan, kılmayı düşünen, toplumu yüceltmek isteyen aydınlar bunu nazarı dikkate almalıdırlar. Dinin insanları kötü yoldan çeviren, mutluluğa götüren esasları olduğunu kabul ediyoruz. Bunu maksatlı olarak istismar eden satılmış cahiller, İslamiyet’i kötülemektedirler. Demek ki Dokuz Işık’ın temel kaynaklarından birisi budur; Türklük gurur ve şuuru, İslam imanı, ahlak ve faziletidir. Yani Türk-İslam ülküsüdür.”
Türkeş’in ülküsü; Türk milletinin varlığını korumak, onu yüceltmek ve dünya milletleri arasında seçkin bir yere oturtmaktır. O; Türk milletinin kurtuluşunu ve yükselişini dinî inanışlar ile milliyetçilik ülküsünde görmüş ve Türk milletini yüceltecek gücün de “milliyetçilik” olduğunu vurgulamıştır.
Türkeş, Türk milletinin güç kaynağı olarak, bin yıldan beri kabul edip benimsediği İslam’a büyük yer ayırmaktadır. O, İslam’ın, en son ve en mükemmel bir din, insanlar arasında kardeşliği, insanların birbirlerini sevmelerini, adaleti gözetmeyi ön gören ilahî bir din olduğunu ve Türk milletine kuvvet verdiğini, Türklerin onunla dünyaya nizam verdiklerini kaydetmiştir. Türkeş, Türk milletinin dinsiz yaşayamayacağını, dinin öğretilmesinin gerektiğini, öğretilme yerinin ilkokulların ilk sınıfından başlamak sureti ile okullar olduğunu, Din Bilgisi dersinin ortaöğretimde mecburi olarak 3 saat okutulmasını, İmam Hatip Liseleri bünyesindeki ortaokullarda olduğu gibi Kur’an-ı Kerim dersinin seçmeli dersler arasına alınması gerektiğini önermiştir.   Toplum için dinin lüzumuna ve önemine inanan Türkeş, taassubun zararı üzerinde de durmakta ve taassubu iki kısma ayırmaktadır. Bunlardan biri, din adına taassup, diğeri de “Din Taassubu Düşmanlığı”dır. Bu ikincisini Türkeş, birincisinden daha tehlikeli görmekte ve her iki taassubun da zararlı olduğunu şöyle belirtmektedir: “… Kör bir taassup, hangi alanda olursa olsun, tehlikeli ve zararlıdır. Böyle bir taassup bulunan kafa ve ruhlarda mutlaka karanlık vardır. Aydın bir zihniyetin baş vasıflarını ise, ideal ve aklıselim olduğu şüphe götürmez bir hakikattir.”
Türkeş, insanlığın özellikle Türk milletinin kör taassuplar yüzünden çok büyük felaketlere uğradığını ve ıstıraplar çektiğini, bunu yalnız dinî taassuplardan ileri geldiğini zannetmenin hata olacağını belirtmekte ve buna şöyle açıklık getirmektedir: “… Uğranılan felaketler, sefillerin, hainlerin cehaletten faydalanarak, istismar için meydana koydukları her alandaki her çeşit kör taassuplardan ileri gelmiştir. Bunun için her çeşit mezhep, fikir ve parti softalarının her alanda, yaratmaya ve tahrik etmeye çalıştıkları kör taassuplara karşı, Türk milletini uyarmak ve muafiyetli bulundurmak, temkinli ve mutedil her Türk aydınının baş vazifelerindendir.”
Türkeş’in teklifleri gerçekleştirilmiş olsaydı; belki günümüzdeki tartışmalar, yobazlıklar, çıkmazlar yaşanmayacaktı; hem insanımız, dini, okullarda öğrenme imkânını kazanacak hem dinî bilgi edinmek için belirli kurumlarda yığılma olmayacak hem çocuklarımızın ve gençlerimizin “din eğitimi-öğretimi” maskesi altında yanlış bilgi edinmesi ve yanlış şekilde şartlandırılması önlenmiş olacaktı.
Türkeş; ilmi, ilmi bilgiyi, Kur’an ve hadisleri mürşit kabul etmeyi öğütlemektedir. İslam’ı doğru anlama, ana kaynaklarından ve okullardan öğrenme, siyaset ve şahsi çıkar konusu yapmama onun hassas olduğu hususlardandır. Merhum Alparslan Türkeş, 12 Eylül 1980 İhtilali’nden sonra sıkıyönetim mahkemesindeki savunmasında da dinî tavrını, İslam inancını, sabır ve tevekkül anlayışını şu ifadeleriyle ortaya koymaktadır:  “Elhamdülillah inanmış samimi bir Müslüman’ım, fanilik hissine aşinayım. Dünyanın bir imtihan yeri olduğunu biliyorum. Şu anda burada bulunuşumuz da, inanıyorum ki her şeyden önce bir kader tecellisidir, ilahi bir imtihandır. Sabır ve şükürle karşılıyor ve bu imtihandan da yüz akıyla çıkmayı bize nasip etmesini Cenabıhak’tan niyaz ediyorum. Rahmet ve şaşmaz adalet ümidimiz yalnız Allah’tandır. Ben burada önce Allah’ın huzurunda, sonra tarihin ve milletin huzurunda olduğumun huşuu, mesuliyet ve vakarı içinde konuşacağım. Benim için bir hesap verme bahis konusu ise, o hesabı milletime ve tarihe vereceğim. Türk milletinin vicdanında teşekkül edecek olan hüküm ve tarih hükmü, mahkemenin hükmünden önde gelir. Huzur-u İlahi’ye yüz akıyla çıkmaktan başka hiçbir endişeye gönlümde yer yoktur. Hiç kimsenin merhamet ve insafına şahsen ihtiyacım yoktur. Sözüm, tenkidim, talebim yalnız hak ve hakikat namınadır. Yalnız mülkün temeli olan adalet namınadır. Yalnız milletim ve devletim içindir.”
b-  Türkeş’ten Günümüze MHP’nin Din Konusuna Bakışı
Alparslan Türkeş’in din konusundaki hassasiyeti, dine verdiği önem Genel Başkanlığını yaptığı MHP’nin programlarına da yansımıştır. 1993 tarihli MHP Parti Programı’nda, “Din ve Vicdan Hürriyetinin Korunması ve Geliştirilmesi” başlığı altında din konusunda şunlara yer verilmiştir: “Demokratik hukuk devleti, adalet ve eşitlik ilkeleri çerçevesinde bu temel hakkı bütün vatandaşlar için kutsal saymakla yetinmez, aynı zamanda hizmetinde bulunduğu milletin huzur ve refahını sağlamak görevini yüklendiği için kendi halkının dinî ve manevi ihtiyaç ve taleplerini titizlikle yerine getirmeyi asli vazifesi olarak görür.  Bin yıldır milliyetimizin ve millî kültürümüzün esas çerçevesini teşkil eden yüce İslâm dininin aslî hakikatleri ile öğrenilmesi ve öğretilmesini devletimizin temel görevi sayan Milliyetçi Hareket Partisi, laikliği dindar insanlara müdahale vasıtası sayan her türlü zihniyetlerle mücadele etmenin de öncelikle devlete düştüğünü savunur”.
1995 MHP Seçim Beyannamesi’nde de din konusunda şunlara yer verilmiştir: “İslam dininin temel esaslarına ters düşmeyecek şekilde, tüm İslami mezhepleri kucaklayacak bir din hizmeti anlayışı ortaya konulacaktır. Cami ve Kur’an kurslarının vakıf tüzel kişiliği altında hizmet vermesi sağlanacak, imamlar ve müezzinlerle vakıf yönetiminin işbirliği ile hizmet ve eğitim programları hazırlanıp hayata geçirilecektir…”.
Din konusundaki samimi yaklaşım ve anlayış MHP geleneğinde Türkeş’in vefatından sonra da devam etmiştir. MHP Genel Başkanı olan Devlet Bahçeli de aynı geleneği geliştirerek devam ettirmiş ve bu konuda önemli çalışmaların yapılıp yayımlanmasını sağlamıştır. Çünkü Bahçeli, milletler nazarında olduğu gibi Türk milleti nazarında da dinin/İslam’ın yerini ve önemini iyi bilen liderlerdendir.
Bahçeli’nin şu ifadeleri bu kanaati net olarak ortaya koymaktadır: “Dinler ve din âlimleri de insanlığın gelişimine çok önemli katkılar yapabilir. Bu sebeple dinlerin rekabetine değil, dinlerin küresel dayanışma ve hoşgörüyü teoriden pratiğe geçirecek çabalara öncülük etmesine ihtiyaç vardır. Türk milletinin hangi kökenden, hangi meslekten, hangi mezhepten olursa olsun bütün mensuplarının bir arada kardeşçe yaşamasını temin ve teşvik etmek, demokratik rejimin hem varlık sebebi hem de asli görevidir.”
Bahçeli; düşüncelerinin ve MHP geleneğinin gereğini AR-GE’de yapılan çalışmalara imkân sağlayarak, önünü açarak ve Türk kamuoyuna sunarak göstermiştir. Başkanlığını yaptığım MHP AR-GE Sosyal Araştırmalar Grubunca yapılan ve yayımlanan çalışmalardan biri de “Diyanet İşleri Başkanlığı ve Din Hizmetleri Politikası” (Ankara, Şubat 1999) adlı kitaptır. Bu kitap/çalışma; Türk siyasi tarihinde bir ilktir; Türk milletinin hassas olduğu din ve din hizmeti konusundaki meseleler, ilahiyatçı bilim adamları, uzmanlar, sivil toplum kuruluşları ile ilgili kurum ve kuruluş temsilcilerini katılımı ile oluşturulmuş bir grup tarafından hazırlanmıştır.
“Diyanet İşleri Başkanlığı ve Din Hizmetleri Politikası” isimli bu çalışmada; “Diyanet ve din hizmetleri” konusunda A’dan Z’ye kadar her mesele tartışılmış ve çözüm önerileri sunulmuştur. Öneriler arasında Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluş felsefesine uygun olarak yeniden yapılandırılması, siyaset üstü konuma kavuşturulması, genel müdürlük sisteminin getirilmesi, personelinin günün şartlarına göre yetiştirilmesi, din görevlilerinin yükseköğretimli/ilâhiyat Fakültesi mezunu olması, camilerin yaygın eğitimde daha aktif hâle getirilmesi, Kur’an kurslarının ihtiyaçlar dikkate alınarak iyileştirilmesi, yayınların Türk milletinin ihtiyaçlarına göre yapılması, din görevliliğinde terfi ve maaş artışlarında başarının esas alınması gibi öneriler yer almaktadır. Burada yer alan önerilerin bir kısmı; 1999 tarihli MHP Seçim Beyannamesi’nde, 2000 tarihli Parti Programı’nda ve 2002 tarihli Seçim Beyannamesi’nde yer almıştır. Bu öneriler bir kısmı da ilk olarak MHP tarafından gündeme getirilmiştir. 1999 yılında yayımlanmış olan “Diyanet İşleri Başkanlığı ve Din Hizmetleri Politikası” isimli çalışmada yer alan önerilerin bazısının yapılması ve bazısının güncelleşmesi ihtiyacı dikkate alınarak 2003 yılından itibaren yeni grup çalışması yapılmıştır. 2004 yılında MHP AR-GE’de yeniden oluşturulan 14 gruptan biri de “Eğitim, Kültür ve Sanat Grubudur. Başkanlığını yaptığım bu grubun bir alt grubunca aradan geçen zaman ve yapılmış olanlar da dikkate alınarak yeni bir çalışma yapılmış ve “Çağımızda Din Hizmetleri” (Ankara 2007) başlığı ile bir çalışma ortaya konulmuştur. Bu çalışmada da akademisyenler, uzmanlar, sivil toplum kuruluşu temsilcileri başta olmak üzere hemen hemen her kesimden temsilciler katılmış ve katkılarda bulunmuştur.
MHP; değişen ve gelişen şartları da dikkate alarak Türk milletinin ihtiyacına ve beklentilerine cevap verebilmek, çağın özelliklerini de dikkate alarak, dinin ve dinlerin doğru anlaşılmasını sağlayabilmek için Diyanet İşleri Başkanlığında bir düzenlemeye gitmenin ve din hizmetlerinin verimli sunmanın gerekli olduğuna inanan ve 72 milyon Türkiye nüfusunun, din konusundaki hassasiyetine ve beklentilerine önem vermiştir.  Her konuda olduğu gibi bu konuda da aşırılıklardan ve istismardan uzak, “orta yol”da beklentileri karşılamaya özen göstermektedir. “Çağımızda Din Hizmetleri Çalışması”; ortak paydalardan hareketle, herkese adil ve kaliteli din hizmeti sunmayı ilke edinmektedir. Bu ilke doğrultusunda din konusundaki meselelere makul, doğru, kalıcı ve kucaklayıcı çözüm önerileri sunulmaktadır.  Günümüzde gündeme gelen ve uygulanması yolunda adımlar atılan uygulamaların “ilk sahibi ve temeli” MHP ve MHP AR-GE’de yapılan çalışmalardır.
“Din, Diyanet ve din hizmetleri” konusunda ortaya koyduğu/önerdiği- bir kısmının günümüzdeki iktidar tarafından gündeme getirildiği ancak içinin nasıl doldurulacağının pek bilinmediği – Milliyetçi Hareket Partisinin “En İlk’ler”i şöyledir:
1- Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluş felsefesine ve gayesine uygun hâle getirilmesi
2- Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluş felsefesine uygun olarak çağın gereklerine, Türk milletinin ihtiyaçlarına ve beklentilerine cevap verecek, herkesi kapsayacak şekilde yapılandırılması
3- Diyanet İşleri Başkanlığında genel müdürlüklerin oluşturulması ve yeni yapılanmanın buna göre yapılması
4- İlköğretimin 6. sınıfından itibaren, öğrencinin ve velisinin isteği de dikkate alınarak, seçmeli olarak “Kur’an Okuma ve Türkçe Anlamı” dersine yer verilmesi. Din alanında ihtiyaç duyulan konularda bilgi edinmek isteyenler için seçmeli derslere imkân tanınması
5- Kur’an kursları; gelişen ve değişen şartlar ile Türk milletinin ihtiyaç ve beklentileri dikkate alınarak hem plan-program hem eğitici-yönetici hem bina-araç bakımında yeniden yapılandırılması. Yaz Kur’an kurslarının her kesim her yaş ve seviyeden insana hizmet verebilmesi için çalışmaların yapılması
6- Alevîlik – Bektaşilik konusunda halkı doğru bilgilendirecek ve çözüm önerileri sunacak araştırma birimlerinin oluşturulması
7-Camilerden, hem ibadet yeri hem din eğitim-öğretimi yeri olarak daha fazla yararlanılması
8- Din görevlilerinin mesleğe imamlıktan başlatılması, çalışma ve gayretleri değerlendirilerek en üst kademelere kadar yükselmelerinin önünün açılması ve ilahiyat fakültesi veya yüksekokul mezunu olmalarının sağlanması
9- Özürlülere din hizmeti sunmak için “birimler”in oluşturulması; özürlülerin din hizmetlerinden ve dinî bilgilendirmelerden yararlandırılmasının kolaylaştırılması

Sonuç
Din; milletleşme sürecine, kaynaşmaya barış ve huzur ortamına katkı sunan en önemli kültür ögelerinden birisidir. Türk milleti nazarında da din ve dinî değerler büyük önem taşımaktadır. Bundan dolayı dinin/İslam’ın siyasetüstü konumda tutulması, doğru öğretilmesi ve sunulması büyük önem taşımaktadır.

Kurulduğu tarihten günümüze kadar MHP; dinin/İslam’ın doğru olarak öğretilmesini ve sunulmasını, din eğitiminin-öğretiminin “yerin altına inmemesi” için devletin din konusunda gerekli hizmeti vermesini ve Türk milletinin başkalarına muhtaç edilmemesini, siyasetüstü konumda olmasını ve siyaset malzemesi yapılmamasını savunmuştur.

Dini ve dince kutsal sayılan değerleri siyaset malzemesi yapmayan, din ile milletinin bütün değerleri ile barışık olan, 72 milyon Türk milletinin tamamını değerleri ile birlikte ayrım gözetmeden kucaklayan yegâne parti Milliyetçi Hareket Partisidir demek bir hakkın teslimi olacaktır. Çünkü başta Genel Başkanı Devlet Bahçeli olmak üzere MHP, dinî siyaset malzemesi yapmaktan ve gösterişten kaçınmıştır.

Buna en çarpıcı bir kaç örnek vermek istiyorum. 1999 yılından bu tarafa (1999, 2002, 2007 Seçimlerindeki)bütün Seçim Beyannamelerine “Kur’an Okuma ve Anlamı”nı seçmeli ders olarak okutulmasını öneren tek parti MHP’dir. Dinin ve bu konuların pirim yaptığı ve oy topladığı dönemde bile MHP bunun reklamını yapmamıştır.

Diğer bir örnek MHP Genel Merkezindeki mescitte/ camide cuma namazı kılınması ve her cuma günü 3-4 bin kişinin cuma namazı kılmasıdır. Bunu namaza gelenlerden başka Türkiye genelinde bilen var mıdır? Çünkü hiçbir yetkili bunu dillendirmeye ve reklamını yapmaya ihtiyaç duymamıştır. Yıllardan beri MHP Genel Merkezinde cuma namazı kılınmaktadır. Türkiye’de bu konuda başka bir örnek var mıdır?

Verdiğim bu somut iki örnek MHP’nin din konusundaki samimi ve ihlaslı yaklaşımının, dini ve dince kutsal değerleri siyaseten kullanmadığının açık göstergesidir ve geleneğinin bir gereğidir.