A. Süheyl ÜNVER: Türk Sanatkârı İzzet-i Nefsi

Türk Sanatkârı İzzet-i Nefsi

Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver

Ah şu izzeti nefis! Nefis yani nefsaniyet «benlik» duygusu olmayanlarda ne kadar azizdir.

Egoist olanların nefsinin izzeti her yerde önce kendi tarafından kızılır da nefsine kıymet veren ve hakikat dünyasından koku alanlar da nefsim yok ki izzeti olsun dediği içindir ki önce kendi, sonra da onun ne cevher olduğunu bilenler tarafından izzetlenir; Dünyada hemen herkesin ihmal ettiği nefsini, manâsız arzu ve ölçüsüz hedeflerden uzak bulunduracak sanat terbiyesidir. Bu hakiki sanatkârlarda esasen vardır.

Fakat sanatkâr olmayanlarda da bulunmalıdır. Zira türlü sanat ve onun çeşitli konularında çalışanlar anlaşılamaz ve takdir olunamaz.

Bir defa sanatı haddizâtinde anlamak kadar hakiki sanatkârı da anlamalıdır. Zira çok defa onlar sanat yaptıklarının farkında değildir, sanat yapıyoruz iddiasında bulunanlar da ancak bu payeyi kendi kendilerine vermek bedbahtlığı içindedir.

Bir defa hakiki sanatkârı anlamak güçtür. Onun ruhuna nüfuz etmek lâzımdır. O nasıl olur? Bunun güç tarafları olduğu kadar kolay cihetleri de vardır. Onlardan biri hakiki sanatkâr olmayanlar kendilerini bir şey sanır ve sanat yapıyoruz iddiasında bulunurlar. Hadisât ve istikbal onları yalanlar. Üstelik bunlarda kibir ve azamet içinde kendilerini bir şey zannederler. Bunlara sadece acınır ve üzerlerinde mutad olduğu gibi durulmayarak geçilir.

Hakiki sanatkârlar çok mütevazi olurlar. Onları sanat o kadar inceleştirmiş ve kendilerini bu ruh inceliği ile okadar tatmin etmişler ki kendilerinden bahsettirmezler ve haklarında söylenilen iyi yorumlardan bile bir haz duymazlar. Zira uydurma sözlerden haz duyan kendisini birşey zannedenlerdir. Ciddi sanatkârlar kendilerini pek çok maddi ihtiyaçlarına rağmen o kadar mes ud ve bahtiyar sayarlar ki iç âlemlerinin bu ulviliği karşısında eğilmemek kâbil değildir.

İşte böyle bir sanatkâr mutad veçhile zaruret içinde olduğu duyulursa ona nasıl yardım yapmalıdır. İşte bu bir mes’eledir. Zira onlara emeği mahsulü olmayarak verilecek iane ruhlarını perişan eder. Belki maddi zaruretleri biraz hafifler ama içlerindeki sanat ruhunun tatmin edilmemesi onları derecesiz üzer. O halde onlara nasıl yardım edilir? İşte azizkari’Ierim bu vakayı okuyun ve bu satırların sonunun ne demek istediğini ondan anlayın:

XIX uncu asırda konağında refah ve saadet içinde yaşayan mevki sahibi, lâkin iz’anlı bir zât birgün duyar ki komşusu bir kalemtıraşçı zaruret içindedir, günlerdir karısı ve çocuklarıyle aç yatmaktadırlar. Kimseye derd yanmamaktadırlar. Çünkü bu ruh zaafından bile uzaktırlar. Ruhi asaletleri buna mani’dir. Fakat bunu iz’anlı komşular duyar, onlar da yardım elini uzatamıvacak derecede fakirdirler. Nihayet o zat-ı muhterem bu keyfiyeti duyar, çok müteessir olur ve hemen kâhyasını çağırtır.

Ona aynen şöyle der: Sen şimdi komşumuz kalemtraşçı efendiye git ve de ki: Bizim Efendi selâm etti ve hatırınızı sordu. Size en iyisinden kalemtıraş sipariş edecek, kaça yapıyorsa daha mükemmeli için, söylediğinden yarı fazlasını teklif ile bir düzüne sipariş et.

Kâhya gider, kalemtıraşçı mecalsiz kalmış, zaruretten üzgün bir el ile kapuyu açar, içeri buyurun der. Lâkin onları bir oda içinde perişan bulur.

Efendinin söylediklerini bildirir. Adamcağız sevinir.

Öğrenir ki o zaman mercan saplı ve altun parazvanalı en birinci kalemtıraş bir altın liraya çıkıyor. Daha iyi olsun diye birer buçuk liradan 12 dane sipariş eder ve yarı parasını peşin 9 lira olarak sayar.

San’atkârın gözleri parlar ve Cenabı Hakkın Efendiyi vesile kılarak gönderdiği bu mükâfatı derin bir memnuniyetle kabul eder.

O zaman bir altın lira ile mütevazi bir aile her türlü ihtiyaçlarını temin ile aylarla geçinebilirdi. Kâhya gidince, doğru çarşıya giderek lâzım gelen malzemeyi alır ve Allah’ın bu lûtfuna ve delâlet edene teşekkürler ederek işine başlar. İstendiğinden âlâ ve mükemmel olarak kalemtıraşları vaktinde yetiştirir ve kâhyaya haber yollar. Kâhya gelir.

Kalemtıraşları alır ve mütebaki 9 altunu da bırakarak efendisinin huzuruna girer, siparişleri teslim eder.

Yanında bir misafir varmış.

Bana bir kuruş ver, sana da satayım diye o nefis kalemtıraşlardan bir tanesini uzatır. Satan da memnun alan da. Birkaç günde Efendi sembolik olarak birer kuruştan bütün bunları dostlarına satar.

Efendi kâhyasını çağırır. Git bir düzüne daha sipariş et. Eskisi gibi güzel olsun, der. Tekrar sipariş parası peşin, tamamını hitince verir. Onları Efendi ne yapar bilmiyoruz, amma bu kıymetli sanatkârın ruhunu rencide etmeden ona senelerle geçindirecek bir meblâğı temin etmiş olur.
Onlar ermiş muradına.

Kaynak: TÜRK RUHU, 1 Ocak 1958, Sayı:2 s.4