Dr. M. Necmettin HACIEMİNOĞLU: TÜRK MİLLETİ VE ORDUSU

TÜRK MİLLETİ VE ORDUSU

Dr. M. Necmettin Hacıeminoğlu

Sadece muayyen üniforma ve rütbelere sahip kimselerin teşkil ettiği her hangi bir teşekkül ordu değildir.
Savaş zamanlarında belirli vazifeleri görmek için kurulmuş geçici bir teşkilât, yahut muharebe gücüne sahip eli silâhlı her hangi bir topluluk da
tam bir ordu değildir.
Mevcudu yüz binleri bulsa, üstün ateş gücüne malik olsa, gene de, parlak bir mazisi, zengin bir tarihi ve oturmuş bir geleneği olmayan müesseselere hakikî ordu denemez.
Ordu, millet gibi, dünü, bugünü ve yarını olan sürekli bir teşekküldür.
Kendi bünyesine has yerleşmiş bir kanunu, nizamı ve disiplini olan, milli ve tarihî bir ocaktır. İnsanlara ruh ve beden terbiyesi veren, gönüllere şevk
ve heyecan katan bir okuldur. Orada öğretilenler, sadece harp sanatından ibaret değildir. Ordunun bir ideali, bir felsefesi ve bir şahsiyeti vardır. Ordu,
bir milletin tarih içindeki akışını gösteren ana damardır.
İşte bütün bunlardan dolayı, ancak büyük, kahraman, eski ve medenî milletlerin ordusu olabilir. Onun için Türk milletinin ordusu vardır.
Büyük ordu, sayı itibarı ile kalabalık ordu demek değildir. Şerefli bir mazisi olan, savaşların tecrübesini damarlarında taşıyan ordu büyüktür,
işte Türk ordusu böyle bir ordudur.
Kuvvetli ordu, çok sayıda ve üstün değerde silâhı olan ordu değildir.
Cesur, disiplinli, bilgili ve îmânlı ordu kuvvetli ordudur. İşte Türk ordusu böyle bir ordudur.
Kahraman ordu, yalnız savaşmasını, yalnız ölmesini bilen ordu değildir. Kazanmasını da bilen ordu kahramandır. İşte Türk ordusu böyle bir ordudur.
Çünkü O, Türk milleti gibi büyük, kahraman, medenî ve tarihî bir ırkın bağrından kopmuştur. Çünkü O’nun tarihindeki savaş ve zaferleri hafızalar
sayamaz. Çünkü O’nun tarihinde, başka milletlerin isimsiz kahramanları kadar isimli kahramanları vardır. Fakat bu ordunun ana karakteri sadece
kahraman, sadece disiplinli ve savaşçı olmaktan ibaret değildir.

Türk ordusunun esas vasıflarından biri de tarihî ve millî bir teşkilât oluşudur. Çünkü bu ordu, vatan müdâfaasında bütün Türklerin nöbete girdiği
bir kaledir. Bu ordunun, ancak tabiî ve canlı bir varlığın hayatında görülebilen, bünyesine has bir kanunu, bir nizamı ve hepsinin üstünde sağlam bir
geleneği vardır, öyle ki, silâhlı kuvvetlerimizle ilgili bütün yazılı tâlimatnâmeler kaldırılsa, tabiî bir kanun halini almış bulunan gelenek, orduyu
dimdik ayakta tutar. Çünkü, mensuplarındaki disiplin ruhu ve vazife şuuru, nesilden nesile devredilen bir ata mirâsıdır. Şehit dedelerin, gazi babaların evlâtlarından kurulu bu ordunun her ferdinde vatan sevgisi, meslek ahlâkı ve mes’uliyet duygusu tamdır. Askerliği sanat haline getirenlerin ve bu sanata aşk derecesinde bağlı olanların teşkil ettiği Türk ordusunun mensupları için en büyük şeref o elbiseyi giymek, en yüksek mevki o ocakta
kalmaktır. Makam ve rütbelerinin verdiği salâhiyeti askerliğin dışında kullanmayı hiç bir zaman düşünmeyen Türk evlâtlan, üniformalarım, herkesi
gıpta ettirecek bir liyakat ve şerefle taşırlar. Bu, ordumuzun hiç değişmiyen hususiyetlerinden biridir.
Kahramanlığı, fedâkârlığı, cesur, çalışkan ve disiplinli olmak gibi nice nice meziyetleri bulunan Türk Silâhlı Kuvvetlerinin bariz hususiyetlerinden
biri de millet ordusu oluşudur.
Gerçekten bu ordu, ne her hangi bir «sınıf»ın temsilcisidir, ne de herhangi bir «zümre»nin emrindedir. Sadece, bölünmez bir bütün olan Türklüğü temsil eder ve onun emrindedir. Saflarında vazife gören her ferdi, erinden orgeneraline kadar, her hangi bir Türk ailesinin çocuğudur. Esasen sarsılmaz gücünü, eksilmez nüfuz ve itibannı biraz da bu hususiyetine borçludur. Bütün tarih boyunca bu böyle devam etmiştir. Çağlar, devirler değişmiş; hanedanlar, hükümdarlar değişmiş; partiler, hükümetler, rejimler değişmiş, fakat Türk ordusunun yönü, rengi ve felsefesi değişmemiştir. O dâima Türk devletinin emrinde, meşrû hükümetin yanında ve milletinin hizmetindedir. Başı yücelerde, gözleri ileridedir. Dâimâ, ilimden, medeniyetten yanadır. Dâimâ, yükselmemizin, gelişmemizin artık yegâne teminatı ve şartı olan meşrûiyetten, hür düşünce ve demokrasiden yanadır. Kanun, nizam ve hak yolundadır. Bu bakımlardan O’nu diğer ordularla mukayese etmeğe, onlarla bir tutmağa imkân yoktur. Konuya dışından bakanlar için mesele basit gibi görülürse de aslında çok mühimdir.
Türkiye, maâlesef, henüz az gelişmiş bir ülkedir. Fakat ordusu az gelişmiş bir millet ordusu değildir. Bir Kuzey Afrika, bir Güney Amerika veya bir Suriye ordusu değildir. O, aslî vazifesini asla ikinci plâna atmayan bir ordudur. Bu vasıflan ile, hayat felsefesi ve dünya görüşü bakımından, demokrasinin zirvesine ulaşmış milletlerin ordusu ile aynı görüş çizgisindedir. Kendi bünyesinde gelenekçi olduğu kadar, millî meselelerde ilerici, medeniyetçi ve hürriyetçidir.

Bu meziyetlerine, hiç değişmeyen bir haslet olan milliyetçiliğini de eklerseniz, mükemmel bir «terkip» meydana gelir. İşte bu milliyetçilik duygusudur ki, O’nu her fedakârlığı yapmağa sevk eder.
Türk ordusu, hareket ve hamlelerinde son derece dikkatli ve ölçülüdür.
Her şeyi şuurla yapar. Nereden başlayıp, nerede durmak gerektiğini iyi bilir. Meselâ 31 Mart vak’asında ve 27 Mayıs’ta kendine mühim bir vazife
düştüğünü görüp harekete geçmiş fakat mevcut pürüzleri bertaraf eder etmez kışlasına dönmüştür. Böyle zaruretler yaratmak, sonra da bundan istifade etmek sûretiyle orduyu kışlasından siyaset meydanlarına çekmek isteyenler olmuştur. Fakat Türk ordusu, o dillere destan sağduyusu, disiplin ve vazife anlayışı, hürriyet ve demokrasiye bağlılığı sayesinde bu türlü zorlamalara aldırmamıştır. Maksatlı gayretleri boşa çıkarmasını bilmiştir. Onun
vatan sever ve uyanık komutanları, askerî idarelerin ya faşizme, yahut da komünizme müncer olacağını, her ikisinin de milletimiz için mutlak bir felâket olduğunu anlamakta güçlük çekmemişlerdir. Atatürk, padişah ve halife olmak imkânı elinde iken, nasıl Cumhuriyet kurmayı tercih etmiş idiyse, O’nun izinden giden milliyetçi evlâtları da demokrasinin faziletine inanmış ve ona bağlı kalmışlardır. Bunun içindir ki, yalnız Türk vatanı ve milleti değil, en iyi niyetlerle kurulan genç demokrasimiz de silâhlı kuvvetlerimizin uyanık bekçiliğinin teminatı altındadır.

Bu ordunun saflarında, emrindeki Mehmetçiği ve elindeki silâhı, geçici siyasî ihtiraslar uğruna, rejim aleyhinde kullanacak komutan yoktur. Silâh
zoru ile elde edilecek siyasî mevkilerin. çok kısa süreli olduğunu bilmeyen fert yoktur. İçtimâi meselelerin, ancak içtimâî hâdiselerin tâbi oldukları kanunlar çerçevesinde, ilmin ve ihtisasın rehberliği ile çözülebileceğine herkes inanmıştır. Batı medeniyetinin, asırlarca süren tecrübelerden sonra niçin demokratik rejimde karar kıldığını Türk ordusu da gayet iyi bilmektedir.
Türk milletinin de, en az ileri Avrupa milletleri kadar demokrasiye lâyık olduğunu, onun dışındaki rejimlere hiç de yatkın olmadığını kendi bağrından
çıkan evlâtları elbette görmektedirler.
Onun içindir ki bu ordu ancak millet tarafından seçilen ve Anayasa nizamına göre hareket eden meşru hükümetlerin yanındadır; totaliter rejimlerde görülen fert ve zümrelerin bekçisi olamaz.
TÜRK KÜLTÜRÜ, 1966.