Halim KAYA: Secdeden Sehpaya / Elma ve Bıçak ( Ş. Adnan Şenel)

SECDEDEN SEHPAYA

ELMA VE BIÇAK

Bu bir 12 Eylül Romanıdır

 

Halim KAYA                                                                                                                     

25.04.2021  

Şu ana kadar hiç bir kitabını okuyarak tanıma fırsatı yakalayamadığım Adnan Şenel 1961 yılında Ankara’da doğduğu ve aslen Kastamonu Taşköprü’lü olduğu biyografisinde yazıyor. Dergi ve gazetelerde yazarlık, editörlük ve yöneticilik yaptı. İşte tam burada belki çalışmış olduğu bazı dergi ve gazeteleri de bizim takip etmemiz dolayısıyla önceden isim olarak bilerek olmasa bile mutlaka okumuşluğumuzun olabileceğini de söylemem gerekir. 2017’da Türk Ocakları Ayvaz Gökdemir Edebiyat Ödülü’nü, 2019’da Selçuklu Vakfı Emine Işınsu Roman Ödülü’nü  aldı. 2017’de yayınlanan “Selanik İçinde Sala Okunur” romanı, Mostar Dergisinin “Tarihi Roman” yarışmasında birinci oldu. Araştırma-İnceleme dalındaki iki eseri “Doğu ve Batı’da Düşüncenin Temelleri” ve “Sinema/Sızlar İçimizde” adlarını taşır. Romanları ise sekiz tane olup “Şafak Sözü”, “Ölümden Önce Aşk Vardı”, “Kaçak Yürek”, “Secdeden Sehpaya Elma ve Bıçak”, “Mezardaki Göz”, “Selanik İçinde Sala Okunur”, “Hey Mey Moro”, “Şeytan Parçacığı” ismindedirler.

“Secdeden Sehpaya Elma ve Bıçak”ın elimizdeki baskısı Kamer Yayınları tarafından  İstanbul’da 2019 yılında yapılmış, “Elma” başlığı altındaki birinci 262 sayfalık bölüm 1’den 13 kadar olan numaralandırılmış ve zaman zaman tarihle birlikte isimlendirilmiş bölümler ve bu bölümler de yıldızlarla ayrılmış daha alt bölümlerden oluşmuştur. “Bıçak” adlı ikinci bölüm 14’den 32. bölüme kadar 263. sayfadan 479. sayfaya kadar yine numaralandırılmış ve zaman zaman tarihle birlikte isimlendirilmiş 19 bölümden oluşmakta; bu bölümler de önceki gibi yıldızlar ile daha alt bölümlere ayrılmaktadır.

Romanın “Elma” bölümü her 12 Eylül Cuntasının ihtilalini anlatan yazılı veya sözlü belgede olduğu gibi ihtilalin niyetini ortaya koymaya çalışan darbeye katılan Cunta üyelerinin ya da ABD büyükelçisinin darbeden sonra Pentagon’a gönderdiği raporunda sarf ettiği sözlerle başlar. Burada da 1.Ordu Komutanı Bedrettin Demirel’in sarf ettiği “Biz darbeyi bir yıl önce planlamıştık. Ama şartların (elmaların) olgunlaşmasını bekledik” sözü ile başlamaktadır. Komutanlar, Hocanın çocuğu Netekim Paşa’nın başkanlığında toplanırlar. Gündem anarşi ve anarşiye karşı yapılacaklar. Sanki kalitenin oluşmasını beklemiş gibi bir yıl öncesinden 12 Eylül 1980 tarihine kadar ölen 2812 kişiyi ve heba olan zaman ve imkânları hiç düşünmeden bu sözleri söyleyebilmişlerdir. İnsan ne kadar iyi yetişirse yetişsin ne kadar zeki olursa olsun bazen kendi kusurunu kendi fiil ve sözleriyle ifşa eder. Burada olduğu gibi. Hani “Merd-i Kıpti şecaat arz ederken sirkatini söyler” derler ya öyle olmuş. Darbenin olgunlaşmasını beklemenin sebeplerinden biri de ekonominin düzeltilmesi, kendilerine az çok düzgün bir ülke ekonomisi bırakılmasıdır.  Adamlar ülkenin terör problemini çözmek düşüncesinden ziyade bir elimiz yağda bir elimiz balda olsun, hiç risk almayalım düşüncesindedirler.

Romanın “Elma” bölümü 12 Eylül darbesinden bir yıl önceki ülkenin hal ve vaziyetini asker, öğrenci, öğretmen, polis, esnaf, taksici, halk, gurbetçiler zaviyesinden ortamın tespit edildiği toplumun durumunun, terör ve siyasi düşüncelerin cemiyet ilişkilerini nasıl etkileyip ne boyutlara sürüklediğinin anlatılmaya çalışıldığı bir bölümdür.

“Secdeden Sehpaya Elma ve Bıçak”ta anlatım o kadar canlı ki okuyucu kendisini olayların içinde buluyor. Roman kahramanları ile yeri geliyor anlatılan olayın faillerine kızıyor, hınçla doluyor kimi zaman da yine roman kahramanlarıyla birlikte acıyor, merhamet pınarı oluyor. Acıyı ve mutluluğu roman kahramanlarıyla yaşıyor. Yer yer ağlıyor, yer yer de gülüyor. Dışarıdan bu hızlı duygu değişim durumunu görüp kitap okuduğunu görmeyen birisi “Bu insan deli mi? Bu kadar kısa zaman içinde bir gülüyor bir ağlıyor” der. Roman çok güzel kurgulanmış, dil sade ve anlaşılır, halkın anlayacağı günlük kullanılan dilde ancak kelime çeşitliliği bakımından kısır ve tekrarlarla hakim değil. Bu türde yazılmış diğer bazı romanlarda düşülen sadece halktan biri olan tek kişilik Ülkücü tip anlatımındaki hataya düşülmemiş. Vuku bulan olay ve işlenen suçlar genelde ferdi hatalar ve kızgınlıklar sonucu düşünmeden planlamadan işlenmiş olmakla birlikte nihayetinde bir teşkilata müntesip olan ve başına bir olumsuzluk geldiğinde hiç “Ben onlara danışmadım, onlardan olay cereyan etmeden yardım istemedim” diye düşünmeden teşkilat başkanından ve teşkilat mensuplarından  yardım isteyen bir gerçeklik görülüyor. Ülkü Ocakları başkanları kendilerinin dahli olmadığı vukuatların faillerine ister istemez Reis ve tabi olan ya da ailedeki baba ve evlat ilişkisi dolayısıyla sahip çıkmak zorunda kalmışlardır.

Osman; daha on yedi yaşında sınıfından sol görüşlü bir kıza tutulmuş, kızın abisinin sol guruptaki pozisyonu ve karşıtlığı aralarında bir engel teşkil eden, bundan dolayı aşikâra sevdiklerini birbirlerine bile alenen itiraf edemeyip, gizli bakışmalar ve mektuplaşmalar ile yetinen, fakir bir Anadolu delikanlısı. Sevdiği kızın telefonu ile nereden edindiği kendisinden başka herkese mechul silahını gizlediği yerden alıp delikanlılık adına çağrıldığı yere giden ve kendisini bekleyen sol grup öğrenciler ile tartışıp çatışan.

Ömer; anne ve babası vefat etmiş hem yetim hem öksüz, herkesin sevip takdir ettiği temiz sağlam ruh ve karaktere sahip on dokuz yaşında bir genç. Köyde okula başlayamamış anne ve babası öldükten sonra yanında kalmaya başladığı amcasının yanında okula da başlamış, okula başlamakta yaşıtlarına göre geç kalmış ama zeki bir öğrencidir. Yanına sığındığı amcasının ekonomisine destek olmak için okul dışındaki boş zamanlarında matbaa işinde çalışan, amcasının oğlu Osman ile kızı Zeynep’e ağabeylik yaparak ilgilenen, zaman zaman kazandıklarından harçlıklar veren masum samimi halktan biridir. Amcaoğlunu karşı görüşten Salih isimli genç ve arkadaşları ile tek başına yaşadığı çatışmada gecenin karanlığında havaya ateş edeyim derken öldürmesi ve Ömer’in sonradan gelerek öldürme olayını fark etmeden çıplak el ile silahı Osman’ın elinden alıp atarak onu oradan alıp götürmek isterken polisin gelmesiyle telaşlanıp kaçmaları, Osman’ın kaçıp kurtulması Ömer’in ise polislere yakalanarak, silahtaki parmak izi ve Osman’ı ele vermemesi, ayrıca emniyetin ideolojik bir tutum ile ne olursa olsun kim olursa olsun mantığı ile olaya fail bulma metodu dolayısıyla suçun üzerine kaldığı kader kurbanı.

Sevda öğretmen samimi sanki sol görüşlü olmayı aydın olmanın,  öğretmen olmanın gereği gibi düşünüp solcu olmuş ancak katı bir ideolojik saplantısı olmayan, karşıt görüşlü öğrencisine de merhamet duyan ancak yine de karşıt görüşlü olmasını kabullenemeyen iyi niyetli bir öğretmen.

Nazar boncuğu kabilinden bir kusur. Roman Kahramanı Nedret Neşe, Sevda öğretmene “Evet Sevda Hanım, beni size böylesine düşman eden şey nedir acaba?”(S:127) soruyor. Soruyu soran kişi açısında sorunun doğru olarak sorulmuş hali “Evet Sevda Hanım, sizi bana böylesine düşman eden şey nedir acaba?” olmalıydı. Çünkü soruyu soran kişi olarak Nedret Neşe düşman değil, kişi tanımadığı bilmediği kişiye düşman olamaz. Düşman olan Sevda öğretmen o da yazdığı kitap dolayısıyla peşin bir hüküm vererek bir kanaat sahibi olmuş ve bu kanaati de söyleyince karşısındaki Nedret Neşe onun kendisine düşman olduğu düşüncesine kapılmıştır.

“Secdeden Sehpaya Elma ve Bıçak” edebi yönden çok mükemmel, sığ ideolojik sloganlar arasına sıkıştırılmış bir propaganda broşürü olmaktan kurtarılmış, kahramanları ve bunlar arasındaki beşeri ilişkilerin bir cemiyetteki günlük hayatlardan farkı olmaması doğal bir hikâye örgüsü oluşturmuş.

12 Eylül darbesini yapanların zaman zaman söyledikleri ama toplum tarafından istihza konusu olan sözler bayağı çoktur. “Diyeceksiniz ki sıkıyönetime rağmen niye bunların hakkından gelmiyorsunuz? Şundan dolayı gelemiyoruz: Kan dökmek istemiyoruz. Yoksa meseleyi bir ayda hallederiz.” (S:170) Bu sözde “Netekim Paşa”nın ihtilaldan önce sarf ettiği gaflardan biri.

Ben genelde okuduklarım hakkında okurken aklıma gelenleri hemen yazarım, eğer bir yazı yazacaksam. “Secdeden Sehpaya”yı okurken yazmayı unutup okumaya dalıyorum. Epey okuduktan sonra aklıma geliyor kitabın beni sürüklediği sayfalarca okuduğum, geri dönüp tekrar bakıyorum.

Adalet her zaman doğru tecelli etmiyordu. Bazen kişilerin yanıltmasından dolayı bazen de karar verecek mercilerin yanlış hüküm vermelerinden dolayı masum insanları mahkûm edebiliyordu. Ömer’in idam alması olayında hem Ömer’in suçu kabullenmesi ve suç aletlerinde parmak izlerinin olması hem de adalet mercilerinin olayı detaylı araştırıp hakkaniyetli bir karar vermeye çalışmamaları, nasıl olsa ellerinde olaya karşı ceza verilecek bir suçlunun da bulunması adaletin yanlış tecellisine sebep olmuştu.  Cezaevinde koğuş arkadaşı İsmail Şimşek’in “Ne yani, sen şimdi işlemediğin bir suç için mi idam cezası aldın?” (S:240) sorması da adaletin yanıldığının ispatıydı. Suçu işleyen amcaoğlu Osman’ın mahkeme salonunda hâkimin idam kararını Ömer’in yüzüne okuyunca haykırdığı “O yapmadı, ben yaptım! Salih’i ben vurdum, ben öldürdüm, Ömer’in hiçbir suçu yok!” (S:222) doğruları da koskoca askeri mahkeme heyeti tevil etmişler ve Osman’ın yaşının 17 olmasına ve cezanın ağırlığını kabullenememesine, kafadan kontak olmasına yorumlamışlar ve yanılan adaleti yanıldığıyla tasdik etmişlerdi.

“Elma” olgunlaşmayı ifade eden ve darbecilerin şartların olgunlaşmasını beklediklerinden kinaye olarak verilmiş bir isimdi. “Bıçak” ta tam buna uygun bir isim. Dönemin devrik başbakanı “Çoban Sülo” lakaplı ihtilaldan daha sonraki siyaset zamanlarında “Baba” lakabını da alacak olan Süleyman Demirel’in “11 Eylül’de oluk oluk akan kan nasıl oldu da 12 Eylül günü bıçak gibi kesildi? Orgeneral Evren, o sırada Antalya’da tapu müdürü müydü?” (S:263) sosyal gerçekleri tespit eden sorusuyla başlamıştır romanın ikinci bölümü. Bakan, Başbakan ve daha nice önemli toplum liderlerinin sıkıyönetime rağmen katledilmesini engelleyemeyen güvenlik güçleri hiçbir terör örgütüne müdahale etmeden, kimseyi tutuklamadan, sadece pozisyon değiştirerek akan kanı durdurmuştu. Tabiri caiz ise olayları bıçak gibi kesmişti.

Darbecilerin bir numarası Netekim Paşa, Hava Kuvvetleri’nin bir numarasının ABD izlenimlerini kendisinin bizzat dinlediğini de ekleyerek aktarmasını istedi. Cuntanın diğer üyelerine, koyu mavi üniformalı 1 numaralı orgeneral de: “Evet, bu gün döndüm yurda. Bildiğiniz gibi, Amerika’ya gittim. Malum, bir numaralı müttefikimiz ve dostumuz olan Amerika’nın, yapacağımız müdahaleye nasıl bir tepki vereceğini öğrenmemiz gerekiyordu. Öğrenmekle iktifa etmeyip, onların da desteğini almamız şarttı. Aksi halde başımıza ekşirler, ayağımıza bağ olurlardı. Gittim, ilgili kişilerle baş başa görüştüm. Son olarak da onların Genelkurmay Başkanı’yla dün sabah kahvaltıda bir araya geldim. Gördüm ki, onlar bizden daha istekli böyle bir müdahaleye. Tam destek verdiklerini ve problemler çıkarsa arkamızda olacaklarını, ayan beyan dile getirdiler. Hülasa, Amerika da, NATO da bizimle.” (S:266) diyerek ifade etti. Koyu mavi üniformalı 1 numaralı orgeneralin sözlerinden anlaşılan Cuntacı darbenin organizatörleri daha işi baştan sağlama almışlar, efendilerinden destek istemişlerdi. Yani her zaman ABD bir takım ülkelerde darbe planlamıyordu. Bazen darbeleri içerde söz sahibi olamayan silik şahsiyetsiz yetersiz muhterisler planlıyor ABD de işine geldiği gibi onaylıyor ve yararlanıyordu. Başbuğ Türkeş’in sınıf arkadaşı olan silik Netekim Paşa’nın Genel Kurmay Başkanı olmasını Hükümete önerdiği halde en fazla mağduriyeti kendisinin yaşaması yıllar yılı başarısızlık altında ezilmişliğin intikamıydı. Türkiye gibi ülkelerde kendini kullandıracak insanların olması dünyayı yöneten güçler kolaylık sağlıyordu. Kurtuluş savaşında mandacılığı savunanlar gibi bu işbirlikçiler kendi iktidar ve saltanatları için ülkelerini iç işlerine ve kültürel bütünlüğüne, ekonomik kaynaklarına kadar hepsine müdahale edilmesine çanak tutuyorlardı. Kullanan değil kendini kullandıranlar suçluydu.

Mamak Cezaevinde işlenmemiş suçları itiraf ile kabul ettirmek için tecrithaneler, bodrum katta toprak içinde dizlere kadar su dolu hücreler, C5 denilen işkencehaneler yaptıran cunta yönetimi; dayak, vücuda elektrik verme, Filistin askısı, tuz yedirme, çırılçıplak soyarak tenasül uzvundan elektrik akımı bağlama, falaka, tazyikli su, haysiyet ve onur kırıcı hitaplar, küfürler, komandolar arasında cop ile vurarak yürütmek, kişiliksizleştirici tek tip bir mavi kıyafet giyme, sağ ve sol mahkumları karıştır-barıştır, sık sık koğuşlardaki eşyaları arama bahanesi ile dağıtmak, İstiklal Marşı ve çeşitli marşları yerli yersiz okutmak gibi akla hayale gelmedik işkence çeşitlerini mahkûmlar üzerinde deniyordu. Bir sağdan bir soldan idamları infaz ediyor, yaşı tutmayanların yaşlarını bir emirle mahkeme kararıyla büyütüp tatbik ediyorlardı. Bütün bu işlerin yanında devlete hizmet ve milletin kalkınması içinde “Polislerin bıyıklarının kesilmesi” gibi önemli kararlar almıyor değillerdi!?  Tercüman Gazetesinin kadın başyazarı Nazlı Ilıcak’ın başta olduğu bazı gazeteciler tarafından da her sabah cuntacılara övgüler düzülüyordu.

Ne önemi vardı ki? Darbeciler için ölümün, genç ölümlerin, suçsuz ölümlerin, suçsuz idamların, yaşı küçük idamların ne önemi vardı? Darbe hukuku için yalnızca gücün önemi vardı?”(S:452) Bekir Bağ’ı döverek hamamda öldürüp şehid eden darbeciler, İsmail Şimşek’i de tedavi ettirmeyerek son demlerinde hastane köşelerinde öldürmüştü. Daha niceleri darbenin mağduru oldu ama hiç kimse itiraz edemedi. Ülkücüler zaten “Devletimizi dış güçlere mi şikâyet edeceğiz?” diye sinesine çekti. Solcular içerde şikayet edecek merci bulamadılarsa da dışarıda darbeden önce kendilerini de destekleyen mihraklara şikayette bulundular ama kendilerine yapılanlara engel olamadılar. Şikâyetleri sadece ülkemizin karnesine eksi puan olarak yazıldı. Daha sonraki zamanlar da Türkiye aleyhine kullanılmak üzre.

SONUÇ          

Bir dönem romanı olan “Secdeden Sehpaya Elma ve Bıçak” o uzun dönemin iki yılını anlatıyor: 12 Eylül darbesinden bir yıl öncesinden başlayıp 12 Eylül darbesinden sonraki bir yıl.

Okuyanlar kitapta samimiyet ve inanmışlığın hayata yansıyışını, kendi hayatını başkasına feda edenlerin kadere boyun eğişlerini görecek; Mamak işkencehanelerinde yapılan insanlık dışı muameleyi pişkinlikle “Halk bizi seviyor, istiyor”a dönüştüren devlet adamı müsveddelerinin adaletten uzak yapıp etmelerini bulacaktır. Akıcı ve sürükleyici bir roman olan “Secdeden Sehpaya Elma ve Bıçak”ı okurken okuyucu kendini sanki olayları yaşayanlardan biriymiş gibi hissederek kitabı belki de bir solukta okuyacaktır.

Dil ve edebi anlatım yönünden sağlam bir roman olan “Secdeden Sehpaya Elma ve Bıçak” camiamız tarafından yazılan bu tür romanlar arasında en başarılılarından birisi olmuştur. Sadece ideolojik bilgi aktaran ve birbirini tekrarlayan dönem kitaplarından edebi yönü ile ayrıştığı fark edilen edebi eserdir. Ülkücü camiadan arkadaşlarımızın bu tür edebi eserler vermesi göğsümüzü kabarttı. “Secdeden Sehpaya Elma ve Bıçak” inşaallah gerekli ve yeterli okuyucu ilgisini görür. Yazarın diğer eserlerini de bütün okurlara tavsiye ederiz.

Ş. Adnan Şenel’in daha nice göğüs kabartıcı eserler vermesi dileğimizle…