+++Hasan TÜLKAY: SERDENGEÇTİ KÜLTÜR-SANAT EVİ

SERDENGEÇTİ KÜLTÜR SANAT EVİ

Hasan TÜLKAY

Gazeteler, televizyon ekranları, internet medyası karabasan gibi ruh sağlığımızı tehdit eden kara haberlerle dolup taşıyor… Deprem, çığ, kadın cinayetleri, kaçakçılık, çorap söküğü gibi önü ardı kesilmeyen terör örgütleri, uyuşturucu şebekeleri, trafik kazaları, zamlar, geçim darlığından siyanürle aile boyu intiharlar… Çevremizi saran, içimizi sarsan felaketler zinciri gözümüzün önünden akıp geçtikçe; umudumuzu yeşertecek, sevincimizi çiçeklendirecek olayları, gelişmeleri fark edemiyoruz. Oysa sessiz sedasız güzel işler de yapılıyor. Nedense reklama, gösteriye itibar etmeyen hasbî hizmet ve gayretler görmezlikten geliniyor. Haberciliği siyasî ve ticarî rekabetin rant hesaplarına göre ayarlayan yandaş veya muhalif medyaya bir küçük dokunup geçtikten sonra; Ankara’dan, Prof. Dr. Cemal Kurnaz hocamızdan aldığımız müjdeyi Nevzuhur okuyucularına duyurmak istiyorum:

“Osman Yüksel Serdengeçti’nin evi ölümünden 40 yıl sonra restore edilerek Serdengeçti Kültür Evi olarak düzenleniyor.
Devletimizin ve belediyemizin, geç de olsa gerçekleşecek olan bu hizmeti, milletimizin kadirbilirliğinin bir örneği olacak.
Valiliğimizin daveti ile 6 Şubatta Antalya’da bir toplantıya katılacağım. Ertesi gün heyet olarak Akseki Belediyesinde bir toplantıda olacağız, Serdengeçti’nin evinde incelemelerde bulunacağız.
Nasip olursa 9 Şubat pazar günü Ankara’ya döneceğiz.
*
Bu konuda benim aklıma gelenler şunlar:

Serdengeçti Kültür Evi, Osman Yüksel’e ait özel eşya ve eserlerin sergilendiği bir müzeyi de içinde barındırmalı. Aynı zamanda Müftü Salim Efendinin ve Akseki yöresinin kullandığı etnografik malzeme de sergilenmeli.
Bunların yanında düzenli kültür ve sanat faaliyetlerinin yapıldığı, yaşayan bir mekân olmasına özen gösterilmeli.”

Antalya Valiliği’nin ev sahipliğinde yapılması düşünülen, fakat olumsuz hava şartları ve uçak seferlerinin iptal edilmesiyle muhtemelen bahara kalan Serdengeçti Kültür Evi’ne dair istişarî toplantıya şahsım da çağrıldı. Serdengeçti’nin yakınları, sağlığında O’nu yakından tanıyanlar, hakkında yazıp çizenlerin, konuya duyarlı dernek-vakıf temsilcilerinin davet edildiğini tahmin ettiğim bu toplantıdan faydalı teklif ve tespitler çıkacağını umuyorum.

Davet telefonunda tam adı SERDENGEÇTİ KÜLTÜR SANAT EVİ olarak duyurulan bu haber en başta Serdengeçti muhiplerini heyecanlandırdı, sevindirdi. Fakat şuna hassasiyetle dikkat etmeliyiz ki; bu işler yapılırken adetâ bir rövanş alma havasına girilmesin. Torosların dik başlı çocuğu Osman Yüksel Serdengeçti yaşadığı dönem içinde müthiş bir kavganın kalemi kılıçtan keskin silahşörüdür. Serdengeçti mecmuası bilhassa tek partili Cumhuriyet zihniyetine isyan bayrağı gibidir. O’nu tanıyanlar, sevenler daha çok bu yönüyle tanımışlardır. Şunu anlayalım ve kabul edelim ki; siyasî ve içtimaî kaderimizin gereği yaşanan acı tatlı hadiseler geride kalmıştır. Köprülerin altından çok sular akmıştır. Bir ateş çemberinden geçtiğimiz şu ortamda sevginin, barışın, birliğin, kardeşliğin dilini inşa etmek için, sembol isimlere ve hadiselere muhalif-muvafık penceresinden değil, hakikat merceğinden bakmaya çalışalım. Kuşatıcı, birleştirici, uzlaştırıcı bakış açısına hususî bir teferruat tesbiti açısından Cemal Kurnaz hocamızın “BİR BAŞKA SERDENGEÇTİ”sinin sanal medya anaforunda boğulup gitmesine gönlüm razı gelmedi:

“İnsan denen varlık çok yönlü, çok boyutlu bir varlık. Hayatı boyunca ana çizgisini korusa da, tek fotoğraf karesinde dondurularak tanımlanamaz. Şurası şöyledir ama şöyle şöyle halleri de vardır. Bütün bunları göz önünde bulundurmayan değerlendirmeler eksik, yanlış ve haksız olur.

Osman Yüksel Serdengeçti, gençliğinden ömrünün sonuna kadar Türkçü, Turancı ve İslamcı görüşü benimsemiştir. Kendi ifadesiyle, Ziya Gökalp’ın Türkçülüğüyle Mehmet Akif’in İslamcılığını birleştirmeye çalışmıştır.
Bu görüşlerine samimiyetle bağlı kalmış, buna uygun yaşamış, mücadele etmiş ve bedelini ödemiştir.
Kişiliğinin en önemli özelliği samimiyetiydi.

O, yeryüzünde bir Türkü yurdu esir kalmasın istiyordu.
O, yeryüzünde bir Müslüman yurdu esir kalmasın istiyordu.
Türkçülüğü ve İslamcılığı kısaca bundan ibaretti.

Onun gibi düşünenleri vatan haini olarak itham edip yargılayanlar, damgalayanlar, hayalcilikle suçlayanlar; o hayallerin, beş Türk Cumhuriyetinin dâhil olduğu Türk Konseyi’nde kurumlaşarak gerçeğe dönüştüğünü gördüler.
Serdengeçti halk adamıydı. Bu konuda arka sokakların, gariplerin, yoksulların acılarını dile getiren Akif’in yolundan gitmişti. Zenginlerin yoksulları sömürmesine karşı çıkmıştı. Doğan Avcıoğlu Yön dergisinde, Aydın Yalçın gibi komporodorlara, çıkarcılara karşı mücadele eden Serdengeçti’nin onlardan daha ileri olduğunu yazar. Bu yüzden kendi partisi Adalet Partisi’ndeki kodamanların hedefi haline gelir ve komünistlikle suçlanır.
Bu yüzdendir ki, ömründe abdest alıp namaz kılmamış olan ateist bir gazeteci, sırf ezilenlerin hakkını savundu diye onun cenaze namazına gelmişti.

Serdengeçti, gençliğinden başlayarak dünya edebiyatını yakından takip etmişti. Daha sonraları kendi eliyle seçip satışa sunduğu Serdengeçti Kütüphanesi’ndeki dünya edebiyatına ait eserlerin çeşitliliği bu ilgisinin sonucudur.

Özellikle Rus edebiyatını, Dostoyevski’yi çok iyi okumuştu.
3 Mayıs 1944’te tutuklandığında üzerinde şu kitaplar vardır:
Theodore Krogöre’in Unutulan Köy’ü, Henri de Montherlant’ın Bekârlar’ı, Çehov’un 6 Numaralı Koğuş’u, Eflâtun’un bazı eserleri… Çok sevdiği Dostoyevski’nin romanları…
Günümüzde bunları okuyan bir üniversite öğrencisi var mıdır?

DTCF Felsefe Bölümünde Behice Boran’ın öğrencisidir. Daha sonra Serdengeçti Yayınları arasında Eflâtun, Jean-Jacques Russou, Pascal, Thomas Carlyle, Henri Ford gibi batılı yazarların, filozofların eserlerini de yayımlar.
Ben Stefan Zweig’ı onun ısrarı sayesinde tanıdım.

Eskilerin, kaşıt görüştekilerin kalitesini takdir etmekten gocunmayan bir nezaketleri varmış. Bir çeşit şövalyelik ruhu. Hasmına değer vermek de denebilir. Bana Kuvayi Milliye Destanını, Memleketimden İnsan Manzaraları’nın zorla okutmasaydı Nazım Hikmet’i hiç tanımayacaktım. Mahkemelik oldukları Sabahattin Ali’yi de öyle. Benim baştan savacağımı anladığı için, oku ben de dinleyeyim deyip kim bilir kaçıncı defa dinlemişti.

Aziz Nesin’in ona söyledikleri de bu nezaketin, değer bilirliğin bir örneği:

“Osman Bey, sen yanlış yerde dükkân açmışsın. Orada senin kıymetini bilmezler. Bizde olsan Nobel alırsın. Gel beraber bir mizah dergisi çıkaralım.”

Konumuzla doğrudan alâkası yok sayılmasın; 13 Şubat 2019’da ebediyete yolcu ettiğimiz Ozan Arif’in sosyal medyadaki vefat haberine ben de şöyle bir yorum yapmışım:

“Halk şiirinde kafiye hatırına boş cümle dolgusu çoktur. Ozan Arif’in yazıp söylediklerinde konuyla ilgisiz tek cümle değil, tek sözcük bile yoktur. Ozan Arif kendi mahallesinde de kadri kıymeti bilinmemiş bir ozandı.. Ah kahrolası bencil siyaset… Birçok değerimizi sağcı solcu ya da muhalif diye harcıyor, sonra arkalarından ağıtlar yakıyoruz. Abdurrahim Karakoç ile Mahzuni’nin televizyonda aynı programın konuğu olarak sergiledikleri muhabbet kitlelere yeterince ulaşmadı, ya da ulaştırılmadı. Osman Yüksel Serdengeçti’nin mahkemelik olduğu Sabahattin Ali’nin Hapisane ve Dağlar şiirlerini mırıl mırıl dilinden düşürmediğini, Necip Fazıl ile Aziz Nesin’in hasımlıklarına rağmen birbirlerini en iyi anlayan iki düşman-dost olduklarını gözden kaçırdık hep. Hatta Aziz Nesin’in uluslararası Altın Kirpi ödülünü kazanan hikayesini Cinuçen Tanrıkorur’un alelacele İtalyancaya çevirerek yarışmaya yetiştirdiğini bilmiyoruz. Abdurrahim Karakoç’un MİHRİBAN şiiri Musa Eroğlu’nun bestesiyle bir anda milyonlara ulaştı; Eroğlu şöhret merdivenlerini tırmanırken türkü dağarcığımıza bir hazine daha eklendi. Türküler ve Türkçemizin sesi ozanlarımızın son büyük ustalarından Ozan Arif’e rahmet olsun…”

Serdengeçti Kültür Sanat Evi’ne tekrar dönersek; ön ayak olan resmî yetkililerin de düşündüğüne inandığım şu önerilerin hayata geçirileceğini ümid ediyorum:

Serdengeçti Kültür Sanat Evi Akseki’nin sembol tarihî evlerinden nadir bir örnektir. Restorasyon çalışmalarında başta rahmetlinin mimar yeğeni olmak üzere bu mekanda hatıraları olanların gözlemlerinden yararlanılmalı.
Serdengeçti Kültür Sanat Evi mütevazı bir müze fonksiyonuna da sahip olmalı. Bulunabilen etnoğrafik malzemeler haricinde dijital müzecilik imkanları da kullanılmalı.

Serdengeçti’nin sağlığında kendi sesinden yapılmış kayıtları isteyenin dinleyebileceği, gerekirse toplu açık dinlenebilecek bir sistem kurulmalı.

Serdengeçti ile ilgili yapılmış anma ve televizyon program kayıtları arşivi yapılmalı.

El yazısı örnekleri, fotoğraflar, Serdengeçti Neşriyatı sergilenmeli.

Üniversitelerle işbirliği imkanları araştırılmalı; Serdengeçti fikriyatı, edebî şahsiyeti, siyasî kimliği ile ilgili çok yönlü akademik çalışmalar yapılması temin edilmeli.

Fakat en önemlisi bu işe filanca valinin veya belediye başkanının hevesleri istikametinde gelip geçici bir dönem havası vermeden istikrarlı bir kalıcılık kazandırmak… Bizde merkezî veya mahallî idarecilerle başlayıp biten, arkası gelmeyen pek çok proje vardır. Devlet ve millet hayatında devamlılık esastır. Ancak bu devamlılığın muhafazası için hem sağlam bir ekonomik temel, hem de işin başında o işin heyecanını duyan gönüllü idealist insan(lar)ın bulunması gerekir. Anadolu’da en ücra köşelerde, hatta ıssız dağ başlarında Allah rızası için türbedarlık yapan aileler vardı bir zamanlar… Aşk ile, sevda ile çalışacak, Serdengeçti’yi anlayan ve anlatabilen bir(kaç) resmî fakat gönüllü çalışana emanet edilecek donanımlı bir Serdengeçti Kültür Sanat Evi’nin; Akseki’nin ekonomik ve kültürel hayatına katacağı artı değer aynı zamanda millî irfan kazancımızdır. “Sağ-sol, bizden ol” demeden köklerimize tutundukça, dallarımız istikbâle daha güçlü uzanmaya devam edecek inşallah…

Korona günlerinden önce 14 Şubat 2020 Cuma Saat 11.07’de kaleme alınmış bu yazımızdaki beklentiler salgın tedbirlerine takıldı. Ne toplanabildik, ne Akseki’ye gidebildik. Fakat başta vilayet makamı olmak üzere yetkililerimizin Serdengeçti Evi konusundaki gayret ve samimiyetlerinin bir şekilde semeresini vereceğine inanıyoruz. Ne diyelim; hele şu felaketi bir savuşturalım. Geç olsun da güç olmasın.

KAYNAK: Nevzuhur Dergisi/ANTALYA