Kenan EROĞLU: Ziya Gökalp’in Turancılığı

Kenan EROĞLU

Ziya Gökalp konusuna davam ediyoruz. Amacımız Ziya Gökalp hakkında dostlarının, arkadaşlarının ve aile çevresinin onun hakkındaki düşüncelerin okuyucuya aktarmaktır.

Bu amaçla görüşlerine başvurup bu sayfalarda size aktardığım konular onun vefatından nerdeyse 30 yıl sonra kaleme alınmış ve Tek Parti döneminin korkularından belki de arınmış bulunan insanların samimi düşüncelerini sizlere olduğu gibi aktarıyorum.

Faydalı olacağını umuyorum. Çünkü bu gün bilinen yönüyle Ziya Gökalp Cumhuriyete geçişimizden önce de Türklük için çalışmış, başka milletlerin Milliyetçilikleri ile karışmasın diye de verdiği mücadeleye “Türkçülük” adını vermiştir. Geniş kitleler tarafından kabul gören Türkçülük Mefkûresi konusunda da bir kitap yazmıştır; “Türkçülüğün Esasları”. Bu kitap ilk kez 1923 yılında yayınlanmış fakat Gökalp’ın fikirleri elbette 1923 yılında oluşmuş değil. Bunun bir evveliyatı vardır. Bir birikim sonucunda 1923 yılında kitap haline gelmiştir.
Şimdi Ziya Gökalp konusunda “Türk Kültürü”(*) dergisinde yayınlanan yazıyı aynen size aktarıyorum.

“”TÜRK’ÜN ALTIN DESTANI ve ZİYA GÖKALP
Mehmet Güney Koryurt 

             Kendisini Türklüğe adamış, bu uğurda varını yoğunu harcamış olan Ziya Gökalp Türk’ün Altın Destanı’nı Türk milletinde uyanan milli hislerin daha da yükselmesi için kaleme almıştı. Birinci Dünya Harbi yıllarında Türklerin milli, bağımsız bir devlet kurmakla kurtulabileceği inancı kuvvet bulmaya başlamıştı. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş toprakları parçalanmış ve yer yer azınlıklar millî cepheler kurarak bağımsızlıklarına kavuşmuşlardı. Aydın düşünceli, vatansever kişiler bu görünüş önünde kendine dönmenin en faydalı yol olduğuna inanıyorlardı. İşte bunların başında Ziya Gökalp geliyordu. Genç neslin izinde gittiği, bir ışık, bir aydınlık yol çizen Ziya Gökalp; Büyük Türkistan dâvâsını da düşünmüş ve bunun Çin’den, Hint’ten, Rusya’dan büyük bir sahada yaşayan Türk unsurunu bir ülkü etrafında toplamakla mümkün olabileceğini savunmuştur;  onun en büyük iyiliği, yol arayan Türk nesline bir ülkü yolu çizmiş olmasıdır.

Türk ocaklarının ateşli siması Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp’in izinde yürümüş, şiirleriyle Türk bağımsızlığını yaratma yoluna gitmiştir. İşte Ziya Gökalp de Türk ocaklarında, kendine dönmenin, vatan birliğine elele gitmenin yolunu böylece yalnızlığa terketmemiş oluyordu.

Ziya Gökalp, mazinin şan, şeref dolu hâtıralarını en saf Türkçe ile mısralaştırdı. Unutulmuş büyük ve şanlı geçmişi, yaşanılan günlerin engin akışına uydurarak dile getirdi. Büyük Türkçü bu destanına “Altın Destan” adını verdi. O devirde bu saf Türkçe ile yazılan destan Türk çocuklarının âmentüsü halinde elden ele dolaştı.. Çok uzun olan destandan bazı bölümleri yazımıza alırken Ziya Gökalp’i minnet ve şükranla anıyor, Türk çocuğuna; “Unutma, unutturmak isteseler de sen kendini!” diyorum…

                 Sürüden koyunlar hep takım takım  

                Ayrılmış, sürüde kalmamış bakım  

                Asmanın üzümü dağılmış, salkım  

                Olmak ister, fakat bağban nerede?
Gideyim arayım çoban nerede?

Osmanlı İmparatorluğundan ayrılan ülkeleri kastediyor Ziya Gökalp. Geride kalan “sürü” İmparatorluğun ta kendisidir; en büyük idarecisinden, en küçük makama kadar bir düzensizlik, bozukluk, yer yer yanlış, aksak kıpırdanmalar başlamıştır. Türkler bir başbuğ aramaktadır, ama nerede?

               Türk yurdu uykuda.. Ey düşman sakın,  

               Uyuyan ülkeye yapılmaz akın, 

               Tanyeri ağardı yiğitler kalkın,  

               Bakın yurt ne halde, vatan nerede?          

               Gideyim, arayım yatan nerede?

Ölüm kalım savaşı değildir daha yapılan. Türkler, İmparatorluğun geniş sınırlarından yavaş yavaş Anadolu’ya çekilmektedir. Millî bir uyanışın eşiğindedir Türk yurdu. Bu uyku ebedî değildir, mezar toprağı atılmamıştır milletin üzerine; asırların uyuşukluğu kalkmaktadır, bir anda uyanış olursa düşman yanlış bir iş yaptığını anlamak fırsatını bulamıyacaktır. Bir uyarmadır düşmana bu, yiğitlerin ayağa kalkmasını arzu eden gönlün sıcaklığı yanında.

Herkesin gözünde vatan öz yurdu,

                   Çitlerin yağısı, derenin kurdu,  

                   Yad eller Turanda hanlıklar kurdu,  

                   Turandan yadları kovan nerede?  

                   Gideyim, arayım; oğan nerede?  

                   Sandım gençlik doğar; baktım Mart olmuş  

                   Gittim ili gezdim, genci kart olmuş,  

                   Kimi Kırgız, Kazak, kimi Sart olmuş,  

                   Dedim; yahşiler çok, yaman nerede?  

                   Gideyim, arayım; şaman nerede?

Türk birliğine, Türk bağımsızlığına, Türk’üm demeye hasret. Benliğine hasret, Türk vatanına, kahraman Türk yiğitlerine hasreti anlatan mısralar.

Düşünen Uygurlar olmuşlar uysal,

                   Altın Ordu devri kalmış bir masal,  

                   Bu güne kıyas et, tarihten us al,  

                   Atillâ, Timuçin, Gürkân nerede?  

                   Gideyim, arayım; Türkân nerede?  

                   Kaşgar, Delhi, Pekin, Istanbul, Kazan  

                   Bu beş yerde vardı, beş büyük Hakan,  

                   San, Kızıl, Gökhan, Akhan, Karahan  

                   Hepsinin üstünde parlardı İlhan  

                   Akhandan gayrısı il… Han nerede?
Gideyim, arayım; İlhan nerede?

Eski şanlı sayfalardan hiçbir iz kalmamış. Sanki Türk Milleti ortada yok. Büyük hanlıklardan yalnız birer masal kalmış. Büyük başbuğların adı bile unutulmaya doğru giderken, elbet uykulu olur Türk Yurdu; uyanık olması için geçmişini hatırlaması, ona sahip olması gerekmez mi? Dünyanın bütün devletlerinin önünde eğildiği Türk Milletinin devleti ve onun başbuğu yok olmuş. Türk Milletine büyük yaralar açan bu bahtsızlığı şöyle anlatıyor Ziya Gökalp:

Kırım nerede kaldı, Kafkas ne oldu?

                  “Kazan”dan “Tibet’e değin Rus oldu.  

                  Hitayda analar saçını yoldu,  

                  Şen yurtlar ne halde? Viran nerede?  

                  Gideyim, arayım; İran nerede?  

                  Soy atlar küçülmüş, olmuş korada,  

                  Alplar kız ardında birer hovarda,  

                  Sancağı unuttuk hangi diyarda?  

                  Altın otağ, altın Kazan nerede?  

                  Gideyim, arayım; yazan nerede?

İşte açıklıyor Gökalp: Bahtsızlık o kadar büyük ki, bütün Türk illeri yabancıların eline geçmiş, mamur Türk yurtları viran olmuş, mesut insanların yaşadığı illerde analar saçını yolmuş, olan Türk milletine olmuş…

           Gür ve rüzgârdan hızlı giden Türk atları küçülmüş. Ziya Gökalp bunu artık zaferden zafere koşmayan ordularımız için söylüyor, Viyana bozgununda tuğları, sancakları verişimizi, daha acı hâtıraları “Sancağı unuttuk hangi diyarda ?” misraı ile ne güzel açıklıyor. Türk zaferlerini bir yazan olmamış, kalanlar çok az, kimisi de yabancı tarihçilerin yazdıkları. Ya.. zan niçin olmamış tarihimizi? Bize barbar diyenler bizim bu eksikliğimizden de fazlaca istifade etmişlerdir.

Yüce Türk Tanrısı… Gönder bir Yalvaç,

                   Yasanı bilen yok, gerektir, dilmaç,  

                   İlhan gönder, altın devri tekrar aç  

                   Altın destan yazsın. Us.. Tan nerede?  

                   Gideyim, arayım; destan nerede? 

           Gerçek ortaya çıktı. Türk Milletinin başına gelenler yasasını unutmuş olmasındandır. Ortada altın destan yazan usta yok, ama yaratan var. İste Türk Milletine bu destanı yazacak bir usta gerek.

Ulus’un içine girsin her oymak,

                    Beş Ulus “Budun”da birleşsin capcak;  

                    Uygur, Kalaç, Karluk, Karluk, Kıpçak  

                    Türk Yurdu bir olsun kalmasın kaçak,  

                    Çıksınlar meydana; meydan nerede?
Gideyim, arayım; meydan derede?

İşte samimî duygusunu açıklıyor Ziya Gökalp, bütün Türker uyanmalı ve birleşmelidir. Türk Yurdu deyince bütün Türkler akla gelmelidir, Bu olmuş mudur? Hayır, ama her Türk çocuğu bu duyguyu taşımakla milli ruhun uyanık bulunmasına yardım edecektir. Artık bir daha uykuya yatmamak, ayakta kalmanın ilk şartıdır. Bütün Türklerin hiç olmazsa bağımsız olması, Türk olanın bir gönül ülküsü olmalıdır. Bu ülkü Ziya Gökalp’in Altın Destan’ından doğmalıdır.

Türk Destan’ı yazmak katıra gelmemiş

                   Yasa’nın sözleri satıra gelmemiş  

                   Tarihte deryâdan katre gelmemiş,  

                   Şairler sordular; boca nerede?  

                   Gideyim, arayım; o can nerede?

Türk Milleti destanlar yaratmış, yaratmış ama, Eğer yaratılan destanlar yazılmış olsa idi. Türk yasası unutulur muydu? Türk Milletinin başına korkunç uğursuzluklar gelir miydi? Kızları kızlıktan çıkar, erkekleri hovarda olur muydu? Hanları halkı unutur muydu? Bunların hepsi Türk yasasının unutulmasından doğmuş acı sonuçlar değil midir? Türk kültürünün deniz olduğu, diğer milletlerin ise göl olduğu bir gerçektir. Büyük Türk’ün adsız kalan kültür yasasına yabanlar sahip olduktan sonra, elbet o uykuya yatardı. Bir can aramaya çıkmıştır Gökalp, o can bütün Türk Yurdunu aydınlatacak olan ışığın sahibidir. Türk Yurdunun içinde, ama görünmeden yaşayan bir güçtür. İşte Ziya Gökalp son kıtasında bunu açıklıyor:

Gündüzlerden sapan geceyi bilir,

                   Bilmeksizin tapan her şeyi bilir  

                   Bilen yapmaz, yapan pek iyi bilir  

                   Erenler yolu bu. Varan nerede!  

                   Gideyim arayım; yarar nerede? 

             Dünya milletlerinin yeni çırpınmalar içinde bulunduğu o kaynaşma yıllarında Ziya Gökalp’in söylediği gibi bir avuç ülkü insanı o ülkeye ulaştı. Ama İlhan yine de görünmedi. Tanrı Dağı yine üzgün kaldı…

Asya’nın Batıya köprü olarak uzattığı parçasında ise yeni bir Türk devleti kuruldu. Türk yasasına göre çobanlar koyunlarını, demirciler çekiçlerini, gençler kollarını, ihtiyarlar akıllarını bu devletin ortaya çıkmasında harcadılar. Başbuğsuz olmazdı, Türk Yurdu onu da buldu; bugün sınır dışında kalan bir Türk ili ATATÜRK’ü verdi.

Gündüzleri gören gecelerin karanlığını iyi bilir. Türk Milletinin şanlı geçmişi gündüz, son asrın başına getirdiği kaçınılmaz felâketler ise gecedir. Geceyi gören gündüzü arar. Türk Milleti de Mustafa Kemal’in önderliğinde gündüze erdi. Yine de Ziya Gökalp’in Altın Destanı’nda arzu ettiği duygunun bir bölümü oluyordu; zaman bir akıştı, gerekirse akışın yönünü kırk asır sonra bile de olsa bütün Türkleri kapsaması sağlanabilirdi…

Yarının Türk Yurdu, Türk çocuğunun kafasına aldığı millî duyguların ışığında aydınlanacaktır. (….) Türklerin unutulmama payı vardır. Ne mutlu Altın Destan’ına gerçekten lâyık olan Türk çocuklarına!

Türklük birleşmektir, büyümektir, yükselmektir… Türklük millî değerlerini sevmek ve korumaktır. Ne mutlu TÜRK’ÜM DİYENE..””.

   … 

  • “Türk Kültürü Dergisi”,   Mehmet Güneş Koryurt, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara Temmuz 1968, Yıl IV, sayı:69, sayfa:44-45-46-47-48.