Mekemteş MİRZAAHMETOĞLU: Kazak Tarihi ve Edebiyatı

Kazak Tarihi

ve Edebiyatı*

Mekemteş MİRZAAHMETOĞLU

 

 

-Önsöz veya Sözbaşı Yerine-

Kazaklar, geçmişte Turan ülkesinde yaşayan Türklerin bir boyudur.

Kazak Türkçesi, Türk dilinin Kıpçak grubunun içinde yer alır.

Bugünkü Kazakların yaşadıkları atalar mekânı Kazakistan Cumhuriyeti, m.ö. yedinci asırda Alp Er Tunga idaresindeki Turan ülkesinin hemen hemen yarısına yakınına, diğer bir söyleyişle üç milyon kilometre civarındaki topraklara sahiptir.

Bugünkü bağımsız Kazakistan Cumhuriyeti, atalar mekânında yetişmiş büyük şair Mağcan Cumabayev’in:

“…Türkler miras alıp göçtüklerinde

Kazakta kara çadırlar kalmış ya”,

şeklindeki ifadesinde olduğu gibi Turan’ın kara çadırını mekân edinmiştir.

Dil kardeşliği açısından Oğuz, Karluk, Kıpçak gruplarına ayrılan, aynı kökenden gelen Türk topluluklarından kırka yakını, bugün, miras aldıkları çadırlarını kurup kanı bir kardeş topluluklar haline gelmiş, bunlardan sadece altısı kendi dumanını tüttürecek duruma gelerek bağımsızlığını ilan etmiştir.

Bu toplulukların dil, din, gelenek ve göreneği, yani kültür hayatı Cengiz Han saldırısına kadar tamamıyla ortaktı. Cengiz Han İmparatorluğu’nun dağılıp bölünmeye başlamasıyla birlikte Türk boylarının çoğu kendi bağımsızlığını ilan etmeye başladı. Edebiyatı da, medeniyeti de; millî ve kendine has özellikler kazanıp, yıllardır içinde bulunduğu tarihî kaderiyle de bağlantılı olarak gelişmeye ve gelenek halinde yerleşmeye başladı. Tabiî, bu gelişmelerle birlikte Türk boylarının fikri ve düşüncesi yanında kendine has özellikler taşıyan konar-göçer toplum tarzına uygun dünya görüşündeki kültürel değişiklikler de uzun bir gelişme sürecinden geçti.

İlk olarak mitolojik kabullerle atalar ruhuna saygı duyup atalar kültü çevresinde asırlarca süren uzun yollardan geçtik. Bu gelişme sürecinde Türkler, dünya milletleri içinde ilk defa bir yaratıcının olduğuna inandı, tek tanrıya yani Gök Tanrı’ya taptı, bağlandı. Bu inançla binlerce yılı ardında bırakan Türkler, tek tanrıcılık görüşünü benimsediler.

V-VIII. asırlardaki Türk Kağanlığı, taşları yontup işleyerek dünya görüşünü de açıkça ifade ettiği ebedî âbideler dikmiş, tarihe meydan okuyan bu eserler, günümüze kadar ulaşmıştır. Bengü taşlar, atalarımızın düşünce, duygu ve dünya görüşlerini, fikir yapılarının kuvvetliliğini gösteren tarihî birer belgedir. Tek tanrıcılık görüşüne göre sadece bir yaratıcıya inanılması, İslâmiyet’in Türkler arasında hemen kabul edilmesinin ve kısa sürede yaygın olarak benimsenmesinin başlıca sebebidir.

Türklerin yaşadıkları çeşitli tarihî olaylar ile kültür hayatlarındaki tarihî değişimlerin tamamı, hayatın aynası olan sözlü ve yazılı edebiyatta da kendine ait yeri almıştır. Yaşanan bütün bu değişimler, bir Türk boyu olan Kazakların asırlar boyunca geliştirip gelenek haline getirdikleri sözlü edebiyatlarından yola çıkarak âşıkların ağızdan ağıza taşınan şiirleriyle klasik diye adlandırılan edebiyatın kendine has farklı sosyal yapısını oluşturmaya başladı. Böylece de Kazak edebiyatında kendi yerini ve tarzını bulabildi. Meselâ geçmişten kalan yadigârların ilmî olarak araştırılıp yayınlanması vasıtasıyla Kazak Edebiyatı, gelişmesini kardeş ve kandaş boylara duyurmakta, kendini tanıtmaktadır.

Türkler, tarihî geçmişi en eski milletlerden biridir. Fakat Türklerin gelecekteki tarihî kaderi ile gelişme ve ilerleme yolları bir bütün halinde ve aynı şekilde olmamış, tarihî kabuller ve tercihlerle birbirinden ayrılan farklı kaynaklar tarzında bir akış göstermiştir. Kazak ülkesi de aynı kaderi paylaştı ve bu değişmelerin getirdiği farklılığı yaşadı. Türklerin büyük çoğunluğu yerleşik hayat tarzını kabullendi, ataları Hun, Saka ve Göktürkler’in temelini oluşturduğu konar-göçer hayat tarzından ayrıldı.

Kazaklar ise, atalarının hayat tarzını kabullenip konar-göçer medeniyet tarzında yaşadı. Bu hayat tarzının beşiğinde sallanarak ortaya çıkardığı söz hüneri ile ve bu gelenekler dairesinde; eski âdet, an’ane, örf ve dünya görüşü farklılıklarını günümüze kadar taşıdı. Kazak Edebiyatının konar-göçer toplum tarzındaki sosyal oluşumundan doğan kendine has sözlü halk edebiyatı ve ağız özellikleriyle yazılan ürünlerinin, dünya edebiyatı içerisindeki güzellik anlayışıyla gelişen, gösterişli bir edebiyata sahip olan milletlerin bakışını kendi üzerine çektiğini ve görüşlerini kabul ettirdiğini, yazar Muhtar Evezov’un “Abay Yolu” adlı destanı da açıkça göstermektedir.

Türk diline aktarılarak sunulan Kazak Edebiyatı Antolojisi’nin kalın iki ciltlik eseri, okuyuculara konar-göçer hayat tarzı içerisinde gelişip büyüyen Kazak Edebiyatının kendine has tabiî ve soysal oluşumunu tanıtmayı maksat edinmiştir. Bugün bağımsızlığını haykıran kırka yakın Türk topluluğu, tıpkı şöyle bir salınıp yapraklarını yayan bir ağaca benziyor. Bu ağacın kökünden çıkıp onun büyük ve kuvvetli bir budağı haline gelen Kazakların tarihî kaderiyle geçmişinden bahsedildiğinde, tıpkı bu büyük ağaç gibi Türk topluluklarının birbiriyle gelenek haline gelme, gelişme ve büyüme yoluyla doğrudan doğruya ve derinden bağlı olan ilişkilerini, değişmeler çerçevesinde ve sürecinde araştırıp karşılaştırmamak mümkün değildir. Çünkü tarihî gerçekliğin aslı bu değişimin içindedir.

Türklerin tarihî dönemleri ne kadar derinlerde ise Kazak ülkesinin tarihinin de bu derinliklerde araştırılması gerek. Aslında Kazak ülkesinin başından geçen tarihî değişmeler, bütün Türk yurtları için ortak değişmelerdir. Çünkü Kazak ülkesinin kaderinden, bütün Türkler hisse alıp dünyanın değişik bölgelerine dağıldığında, onların kara çadırının Kazak topraklarında kaldığı da tarihî bir gerçek. Fakat Kazaklar için kara çadırlı atalar mekânını elde tutmak, ataların törelerini korumak, yok olmaması için uğraşmak kolay olmadı.

Kazaklar, tarihin sillesini yiyip bir çok karışıklıklar yaşasa da Türklük kökü ile atalarının ruhunu korudu. Bütün bunlar, Kazak ülkesinin hayat aynasına dönüşen gösterişli edebiyatında hiçbir değişikliğe uğratılmadan muhafaza edildi. Yani bizim edebiyatımızı tanıyan insan, bizim tarihimizi de tanır ve bilir. Kazaklar ve Kazakların boyları hakkındaki bilgiler, Çin, Arap, Fars ve Avrupa halklarının eserlerinde yer almaktadır. Avrupalıların kendi dilleriyle yazdıkları bu eserlerin kaynağının, onların sömürgecilik hareketlerinden doğduğunu, bu maksat açısından ele alındığında karalayıcı bilgilere de kaynaklık ettiğini hatırlatmak gerek.

Kazak ülkesindeki Kanglı, Üysinler hakkındaki bilgiler, m.ö.ye uzanan Çin yazmalarında yer alması yanında; taşlara işlenerek yazılmış olan Kıpçak ve Beş Duluw, Beş Nuşuvbuv boylarının yerli ve Fars dilindeki “Avesta”, “Şehnâme” gibi tarihî haber kaynaklarında da bulunmaktadır. İslâm dininin Kazaklar arasında ve Kazak bozkırında yayılması ile birlikte, Kazaklar hakkındaki tarihî bilgilere Arap kaynaklarında da rastlanmaya başlanır. Bu kaynakların temelinde, özellikle “Oğuz Kağan” destanında yer alan Kazak boylarının geniş olarak izah edildiği bilgilerin yer aldığı muhakkaktır.

Kazak sözlü edebiyatı ile kısmen de yazılı edebiyatının kaynakları Rus yönetimi zamanında ilmî araştırma programına alınmaya başlar. Açıkça söylemek gerekirse bu alandaki çalışmaların hepsi sömürgecilik hareketi doğrultusunda yapılmış araştırmalardır. Bu Totaliter Sovyet idaresi zamanında Kazak sözlü ve yazılı edebiyatı hakkındaki kaynakların toplanıp araştırılması programa alınsa da, bunları tanıyabilme, değerlendirme meselesi yeni uygulanan bir sosyolojik çalışmayla yürütüldü. Bu sahada edebiyatın particiliği ile sınıfçılığı konusundaki meseleler sebebiyle ilmî araştırma çalışmalarında izlenecek yöntemler ve bunlarla ilgili prensiplere uyulması kesin bir dille ifade edildi. Meselâ 1947 yılındaki Kazakistan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin ideolojilerle ilgili özel kararından sonra, sınıf menfaatine yer verdiği şeklindeki bir açıklamayla “Yiğit Kamber” destanı dışındaki bütün kahramanlık destanları okul kitaplarından çıkarıldı. Edige, Şora, Ersayın, Ozan Murın’dan kalan “Kırım’ın Kırk Yiğidi” adındaki kahramanlık şiirleri serisinin ilmî araştırma programına alınması kesinlikle yasaklandı. Çünkü bu destanlar Rus imparatorluğunun sömürgecilik menfaatine karşı çıkmaktaydı. Altın Ordu zamanında geçen siyasî ve sosyal olayların, ortamı ayaklandırdığı görüşüyle, bu araştırma çalışmalarına da kesin bir şekilde karşı çıkıldı. Böylece bu destanlar tarihin tozlu sayfalarında, sisler arasında kaldı.

Kazak Edebiyatı

Kazak sözlü halk edebiyatı ürünlerinin derlenmesi ve araştırılması konusu, akademisyen Radlof, misyoner İlminskiy, Alektorov, Ostrovmov, Lyutş gibi âlimler tarafından dile getirilmeye başlandı. 19. yüzyılda bu gruba Kazak araştırmacıları Ş. Velihanov, Ibıray Altınsarin, Abay Kunanbayev, M. Köpeyev, Dibayev de katıldı.

Yeni bir sosyolojik yaklaşımla ele alınmış olsa da materyallerin toplanması ve araştırılması işleri, Sovyet döneminde sistemli bir şekilde yürütüldü. Kazak folklorunu araştırma konusunda yapılan çalışmalara, bu konuyu ihtiva eden akademisyen yazar M. Evezov’un “Edebiyat Tarihî” adlı kitabı (1927) büyük bir katkıda bulundu, yeni araştırıcı folklorist âlimler grubunu bir araya getirdi. Bu ilim adamlarının birleşmesiyle sözlü Kazak Edebiyatı ideallere uygun olarak ve ciddî bir şekilde tekrar elden geçirilip düzenlendi.

Bu değerlendirme sonuçlarını kısaca ve sırasıyla şöyle gösterebiliriz: 1-Hayat ve gelenek şiirleri, destanları diye adlandırılan en eski şiir türü, müjde isteme, başsağlığı dileme, teselli etme şiir ve destanlarının yer aldığı devri içine alır. Bu şiirler; insanoğlunun ağlayarak dünyaya gelmesinden öbür dünyaya göçüşüne kadarki zaman aralığını yani bütün hayat dönemini içine alan hayat ve gelenekten doğup gelişen süyinşi surav (müjde istemek), şildehana (doğumdan sonra kutlamak amacıyla eğlence düzenlemesi), besik jırı (beşik şiiri), takpak (kalabalık önünde ezbere söylenen şiir ve benzeri güzel sözler), jañıltpaş aytuv (tekerleme söylemek), navrız jırı (nevruz şiiri), kuda tüsüv (söz kesmek, nişan takmak), kız uzatuv (kız evlendirmek), sıñsuv (evlenen kızın ailesi ile vedalaşırken söylediği şarkı veya şiir), jar-jar (kız evlendirirken söylenen şiir, ağıt), bet aşar (yeni gelinin yüzündeki örtüsünü açmak için söylenen şarkı veya türkü), koştasuv (vedalaşmak), köñil aytuv (başsağlığı dilemek), jubatuv (teselli etmek), joktav (ağıt), diye adlandırılan hayatla, gelenek ve göreneklerle ilgili şiir ve destanlar grubunu oluşturur.

Halkın konar-göçer hayat tarzıyla ilgili duygu, düşünce, âdet ve örflerinden ortaya çıkan bu gibi hayat ve gelenek şiirleri türü, Kazak ülkesinin eski dönemlerdeki dünya görüşü ve anlayışının bir neticesidir. Kazakların hayat ve gelenek şiirlerinin kökeni ve kaynağı, halkın çok önceki asırlarda yaşadığı ve yarattığı özellikle kahramanlık destanları ile âşıklık şiirlerinin konularında ve kahramanlarının hayatlarında açıkça ortaya çıkmaktadır. Meselâ; “Kozı Körpeş-Bayan Suluv” adlı âşıklıkla ilgili lirik-epik destandaki Aytañsık’ın doğduğu ille, yetiştiği, büyüdüğü yerle vedalaşması; “Kahraman Alpamıs” destanında jar-jar söylenmesi; ayrıca “Orak-Mamay” destanındaki Karaülek’in ağıtı, bu fikrimizin bir göstergesidir. Kahramanlık destanlarının ortaya çıkıp gelişme ve kalıplaşmalarının temelinde destanî şiirlerin olduğu ilmî bir fikir olarak ortaya atılmıştır. Yukarıda bahsettiğimiz hayat ve gelenek destanlarının Kazak ülkesinde bugüne kadar çok az değişikliğe uğrayarak ve hâlâ korunarak gelmesinde gelenek yardımının olduğunu görürüz.

Büyük Abay: “O zamanlar Nevruz denen bir ilkbahar bayramında “Nevruzlama” adında eğlence ve ziyafetler yapılırmış. O güne “Ulusun Ulu Günü” derlermiş. Bugün bu kelime Kurban Bayramı için söyleniyor.” şeklinde tarihin derinliklerinden sırlar vermektedir. Araplar Turan’a saldırıp İslâm dinini yaydıktan sonra Nevruz geleneklerini yasaklamışlar ve bunun yerine Kurban Bayramı’nı koymuşlardır. Türk topluluklarının tamamı, atalarından kalan eğlence ve ziyafet gelenekleriyle Nevruz Bayramını kutlamaktadır. 1926 yılındaki Birlik hükümeti döneminde eski dinî bayram şeklinde yorumlanan Nevruz Bayramının kutlanması sert tedbirlerle yasaklandığı halde bu bayram Kazak il ve köylerinde yine de kutlanmıştır. Nevruz Bayramı, Kazakistan Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan ettikten sonra, bütün ülkede, Nevruz destanları söylenip geleneksel eğlence ve ziyafetler yapılarak canlı bir şekilde kutlanmaya başlandı. Bugün Nevruz Bayramı gelenek halinde ve resmî törenlerle kutlanan bir bayramdır.

Kazak sözlü edebiyatının diğer bir ürünü de, Ertegiler (masallar)dir. Masallar, halkın tarihî duygularının sözlü gelenek vasıtasıyla bugüne kadar gelmiş olan ürünleridir. Bağımlı olma durumunda kalan Kazak ülkesi, Abay’ın bahsettiği gibi: “…onlar zamanın çoğunu cahillikle geçirip tarihlerini derinlemesine bilmeden, köklerini hatırlamadan yaşayıp, atalarını aksakalların anlatmasıyla, sözlü gelenek vasıtasıyla öğrenip kanaat etmişler. Yani masalların korunması da halkın tarihî hislerinin korunup saklanmasıyla bağlantılıdır. Halk hissiyatında sadece en çok sevilen söz miraslarının korunduğu da bir gerçek. Üzücü olan konu, halkın yâdında asırlar boyunca korunan masalların daha erken yazıya geçirilememesidir. Bu arada Rus âlimlerinin, masalları egemenlikleri altına aldıkları halkın manevî hayatını tanıma, öğrenme amacıyla toplayıp, özel olarak yazıya geçirmeye başladıkları gizli bir sır değil. Kazak âlimleri, Sovyetler Birliği döneminde masalları derleme ve ilmî açıdan araştırma işinin programa alınmasıyla ilgilendiler ve bu çalışmalara katıldılar. Kazak masalları konusundaki görüşlerin ilmî yolla araştırılıp değerlendirilmesi çalışmalarına Abay başkanlığında Ahmet Baytursınov, Muhtar Evezov, Seken Seyfullin, E. Koñıratbayev, Melik Ğabdullin gibi âlimler katıldılar.

Kazak masallarından; Kazak halkının hayatı, hangi mekânlarda ve topraklarda yaşadığı, kimlerle irtibatta bulunduğu ve Kazak ilinin fikir, düşünce, duygu dünyasında olup biten hayat geleneğinin, ondan doğan manevî düşünce ve duygusundaki değişikliklerin izini tesbit edip öğrenebilirsek yaşanmış sırlara da vakıf oluruz. Türklerin bir kolu olan Kazakların düşünce ve dünya görüşü girdabının daha ilk başındaki mitolojik duygusunun sisli izlerini, hayali ve garip diye adlandırılan masal türünden sezmiş gibi oluruz. Meselâ, “Er Töstik” masalını okuyup buradaki fikir ve hayâl dünyasına dalarsan, orada yaşananları sezmiş gibi olursun. İşte, mitolojik görüşe göre atalar ruhuna baş eğme, oradan tek tanrıcılığa ve yaratıcı Gök Tanrı’nın varlığını tanıma aşamasına yükselme gibi değişen kabulleri; canlılar hakkındaki masal türü ile kahramanlık destanlarındaki can verip can alışan, teke tek savaşa giden kahramanların düşman yiğitleriyle yaptığı mücadele ve söz savaşı ile kendi içlerinde manevî açıdan yaşadıkları duygu dünyasındaki değişikliklerin izini; kahramanların arasındaki diyaloglardan anlarız. Ayrıca bu masallardan atalarımızın totemlere ait görüşlerini, hayatlarını öğrenmiş oluruz. Masalların realist masallar diye adlandırılan türünde de, atalar ruhu ile yaratıcı Tanrıya tapınma görüşünün ve halka ait hayat geleneğinin İslâm dinine kadarki bütün tarihini ve gelişmesini araştırıp öğrenmeye dayanak olacak bilgilerle bol bol karşılaşırız.

Makal (Atasözü) – Metel (nakil söz, deyim), Jumbak (bilmece) türleri de bütün Türk halklarında ortak türlerdir. Fakat Kazak Edebiyatındaki atasözü, deyim ve bilmece türleri, göçer hayat tarzı beşiğinde ortaya konması ve göçer halkın dünya görüşü ile bu hayat tarzına ait özelliklerine uygun olarak doğan türler olmasıyla farklıdır.

Kazak sözlü edebiyatında göçer hayat geleneği içinden doğup, idareyi elinde tutan beylerle ilgili olarak söylenen beyler sözü veya hitabet sözü diye adlandırılan türün de kendine has sosyal hizmeti baskın bir şekilde ortaya çıkar. “Hüner önü, kızıl dil” veya “söz hüneri, dertle eşit” diyerek ustaca söylenmiş söze çok fazla değer veren bütün halk görüşüne uygun hüner, bu güzel, özlü ve usta sözler. Kazak’ın meşhur beyleri Töle Bey, Kazbek Bey, Eyteke Bey zamanında bu hüner, zirveye ulaştı. Kazak’a uygun olan siyasî beylik sistemi değişip, halka yabancı sömürgecilik sistemiyle ilgili beylik sisteminin yerleştirilmesiyle birlikte hatipçe, özlü söz söyleme hüneri de kaybolmaya yüz tuttu.

Batırlar Jırı (Kahramanlık Şiirleri): Sözlü Kazak Edebiyatının geniş bir alanını kaplayan verimli türlerden biridir. Bugün elyazmaları mirası yoluyla günümüze kadar ulaşan kahramanlarla ilgili destanları da toplam sayıya ilave ettiğimizde, yazmalar bölümünde üç yüzden fazla destanın olduğunu görürüz. Bazı halklara tek bir kahramanlık destanı bile nasip olmadığı halde, Kazaklarda nerdeyse edebiyatının tamamını kaplayacak nasıl bu kadar çok destan var? Tabiî ki, bunun da tarihî bir sebebi olsa gerek! Turan’a tamamen yerleşen Türklerin ve onların kudretçe çok farklı olmayan bir dalına dönüşen Kazakların tarihine bir göz atalım.

Onların mekân tuttuğu geniş toprakların üç köşesindeki komşularının bu halkın tarihî kaderinin üç köşesine benzediği görülür. Bu komşular, güney doğusunda yer alan Çin, batısında Rus, diğer kısmında Farslardır. Sadece kendi vatanı ile toprağını korumaya çalışan Kazakların tekrar tekrar vuruştuğu sınır komşuları, üçü de güçlü, kendi yerini sağlamlaştıran, büyük topraklara sahip ülkelerdir.

Kazak ülkesi hiçbir ülkeye saldırıp toprak kazanmaya çalışmadı. Asırlardır kendi toprağını korumak ve savunmak için mücadele edip duruyor. Kazaklar kendi ülkelerini korudu, toprakları da Kazakları korudu. Konar-göçer hayat tarzı bunu talep etti. Bu üç ayrı köşeden kendini gösteren sömürgeciler, arka arkaya Kazak ülkesine saldırmaya yeltendi. Bu yetmezmiş gibi XV-XVIII asırlarda Kazak ili ateşten bir çemberin içinde kaldı. Şu sözler bunu gösterir:

“Şu tarafa gitsen Kalmuk var,

Gücünü usulüyle almak var.

Öte tarafa gitsen Rus var,

Yavrunu versen toprak var

Diğer tarafa gitsen Çin var,

Budağını budayan var.

Şu tarafa gitsen Hokand var,

Hokand’da oturan baban var.”

Üstelik, büyük imparatorlukların “Yabanileri yabanilerin eliyle yok etmek” yani birbirine katıp yok etme siyaseti de işleri zorlaştırıyordu. Uğursuzluklar kan dökme bahanesine dönüştü. İşte kaderi böyle ateşten bir çemberin ortasında kalan Kazak ili, can teslim etmek istemese de ata düşmanlarıyla yüz yüze gelmeye, özellikle yürekli kahramanlarını gönderip ülkesi ve toprağını korumaya ömrünü adadı, can verip can almaya mecbur kaldı. İlk parolaları olan ilini, toprağını koruma mücadelesi, kahramanların erliğini alevlendirip destanlaştırmaya atılan vatanseverlik sezgisinin dayanağına dönüştü.

“Bahadır Edige”, “Er Köşke”, “Ersayın”, “Kobılandı”, “Alpamıs”, “Bahadır Kambar”, “Sabalak”, “Bahadır Ötegen”, “Suranşı”, “Savrık”, “Kenesarı Navrızbay”, “Bahadır Bekbolat”, gibi bir çok kahramanlık destanının kuvvet aldığı kaynak, vatanı koruma duygusuydu. Kahramanlık destanlarını hiç kimsenin hiç kimseden isteyip aldığı yok. Onu, tarihteki Kazak halkının ülkesini koruma yolundaki mücadelesinin güç verdiği manevî şartlar doğurdu. Kahramanlık destanları bir günün, bir anın meyvesi değil, halkımızın uzun asırlar boyunca ülkesi ve toprağı için atıldığı kanlı savaşın, bağımsızlık bayrağını arzulayan ruhunun meyvesi. Liro-epikalık (destanî) şiirlere “Kozı Körpeş”, “Bayan Suluv”, “Kız Jibek”, “Ayman-Çolpan”, gibi destanlar girer. “Kozı Körpeş- Bayan Suluv” destanının kökü, olay örgüsü nasıl IX. yüzyıldaki olaylara dayanıyorsa, “Kız Jibek” destanına temel olan olaylar da Akjayık boyundaki Kazaklarla Kalmuklar arasında yaşanan toprak mücadelelerine dayanır.

Bu destanların hepsi, hayatta yaşanmış tarihî gerçeklerin temelleri üzerine kurulmuştur ve bu dönemlere ait olayları bize yansıtır. Aytıs (atışma). Yeryüzündeki halklar içinde tam anlamıyla sadece Kazaklarda korunan eşsiz bir söz hüneridir. Atışma hüneri önceki devirlerde âşıklık kabiliyetini tanıtma ve değer vermenin bir ölçüsü durumundayken daha sonraları âşıklık hünerinin gelenekselleşen bir mektebi haline de gelmiştir.

Atışma hünerinin kendini gösterdiği örnekler jar-jar ve bedik türleridir. Orta asırlardaki Türk halklarının klasik yazılı edebiyat temsilcileri Yusuf Balasagun’un “Kutadgu Bilig”inde, Yesevi’nin “Hikmetler”i ile M. Kaşgari’nin sözlüklerinde de bu türün örnekleri vardır. Atışma türüyle ilgili ilk örnekler, “Kayımdasuv”, “Kız İle Yiğit Atışması” gibi gelenek atışmaları olmuştur. Bu örneklerde yenme yenilme amacının güdülmediği, söz yarıştırarak kıvrak zekayı göstermenin daha çok tercih edildiği “Omar Kul ile Tebiye” veya “Küyken Tay ile Ospan Tay” atışmalarında belirgin bir şekilde görülmektedir. Asıl atışma hüneri âşıklar arasında yapılanıdır. Bu sebeple âşıkların atışması “Türe Aytıs” (karşılıklı atışma), “Süre Aytıs” (uzun süreli soru cevap şeklindeki atışma), “Jumbak Aytıs” (bilmece atışması, muamma), “Dinî Aytıs” (dinî atışma), “Mısal Aytıs” (akıl, nasihat şarkılarıyla atışma) türlerinde gelişmiştir. Daha sonra da bu atışmalara katılıp âdet haline getiren Sır boyu âşıkları arasında gelenekselleşerek yazılı atışmalar şeklinde de hayata geçirilmiştir. Atışma hüneri kökü eskilere dayanan ve bütün Türk haklarında ortak bir söz hüneridir, fakat gitgide çeşitli tarihî olaylarla da bağlantılı olarak kaybolmaya yüz tutmuştur. Tahminimizce atışma türü, yerleşik hayat tarzına geçen Türk topluluklarının nazmında unutulmaya yüz tutmuş, ama konar-göçer hayat geleneğini devam ettiren Kazak, Kırgız ve Karakalpak topluluklarının nazmında bugüne kadar korunup güzelleştirilerek devam etmiştir. Bu atışma hüneri özellikle Kazak şiirinde önceki geleneğini de bozmadan korunmuştur. Bugün de atışma hünerinin yenilenerek ve her geçen gün gelişip yayılarak halkın manevî çölüne su veren, hayata uygun nazım türüne dönüştüğünü, Kazakistan’da aralıksız olarak yapılan âşıkların atışmaları şahitlik etmektedir. Kazak atışma hünerinin en güzel örnekleri olarak “Bircan-Sara Atışması” ile “Rıscan ile Eset’in Atışması” bilinmektedir.

Kardeş Türk halklarının çoğunluğu yerleşik hayata geçtiğinde Kazak halkı kendine uygun bulduğu yere göre göçer veya yarı göçer hayat tarzını kabul etti. Göçer hayat tarzı, Kazaklar, Sovyet Birlik sisteminin gücüyle yerleşik hayat tarzına bağımlı hale getirilinceye kadar korundu. Göçer hayat geleneğinin tarihî hızının aniden yavaşlatılması veya durdurulması mümkün değildi. Bu sürüp giden hız, kendisiyle birlikte atışma türünü de bugünkü hayat akışına katıyor. Bugünlerde Kazakistan’da hızla yayılan atışma hüneri, yıl boyunca vilayet çapında, millî ve milletlerarası büyüklükte düzenlenen yarışmalarla da gündemdeki ve Kazak edebiyatı içindeki yerini korumaktadır. Atışma âşıklarının bilgi dünyası ile irticalen söyleme ustalığı da her geçen yıl yükselmekte, yapılan yarışmalarla meşhur atışma âşıkları da seçilmekte.

Kazak Edebiyatı tarihinin manevî kaynakları ile asırlarca öncesine dayanan doğma, gelişme ve gelenek haline gelme yolları bütün Türk halklarının edebiyat tarihindeki ortak kültürel değişiklerdir. Bu konularda birbirine destek olan, bu kaynaktan kök alan ve kendine has özellikleri olan tabiî hayat da ayrıca edebiyata dönüşüyor. Baştan beri göçer, yarı yerleşik hayat tarzında yaşayan Türklerin çoğunluğu, orta asırlar içinde yerleşik hayat tarzına geçtiler ve bu hayat tarzını kabul ettiler. Edebiyat tarihinde, kaynağını atalar geleneğinden alan ve yazılı edebiyata dönüşen edebiyat sahiplenildi. Aksine sözlü olarak gelişen halk edebiyatı geleneğindeki Türklerin hatırasında korunan örnekler, bilhassa, sözlü nazım türü geleceğe doğru güçlü ve hızlı olarak başlattığı gelişmesini koruyamayıp gitgide yok olmaya, kaybolmaya başladı. Kazak ülkesi, Cengiz Han hücumu zamanında da göçer hayat tarzının henüz çok genç kültür geleneği içindeki güzel örneklerini bozmadan korudu. Bununla bağlantılı olarak Kazak ili, sözlü halk edebiyatı ile sözlü yolla gelişen şiire sahip çıktı.

Siyasî ve sosyal açıdan XV. yüzyılda başlayıp Kazak Hanlığı devrinde hayat tarzı gelenekleri ile kültür hayatı açısından kendine has özellikleriyle bağımsız bir memleket gibi gelişmeye başladı. Fakat kendi halinde, sessiz sedasız da olsa, Kazak’ın kültür hayatında geçmişte atalarının sahip çıktığı yazılı edebiyat geleneğinde ortaya konulmuş eserler de kendini göstermektedir.. Genel olarak ele alındığında, Kazak Edebiyatını kalkındırma problemi, diğer Türk topluluklarındaki edebiyatı geliştirip ilerletme meselesinden çok da farklı değildir. Bazen yakınlaşıp bazen uzaklaşsa da bu edebiyatlarda gelenek haline gelen edebiyat tarihini geliştirme meselesindeki ortak değişikliklere, asıl kökenden kaynak alan ikizlerden birinin diğerine olan benzerliği gibi her zaman rastlarız.

Kazak Edebiyatı tarihini devirlere ayırma problemi, onu, başlangıç kabul edilebilecek devre yani Türklerin edebiyat tarihinin ilk dönemine, kaynağına götürür. Bu gelişmeler, bütün Türklerin edebiyat tarihindeki değişmeler, ortak kültür değişiklikleri olarak kabul edilir. Çünkü bir zamanlar aynı kökten bölüne bölüne kırka yakın gruba ayrılan Türk topluluklarının hepsi, çıktığı köken, bölümlere ayrılıp dağılma yolu açısından ortak bir gelişme ve değişme göstermiştir. Öyleyse Türk topluluklarının birbirinden farklı olarak bağımsız ve ayrı ayrı gelişmeye başladığı devre kadarki, yani, XV. yüzyıla kadarki edebî hatıraları ile kültür mirasları hepsinde de ortak ata mirası şeklindedir, ortak bir hazine olarak araştırılır. Her topluluğun bu mirasa katkısının, ilmî açıdan tahlil edilmesi, varılmak istenen hedefin tek tek ve iyi bir şekilde tesbit edilmesi en doğru yol olacaktır.

Bugünkü Kazak Edebiyatı tarihinin dönemlerini belirleme konusu ile bu hususta uygulanan usullerin ne kadarının Türk toplulukları edebiyatlarında uygulanan millî edebiyat tarihini dönemlerine ayırma sistemi ile uygulanan metoda yakın olup, ne kadarının kendine has farklılıklar taşıyarak bu metottan ayrıldığı hususunun açıkça tesbit edilmesi gerekir. Bu özellikleri tesbit etmek için, her bir Türk topluluğu edebiyatı temsilcisinin verilen konular üzerinde kendince fikir yürütmesi, kendilerine has özellikleri ortaya çıkarması için, üzerinde çalışılan Kazak Edebiyatının tarihî dönemleriyle ilgili metodu faydalı olması ümidiyle örnek olarak vermeyi uygun bulduk:

Birinci Dönem: Kazak Edebiyatının başlangıcı olarak, m.ö. VII. yüzyıldaki Alp Er Tunga tarihî destanını temel alıyoruz. Bu eserin tamamının altı yüz mısradan meydana geldiği söylenmektedir. Fakat bu destanın tamamı değil de sadece bazı dörtlükleri bize M.Kaşgarlı’nın XI. yüzyılda kaleme aldığı Türk sözlüğü vasıtasıyla ulaşmıştır. Bu, tarihî ve edebî bir lugat. Bu eserde, destanî ve tarihî şiirler ve şiir vezniyle, bütün Türk toplulukları nazmında kendi yerini edinmiş olan eski, derin ve meşhur şiir örnekleriyle karşılaşıyoruz. Manzumelerdeki kafiye, hece, destanî anlatma tekniği gibi özelliklerin bugünkü nazmımızda da olduğunu görüyor, şiir örneklerinin aynı kalıpla tekrarlandığını, kudretli ve ebedîliği yok olmayan âşıklık geleneğinin ne kadar benzerlik arz ettiğini fark ediyoruz; bu geleneğin şiir örnekleri açısından nasıl yenilenip özünü değiştirmeden bugüne kadar geldiğini ve hayat tarzı içindeki yerini de tanıyoruz. Bu ne kadar garip ve şaşılacak şey? Arada üç bin yıldan fazla bir zaman dilimi var?! Acaba dünya edebiyatında böyle yeni özellikler kazanan ama geleneğe de bağlı olan türler var mı? Yoktur herhalde?!.. Görüşümüzü destekleyecek kesin örneklere müracaat edelim: Alp Er Tunga Destanı’ndaki 7-8 heceli, iki duraklı, bir dörtlüğü (her şiir dörtlüğü daima dört mısradan oluşur), daima birbiriyle uyumlu olarak (aaab) kafiyelenen Kazak nazmında Ozan Dospambet (1490-1523), Ozan Duwlat (1802-1871), özellikle Abay (1845-1904)’ın tamamıyle yenilenen şiir örneklerinde aynı birliğin olmasında nasıl bir sır var? Üç bin yıldan fazla zaman diliminden aralıksız bugüne kadar gelen ve bir çok ortak noktası bulunan bu tür, hangi kudretin gücü? Bu kudret, elbette âşıklık gelenek ve nazmındaki yenilenişin hayata uygunluğuyla ilgilidir! Nazımdaki bu âşıklık geleneği, bu büyük an’ane V-VIII. yüzyılda taşlara işlenen yazılı hatıralara niçin tesir etmemiş? Bu abidelerin şiirle yazılmadığı gerçek. Halk sözüyle ve şecere tarihi sitilinde yazıya geçirildiğini ve kendine has özellikler taşıyan değerler olduğunu kabul etmek daha doğru olur.

İkinci Dönem: Kazak edebiyatı tarihinin VIII-XII. yüzyıllardaki ikinci dönemi, bütün Türklerde ortak olan bir edebiyat tarihi ve aynı köklere sahip bir devir olarak araştırılmalıdır. Bu dönem, Karahanlılar hanedanı döneminde Sûfîliğin yaygın olduğu Yusuf Balasagun, Yükneki, Yesevi, Mahmut Kaşgâri eserlerini içine alır.

Üçüncü Dönem: Cengiz Han saldırısından sonra ortaya çıkan Altın Ordu devrindeki edebiyat. Bu dönem; Türk boyları edebiyatının çoğunluğu gibi göçer hayat tarzını kabul eden Cuci beyliğindeki geniş ve büyük bozkırlarda kanat açan Türk topluluklarının kendine has özellikler taşıyan yazılı ve sözlü edebî ortak türlerini içine alan dönem olarak nitelendirilir. Çağatay milletine tâbî olan yerlerde eski yazılı edebiyat geleneğini kabullenen ve Çağatay edebiyatı adını alan dönem, Türk edebiyatları içerisinde kendine has yeri de almıştır. Bu dönemde kendi arasında Moğolistan ve Çağatay olmak üzere ikiye ayrılan Çağataylar idaresindeki yerlerde, edebiyat âlemindeki hayat tarzı da bu farklılığı gözler önüne serer.

Dördüncü Dönem: XV-XVII. yüzyıllarda Kazak hanlığı devrindeki edebiyat tarihi. Bu dönem, Kazak Edebiyatının kaderi ve farklı özellikler taşıyan bir dönem olması açısından önemlidir. Çünkü Cuci milletinin yerinde beylik kuran Ebulhayr Han’ın yönetimindeki Özbek Hanlığı iç anlaşmazlıklar sebebiyle dağılmaya başlar. XV. yüzyıl ortalarında Ebulhayr Han beyliğinden kurtulan Kazaklar, Moğolistan’ın da yardımlarıyla bağımsız Kazak hanlığını kurarlar. Önceleri tamamen Özbek diye adlandırılan halk, daha sonra ikiye bölünüp XV. yüzyıldan itibaren Kazak ve Özbek şeklinde adlandırılır.

Kazak hanlığı geçmişteki Türk ataları gibi konar-göçer hayat tarzını, bu şekilde ülke yönetme sistemini kabul eder. “Kasım’ın açtığı belli yol, Esim’in açtığı eski yol, Aziz Tevke Han’ın yedi kanunu”, hepsi bu göçer hayat tarzının tabiatından doğan kanunlardır. Kazak boyundaki bütün sosyal, siyasî hayata ait yapılacak işler sözlü kanunlarla yerine getirilir. Göçer hayat geleneğinde gelişip büyüyen halkın manevî duygu dünyası, sözlü nazım türünü ortaya çıkarır. Sözlü nazım türünde yer alan âşıkların eserleri de gün yüzüne çıkar. Göçer hayat geleneğinin doğurduğu sözlü nazım sahasında hüner sahibi olanlar önceki yazılı edebiyat geleneğinden yavaş yavaş ayrılmaya başlar. Bunun da etkisiyle sosyal hayattaki işler sözlü kanunlarla idare edilir. Kazak toplumundaki boylar ise büyük gruplar halinde bir yere bağlanmadan mala uygun yer arayıp yaz yaylağı, kış kışlağı şeklindeki hayat tarzlarını sürdürme çabasına girerler. Toplumdaki zorluklar yavaş yavaş yok olur. Boy ve topluluklar birbiriyle iyice kaynaşırlar. Daha önce Kazak dilinde yer alan ağız farklılıkları da ortadan kalkar. Gerçek değerini kazanan sözlü nazmın tabiatına uygun olarak yeniden düzenlenen sözlü edebî dil kuralları yerleşir. Bu özellikler de Türkler arasında farklı bir saha gibi ele alınan ve sözlü edebî dil kurallarıyla söylenen, destanlaştırılan sözlü nazmın klasik türlerini doğurur. Bu durum o dönemlerde yazılmış olan ağız özelliği taşıyan klasik sözlü eserlerde de iyice yerleşir. Diğer kardeş Türk halklarının yazılı edebî eserlerine güle oynaya giren Arapça ve Farsça kelimeler, sözlü nazım geleneğini kabullenen Kazak edebiyatı eserlerine giremez. Yazılı edebiyat geleneğini kabullenen Türk edebiyatları nazmında Arap ve Fars şiir yapısına uygun olan şiir vezinleri bugüne kadar daha yaygın olarak kullanılmıştır. Fakat bu vezinler Kazak sözlü nazmında hiç kullanılmamıştır. Sözlü edebiyat temsilcileri Arapça ve Farsça kelimelerden faydalanırken bunları Kazak dilinin ses tabiatına uygun hale getirdikleri ve dilin kuralları içerisinde kullandıkları için Kazak dili atalar dilinin temiz ve akıcı olan dil tabiatını korudu. Bu sebeple de tanınmış dil âlimlerinin hepsi, Türk toplulukları içerisinde dilini en iyi koruyan topluluk olarak Kazakları ve en iyi korunan Türkçe olarak da Kazak Türkçesini kabul ederler.

Beşinci Dönem: Kazak halkının bağımsızlığından ayrıldıktan, geniş ve büyük Kazak toprağının bir bölümü Çin sömürgecilerinin, diğer bölümü Rus sömürgecilerinin egemenliği altına girdikten sonra, ortaya çıkan edebiyatı “sömürgecilik devrindeki edebiyat” diye adlandırıyoruz. Bu dönemin, sömürgecilik maksat ve menfaatini gözleyen her tür siyasî ve sosyal reformlarla ara ara kabul edilen kanunlar neticesinde ortaya çıkan farklı değişmelere uğradığı ve bölümlere ayrıldığı görülmektedir. Bu özellikleri tarihî açıdan ele almadan yani iyice tanıyıp bilmeden, o dönemlerdeki edebiyatın tabiatını ve özelliklerini tam olarak anlamak mümkün değildir. Tek tek ele alıp incelediğimizde bu ana devrin içinde şu sahaların olduğunu görürüz:

1-Başıboş beylik dönemindeki edebiyat tarihi, içerde beylik dizginini Kazakların elinde tuttuğu ama dış ilişkilerde dizginlerin yabancı birliklerin elinde olduğu dönemdir. Meselâ Kazak boyları kendi hanlarını kendileri seçseler bile seçilen hanın resmî olarak tanınıp dışarıda da onaylanması gerekiyordu. Meselâ Abılay Han üç cüzün hanı olarak seçildikten sonra, onu Çin ve Rus hükümetlerinin resmî olarak onaylaması gibi. Bu dönemdeki Kazak halkının kaderi ince bir çizgiye bağlıydı. Kazak toprağına dört yandan aralıksız müdahale eden komşu ülkelerin eziyet çemberindeki toplumun önde tuttuğu fikir, ülkesini ve toprağını koruma idealiydi ve bu ideal onlarda bir heves yarattı. Bu dönem edebiyatının büyük temsilcisi Ozan Bukar ve onun çevresindeki âşıkların eserlerindeki ortak duygu ile, ülkenin birliğini ve toprağını korumak gibi halka ait ideallerle yüceltilen edebiyat ortaya çıktı.

2-Kazak toprağının üçte ikisini düşmanlıkla ele geçiren Rus padişahlığı küçük cüz ve orta cüzdeki hanlık sistemini ortadan kaldırıp bunun yerine kendi menfaatine uygun olan sömürgecilik beyliğini kurmaya başladı. Beyliğin dizginlerini kendi elinde tutarak törelerden, büyük boyların yöneticilerinden faydalanmayı gözledi. Küçük cüzde beyliğin sultan yönetici diye adlandırılan sistemini ortaya attı ve başına da her zaman töreleri yani han neslinden padişahlığa adil olarak seçilen vekilleri koymaya başladı. Küçük cüz sultanları çok inançlı oldukları için bütün Kazak bozkırına bu siyasî ve sosyal tedbirleri uygulamayı bir görüş haline getirdi. Beylik dedikleri sistemle okullar açarak Ruslaştırma amacına uygun hizmetleri küçük cüz toprağında tecrübe eden Ruslar, sonuç elde ettikleri uygulamaları Kazak bozkırına yaydı. Ayrıca Kazakistan’ı Rus hükümdarının hakimiyetine teslim eden Ebulhayr Han’ın nesilleri, atalarına dürüstçe bağlı kalıp Rus padişahının Kazak bozkırında aceleyle hareket eden idarecileri haline geldiler. İşte bu şekilde kendi bildiğine gidiş sonucunda, özellikle toprağın ve beyliğin han ile sömürgeciler tarafından talan edilmesine karşı çıkan İysatay Mahambet’in idare ettiği işçiler isyanı aniden patlak verdi. Buralardaki siyasî, sosyal ve toplumla ilgili hayat gerçekleri, padişahla hanların baskısına karşı ayaklanan fakir halkın gönül sesi Mahambet’in idaresindeki isyan, âşıkların eserlerinde ele aldığı en önemli konu oldu. Bu eserler, Küçük cüzdeki kendine has sosyal hayat değişikliklerinin Kazak bozkırının diğer yerlerinde tekrar yaşanmamasını sağlamayı amaçladığından edebiyatta farklı bir yere sahip oldu.

3-Orta cüzü tamamıyla sömürüp hanlık ve beyliği yok eden Rus padişahlığı, bu ülkeye ağa sultanlık sistemini soktu. Öncelikle burada beylik için töreler seçimi yapıldı. Fakat Kenesarı ayaklanmasından sonra töreler siyasî ve inançsız bir güce dönüştükleri için beyliklere boy başı olarak Kazaklar seçilmeye başlandı. Orta cüzde uzun süre kalıplaşan bu sosyal ve siyasî durum ile ülke yönetme sistemindeki farklılıklar, özellikle Duvlat’ın başını çektiği kederli dönemin âşıklarının eserlerinde geniş bir şekilde yer aldı. Ağa sultanlık sistemini ve kahramanlarını Ozan Duvlat, Kazak Edebiyatına taşıdı. Uyanan millî düşünce açısından sömürgecilik sistemini tenkit eden Ozan Duvlat’ın eserleri, Kazak Edebiyatı tarihinde farklı bir yer alıp Kazak şiirinin klasik örnekleri arasına girdi.

4-Bu dönemde büyük cüz Kazakları Hokand Hanlığı’nın yönetimi altında kaldı. Ruslar ulu cüzü kendine bağlama hareketine girişti. Ulu cüzde ülke yönetimi hanlık sistemi içerisinde ortaya çıkan beylik sistemi tarzındaydı. Ulu cüzdeki durum küçük cüz ile orta cüzden farklıydı. O dönemin il yöneticileri ve idareci kahramanları Süyinbay’ın eserlerinde kendi yerlerini almıştır. Tenkitçi, kartal şair, o dönemdeki olayları, eserlerinde gerçekçi bir dille tasvir ederek halkın duygu dünyasında silinemeyecek bir iz bıraktı. Süyinbay’ın başkanlığındaki âşıkların meydana getirdiği eserler, dillerine doladıkları idarecilerin ve Ulu Cüz Kazaklarının yayladığı toprakların asıl gerçekleri olarak ortaya kondu. Tarihe bakacak olursak, Kazak bozkırında 1822- 1867 yılları arasında bir halkın siyasî ve sosyal hayatının üç ayrı sistemle idare edilen üç farklı kuruluş olduğunu görürüz. Bu durum edebiyata da aksedip üç farklı geleneği ortaya çıkardı. Edebiyat tarihini araştırıp onu halka tanıtırken, bu üç ayrı geleneğin üzerinde çok fazla durulmadığını fark ediyoruz.

5- Rus sömürgecileri Kazak toprağını ve Orta Asya hanlıklarını tamamen ele geçirdikten sonra orta cüz toprağında İslâm dinini, mescit, medrese yaptırma ve hoca tayin etme işlerini askıya aldı, hatta yasakladı. Rusların İslâmiyet’i kullanma siyasetinin, onların gelecekte düşman olup saldırarak alacakları ulu cüz Kazaklarıyla Orta Asya halklarını korkutma ve bildiği halde bilmiyormuş gibi davranma siyaseti olduğu belli oldu. Rusya, Türkistan’da bütün idareyi ele geçirip, hükmünü yürütmenin yeni siyasî çarelerini araştırma çabasındaydı. Önceleri Kazakları beylik sistemi adı altında uzun bir tuzakla bağlı tutma yollarını uygulamış olsa da şimdi gerçek bağlılık yularını takmak için hazırlanmaya başladı. Şimdi bütün Kazak toprağı ile Türkistan ülkesindeki il yönetme sistemini, açınca avuç içinde, yumunca yumrukta olduğu uygun bir sisteme sokmak için, 1867 yılında “yeni nizam” usulünü hayata geçirdi.

Orta Asyalılar ile Kazaklar için, il yönetme konusundaki serbestlik köy sınırını bile aşamadı. Bu beylik konusundaki aşamalı seçim yoluyla “yabanileri yabanilerin eliyle boğdurmak” siyaseti tamamen hayata geçirildi. Kazak ilinin kalıplaşmış güçlü diline çatlaklıklar girip, insanların huy ve karakteri, psikolojisi bozulmaya başladı. Hükümet yerli halkı Ruslaştırma, korkutma siyasetini açıkça uyguladı. Misyonerlerin hareketi hızlı bir şekilde uygulanmaya başlandı. İşte bu değişikliklerin tamamı, edebiyatta da kendini gösterdi. Bu eziyetli dönemin âşıklarının eserlerindeki ortak tavır ile kitabî âşıkların kültürel muhalefeti tam bu devirde güçlenmeye başladı. Âşıklar, eserlerinde nahiye sistemini tamamıyla reddeden tenkitçi duygularını gittikçe artan bir sayıyla dile getirdiler. Şortanbay, Murat, Abay gibi şairlerin ömrü, bu aşamalı seçim sisteminin uygulanmaya başladığı dönemlerde geçti. Bu sebeple onların eserlerine bu eziyetli ve kederli günlerle ilgili duygu hakimdir. Kazak edebiyatı tarihini, sadece bu siyasî ve sosyal durumla bağlantılı olarak araştırdığında, o dönemin gerçeklerini, âşıkların eserlerinde ilk ve en önemli konu olarak yer almasının sebebini tam olarak anlayabilirsin. XIX. yüzyılın ikinci yarısından Kazan isyanına kadarki dönemi içine alan Kazak edebiyatının ilk eserleri ile ideal duyguları, işte, bu gerçeklerden doğdu.

6-XV. yüzyıl başlarındaki uyanış devri edebiyatı diye yeniden adlandırılmaya başlanan Kazak edebiyatı tarihinin dönemleri, önceleri Totaliter Birlik sisteminin baskısıyla iki grup halinde ele alınmış:

a-Aydınlatıcılık-demokratiklik yolunda ilerleyen edebiyat (Spandiyar Köbev, S. Torıayğırov, S. Dönentayev vs.).

b-Burjuvacı milliyetçilik yolunda ilerleyen edebiyat (A. Baytursunov, M. Duvlatov. M. Cumabayev vs.) XX. yüzyıl başındaki Kazak Edebiyatının bu şekilde iki gruba ayrılarak ele alınmasının sebebi, Birlik ideolojisinin edebiyatın particiliği ile uygunluğu konusundaki görüşüne bağlı olarak yürütülen sert tedbirlere göre hazırlanması ve bu usullerle incelenmesi şeklindeki isteğidir. Gerçeklere bakacak olursak, XX. yüzyıl başındaki Kazak Edebiyatı ile onun milletini seven temsilcileri, Rus İmparatorluğu’nun sömürgeci kelepçesindeki Kazak ilini, siyasî amaçlar açısından millî uyanış yoluna yönlendiren bir edebiyat olduğu için de, onu, uyanış devrindeki Kazak Edebiyatı şeklinde adlandırmaya başladı. Bu dönemde yazılan gösterişli eserler ile gazeteciliğe ait sivri dilli makalelerde, ortak bir duygu ve görüş olarak milleti sömürgecilik, kulluk uykusundan uyandırmak, bağımsızlık, hürriyet, eşitlik aramaya yönlendirmek gibi benzer konular işlendi. Bu akımın millet için canını verecek meşhur temsilcileri şâir ve yazarlar, milletin harekete geçmesi için:

“Onu nasıl bilmezsin?!

Hanım aldın halk içinden,

Ayırdın hanlık sisteminden

İl tutan oğul bulmaz

Ayrılır ata mirasından!”

diyerek bağımsızlık tüneğindeki dönemde, geri dönüşü mümkün olmayan korkunç tehlikeyi fark eder, olacakları tahmin ederler. Genellikle Kazak halkının fikir ve duygusunda atalar yurduna doğru, güçlü ve yayılmacı şekilde baskı yapan dış düşmanların sert müdahale planının iki taraftan olacağını Kazak âşıklarının önceden fark edip dile getirmesinde bu acı gerçek yatmaktadır. Bunu, meşhur şair Duvlat’ın sözüyle süslersek:

“Doğudan esen soğuk rüzgâr

Fırtına olarak vurdu batıdan,”

Şair, bu mısrasında kafalarda doğudan yani Hıtay’dan eseceği zannedilen rüzgârın, batıdan yani Rusya’dan kara bir fırtınaya dönüşerek estiğini söyleyip konunun önemini açıkça gösterir. Bu iki yönlü tehlikenin ya doğudaki komşu Çin’den ya da batıdaki komşu Rus’tan geleceğini Ozan Bukar’ın da ısrarla dile getirdiği şiirler vardır.

“Putperest gelecek diye söz vardı…

Eğer putperest gelmesin,

Eğer putperest kaplarsa,

Bir yeri ele geçirince çıkarır,

Gömülü mezardan vücudunu.

Putperest gelince Sır’a göç

İçilecek suyu var,”

Yukarıdaki mısralar, zorluk dolu günlerin baskısıyla, Çin yurdu tarafından da saldırının olacağı tahminiyle söylenmiştir. Abılay Han, Ozan Bukar’a Asankaygı Baba’nın bahsettiği tahmininin ne olduğunu sorduğunda, Ozan Bukar’ın verdiği cevap şöyledir: “Düşünme balık uçmaz diye,

Gün batıdan bir düşman,

Sonunda çıkar o devirden…

Yaya yaya gelir yurduna…

Boğazlamadan içer kanını,

Öldürmeden alır kanını,

Kayda alır bütün malını,

Hesap eder varını yoğunu,

İlini alır, elinden,

Asker edinir oğlundan,

Soysuzu baş köşeye çıkarır

Başına o gün geldiğinde

Denklik gelmez kulundan.”

Bu mısralar, Kazak ilini gelecekte nasıl bir uğursuzluğun beklediğini açık açık dile getirmektedir. İşte, bizlerin kederli zamanın âşıkları ve edebiyatı diye anlattığımız, XIX-XX. yüzyıllardaki Rus Padişahlığı’nın Kazak toprağında zorla uyguladığı “yeni nizam” kanunuyla birlikte halkın toprak, beylik, din, örf, âdet ve dilinden uzaklaştırıldığını anlatan canhıraş feryadından doğan kendine has bir edebiyat akımıdır. Kazak Edebiyatı tarihini, sadece bu siyasî ve sosyal gelişmelerle bağlantılı bir şekilde araştırırsan, o dönemin gerçeklerini, bu konuların âşıkların eserlerinde en önemli konu olarak yer alma sebebini tam olarak anlayabilirsin.

c. XIX. yüzyılın ikinci yarısından Kazan isyanına kadarki dönemde oluşan Kazak Edebiyatının ilk eserleri, bahsettiğimiz ideal duyguları bu sosyal gerçeklerden doğmuş, ateş dilli, orak ağızlı âşıklar tarafından halk arasında nasihatlar şeklinde dile getirilmiştir.

d. XX. yüzyıl başındaki uyanış devri edebiyatı diye yeniden adlandırılmaya başlanan Kazak Edebiyatı tarihinin dönemleri, önceleri Totaliter Birlik sisteminin ideolojik baskısıyla iki gruba ayrılarak inceleniyordu: 1. Aydınlatıcı-demokratik görüşteki edebiyat ( Spandiyar Köbev, S. Torayğırpov, S. Dönentayev vs.) 2. Burjuvazici milliyetçilik görüşündeki edebiyat: (A. Baytursınov, M. Duvlatov, M. Cumabayev vs.) Bu şekilde bölümlere ayrılmasının sebebi, Sovyet ideolojisi ve sınıf mücadelesi ile edebiyatın particiliği görüşü şeklinde ifade edilen fikirlerden doğan sosyalist realizm sisteminin kesin talebiyle ortaya çıkan mecburiyetlerdir.

XX. yüzyıl başındaki Kazak Edebiyatının böyle iki gruba ayrılarak araştırılmasının sebebi, birlik ideolojisinin edebiyatın gruplaşması ile sınıflılığı hakkındaki görüşüne uygun olarak yürütülen sert isteklere göre hazırlanıp incelenmesinden doğan mecburiyetler yüzündendir. Aslına bakacak olursak, 20. yüzyıl başındaki Kazak Edebiyatı ile onun milletini seven temsilcileri, Rus İmparatorluğu’nun sömürgeci kelepçesindeki Kazak ilini siyasî amaçlar doğrultusunda millî uyanış yoluna doğru götüren edebiyat olduğu için de onu, uyanış devrindeki Kazak Edebiyatı diye adlandırmaya başlarlar. Bu dönemde yazılan gösterişli eserler ile gazeteciliğe ait sivri dilli makalelerde, ortak bir duygu ve görüş olarak milleti sömürgecilik, kulluk uykusundan uyandırmak, bağımsızlık, hürriyet, eşitlik aramaya yöneltmek gibi benzer konular işlendi. Bu akımın meşhur temsilcileri, milletin harekete geçmesi için başını ödüle diken vatansever şair ve yazarlar, gazeteciler ve toplum gayretçileri tarih sahnesine çıktı. Uyanış devrindeki edebiyat tarihi, 1917 yılında Rusya’da meydana gelen Kazan isyanına kadar uzandı.

Kazan ayaklanmasından sonra devlet yönetimi, Lenin’in başkanlığındaki Bolşevikler partisine verildi. O günden itibaren edebiyat yeni sınıfın menfaatini gözleyen ideolojinin hizmetine koşuldu. Vatansever şair, yazar ve bilim adamlarının bu ideolojiye meyletmesi istendi. Kabul etmeyenler gruptan çıkarıldı, dışlandı. Özellikle millî menfaat ayaklar altına alınmaya başlandığı için, uyanış devrindeki edebiyat temsilcileri sürgüne gönderildi. Onların eserleri, sansür kurallarına uygun olmadığı gerekçesiyle basılmadı ve basılanları da imha edildi. Özellikle işçiler diktatörlüğünün suçlu damgası vurduğu şair ve yazarların adının açık açık söylenmesine ve bilhassa toplum içinde dile alınmasına sert yasaklar kondu.

Edebiyattaki bu ideolojik sert tedbirlerin uygulanmaya başlanmasıyla birlikte, yüzyıllar boyunca kullanılan Arap yazısı terk edildi, Latin yazısıyla değiştirildi. (1930) Aradan on yıl bile geçmeden Latin harfleri Rus harfleriyle yer değiştirdi.(1940) Bu, sömürgeci Rus padişahlığının bir arzusuydu. Bu gelenek olarak devam eden siyasî amaçlı gizli maksadı uygulamak üzere mirasçı olarak Bolşevikler çıka geldi. Harflerin sık sık değişmesiyle birlikte genç nesil, geçmişteki manevî hazine kaynaklarından uzaklaştı, en son kabul edilen Rus yazısıyla kaleme alınan birlik nasihatlarının, sınıf düzeni ve sınıfa ait menfaatlerin dile getirildiği eserlerle susuzluğunu giderdi. Halkın tarihî hatıraları çalkalandı, millî ayaklanma derdi yakasına yapıştı. Yeni hükümet gizli bir siyasetle ve enternasyonalizm maskesiyle Rus padişahlığının misyonerlik siyasetini uygulamaya başladı. Birlik hükümetinin kuruluşunda yer alan 194 halktan çoğu yavaş yavaş kendi dilini unutup Rus dilli halklar arasına katıldı, bunlardan sadece 101 tanesi kendini koruyarak bugüne gelebilmiştir. Kazaklar da bu derde uğradı. Kazak boyu dil açısından kendi içinde üç gruba ayrılmaktadır: Köy ve illerde yaşayanların çoğu kendi dilini yeni öğrendiği için, Yeni Kazaklar, Rus dili ile Kazak Türkçesi arasında kalıp her ikisini de yarım yamalak kullananlar Yarı Kazaklar, kendi dilinden tamamen kopup ana dilinden mahrum kalanlar da Boş Kazaklar diye adlandırılır. Bu onların suçu değil. Bu, birliğe ait millî siyaset haline gelen, iç hastalık yapan, enternasyonal terbiyenin neticesidir. İşte, Sovyet devrinde, böyle sınıf sistemi çemberinde, gruplaşmaların olduğu , baskılar altında kalan bir Kazak Edebiyatı oluşturuldu. Bütün çok halklı Sovyet halklarının edebiyatı, kabullenilen sosyalist sistemin isteği doğrultusunda, gruplaşmalarla, sınıfçılık görüşü içinde bir temel edinerek ortaya çıktı.

20. yüzyılın 20’li 30’lu yıllarındaki Kazak Edebiyatında yukarıda bahsettiğimiz edebiyatın bütün türleri ve alt grupları kendini göstermeye başladı. Dünya görüşü ve estetik çehresi açısından fazla gelişme göstermese bile edebî tenkit türü de varlığını sürdürmeye başladı. Bu tür, özellikle ilk ortaya çıktığında kaba bir sosyolojik görüş dairesinden fazlaca uzaklaşamadı. Bütün edebiyat eserleri, bu görüşler çerçevesinde elde tutulmaya çalışıldı. Tenkit türünde doğru dürüst tek bir eser dahi kaleme alınsa, hemen kavgalar ve ilginç atışmalar ortaya çıkıyordu.

Nesir türündeki eserler daha verimli ve daha başarılı oldu, bu sahada ;S. Seyfullin, B. Maylin, İ. Cansügirov, M. Evezov, S. Mukanov, Ğ. Müsirepov, Ğ. Mustafin, S. Şeripov gibi yazarlar dönemin olaylarını gerçekçi bir şekilde tasvir ettiler. Meselâ, S. Seyfullin’in “Ayşa”, “Yemişler” hikâyeleri, kısa hikâye türünün güzel örnekleri olarak yayınlandı. İ. Cansügirov’un “Yoldaşlar” romanı, bilhassa bu devrin kazancı olan S. Mukanov’un “Bilmece Bayrağı” romanı (1938), “Yolunu Kaybedenler” (1931), “Demir Taş” (1935),”Kahraman” (1938) romanları, bu dönemde kalemleri sivrileşerek gelişen yazarların nesir türünü ön saflara taşımasını sağladı. Kazak Edebiyatında hikâye türünün tanınıp daha iyi yerleşmesinde eserleriyle katkısı olan asıl yazar Ğ. Müsirepov’dur. B. Maylin ile M. Evezov’un yazdıkları hikâyeler bu sahadaki usta örnekler oldu, yenilikler de getirdi.

Kazak Edebiyatı nazım sahasındaki yenilikler de bu dönemde ortaya çıkmaya, bu sahaya giren farklı türler sayesinde örnekler de artmaya başladı. Şairlerin ideolojik konuları seçmesi yaratıcılık açısından bağımsızlıkları sınırlı bile olsa tarihî konuları da beraberinde getirip şiirlere taşıdı. Bu gelişmeler, elbette, kaba bir sosyolojik görüşle hareket edenlerin tepkilerini çekti ve sert eleştirilere maruz kaldı. Kazak Edebiyatında ilk başlarda manzume tarzında eserler bolca kaleme alındı. Bir çok örnek yayınlandı. Abay ve onun öğrencilerinden S. Seyfullin’in “Akkuğunun Ayrılışı”, “Albatros”, “Kızıl At”; S. Mukanov’un “Güzel Saç”; İ. Cansügirov’un “Ses”, “Nağmeci”, “Bozkır”; M. Cumabayev’in “Bahadır Bayan” vs. gibi eserlerinde yaygın bir şekilde kullanılan bu tür, Kazak nazmındaki gelişmeyi de gözler önüne serdi.

Şiir dalında farklı bir çok lirik eser kaleme alındı. Bu yıllarda yüz elli kadar şiir kitabının yayınlanmış olması da bunu ispatlamaktadır. Fakat bunların bir çoğu dönemin çalkantıları içinde daha çok siyasî ve sosyal açıdan nasihatler veren eserler olarak değerlendirilmekten kurtulamadı. Bu şiirlerde lirik , siyasî ve sosyal konular yanında, tabiatı anlatan, gönül sesini coşkuyla haykıran, sevgiyi konu alan söyleyişler de yoğun bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.

Otuzlu yıllarda drama türü önce çok yavaş bir şekilde, daha sonraları da oldukça hızlı bir akışla edebiyatta yerini almaya başladı. Kazak Edebiyatında olmayan bu tür, çok canlı bir şekilde ortaya çıktı. M. Evezov’un “Geceki Durum”, “Abay”, “Ayman-Çolpan” gibi klasik eserleri, trajedi ve komedi tarzında yazılmıştır. B. Maylin’in “Meydan”, “Paramparça”, “Nikah Memuru”, “Yün Kumaş”, “Gözlük”; Ğ. Müsirepov’un “Kız Jibek”, “Kozı Körpeş – Bayan Suluv” ; İ. Cansügirov’un “”İysatay – Mahambet”, piyesleri drama türündeki tanınmış eserlerdir. Bunlar, bu türdeki eserlerin konu genişliğini ve yapısını da tanıtabilen başarılı örnekledir.

Bu devirde, edebî tenkit türü ile edebiyatı tanıtma ilmi de canlanıp kıpırdanmaya başlar. Kazak Edebiyatında edebiyatı tanıtma ilmi Kazan isyanına kadar oldukça zayıf bir sahaydı. Bu görüşün doğru tarafları vardır. Çünkü dini ile gönlüne, diline engel olan padişah sömürgecileri iki yüzlü ve kötü bir siyasetle bilhassa 1889 yılında yayınlanmaya başlayan “Bozkır Vilayeti” gazetesini, buradaki edebî görüşlerle ilgili bilgilerden de korkarak kapattılar. Kazan isyanına kadar süren bu sert yasaklamalar, isyandan sonra kısmen de olsa zayıflamıştır. Edebiyatın uyanış devrinde kanatlarını açıp palazlanmaya başlayan bu sahanın kalem ustaları, Kazan ayaklanmasından sonra edebî tenkit ve edebiyatı tanıtma sahasına da önem vermeye başladılar. Fakat bu dönemde edebî tenkit açısından ele alınan eserlerle ilgili değerlendirmeler daha çok siyasî yönden yapılmıştır. Bu da sahanın gelişmesini engellemiştir. Edebî tenkidin emeklemeye çalışan çocuk gibi bir türlü göğsünü yerden kaldıramayışı, işte sadece bu tür siyasî tenkitlerin yapılmasıyla doğrudan ilişkilidir. Bu konuda işi düzenleyecek olan yer, KazaPP (Kazak Proleter Yazarlar Birliği) idi ve onun da merkezi Moskova’daydı.

Kazak edebiyatında edebî tenkit türünün yönlendirilmesi ve gelişmeye başlaması Kazakistan yazarlarının 1934 yılında yaptığı ilk kurultaydan sonra olmuştur. O yıl “Kazak Edebiyatı” gazetesinin yayınlanması edebî tenkidin canlanıp gelişmesine de öncülük etmiştir. “Edebiyat Meydanı” ile “Literaturnıy Kazakistan” (Kazakistan Edebiyatı) dergileri de edebî tenkit türüne yer vermeye başladılar. Bu türe M. Evezov, S. Mukanov, Ğ. Müsirepov, İ. Kabılov, Ğ. Toğcanov, B. Kenjebayev, M. Karateyev, K. Cumaliyev, E. Ismaılov, E. Koñıratbayev, E Tacibayev, M. Ğabdüllin, M. Sil’çenkov, T. Nurtazin, B. Şalabayev, M. Battalov gibi kabiliyetli tenkitçiler katıldı. Edebiyatı tanıtma sahasın- da da A. Baytursunov, Ğ. Toğcanov, S. Mukanov, S. Seyfullin gibi edebiyat tenkitçilerinin araştırmaları yayınlandı. Fakat 1937 yılında sosyal hayatta kızıl katliamın gerçekleşmeye yaklaşmasıyla iyice bozulan durum, bir adım öne çıkan edebî tenkit âlemini iki adım geri götürdü. Çünkü bu sahanın temsilcileri tamamen “halk düşmanı” damgasıyla suçlanıp tutuklandı, sürgüne gönderildi. Edebiyatın parlak geniş gölüne dönen bu derin denizleri, onlarla birlikte akıp gitti…

Kırklı yıllardan bağımsızlık bayrağının dikildiği döneme kadarki sürede Kazak Edebiyatı defalarca karışıklıklara sahne oldu ve bu kaderi yaşadı. Almanya’yla büyük vatan savaşının başlamasıyla bütün ilgi ve manevî güç savaş menfaatine yönlendirildi. Yirminci asrın Homeros’u diye adlandırılan büyük Cambıl’ın şöhreti bu dönemde Sovyetler Birliğini de aşarak dünyaya yayıldı. Dünya, Kazakistan’ı Cambıl vasıtasıyla tanıdı. Kazak Edebiyatının diğer temsilcileri güçleri yettiğince cephe ve cephe dışındaki hayatı kaleme aldılar. Bunlar arasında savaş yıllarında yazılıp yayımlanan Muhtar Evezov’un “Abay” romanı, Kazak Edebiyatının şöhretini dünya edebiyatının en yüksek zirvesine çıkardı. Bu eserde olduğu gibi normal halk da iyi niyetle kendisine ulaşan, gönüller coşturan sevinç duygusunu yürek çarpıntısıyla yazdığı mektuplarla hiç azalmadan dile getirdi. Bütün dünya insanlarına yürek yakan duygularla baş eğdiren Abay romanının gücü, resmî makamları da etkiledi, eser, millî bir madalyayla ödüllendirildi. Kazak Edebiyatının en meşhur yazarlarından Ğabit Müsirepov’un “Sosyalist Emek Eri” adlı eserinin de E. Nurpeyisov’un SSRO Memleket Ödülünü alması, Kazak Edebiyatının şöhretini artırdı. Sovyetler Birliği’nde Rus ve Ukrayna edebiyatlarından sonraki güçlü yeri kazanmasını sağladı. Büyük vatan savaşı hakkında yazılan askerî konulu edebiyatta da Kazakistan yazarları layık oldukları yeri aldılar. Bu sahanın en büyük vekili, askerî yazar, bölük albayı, en son Sovyetler Birliği kahramanı ünvanını alan Bavırcan Momışulı’nın eserlerinde savaş konularının, adı hikâyelere konu olan, yiğitliği dünya halklarının yüreğine yerleşen bir şekilde kaleme alınması da Kazak şair ve yazarlarının yaratıcılık kudretine şahitlik eden birer örnektir. Fakat bütün Sovyet halkları gibi özellikle Slav kökenliler dışındaki halklara, Kazak isyanından önceki tarihini tanıma, bilme ve bu konuda edebî eserler verme konusunda izin verilmedi. Çünkü padişahlık dönemi Rusyası gibi Sovyet hükümeti de bu halkların gerçek millî duygusunun uyanmasından ölecek gibi korkuyordu. Bu sebeple de Türk halklarını birleştirmeden, denk getirdikçe siyaset yoluyla dağıtarak, birbirlerinden kültür yönüyle uzaklaştırarak, halkın tarihî hafızasını karıştırıp, neslini mankurt haline getirmeye çalıştı. Bu hasret ve acı dolu siyasetin bütün yıldırım ve şimşekleri özellikle Kazak halkının başına inmeye başladı. Böyle olmasının sebebi ise, XIX. yüzyılın ortalarında Çokan Velihanov’un da tahmin ettiği üzere Rus imparatorluğuna bağlı olan mülteci halklar içerisinde sayı bakımından en çoğunun ve geleceği ümit vaat edeninin Kazak ülkesi olmasıydı. Rusya bundan çekindi. Türk halklarının tarihî ruhunu kırmak, geçmişini unutturmak maksadıyla bütün halklar topluluğu malzeme ve makineleriyle bu yolda hizmet etmeye başladı. İşte bu sebeple tarihî araştırmalar ve değerlendirmeler çok tehlikeli birer çalışma haline geldi. Bu yolda kurulan tuzakların kıldan köprüsünden âlimlikle, dar ve kaygan bir yol bularak “Abay Yolu” adlı romanlar serisiyle çıkabilen tek yazar, Muhtar Evezov olmuştur. O, Kazak halkının yarım asırlık geçmiş tarihini tasvir ederek derinlemesine tanıtan manevî yönden güçlü bir ansiklopedi hazırlayarak kahramanca emek harcadı. Edebiyat âlemindeki bu gelişmeleri merkez hazmedemedi. 1950 yılında “Pravda” gazetesinde özel olarak siyasî amaçla yazılan “Kazakistan tarihinin Marksizm ve Leninizm açısından değerlendirilişi” adlı makale bahane edilerek Kazak şair, yazar ve âlimlerinin tutuklanmasına başlandı. En tanınmış vatansever şair, âlim ve yazarlar, canını vatan ve millet yolunda feda edeceğini sezdiren yiğitler yakalanarak halk düşmanı suçlamasıyla damgalandı. 25 yıldan başlayan cezalarla cezalandırılıp hapishanelere kondu. Böylece şahin görünüşlü, turgay bakışlı, doğduğu yerlerde bir koruyucusu olmayan Muhtar Evezov, Kanış Setbayev gibi ilim adamlarının azaplı hayatı da başladı. Bu azaplar, birlik halklarının ulu lideri Stalin’in aniden ölmesiyle son buldu. İşte bundan sonra şair ve yazarlara izin verilmeyen tarihî konularda yavaş yavaş araştırmalar yapılmaya başlandı. İ. Esenberlin’in “Göçerler” adlı romanlar serisi bu dönemlerde kaleme alınmıştır. Edebî tenkit türünde ise resmî makamların cezalandırmaları söz konusuydu. Halka geçmiş tarihini anlatıp bu duyguyu tattırma bahtına sahip olan yukarıda bahsettiğimiz tarihî eser, bu dönemde halkın sıcak, samimî, iyi niyetiyle beslenerek yayıldı. Bundan sonra Olcas Süleymanov’un “Asya” adlı eseri, Enver Âlimcanov’un “İdarecinin Dönüşü” adlı romanı ayrıca şiirlerde tarihî konulara yer verilmesi, tarihî tan saatlerinin sırlar aktarması, yine şiirlerde bağıra bağıra eşitlik isteyen seslerin çıkması, millî bağımsızlığa atılışın manevî kapısının eşiğini açmış gibi tarih rüzgârının serin esintisini getiriverdi.

Şiir, sosyal hayatla ona uygun felsefî fikirleri düğümlemeye en yakın, uçucu bir tür. Bu gerçeğe insanın başından geçen asırlık hayat tecrübesi de delildir. Bu sebeple Kazak nazmının bütün türlerinde yazan kabiliyetli şairler, eserlerinde savaştan sonraki devirden başlayarak vatansever ateş kanatlı düşüncelerini uçuşturmaya başladılar. Kabiliyetli şair Abdulla Tecibayev’in “Adalar” adındaki şiir külliyatında başlattığı düşünce ve felsefî duygu rüzgarı, son dönem şair- lerini etkisine alan millî ve manevî değişikliklerdeki silkinişi de hayata geçirdi. Bunun asıl temeli Mağcan Cumabayev’in şiirleridir denebilir. Onun yansıması ise Kasım Amancolov’un eserlerinde açıkça görülmektedir. Bu sebeple düşünce dolu ateşli şiirleriyle genç nesli etkileyen Kasım’ın eserleri sosyalist realizm görüşünü kabullenen tenkitçiler tarafından sert bir dille eleştirildi. Son dönemin gençleri arasından şairlik kabiliyeti ile öne çıkan Mukağali Mahatayev’in şiirleri sır saklayan bir fikir hazinesinin tıkacı açılmış gibi birdenbire akmaya başladığı yeni bir esişe sahip, düşünce dolu halkı kendisine bağlayan Kazak şiirinin de ulaşılamayacak yüce zirvesi haline geldi. Mukağali (1931)den sonra şiir sahasında öne çıkan genç şairler Necimedenov Cümeken (1935), Aybergenov Tölegen (1937), şiirde yeni bir rüzgâr olmuş, sezgisi yüksek ve dile önem veren şairler olarak halk hafızasında yer etmiştir. Bu şairler tarihî konuları da dikkatle ele almış, bu konularda da izlerini bırakmışlardır. Bugünkü Kazak şiirinde fikir, gösteriş ve yenicilik yönüyle tarihin derinliklerinden sırlar almasıyla tanınan kabiliyetli lirik şair Muhtar Şahanov (1942), destan türünde yeri doldurulamayacak bir üne sahiptir. Onun kaleminden okuduğumuz “Danagöz” (1970), “Asırları Dolaşmak” (1988), “Seyhun Nehri” (1974), “İnanç Padişahlığı” (1977) adlı eserleri, şairin daima gelişen gösterişli ustalığı ile bilgisi, hitap ettiği geniş okuyucu kitlesini de kendisi ile birlikte fikrin derinliklerine götürmektedir. Şairin özellikle “Toplumun Yolunu Kaybetmesi” (2000) adlı eseri 2000 yıllık tarih boyunca dünyaya ait kültür problemlerini ele alan büyük bir eserdir. Medeniyet çalışanlarının yarışarak fikir beyan ettiği Kazak şiirini dünya çapında bir dereceye yükselten eşsiz bir eserdir. Cengiz Aytmatov’un, Muhtar Şahanov için “Bizim Asya’daki manevî minareden çıkan sesimiz” ifadesi ile şairin dostu Evgeniy Evtuşenko’nun “gerçeği söylemek gerekirse bugün Avrupa şairlerinden Muhtar Şahanov’a denk olacak bir şair yoktur” şeklindeki ifadesi, edebiyatımızın bugünkü dünya edebiyatı içerisindeki yerini belirler.

Kazak edebiyatının yaratıcılık potansiyeli de hayat şartlarına uygun edebiyatların safındadır. Bugün Kazakistan Yazarlar Birliği’ne üye olan şair ve yazarlarımızın sayısı 600’ü aşmıştır. Buna edebiyat âlimleriyle 100’e yakın ilim doktorunu ve 500 bine yakın ilim asistanını eklediğimizde milletimizin ilerlediğini, çok güçlü aydın kesimimizin olduğunu görüyor, seviniyoruz. Kazak Edebiyatı, bağımsız Kazakistan Cumhuriyeti’nin çok sahalı siyasî ve sosyal hayat akışına doğrudan doğruya katılarak bugünkü millî menfaatler açısından edebiyatın bütün sahalarında hayat gerçeğini tenkitçi bir gözle tasvir etmek için yola çıktı. Sosyalist realizm sisteminin dar çemberinden kurtulup yaratıcılık bağımsızlığına ulaştı. Şimdiki ülkümüz, bağımsız Kazak ülkesinin yeni asırdaki hayatıyla manevî fikir hazinesini gösterişli söz kudretiyle dünya halklarına tanıtmaktır.

Mekemtaş Mırzahmetulı

Filoloji İlimleri Doktoru, Profesör, KR Memlekete Ait, Ödül Sahibi

Türkistan 2002

(*) Bu değerli yazı, T. C. Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanan Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi serisinin “Kazak Türkleri Edebiyatı” cildinden alınmıştır.