Asena Kınacı MORAL: Bedava Ülkücülük

BEDAVA ÜLKÜCÜLÜK

Asena Kınacı MORAL

Galip Erdem’e sevgiyle, hürmetle…

“Allah’ım sana layık insanlar olalım.
Önce Hakka sonra halka hizmet etmesini bilelim.
Bize büyük millet olmanın yollarını göster.
Nefsimizin yerlerini, sınırlarını bildir.
İyi görünmenin de yetmediğini anlat bize, iyi olmanın şerefini öğret.”

Rahmetli Galip Erdem “Bedava Ülkücülük” başlıklı yazısında “Tarih hiçbir şey kaybetmeyeyim derken her şeyi kaybedenleri çok görmüştür.” diyor.

Hiçbir şey kaybetmeden çok şeyler kazanmak isteyenler düzenlerinin bozulmasından korkarlar. “Rahatlık” onların şiarıdır. Çok çalışmadan az çalışılacak hatta “yatılacak bir işimiz olsun” isterler. “Haklı-haksız bana ne? Karışmayım kimsenin işine gücüne.” derler. “Tek başına ben mi değiştireceğim bozuk düzeni?” derler de hem düzenin bozukluğundan dem vururlar hem de her şeyden memnun ehl-i keyf hayatlarına devam ederler. Sorulsa onlar da haktan yanadırlar, hukukun üstünlüğüne inanırlar, işin ehlinde olmasını isterler. Onlar dil ile söyleyip kalp ile inanmayan münafıklığın bayrak taşıyıcılarıdır. Daha çok kazanmak isteyerek daha rahat yaşamak istedikleri için en çok alın teri dökenlerden de faydalanarak -kendilerine göre bol kazançlı-bir ömür sürerler. “Güzel sever, bade içer, rahat yaşar, göçüp gider”ler.

Hiçbir şeyimi kaybetmeyeyim deyip de her şeyini kaybetmişleri çok gördüm. Onlar hep çoğunluktan yana olurlar. “Tek başına ne yapabilirim ki?” derler. Hep güçlüden yana olurlar. “O garibanın bana ne faydası dokunur ki?” diye düşünürler. Böylece insanı insanca sevemezler. Suya sabuna dokunmadan tertemiz kalmaya çalışırlar. Ama su ve sabun olmadan kirden arınmak mümkün mü? Onlar da temizleneceklerini zannetseler de gün geçtikçe kirlenirler. Çamurlaşırlar. Koltuk, makam ve ikbal peşinde koşarlar.

Oysa dava adamları öyle mi? Dava adamları inandıkları uğrunda her şeylerini kaybetmeyi göze alarak yola çıkarlar. Onlar dünya nimetlerinden nasipsizdir, zaten dünya nimetlerini istemezler de…”Aferin” beklemezler, onlara “aferin” de denmez zaten. Dava adamı, eğer bir konuda – her konuda olduğu gibi- haklı çıkarsa en arkadaki yetersizler-ilgisizler en önce “biz demiştik” deyip öne geçerler. Dava adamı onların öne geçmelerine de aldırış etmeden, hiç oturmadan, durmadan, dinlenmeden çalışır, yeni nesilleri güzelliklerle tanıştırmak için uğraşır. Hiç almadan hep verir. O daima ülkü vurgunuyla sarhoştur. Hayalleri, rüyaları, gündüzleri, geceleri ülkü ile süslüdür. Sıkıntılarını, dertlerini, dünya nimetlerinden fukaralığı ülkü aşkı ile unutur. Bu aşkın tadını bilmeyene, tadamayana acır. “Eğer o imanı, aşkı bilseniz yüreğinizde başka hiçbir şeyi taşımazsınız” diye tüm dünyaya helal ömrü, temiz kalbiyle seslenir. O adamların imanı her türlü imkânsızlığı mağlup edecek kadar kuvvetlidir.

İnsan yorulur, susar, acıkır, güler, ağlar. Bazen dava adamı da sıkışır, bunalır, yorulur elbet… Çoğunluğun içinde ayrık otu olarak görülmekten bıkar bazen. “Neden herkes gibi değiliz?” diye sorgular mutlak. Müftüoğlu Ahmet Hikmet’in “Turhan’ı” gibi çıldırmak ister belki… Ama daha yapılacak çok iş vardır. Yüreklerine sevgi ve ülkü tohumu ekilecek çocuklar vardır. Yürünecek yol vardır. Gidilecek Turan vardır.

Dava adamı kalbinde imanı diri tutup yeşerterek “Peygamberimiz yola çıkarken tek başınaydı.” der dizlerine derman gelir. “Ahmet Yesevî anlatmaktan bıkmadı.” der, bıkmadan anlatır. “Yunus Emre, Tapduk Dergahı’na eğri odun taşımadı.” der durmadan çalışır. “Atsız, hak ve hakikat için yetmiş yaşında hâlâ hapisteydi” der, doğruyu, hakkı söyler. “ Hasan Tahsin düşman kurşunlarının içine atılmaktan çekinmedi.” der öylece tehlikelerin içine cesaretle atılır. “Şahin Bey Fransız’dan korkmadı.” ,“Sütçü İmam ailesini düşünmedi.” der arkasında bıraktıklarını düşünmeden yürür yolunda. “Nene Hatun bebesi için dünyalık bırakmaya çalışmadı.” der dünya nimetlerini iter elinin tersiyle. İşte onlar hak için hakikat için her şeyi- ölümü de yaşamayı- da göze alabilenlerdir.

Hakkı söylediği için doğrudan yana olduğu için dava adamının elleri bomboş hiçbir şeyi olmadığını zannedenler damarlarındaki, ruhlarındaki yüreklerindeki kut’u yavaş yavaş kaybederken dava adamı yalnız Allaha kul- Allah rızası peşinde aşk yolcusu olmaktan mutlu ve mesuttur. “Rahat” kelimesinin anlamını bilmez ama umudu bilir. Eğilmeyi, bükülmeyi bilmez ama gerçekten sevmeyi bilir. Çoğunluğa göre, çoğunluk gibi yaşayamaz ama sade ve temiz dünyasında küçük yüreğinde büyük ülkü aşkını taşıyarak yaşar. Hak yolunda uslanmaz; aşk yolunda akıllanmaz. Hakka ve halka hizmetten vazgeçmez. Nefsini çiğneyerek görüntüde değil gerçekte iyi olmanın şerefine erişir. Her türlü imkânsızlığı yenen imanı ile dimdik ayakta durur.

Ülkücülük bedeli çok ağır olan bir aşktır, yoldur. Atsızların, Türkeşlerin, Dündar Taşerlerin, Ahmet Arvasilerin, Süleyman Özmenlerin, Önkuzuların, Galip Erdemlerin ödeyebildiği, taşıyabildiği çok büyük bir bedel ile dava adamı olunur. Galip Abi’nin dediği gibi bedava dava adamlığı da ülkücülük de olmaz. Ülkücülük emek ister, alın teri ister. Erdem ister. Ahlak ister… Aç-susuz kalıp eğilmemek, bükülmemek ister. El-etek öpmeden adam olmak ister. Temiz iman ister. “Ben”den önce “Biz” ister. Sembollerin arkasına sığınarak onlardan geçinmeyi reddeder. Sembollerle donatılmış duvarlarla gösterişi değil Yesevî ocağının aşk dolu yüreğini ister. Ülkücülük üç hilali eline- bileğine kazıtmak değil, alyuvarlarınla, akyuvarlarınla atalarına layık olmaktır. Alyuvarlarınla, akyuvarlarınla Türklüğü anlamak, anlatmak, yaşamak, yaşatmaktır. Ülkücü, dokuz ülküyü bir yüreğe sığdırabilen ruhtur. Üçüz ayın dokuzunda doğanların kurt soluklu tipilerden pay alıp da yılmadığı cesur yürektir.

Galip Erdem Bir Yazısında “Galip Duası”:

“Allah’ım sana layık insanlar olalım.
Önce Hakka sonra halka hizmet etmesini bilelim.
Bize büyük millet olmanın yollarını göster.
Nefsimizin yerlerini, sınırlarını bildir.
İyi görünmenin de yetmediğini anlat bize, iyi olmanın şerefini öğret.”

diye dua ederek yazısını bitirmiştir.

Bence bu duası kabul olmuş güzel yaşamış, güzel anlamış, güzel anlatmış, ülkü yolunun yolcusu güzel bir adamdır.

Ahmet Hikmet’in “Çağlayanlar”ı için yazdığı bir yazısında “Böyle bir kitap için ne yazılır, hele bencileyin bir garip ne yazabilir… Hiç…Sadece okunmasını isterim .” diyordu.

Ben “Ülkücülüğün Çilesi”ni çekmiş Galip Abi için ne yazabilirim… Ne haddime… Hiç…

Galip Erdem’i sadece anlamaya çalışın yeter. Galip Abi olamam ki! Olamazsınız ki!