Gökçeoğlu Yavuz Yücel: Türkçülük ve İslâmiyet

Türkçülük ve İslâmiyet

Gökçeoğlu Yavuz Yücel

NOT: Son zamanlarda bazı “Türkçüyüm” diyen şahısların; “İslamsız bir Türkçülük” gayretleri içinde olduklarını görmekteyim. hatta İslam düşmanlığı yapmaktadırlar. Bunu yaparken de rahmetli Atsız Hocayı kaynak göstermektedirler. Bu kesinlikle doğru değildir.
Hem din ırki bir değerde değildir; cihanşümul, evrenseldir. Türkler; İslam öncesi tarih boyunca ana inanç gök-tengri inancına sahip olmakla birlikte farklı dinlere girip, çıkmışlardır ve bin küsur yıldır da İslam’da karar kılmışlardır; büyük çoğunluğu da İslam’dır, müslümandır.
Atsız Hocanın ifadesi ile de Türk’e İslam dışında bir din aramakta ahmaklıktır, saçmalıktır.

Türkçülüğün karşısında zaman zaman çıkıp boy gösteren çeşitli fikir akımları ve onların yolcuları, Türkçüleri mücerret ırkçılıkla, sadece Türklüğe bağlanmakla, Türk’ün dini İslâm’a sırt çevirmekle itham ederler. Bunların ekserisi İslâm’da milliyet tanıma­yan siyasî ümmetçiler veya pan-islâmistlerdir. Bazıları da vardır ki, milliyetçiliği elden bırakmaz, sentezci geçinirler. Manevi cephesini İslâm’ın teşkil et­tiği İslâmî milliyetçilik diye bir yol bulurlar. Biz şim­di bu yazımızda Türkçülüğün dinî anlayışını ve İslâm’a olan bağlılığını Türk Milliyetçilerinin kalemin­den ortaya koyarak, karşı olduğumuz görüşleri açığa çıkarmış olacağız.

Türklük ve İslâmlık Meselesi:

“… Türklük ve İs­lâmlık cemiyetimizin varlığı içinde iki büyük manevî te­mel ve unsurdur. Bu iki büyük mânevi temel unsurun birinin milliyet, diğerinin din olması dolayısıyla, cemiyet hayatımızdaki yerleri, elbette ki başka başkadır. Fakat, milletimizin son on asırlık hayatında, bu iki manevi temel unsur birbiriyle öylesine kaynaş­mıştır ki, Türk sözünün mânâsında müslümanlık da bulunur hale gelmiştir. Soyumuz ve mayamız olan Türklük ile dinimiz olan İslâmlığa bundan dolayı sımsıkı bağlı bulunuyoruz…** (1)

Türklükle İs­lâmlık kaynaşmış, birbiriyle ayrılmaz bir bütün haline gelmiştir. Bu sebeple İslâm’a bağlı olduklarını iddia eden siyasi ümmetçilerin, “İslâm’ı savunacağız” derken Türklüğe çatmaları, Türk’ü ve Türk’ün milli değerlerini küçük görmeleri bu kaynaşmış Türklük ve İslâmlık kültürünü görememelerindendir. Ekseriya biz Türkçüleri çocuklarımıza koyduğu­muz Oğuz, Kürşad, Bilge, Almıla, Tuğrul, Çengiz, İlhan.. gibi isimler dolayısıyla İslâm’a sırt çevirmekle ve küfür isimlerini seçmekle itham ederler. Bu alan­da bir de mugalataya saparak İslâm’a hizmet etmiş Hz. Ömer, Osman, Ali gibi İslâm büyüklerine ve onların isimlerine karşı olduğumuzu söylerler. Bu görü­şe karşı değiliz. Peki Onuncu asırda İslâm’a giren bir Satuk Buğra Han, Selçuk Beğ, Çağrı Beğ, Tuğrul Beğ, Alpaslan’lar, Kılıçarslan’lar, Afşin Beğ İslâm’a hizmet etmediler mi? İsim koymak İslâm’a hizmet şartına bağlıysa, İslâm’ı 10. asırdan 20. asra kadar bin sene kanıyla, kılıcıyla, kalemiyle savunan Türklerden başka olmadığına göre, isimlerimizi hep Türk büyükle­rinin tarihe geçen adlarından seçmemiz gerekmez mi?

Karşımızdaki görüşler arasında İslâm’dan önceki Türklüğü inkâr eden, o devri cahiliye ve küfür devri olmakla itham eden yobazca görüşler de vardır. Orkun Abidelerindeki Bilge Kağan’ın görüşlerine bağlılığımız onlara göre küfür sayılmaktadır. Türkçülerin karşısındakiler, Türkçülerin millet ve tarih olarak İslâm’dan önceki tarihe bağlı olduklarını, İslâm’dan son­raki Türklüğe hiç değer vermediklerini söylerler. Bu görüşe karşı zihinlere açıklık verecek bir anketi göz­leriniz önüne sereceğim. Anket 1956 yılında yayımla­nan haftalık Ocak dergisinde neşredilmişti. Anketin konusu “Başlangıcından bugüne kadar Türk tarihinin üç büyük şahsiyeti kimdir? Ve niçin?” olup Atsız Beğ derginin 8. sayısında anketi şöyle cevaplandırıyordu:

“…Anketinize üç isimle cevap veremem. Türk ta­rihinin en büyük şahsiyetlerini üç gibi bir rakama sığdırmak bence imkânsızdır, üç kişiyi sayınca aynı de­ğerde diğer üç kişinin, bunun ardından da diğer üç kişinin akla gelmemesi kabil değildir. O halde bana on misli bir iltimas yapmanın, üç kişi yerine otuz ki­şiye müsaade etmenizi rica ederim…” (2)

Atsız Beğ, Mete Han’dan başlattığı Türk büyük­lerini sıralıyor ve on tanesini İslâm’dan önceki Türk­lüğe ayırıyor, yirmi tanesini de İslâm’dan sonraki Türklüğe veriyordu. Onbirinci Türk büyüğü olarak Karahanlıların hükümdarı Satuk Buğra Kara Han’ı seçiyor ve aynen şöyle diyordu: “Satuk Buğra Kara Han. Büyük kurucu. Fatih ve Türkleri Müslümanlığa sokun şahsiyet olduğu için..” Atsız’a göre Satuk Buğra Han’ın Türk tarihinin büyüklerinden olmasının baş­lıca sebebi Türkleri İslâm’a dahil edişidir. Türkçüleri İslâm’a önem vermemekle itham edenler düşünsünler. İslâm’a bağlılığın bundan kuvvetli ölçüsü olur mu?

Türk tarihi bir bütündür. Türk’ün tarih sahnesine çıkışından itibaren bugüne kadar devam eder. Öyle bıçakla keser gibi İslâm’a girişle veya bir Malazgirt savaşıyla başlamaz.

Türkçülerin millet anlayışında dine verdikleri yer: “…Milletleri meydana getiren ırk, dil, vatan, kültür, din, tarih gibi çeşitli unsurlar vardır. Eğer yeryüzündeki bütün milletler bu unsurların hepsinin bir araya toplanmasıyla meydana gelmiş olsalardı, o zaman müşterek bir millet tarifi mümkün ve tabii idi. Fakat böyle değildir ve olmamıştır…

… Meselâ; Türkler, Macarlar ve Almanlar için ırk önemli bir milliyet unsurudur. Fransızlar veya Ame­rikalılar için ise değildir. Çünkü Türkler, Macarlar ve Almanlar tek bir ırktan meydana gelmiş milletlerdir. Fransızlar bir kaç, Amerikalılar ise bir çok ırkın ka­rışmasından ortaya çıkmışlardır.

….Türkler için önemli bir unsur da dindir. Bugün Türklerin hepsi denecek büyük çoğunluğu İslâm dinindedir. Başka dinlerde olan Türklerin sayısı, bu büyük çoğunluğa göre pek küçük bir sayıdır. Türkler, İslâmiyeti benimsemede, yaymada ve hıristiyan dünyası­na karşı korumadaki davranışları ile, adetâ milli bir din haline getirmişlerdir. Bu sebepten de din Türkler için önemli unsurlar arasına girmiştir..” (3)

Burada şu hususu önemle belirtelim. Türklerin millet tarifleri ve “milliyet unsurları arasında dinin de yeri vardır” derken; millet olarak tarihe çıkışlarının İslâm’a girişleri ile haşladığı şeklindeki görüşleri asla kabul etmeyiz. Bazı müfrit Anadolucu ve İslâmcıların görüşüne göre, Türklerin millet haline gelişleri İslâm’a intisapla başlar. Bunlardan Anadolucular, çeşitli ırkların İslâm inancı altında Anadolu’da karışarak Anadolu milleti haline geldiklerini ileri sürerler. Dolayısiyle dinin millet teşekkülünde başlıca unsur olduğunu iddia ederler.

Bu görüşe karşı Türklerin çeşitli ırkların karışmasından değil, büyük Türk çoğunluğu içinde eriyen azınlık kabilelerin bulunabileceğini ileri süren Atsız şöyle cevap veriyor:

“…Karışmada karışanlardan hiçbirinin özelliği ötekilerden belirli bir şekilde üstün olmaz. Hepsinden bazı şeyler alınır. Dillerden üstün geleni de asliyetini kaybedip yapı değişikliğine uğrar, Fransızlar böyle­dir. Kelt (yani Goluva) yığını üzerine lâtinler (yani Romalılar) gelip karışmış, keltler ağzında iyice bozulup değişen lâtinceden çıkma kaba bir dille bir halk peydah olmuş. bundan 500 yıl sonra Cermenler (yani Almanca konuşan Franklar) gelerek yeni bir karış­ma daha olmuş, Goluvalar zamanında kumralken lâtinlerle karıştığı için iyice esmerleşen halkın terkibi­ne sarışın bir unsur daha katılmış, bunların karışması da dört asır kadar sürerek 9. asırda yeni bir millet ortaya çıkmıştır. Bu millet adını Franklardan, dilini lâtinlerden, mirasını Goluvalılardan alan bir topluluk­tur. Bu bir karışımdır.

Eritmede ise, bir büyük yığın küçük yığınları yutar, kendilerine benzetir ve bir müddet sonra eriyenden hiç bir şey kalmaz. Çin’i ve Hindistan’ı alan Türklerin başına gelen budur. Pakistanlılar, Türkler tara­fından bilhassa Gazneliler çağında müslüman edilenlerin çocuklarıdır. Aralarına bir çok Türk de karışmıştır. Fakat kimse Pakistanlılar Türklerle Hintlile­rin karışmasından hani olmuştur diyemez.

…Türkistan’dan Anadolu’ya gelen Türklerin başkaları ile karışması ikinci şekildedir; eritmedir. Bu da asla gözde büyütülecek kadar değildir. Türklerin Ana­dolu’yu açarken yaptıkları büyük kırgınlar, vergi al­mak için devletin İslâmlaştırma niyabeti gütmemiş ol­ması, Türklerin genel olarak başka milletleri temsildeki kaabiliyetsizlikleri, yabancı ile karışmamak hususunda kısmen bugün bile süregelen titiz âdetleri dolayısiyle içlerine karışan yabancı unsur pek önemsiz kalmıştır…” (4)

Türklüğü inkâr edenler: Türklüğe karşı olan siyasî ümmetçiler, Türkçüleri, İslâm’ın yerine geçmek üzere yahudi icadı olan milliyetçiliği sokmakla itham ederler!.. Bu çeşit müfterilerden ekserisi Gökalp’a ve onun esaslarını koyduğu Türkçülüğe çatarken Dürkhaym’ın cemiyetçi sosyolojisini işlemesini ele alarak ve o profesörün yahudi olduğunu ortaya koyarak top­lumcu bir ülkü olan Türkçülüğü yahudi icadı sayar­lar. Türkçülük toplumcudur, ferdiyetçi değildir. Biz Türkçüler İslâm’ın da toplumcu, içtimai bir din oldu­ğuna inanmışızdır. Ama İslâm’ın içinde öyle akımlar vardır ki, temsil ettikleri görüşlerle değil İslâm’ı temsil etmek, yahudilerin Tevrat, Talmut ve Kabbalasının başlıca görümlerini esas alırlar. Bunlar vahdet-1 vü­cutçu mutasavvıflardır.

Türkçüler, mutasavvıfların beynelmilel, hümanist görüşlerine karşıdırlar. Bu sebeple Mevlâna’nın, Muhiddin-i Arabi’nin, Yunus Emre’nin bütün dünya in­sanlığını kardeş gören fikirlerini tasvip etmeyiz. Menşei itibariyle eski Yunan ve Yahudi felsefesi olan vahdet-i vücut nazariyesi İslâm’a aykırı olduğu için, bu çeşit felsefeleri esas alan tarikat müntesiplerini ten­kit edişimizi İslâm’a sırt çevirmekle itham eden softalar, bizzat kendilerinin İslâm’a sırt çevirdiklerini fark edemezler.

Bakınız dindar bilinen Anadolucu bir felsefe do­çenti vahdet-i vücud felsefesini ve Mevlâna’yı nasıl an­latıyor: “…Varlığı bir vehim, ulûhiyeti yegâne haki­kat yaparak eşya ve Allah ikiliğini ortadan kaldıran bir vahdet-i vücud, panteizm bir çok mutasavvıflarda kendini gösterir. Bunlardan Hallac-ı Mansur, Muhiddin-i Arabi ve Mevlâna gibiler İslâm’ın ruhunu onun­la açıkladılar.” (5)

İslâm’da cami, cum’a ve cemiyet en başta gelen mukaddes mefhumlardandır. İslâm’da beş farzdan biri olan zekât müslümanların birbirlerine yardımı farz kılan dinî emirlerdendir. Türkçülüğe çatanlar ve bu arada cemiyetçi sosyolojisi sebebiyle Gökalp’ı itham edenler, İslâm’da başlıca yeri olan camiye, ibadete ve müslümanlara hülâsa Allah’ın emirlerine bağlı olan zahitlere ne gözle bakarlar?

“—Mevlâna bunlara ne yapsın? Nasıl bunlardan olsun? Camileri doldurup Allah’a araları ile cennet yolculuğuna çıkan bu gafiller, giyindikleri kibirden libas ile ahlâkı bozucu olurlar. Aşka düşman olup gö­nülleri viran ederler. Ruhundaki huzura şiddetle düşman olan bu mürailerle mücadeleden Mevlâna geri durmadı. Mescitlerle minareler yıkılmadıkça bu dinin kurtulamayacağını söylerken bu sahtekârların ibadetlerindeki riyaya ve bundan doğacak tehlikelere işaret ediyordu…” (6)

Millet anlayışında İslâm’a birinci derecede önem verdiklerini iddia edenler, bakınız Mevlâna’yı bir hıristiyan papazı kılığına sokarak, ona mescitler ve mi­narelerin aleyhinde neler söyletiyorlar?

Atsız, Mevlâna’nın, Şems-i Tebrizî’nin İslâm ahlâkına uymayan hayatlarını ve beynelmilel görüşlerini tenkit ettiğinde; İslâm’a karşı geliyorlar diye kıya­meti koparanlar, İslâm’ın sembolü olan cami ve mi­nareleri ortadan kaldırmak isteyenlere niçin ses çı­karmazlar? Kaldı ki Atsız ve bütün Türkçüler İslâm’ın en kuvvetli savunucusudurlar:

“…Dinle hiç bir ilgisi olmadığı halde dini inhisarlarına alan bu zavallılara karşı çıkarılacak dini kuvvet İmam Hatip Okulları ile İlâhiyat Fakültesi ve­ya İslâm Enstitüleridir.  Bizde de batıda olduğu gibi birkaç dil bilen, felsefeden veya matematikten yahut biyolojiden doktora vermiş din adamları çıktığı zaman nurcu, Süleymancı, biberci, kamerci tayfası kendiliğin­den kaybolacak, dinin tamamen bir inanç ve vicdan işi olduğu anlaşılacaktır.” (7)

Biz İslâm’a karşı değiliz. İslâm’ı istismar eden, onun aslî hükümlerini çeşitli ideolojik tarikatlara, si­yasî maksatlı kuruluşlara alet eden münafıklara, kı­saca ikiyüzlülere karşıyız.

Tanrı Türk’ü ve İslâm’ı ikiyüzlülerin kötülüğün­den korusun!

_________________________________________

(1) Nejdet SANÇAR, Türklük ve İslâmlık Meselesi, Ötüken (dergisi), 1968. sayı: 54.

(2) ATSIZ, Ocak (dergisi). 1956, sayı: 8.

(3) Nejdet SANÇAR, Türk Milletinin Tarifi, Ötüken. 1964. sayı: 4

(4) ATSIZ, Uydurma Milliyetçilik, Ötüken. 1964. sayı: 2

(5) N. Topçu, Yeni İstanbul, 8.1.1963

(6) N. Topçu, aynı yazı.

(7) ATSIZ, Nurculuk Denen Sayıklama, Ötüken. 1964. sayı: 3

***
KAYNAK: Ötüken (dergisi), Sayı: 114, HAZİRAN 1973

GÖKÇEOĞLU YAVUZ YÜCEL
***
TÜRKÇÜLÜK VE İSLAMİYET
NOT: SON ZAMANLARDA BAZI TÜRKÇÜYÜM DİYEN ŞAHISLARIN; İSLAMSIZ BİR TÜRKÇÜLÜK GAYRETLERİ İÇİNDE OLDUKLARINI GÖRMEKTEYİM. HATTA İSLAM DÜŞMANLIĞI YAPMAKTADIRLAR. BUNU YAPARKEN DE RAHMETLİ ATSIZ HOCAYI KAYNAK GÖSTERMEKTEDİRLER. BU KESİNLİKLE DOĞRU DEĞİLDİR.
HEM DİN IRKİ BİR DEĞERDE DEĞİLDİR. CİHANŞÜMUL, EVRENSELDİR. TÜRKLER; İSLAM ÖNCESİ TARİH BOYUNCA ANA İNANÇ GÖKTENGRİ İNANCINA SAHİP OLMAKLA BİRLİKTE FARKLI DİNLERE GİRİP, ÇIKMIŞLARDIR. VE BİN KÜSUR YILDIR DA İSLAM’DA KARAR KILMIŞLARDIR. BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU DA İSLAM’DIR, MÜSLÜMANDIR.
ATSIZ HOCANIN İFADESİ İLE DE TÜRK’E İSLAM DIŞINDA BİR DİN ARAMAKTA AHMAKLIKTIR, SAÇMALIKTIR.

YUNUS BUĞRA YILMAZ ARŞİVİNDEN

ÖTÜKEN / AYLIK TÜRKÇÜ DERGİ
KURULUŞ TARİHİ: OCAK 1964
TARİH: HAZİRAN 1973, SAYI:114
YAYIN YERİ: İSTANBUL
SAHİBİ VE SORUMLU MÜDÜR : ATSIZ
SAYMAN: İZZET YOLALAN
KAPAK: REFET KÖRÜKLÜ