Elif Su AKDEMİR: BİR DÜNYA, BİR ÇOCUK VE “BEYAZ GEMİ”

BİR DÜNYA, BİR ÇOCUK VE “BEYAZ GEMİ” (*)

Elif Su AKDEMİR

Beyaz Gemi, Cengiz Aytmatov’un 1970 yılında, önce Kırgızca sonra Rusça kaleme aldığı bir hikâyesidir. Eser bir çok dile çevrildiği gibi. Türkçe’ye de birkaç defa çevrilmiştir.

Hikâyede vak’a Rusya’da Kırgızistan’da geçiyor. Kırgızistan’ın ormanlarla kaplı bir bölgesinde. Isık Göl’e yakın bir yerde insanlardan ve şehir hayatından uzak üç evden ibâret orman bakım evlerinden birinde, dedesi ile yaşayan bir çocuğun hikâyesi bu…

Beyaz Gemi, hikâyenin kahramanı olan çocuğa bir okul çantası alınmasıyla başlıyor. Çocuk o yıl sekiz yaşındadır ve dedesi O’na bir okul çantası alır Annesi ve babası O’nu küçük yaşta terketmişlerdir. Dedesi Mümin üvey ninesi teyzesi Büke ve kocası Urazkul; orman bakım işçisi Seydahmet, karısı Gülcemal ve kızları hepsi bir arada yaşarlar. Annesinin bırakıp gitmesinden sonra Mümin Dede çocuğu yanına alıp büyütmüştür.

Mümin Dede, ufak tefek boyu, ördek gagasına benzeyen burnu, çenesinde tek-tük kırmızı sakalı, başında yaz-kış çıkarmadığı kalpağı, ayağında eski Kırgız çizmesiyle bir ihtiyar işte… Çevresinde “Hamarat Mümin” diye de anılan dede çalışkan ve beceriklidir.

Bayağı saftır Mümin Dede, iyi kalpli, merhametli, yufka yüreklidir. Herkesin işine koşar, yardım etmeyi sever. Yaşlı olduğu halde durmadan çalışır. Oysa O’nun iyilikleri, yardımları hiç övgüyle minnetle anılmaz. Kimse O’na yaşından dolayı hürmet göstermez. İhtiyar Mümin’in tek gayesi torununu yetiştirmek, adam etmektir. Mümin Dede geleneklerine bağlıdır. Hayatın daha güzel ve iyiliğin devamlı olmasını örf ve âdetlere bağlı olmakta bulur.

Çocuğun teyzesi Büke, orman Şefi Urazkul’un karısıdır. Urazkul kaba ve kötü bir insandır. Çocukları olmadığı için Büke Teyzeyi durmadan dövmekte, çevresindeki insanlara ilkel intikam hisleriyle kötü davranmaktadır. Urazkul güçlüdür; karısını boşayabilir, kendisini tedirgin ettiğini sandığı an dedeyi ve Seydahmet’i işten kovabilir, hayatın kendince güzel olmadığını düşünerek bencil hislerle hırsım başkalarından alabilir. Hayatın güzelliklerini fark etmez, tabiatı seven gözlerle görmez, hep şehirleri özler. O iyi bir komünist bile değildir. Kesimi yasak olan ağaçları rüşvet karşılığı satar. Karısı, dede, nine, Seydahmet ve ailesi O’ndan yılmışlardır. Çekinir, bir türlü karşı çıkamazlar. Hepsi Urazkul’dan nefret ederler ama menfaatleri yüzünden O’na karşı tavır alamazlar.

Çocuk yalnızdır. Dedesinden başka koruyanı, alâka göstereni yoktur. Mutsuzdur çocuk… Dedesi Urazkul’un emrinde çalışmakta, bütün işi o yaptığı halde ikide bir azarlanıp hor görülmektedir. Sevdiği bir insanın böyle üzülmesine, azarlanıp hor görülmesine tahammül edemez. Büke Teyze’nin çocuğu olmuyor diye kocası tarafından dövülüp tekmelenmesine de çocuk benliği hep isyan eder. Kaçmak, uzaklara gitmek, alabildiğince hür ve mutlu bir hayat sürmek ister. Bu arzusu, çocukça bir hayâl ortamı içinde şuursuzca bir masal hüviyeti kazanmaya başlar. Çocuk balık olmayı, yüzerek Isık Göl’e babasının çalıştığını farzettiği Beyaz Gemi’ye ulaşmayı hayâl eder. Yeni alınan çantasıyla birlikte bir tepeye tırmanarak dürbünüyle göle bakar ve sık sık kurduğu bir hayâl yeniden canlanır:

“Balık olmak istiyordu çocuk. Her şeyin balıktaki gibi olmasını; vücudunun, yüzgeçlerinin, pullarının… Yalnız kafası kalmalı idi incecik boynunda, yusyuvarlak, yelken kulaklı bir kafa, kalkık burnu çizgiler içinde. Bir de gözleri kendi gözü olacaktı, şimdiki gibi. Ama yine de tam kendi gözü gibi değil… Biraz da balığın gözlen gibi bakmaları gerekti.” (!) ‘Merhaba, beyaz gemi diyecekti gemiye, “hani sana boyuna dürbünle bakan çocuk vardı ya? O benim işte.” Gemideki insanlar toplanıp güverteye şaşırıp kalacaktı, bu yaratığa bakacaklardı hayretle. O zaman gemici olan babasına: “Merhaba baba” diyecek, “ben senin oğlunum. Yüze yüze sana geldim.” Babası da: “Ne biçim oğlansın sen böyle? Yahu sen yarı balık yarı insanmışsın?” “Ben beni yanına, gemiye al ben de bayağı bir oğul oluveririm” (2)

Çocuk eve döndüklerinde çok sevdiği ve dedesinin sık sık anlattığı bir masalı; Geyik Ana masalını yeni çantasına anlatır. Masal şöyle:

“Çok eski zamanlarda Yenisey Irmağı yakınlarında yaşayan bir Kırgız boyu bir başka kavim tarafından yok edilir. Katliamdan sadece bir kız ve oğlan çocuk kurtulurlar. Çocukların sağ kaldığını öğrenen düşman kavim onları öldürmesi için bir kocakarıya verir. Kocakarı çocukları uçurumdan atmak üzereyken memeleri sütle dolu dişi bir geyik kocakarıdan çocukları kendisine vermesini ister. Kocakarı çocukları verir ama geyiğe insanlara güvenmemesini, insanların nankör ve acımasız olduklarını söyler. Geyik çocukları alır, uzaklara, Isık Göl vadisine götürür. Onlara analık eder. Çocuklar büyür, evlenir çoğalırlar. Geyikler de iyice çoğalır ve Isık Göl vadisini yurt edinip iyice yerleşirler. Aradan uzun müddet geçer. Isık Göl halkı zenginleşir, gurura kapılır nankörleşerek kendilerini koruyan Geyik Ana’nın yavrularını öldürmeye başlarlar. Bunun üzerine Geyik Ana kalan geyikleri toplar ve oraları terk ederken bir daha Isık Göl’e ayak basmayacağına yemin eder.”

Çocuk sonbaharda okula gitmeye başlar. Okul oturdukları yerden oldukça uzaktır. Dedesi hergün O’nu okula taşır, çocuğun okulda olduğu bir gün Urazkul’la Mümin Dede ormandan Urazkul’un yazın yeyip içtiğinin karşılığı olarak birine söz verdiği çam tomruğunu indireceklerdir. Tomruğun indirilmesi oldukça güç bir iştir. Bir ara zincirlerinden kurtulan tomruk yuvarlanarak aşağı düşer. Bu arada Mümin Dede boynuzlu bir takım hayvanların kaçıştıklarını görür. Masalda sözü edilen hayvanlardır bunlar… Boynuzlu Geyik Ana’nın yıllar sonra maralların eski vatanlarına döndüklerini gören Dede çok sevinir ve gördüklerini torununa anlatır. Çocuk çok sevinir heyecanlanır, hayâl ve rüyaların gerçekleşebileceğine inanır. Bir gün sevgili maralları ormanda su içerken görür, onları daha çok sever, bağlanır ve mutlu olur:

“Gözlerini kapıyor, yalnızlığını unutulmuşluğunu bastırarak bugün olup bitenleri bir daha, bir daha düşünüyor, gözleri önüne getirmeye çalışıyordu. Büyük bir ırmağın kıyısında duruyordu şimdi çocuk! Irmağın suyu öyle bir hızlı akıyordu ki insan bakamıyordu akışına, başı dönüyordu. Karşı kıyıdan marallar bakıyordu O’na. Akşamki üç maral yine eski yerde duruyor ve herşey yeni baştan tekrarlanıyordu. Koca boynuzlu geyiğin ıslak dudağından durgun sulara yine aynı su damlaları dökülüyordu. Zarif boynuzlu ana geyikse çocuğa bakıyordu. Gözleri siyah kocaman ve nemliydi. Çocuk ana geyiğin bir insan gibi içini çektiğine hayret ediyordu. Tıpkı Dedesi gibi kederli kederli, dertli dertli…”. (3)

Bir gün Urazkul ormanda gördüğü maralları vurmak ister. Bu dostlarına ziyafet vermek için müthiş bir fırsattır, ömründe hiç geyik görmeyen Urazkul ve Seydahmet sarhoşluğun verdiği cesaret ve ukalalıkla Mümin Dede’yi tehdit ederek, geyikleri zorla O’na vurdurturlar. Hasta yatağında bunu öğrenen çocuk kendi masalına dönmek ister ve kendini gölün soğuk sularına bırakır.

Geyik Ana Kırgızlar arasında sözü edilen, nesilden nesile anlatılan bir efsane. Hikâyenin içinde daha değişik bir mahiyet almakla beraber, efsanenin diğer Türk boylarının destanlarıyla ortak motifler taşıdığını söyleyebiliriz. Aytmatov, milletinin folklorik kaynaklarından faydalanarak efsaneyi hikâyenin içine ustaca yerleştirmiş. Geyik Ana motifinin Beyaz Gemi sembolüyle olan ilişkisi çok çarpıcı bir şekilde işlenmiş. Hikâye, işte bu iki motifin bir çocuğun dünyasında aldığı şekil ile canlılık kazanıyor, gelişmeye başlıyor. Temiz, saf, iyi ve doğru bir çocuk, hain, kötü, bencil ve sahtekâr insanlarla karşı karşıya geliyor. Çocuğun temiz vicdanı, kötüyü temsil eden insanlarla, kötüyle çatışıyor. Destânî motif Geyik Ana ile çocuğun masalı Beyaz Gemi bu karşılaşmayı, hikâyenin zeminini oluşturan bu çatışmayı hazırlayan sürükleyen ve sonucu götüren başlıca iki unsur oluyor.

Aytmatov Geyik Ana için “bütün var olanın anasıdır” diyor. Geyik Ana dünyadaki iyilik doğruluk ve güzelliktir. Geyik Ana tabiatı temsil eder. Saf olan, sevilmesi, korunması gereken tabiatın bir parçasıdır. Hikâyede Geyik Ana çocuğun küçük yaşta kaybettiği annesidir. Ana’dır O… Anne gibi şevkâtli, merhametli, iyiliksever ve mâsumdur. Çocuk annesinin olduğu bir dünyayı özler. İyiliğin, saflığın, güzelliğin ve mutluluğun olduğu, çocuklara temiz vicdanlara yakışan bir dünya… Beyaz Gemi ise güzel dünyalara açılmak için bekler. Bir çocuğun yüreği kadar geniş, ılık Isık Göl’de bembeyaz bir hayâl gibi duran Beyaz Gemi, çocuğa uzaklarda daha güzel bir dünya olduğunu müjdeler. Geyik Ana’nın olduğu bir dünyadır bu… İnsanların yüreklerine sevgi dolu, iyilik ve merhametle çarptığı, zorbalık ve zulme karşı mücadele edilen bir dünya…

Beyaz Gemi’de ideal iyiliğin temsilcisi çocukla, bencil, sevgiden mahrum, tabiatı durmadan sömüren kötü insanlar karşı karşıya getiriliyor. Çocuk ve Dedesi kötülüğün, Urazkul’un zulmü altında eziliyorlar. Dede’nin pasif iyiliği sonunda iflas ediyor ve çok sevdiği geyiklerden birini öldürmek zorunda kalıyor. Dede kötülüğe zorbalığa karşı direnemiyor. Kendisi için mânevi ehemmiyeti olan Geyik Ana’nın çocuğuna kötüden yıldığı için vurabiliyor. Yazar, geyiklerden birini dedeye vurdurmakla eserde vermek istediği ana düşünceyi sağlamlaştırıyor: İyilik tek başına yeterli değildir, haklı ve doğru olan kötülüğe, zulme, zorbalığa karşı koymak, onlarla mücadele etmektir. Hikâyenin sonunda çocuk ölüyor. Çocuğun ölümü iyiliğin yenilmesi gibi görünse de bu ölüm hikâyeye mükemmel bir hava kazandırıyor. Çocuk güçlü ve zâlim olanların dünyasına karışmıyor. Kendi güzel dünyasına doğru koşarken, masalındaki Beyaz Gemi’ye kavuşmayı hayâl ederken, balık gibi Isık Göl‘e doğru yüzerken oluyor. Bu son, iyiliğin yenilgisi veya kötülüğün zaferi gibi görünmüyor. Çocuğun masalına sığınması O’nun sonsuza kadar iyi olmayı tercih ettiğini gösteriyor. Eğer eserin sonunda kötülük kazansaydı; çocuk, maralları, Dedesini sevmeyecek, ağaçlara kıyabilecek, güçlü olduğu an insanlardan nefret ederek onlara kötü davranacaktı.

Aytmatov eserin sonunda şöyle diyor:

“Yüze yüze gittin.

Ve bana tek bir şey söylemek düştü, çocuk ruhunun bağdaşamadığı çirkinliği ittin elinin tersiyle. Bu benim tesellimdir. Sen, bir defa parlayıp sönen yıldırım gibi yaşadın. Yıldırımları gökler doğurur. Göklerinse ölmezliği var. Bu da benim tesellimdir. Her çekirdekte yeni bir hayat oluşumu vardır. Çocuk vicdanı ise insanlarda gelişen yeni bir hayatın belirmesidir. Bu da benim tesellimdir. Ve bu yeryüzünde bizi ne beklerse beklesin, insanlar doğup büyüdükçe doğruluk öldürülemeyecektir. Senden ayrılırken kendi sözlerini tekrarlıyorum yavrum:

“Merhaba Beyaz Gemi, benim gelen!” (4)

 

(*) Bu yazı Nilüfer dergisinin Ekim-1985 tarihli 3. Sayısının 35-38. sayfalarında yayınlanmıştır.

CENGİZ AYTMATOV ÖZEL BÖLÜMÜ

Elif Su AKDEMİR: Bir Dünya Bir Çocuk ve ‘Beyaz Gemi’

Mustafa ÇETİN: Kelimelerin Sihirli Dünyası (Cengiz Aytmatov’dan Tercüme)

Al Elma (Hikâye), (Cengiz Aytmatov’dan Tercüme)

Cengiz Törekuloviç Aytmatov (İnceleme)

_________________________

(1) Aytmatov Cengiz, Beyaz Gemi, Türkçesi : Güneş Bozkaya Kolontay Yeni Dünya Yay., Roman Yayınları Dizisi : 7. Desen Ofset Mat. Temmuz 1980. s. 158.

(2) A.g.e., s. 159.

(3) A.g.e., s. 223-224.

(4) A.g.e., s. 279.