Prof. Dr. M. KemaI ÖZERGİN: Ahmed Yesevi ve Yesevilik

Dînî-Tasavvufî

Edebiyatımızdan

“DÎVÂN-I HİKMET”

Prof. Dr. M. KemaI ÖZERGİN

Türk edebiyatının dini-tasavvufi alanından bir eser olan “Divân-ı Hikmet”, günümüze ulaşmış hacmiyle bir güldeste (antoloji)’dir. Dokuz yüzyıldan beri toplumumuzda ilgi görmüş ve istifadeyle okunmuş olan bu güldestenin oluşması, daha XII. yüzyılda Hâce Ahmed Yesevi’nin “hikmet” türündeki man-zumelerinden seçilmiş bir derleme çevresinde başlamış ve istinsah edildiği her yörede buna katılan başka parçalarla da zenginleşmiştir. Derleme bir kaç yüzyıl sürdüğünden dolayı, Divân-ıHikmet yalmz XII. yüzyılın değil, aslında dört yüzyıllık bir edebiyat ürünü olmaktadır. Öte yandan bu özelliğiyle, edebiyatımırun elimizdeki bir kişiye bağlı kalmış, aksine top-lumun yakın ilgisiyle hazırlanmış dini-tasavvufi nitelikte en eski güldestesidir.

Hâce Ahmed Yesevi ve Yesevilik

Horasan’ın tasavvuf ve tarikat gelenekleri Mâve- râünnehr (Turan)’a girdikten sonra, X. yüzyılda Buhâra, Semerkand, Fargâna, Kâşgar gibi kültür merkezlerinde sofilik akımı yayıldı ve mutasavvıflar çoğaldı. Dervişler orada, fikirlerini Türkler arasında daha kolay analatabilmek üzre, eski Türk şâir-musikici (ozan, âşık) kişiliğini benimsemişlerdi. Böylece eski geleneklere uygun yoldan İslâm’ı, tasavvufu ve tarikat fikirlerini halk içinde anlatıp taraftar topladılar. XII. yüzyılda orada faaliyet göstermiş mutasavvıflardan biri de, Yesevilik tarikatının kurucusu, değerli dü- jünür ve edebiyatçı, “Pir-i Türkistan” diye tanınmış Hâce Ahmed Yesevi (ölm. 1166, Yesi)dir. Bir Türk’ün kurduğu bu ilk İslâm-Türk tarikatı Yesevilik’e binlerce mürid katıldı. Tarikat ilk adımda Sır-deryâ (Seyhun) soyunda, Şâş (Taşkent) bölgesinde ve galiba Batı Sibirya bozkırlarının güney kesiminde tutundu. Hâce Ahmed Yesevi’nin önde gelen halife ve müridleri arasında Hakim Süleymân Bakırgâni, Baba Mâçın, Şemseddin Özkendi, Khudâydâd, Kul Nesimi, Ubeydi vb gibi edebiyatçı mensupları çalışmalar yaptılar. Bu ilgi ertesi XII. yüzyılda bütün Mâverâünnehr’de, Hârizm’de, Horasan’da, Karadeniz kuzeyindeki Kıpçak bozkırında yayıldı ve hatta Azerbaycan ile Anadolu’da da görüldü. Yeseviük tarikatı bu yüzyıllar boyunca değişik yörelerde benimsendi ve Hâce Ahmed Yesevi’nin bir çok halifesi, şagirdi ve ona gönülden bağlı muhiblçri tarafından devam ettirildi. XIV. yüzyılda halk arasında süren yaygın ilgiyle, Sultân Temür (h: 1370 -1405) Hâce Ahmed Yesevi’nin Yesi’deki mezarı üzerine koskoca bir türbe yaptırdı (800 / 1397 – 98). Türkistan’daki tasavvuf hareketlerinin en büyük mübeşşiri kabul edilen Hace Ahmed Yesevi, tesirini Türk tasavvuf, fikir ve edebiyat hayatında uzun yüzyıllar sürdürdü. Onun hatırası Türkistan, Doğu Avrupa’daki îdil boyu, Azerbaycan ve Anadolu Türkleri arasında yüzyıllarca yaşadı. Yesevilik’ten daha sonra Haydarilik, Bektaşilik ve Nakşbendilik tarikattan doğdu. Böylece yerini Türkistan’da Nakşbendilik’e ve Anadolu’da Bektaşilik’e bıraktı.

Yesevi Hikmetleri

Hâce Ahmed Yesevi nin İslâm esaslannı, tasavvuf bilgisi ile tarikatı fikirlerini halk arasında aniatıp yaymak üzre, yaşayagelen geleneğe uygun bir yolu * tuttuğu, amacına ulaşmak için, edebiyatmeski ve basit şekliyle manzumeler söyledi. Bunlarda dini, tasavvuf! ve ahlâki konulan işledi, tarikatının “sülük âdâ-bı”nı anlattı. İşte bu türe “hikmet” adı veriliyor. Halkın nazım şekli ve kendi diliyle olan Yesevi hikmetleri halk arasında kolayca tutundu ve benimsendi. Doğuda ve batıda’ uzanan Türk topluluktan ağzında yayılıp gitti. Çok’ kimse de bunlan toplamaya girişti.

Bu sırada Yesevi hikmetleri tesiriyle, ölçülü söze kabiliyetti Türk toplumunda yeni manzumeler yazıldı. Pir-i Türkistan’ın önde gelen halife ve müridleri, bu tarzda tasavvufu ve zâhidliği sevdirici şiirler söylediler. Böylece bu hikmet tarzı çevresinde yeni bir akım doğdu ve edebiyatın dini-tasavvufi alanı zenginleşti.

Yesevi hikmetleri, onlara söylenmiş nazireler, halife ve müridlerin manzumeleri, hatta sonraki yüzyılların tasavvuf yolundaki Benzer parçalan bir güldeste halinde toplanmaya başlandı. Bu güldeste toplumda gördüğü yaygın ilgiyle, bir yörenin derlemesi başka bir yerde istinsah edilirken, beğenilmiş başka manzumelerin de eklenmesiyle hacmi büyüdü.” Divan-ı Hikmet” adı verilmiş bu külliyat, dini ve milli unsurlan taşıdığı için halkın elinden düşmüyordu.

Türk toplumu içinde, hem halk ve hem de yüksek tabakaya hitap edebildiğinden, her köşede üstün bir ilgiyle karşılanıyordu. Yüzyılımızda bile, ağır siyasi baskıya rağmen yalnız üzbekler ile Kazaklar arasında değil, aynı zamanda Kırgızlar ve Türkistan’ın öteki topluluklannda üstün bir hürmet ve ilgiyle aranmaktadır.

“Divân-1 Hikmet “

Yukandaki kısa açıklamadan görülüyor ki Divân-ı Hikmet, edebiyatımızın XII. yüzyılda derlenmeye başlanmış eski yadigârlanndan biridir. Yesevi hikmetler, ona nazireler ve aynı yoldaki başka manzumelerden oluşan bu güldeste, Hâce Ahmed Yesevi’ye gönülden bağlı olanlar veya başka müsterihler elinde yüzyülar boyunca istinsah edildiği sırada > eni parçalar katılagelmiştir. Şimdi elimizdeki bir çok elyazması veya basımı nüshada Yesevi hikmetlerinden başka sonraki yüzyı.’lann manzumesi de bulunuyor. Bunlardan dolayı Divân-ı Hikmet’i yalnız Hâce Ahmet Ye- se’nin kendi eseri gibi ele almak yanlıştır. Bu güldestedeki manzumelerin hepsinin ona ait olup olmadığı üzerinde durmakda yersizdir. Metnin kısaca gözden geçirilmesi bile, manzumelerin mahlâslannı ve dolayısıyla asıl şairlerini ortaya koyar. Güldestenin muhtevası, her birine farklı manzumelerin alınmasıyla, yazıldığı çağa ve yöreye göre değişmektedir. Nitekim bilinen elyazması ve hatta tasma nüshalar birbirini tutma ve az-çok farklıdır. Sözgelişi basılmış metinler arasında Mankistav Tmıştık-oglı’nın hazırladığı nüsha (Kazan 1901) en hacimlisi olup, 159 manzume bulunmak tadır.

Esasını Hâce Ahmed Yesevi’nin eserleri teşkil eden bu dini-tasavvufi manzumeler güldestenin adındaki Divân burada “şiir derlemiş kitap”, Hikmet ise “vaiz, nasihat, ibretli söz, hikmetli (bilgili) söz” anlamlanna gelmektedir. Bu ad, manzumelerin çoğunun başlığında bulunan “Hikmet” sözünden alınmıştır. Bu tür şiirlere, ne zamandan beri “hikmet” adının verildiğini, elde ömek bulunmadığından açıklıkla bilemiyoruz. A- dın arapça kökten olmasına bakılırsa, “bu XII. yüzyıldan itibaren söylenmiş olması da mümkündür. Çoğu halkın nazım şekli, hece ölçüsü ve diliyle yazılmış ve “hikmet” denilen bu hakimane manzumeler, İslâm dini, Türkistan tasavvufu, Yescvilik fikirleri ve Türk dili bakımlanndan pek değerlidir.

Eski gelenek ve Yesevi tarzı hikmetler

Türk edebiyatının en eski geçmişe sahip bulunan dini-tasavvufi alanında, manzum yapı bakımından yüzyülar boyu sürmüş sağlam bir gelenek “ötülür. Burada üzerinde durduğum hikmetler ise, işte o bütünün bir parçası ve ortaya değişik bir akım koymuş ayn bir yeni tarzıdır. Dini-tasavvufi alanda zâten var olan edebi ürünler arasındaki bu yeni tarza “Yesevi tarzı hikmet” diyebiliriz. Bu edebiyatta XII. – XV. yüzyıllar boyunca, şimdiki bilgimize göre, iki tarz hakim bulunuyordu. Batı Türkistan ile İdil boyunda “Yesevi tarzı hikmet” türü hüküm sürerken, Azerbaycan ile Anadolu’da değişik bir tarz görülüyordu. Yesevi tarzı hikmet akımının bar.mJa kurucu olarak, Türk edebiyatının seçkin kişisi Hâce Ahmed Yesevi vardır. Bu “Yesevi tarzı hikmef’in, sonraki yüzyıllarda daha çok doğu ve Batı Türkistan ile İdil boyu Türk toplulukları arasında sekiz-dokuz yüzyıl yaşadığı biliniyor. Oralarda bu tarzı sürdüren şâirler yetişmiş ise de, ne yazık ki eskileri, bu Divân-ı Hikmet’e alınmıştan dışındakiler yılların ihmali içinde unutulmuştur.

Divân-ı Hikmet’in XII. – XV. yüzyıllar gibi oldukça eski devir şâirlerinden metinler toplaması, onu büyük bir değer kazandırıyor. Bu niteliğiyle Türk kültürünün “Geç Ortaçağ” dan kalmış mühim bir edebi mirasıdır.

Dar açıdan bakılırsa, Yesevilik tarikatının bir kaç yüzyıllık ortak edebiyat ürünü olarak da kabul edilebilir. Türkistan halkı arasında sağlam bir tasavvuf merkezi kurmayı başarmış olan Hâce Ahmed Yesevi’nin başlattığı akımla, bu güldeste yüzyıllar boyu din ve tasavvuf alanında başta tutulmuş mühim bir eser ol-muştur. Bölgesi edebiyatının ha)k ve yüksek katlan için, aynı ölçüde tesirli bir eser elduğunda hiç şüphe yoktur. “Yesevi tarzı hikmet”in yalnız tasavvuf ve tarikat esaslannı değil, o yüzyıllarda İslâm dininin göçe- revli Türkler arasında sağlamca yerleşmesine de hizmet etmiş olmalıdır, öte yandan toplum içinde zühd duygusunun ve tarikat fikirlerinin gelişmesi, bu tarz manzumelerin yüzyıllarca yaşamasını sağlamıştır. Yesevi hikmetlerinin, sonraki bazı dini-tasavvufi edebi- vh( şâirlerine mühim tesiri olduğunu biliyoruz.

Hikmet, aynı zamanda Yesevilik tarikatı es*.- ve fikirlerinin öğrenilmesinde başta gelen kaynaklardan biridir. Bu güldestedeki eski şâirler, karşımıza gerçek bir ‘halk ahlâkçısı’ olarak da çıktıklarından, manzumelerini “ameli ahlâk” bakımından incelemek muhakkak ki yararlı olacaktır.

Divan-ı Hikmet adını taşıyan bu çok tutulmuş ve pek geniş bir alanda yayılmış güldeste, her yörede başka manzumeler katılması, çağı diline ve hatta bölge ağzına yaklaştırılmasıyla, yüzyıllar boyunca türlü değişikliklere uğramış ve ne yazık ki, asıl tertibini oldukça yitirmiştir. Nitekim onu ilk inceleyenler, metnin XIV. veya XV. yüzyıldan kaldığını sanmışlardı.  Şimdi bu durumdan dolayı, güldeste metnini bir bütün olarak düşünmek, manzumeleri ait bulundukları yüzyıllara göre dikkate almak zorunluğu vardır, önceki yüzyıllara ait manzumelerde metnin yalnız özü ve temel kavramları saklanıp kalmış olmalıdır. Bu en eskilerin hitap ettiği toplumun seviyesine göre olduğu da dikkati çeker. Sonrakilerde ise, kavramlar, olgunluk ve incelik bakımından gelişme görülür.

Güldeste şâirleri

Türk tasavvuf ve edebiyatında mühim bir yeri bulunan Divân-ı Hikmet’in çeşitli nüshalarında, aşağıda, adlarını topluca sıraladığım bir çok şâirin manzumesi bulunuyor. Bunların başında, güldestenin de merkezini teşkil eden Hâce Ahmed Yesevi (ölm. 1166) gelir. XII. yüzyıl gibi oldukça eski bir çağın edebiyatçılarından biri olarak, ayn bir değer taşıyan Hâce Ahmed Yesevi’nin bütün manzumelerini toplamış ayrı bir ”Divân”ı henüz bulunamamıştır. Güldestedeki manzumelerinde “ikinci defter”den söz ettiğine bakılırsa, söyledikleri bir kaç defter tutmaktadır. Büyük mutasavvıf eldeki manzumelerinin çoğunda, “Hâce Ahmed” olmak üzre, alfabe sırasıyla “Ahmed, Ahmed-i Miskin, Ahmed-i Şikeste, Hâce Ahmed Yesevi, Kul Ahmed, Kul Hâce, Kul Hâce Ahmed, Miskin Ahmed, Miskin Hâce Ahmed, Sultan Ahmed, Sultân Hâce Ahmed, Yesevi mahlâslannı kullanmıştır. Bu çokluk galiba bazı araştırıcıları şaşırtmaktadır. Yesevi hikmetleri, eldeki güldeste nüshalarında yüzü aşkındır. Bu sayı, onun kendi sözüne bakılırsa, asıl külliyatın pek azıdır. Güldestenin bir yerinde geçen (günümüz türkç esiyle):

Hâce Ahmed her bir sözü derde derman

Talebgere beyân kılsam kalmaz arman

Dörtbin dörtyüz hikmet ayttım Hak’dan ferman

Fermân olsa öle-ölence söylerim ben

dörtlüğü, Yesevi hikmetlerinin sayısını hiç olmazsa 4400 olarak gösterir. Bu sayı gerçek ise, onların çoğu bize henüz ulaşamamış demektir.

Güldestedeki manzumeler üzerinde yapılacak dikkatli bir inceleme, onlann şâirlerini ortaya koymaktadır. Hepsi Batı Türkistan ile İran bölgesinden olan Öteki şâirleri, kurada mahlâslanyla sıralıyorum:

Azîm; Baba Maçın; Behbudi ; Es’ad; Fakiri ; Fuzulî; Garib, Garîbî, Kul Garîb ; Hâcı Sâlih ; Hâlis; Hâ-nüd; Huveyriâ ; İtkaani (İykaani?) ; Kâni; Kaasım; KemâlKul Hâce Ahmed (Yesevi’niııki ile ayııı mah-lâsı taşıyan bu şâir, meündeki bilgilerden anlaşıldığına göre, bir kaç yüzyıl sonra yaşamıştır).

Kul Süleymân [ öz adı Hal im Süleyman Ata, Süleyman Bakırgâıü’dir. Hâce Ahmed Yesevi’nin ilk muakkibi ve üçüncü halifesidir, (ölm. 1186).

Kul Şerifi, Şerifi (Şerefi?); Meczub ; Meşreb; Şâh Meşreb; Nesînî; Nevâyî; Seyfeddin; Şems, Şemseddin, Kul Şemseddin ; Şuhûdî; Tâlib; Ubeydî, Kul Ubeydî i’ıeysî: Yûsuf Beyzâvî; Zelîlî.

Manzumelerde dış yapı

Divân-ı Hikmet manzumeleri, dış yapı (nazım şekli) bakımından pek değişiklik göstermez. Hele en eskileri, belli bir kalıp içindedir. Her manzume, çoğunlukla bir kaç bendüktir. Bunların da çoğu dörtlüklerden kuruludur. Bendlerde 4,6,8, ve 10 beyittik olanlar da vardır. Manzumelerde ölçü olarak, çoğunda Hece (Boğun) ve pek azuıda Aruz kullanılmıştır. Bunlan yüzyıllara göre ayırdığımızda, son iki yüzyıldan olanların az bir kısmı Aruz ölçüsüyledir. Çoğunluğu teşkil eden Hece ölçüsünde ise, Türk edebiyatında pek eskiden beri çok kullanılmış yedili (4 + 3) ve onikiü (4 +4 +4 ) olanlar ağır basar. Dörtlüklerde her bendin ilk üç mısraı kendi arasında, son mısralar ise bütün manzume boyunca birbiri yle kafiyelidir. Kafiye, yine eski geleneğe bağlı olarak, “yarım/aksak kafiye”, “redif veya serbest olarak görülüyor.

Yesevi tarzı hikmetler, nazım şeklinde yeni bir kalıp getirmemiş, yüzyıllarca geçmişin boyunca halk arasında tutulagelmiş ve beğenisinde yerleşmiş köklü şekillere ıyulmuştur. Bunlar şiir sanatı bakımından, Türk halk edebiyatında görülen, dörtlükler ile kurulu ve bizde “koşma, ilâhı”, Batı Türkistan’da “koşuk, öleng” denilen şekle pek yakındır. Aruz ile söylenmişler ise, gazei biçimindedir. Divâıı-ı Hikmet manzumeleri. dini-tasavvufi edebiyatımızın şiir türünde kaybolmaktan kurtulup elimize gelebilmiş değerli ürünleridir. Bunlar arasında, sonra “lestâıı” denilen tütünün eski örneklerini bulmak mümkündür. “Mirâciye” denilen uzun manzume tütünün galiba ilk örneği de yine ondaki “Mi’râc-nâme” de görülmektedir.

Bütün bu basitliğine karşılık, eski manzumelerin gizli bir âheng taşıdığı da seziliyor, ölçülü sözle anlatımın yanısıra, sanki bir musikinin âheng ve temposu da duyuluyor gibidir. Bu nitelik bakımından yine en eski, sözgelişi IX. – XII. yüzyıllar Uygur ve Hakanlı edebiyatı ütünleriyle aynı özellikleri taşıdığını söylemek yanlış olmasa gerektir, ölçü ile kafiye, bir az değişmez ve sert tesir yaparsa da, kulakta bıraktığı âheng değişik olup, tarikattaki “zikr” açısından uygundur. Rahmetli M. Fuad Köprülü’nün dediği gibi, manzumelerde her dörtlüğün sonundaki mısrâların aynen veya kafiyece tekrarı, onların tek başına okunabileceğinden çok, belki de dini toplantılarda (zikrlerde) topluca söylenmek üzre böyle yapıldığını göstermektedir.

Önceki yüzyılların hikmetleri, ağızdan ağıza söylenip, mecmuadan mecmuaya geçilirken kendi çağı dilini ve belki de üslubunu değiştirmiştir. Metnin dili, yazıya geçiren veya istinsah edenlerin elinde hep değişen çağmkine yaklaştırıldığında!!, eldeki nüshalara dilbilimi bakımından itimat edilemez. Bunlarda metnin diline onu hazırlayanın çağı ile bölgesi ağzının aksettiği görülmektedir. Sözgelişi bazılarında Özbek türkçesi hâkim iken, Mankıstav Tırıstık-oğlu’mn basımında metnin dili-kazak ağzı türkçeye pek yakındır. Bu duru nidan”dolayı, metnin dili üzerinde şimdiye değin değişik görüşler ileri sürülmüştür. İlk inceleyenlerden A. Vambery (1867), Thurv Joseph (1903) ve F. Ye. Korş (1909), onu Çağatay edebi dili alanında saymış ve hatta Hokand Hanlığı’nda konuşulan lehçe olduğunu söylemişlerdir. M. Fuad Köpıülü (1918} ise XII. yüzyılda Türk lehçelerinin coğrafya dağılışın göz önünde tutarak Yesevi hikmetlerinin asıl diünin “Kutadgu Bilik” diliyle hemen farksız olarak edebi “Hakanlı türkçesi*’ saymaktadır. Türkolog T. Menzel (1925), güldesteyi “Kutadgu Bilik” ile birlikte Kök-türk yazıtları dilinde kabul etmektedir. Daha sonraları N. A. Baskakov (1960), onu “Ortaçağ Karahanlı-Hârizm şivesi” alanına yerleştirmekte ve Karluk-Hâ-rizm edebi şivesinde görmektedir. Divân-ı Hikmet, A. Caferoğlu (1974)’na göre, “Müşterek Ortaasya Tlirk-çesi’nin Karahanlı dalından”dır. Bu görüşlerde yalnız Hâce Ahmed Yesevi’nin yaşadığı çağın dikkate alındığı anlaşılmaktadır.

Gerçekten elde bulunan yazma ve basma nüshalar, dil bakımından yanıltıcıdır. Metin gözden geçirilince, dilin daha çok XIV. – XV. yüzyıldan olduğu görülür. Bu bif kaç yüzyıllık güldestede, özellikle önceki devreye ait manzumelerde o çağın dili korunmamış tır. Ancak sonrakilerin diüıfe güvenilebilir. Bundan dolayı Yesevi hikmetlerinden Ses-bilgisi ile Yapı-bilgisi bakımlarından ciddi sonuçlar çıkarmak güçtür. Bütünüyle ele alındığında Dlvân-ı Hikmet’in dili, “Orta Türkçe devresi (850 – 1500)”nden ve bütün Türkistan’a hâkim “Hakanlı türkçesi”ndedir.

Manzumelerde iç yapı II. XV. yüzyıllar arasında derlenmiş Divân’ı Hikmet manzumelerini iç yapı açısından gözden geçirdiğimizde, onlann konu bakımından değişmez ve sınırlı olduklannı görürüz. Manzumeler basit, saf ve içten söylenmiş olmakla birlikte daha çok öğretici (didaktik) niteliktedir. Konulanna göre kü-melendirildiğinde başta din olmak üzre, belli bir kaç kesimin işlendiği ortaya çıkıyor.

Dini kesimin ana teınalan Allah, Peygamber, İslâm esasları, dünya ve âlıiret hakkında sünni açıdan bilgilerdir. Bunda dinin farzları, Hak yolunda temiz niyetle hizmet etme, dünya üzerine düşmeme, hilekârlık ve suiistimal yapmama, beş vakitük namazı kazâ etmeme, dini menkıbe ve hikâyeler, Hz. Peygamber’in hayatından ibretli hikâyeler ve mucizeler, sonu dini ve ahlâki öğütlerle biten bazı tslâm menkıbeleri, bazı şer’î ve ahlâki esaslar, Cennet ve Cehennem tavsirleri, dine bağlı ahlâkî gonişler, nasihatlar, çeşitli din meseleleri… ele alınmıştır.

Tasavvuf kesiminin manzumeleri de çok sayıdadır. Bunlar yine öğretici nitelikte olup, hele ilk iki yüzyıldan olanlannda derin bir tasavvuf ruhu görülmüyor. Tasavvufta pek ileri gidilmemiş, daha çok Allah sevgisi, hayatın fâniliği, dünya halinden şikâyet, kıyâmet günleri korkusu … gibi unsurlarla zühd yoluna girilir ve onun meseleleri üzerinde durulur.

Hâce Ahmed Yesevi’nin hikmetlerinde Yesevilik tarikatının inanç ve görüşleri usul ve âdâbı, dervişliğin hali ve dervişlerin erdemliliği anlatılır. Bunlara sevgi aşılayan medhiyeler söylenir. Bu kesim Ye-sevilik bakımından değerli bilgi verir.

Bütün bunlar mutasavvıfların yakın ve uzak çevresine dini, tasavvufu ve kendi tarikatını tanıtma yolunda üzerinde duracağı, halka anlatacağı hususlardır.

Hâce Ahmed Yesevi, bazı manzumelerinde tabiatı, çağının toplum hayatını, bundaki iyi ve kötü şartlan da ele almıştır. Dünyaya insan sevgisiyle dolu bakar. Çağa uymaması kınar, iki yüzlülüğe karşı çıkar. İnsanlar arasında dostluğu, sevgiyi ve birliği dile getirir. Medresede okuyup bilim almayı öğütler. Güldeste di-ni-tasavvufi alanda olmakla birlikte bazı şâirler kendi çağındaki zorbalıkları, bazı dindar geçinenlerin insafsızlıklarını kınamaktadır. Manzumelerden Hâce Ahmed Yesevi’nin hayatı hakkında bazı bilgiler çıkanla-bildiği gibi, sonraki yüzyıllann bir kaç mühim fikri olayına da dokunulmuştur.

Bütün manzumelerin üslubu oldukça sade, dili açık ve halk edebiyatı özelliklerine yakın niteliktedir. Onlardan edebiyat unsurları bakımından yeterince bilgi çıkanlabiür, şâirlerin edebi kimliği, ûkirleri ve sanatı üzerinde sağlam bilgi tesbit edilir.

Manzumelerin iç yapısında olağanüstü bir taraf yoktur. En eskileri, “ölçülü söz”ü doğrudan telkin yolu sayan tutum içindedir. Çoğunda ince coşkunluk duyulmaz, sanat öne alınmaz ve şiir güzelliğine pek dikkat edilmez. Bu yalınlığa rağmen, açık dil ve fikir içinde dini sağlamlık, hayat ötesine doğru yönelme, geniş muhabbete dayanan bir zülıd bütün içtenliğiyle duyulur. îlk devre manzumeleri, gerçek şiir olgunluğundan yoksun ise de, sonrakilerde tasavvufun ve düşüncenin inceliği hakim olmaya başlar.

Rahmetli M. Fuad Köpriilü’nün tesbit ettiği üzre, Yesevi tarzı hikmetlerde biri dini-tasavvufi, öteki milü olmak üzre temel iki unsur açıkça görülür. İslâm dini kaynağından alınmış birinci unsur, konularda ağır basar. Türk edebiyatından gelmiş İkincisi ise, nazım şekline hâkimdir. İşte bu yoldan halka, onun nazım şekli içinde konuyu takdim etme daha kolay ve tesirli olmuştur.

Üzerinde araştırmalar

Divân-ı Hikmet geçen yüzyıl başlanndan beri yalnız türkoloğların dikkatini çekmiş ise de, üzerinde yapılan incelemeler ve verilen bilgi yetersiz kalmıştır. Eseri batıda ilk tanıtan A. İ. Levşin (1832) oldu. Güldesteden 8-10 parçayı ilk kez A. Vambery (1867) “Çağatayca dil incelemeleri” adlı eserinde (36-37, 115 – 123) yayımladı. Daha sonra A. Pavetde Courteille (1882), kendi elindeki nüshayı duyurdu ve ondan yalnız bir beytini aktardı. Yine o sıralarda Şeyh Süleymân Efendi (1882) de sözlüğünün çeşitli maddelerinde örnek olarak 61 yerde 168 mısra verdi ve ayrıca güldestenin tamamını bastırdı. Thury Joseph (1903), ondördüncü yüzyıl sonlanna kadar Türk dili yadigârları konulu çalışmasında, bu eseri kısaca tanıttı. Ancak onun Hâce Ahmed Yesevi, çağı ve eseri dili üzerinde verdiği bilgiler zayıftır. P.M. Melioranskiy, İslâm ansiklopedisi’ndeki maddede büyük mutasavvıfı ve eserini kısaca tanıttı. F. Ye. Korş (1909) da Türkler’in en eski halk manzumelerini ele aldığı yazısında onun üzerinde durdu. Divân-ı Hikmet i ilk kez M. Fuad Köprülü (1918), değerli eseri “Türk edebiyatında ilk mutasavvıflarda geniş ölçüde ele aldı. Yine ona ayırdığı makalasinde, Th. Menzel (1925), güldestenin üzerinde de durdu. Fuad Köprülü’nün “Türk Edebiyatı tarihinde (1926) eski incelemesinin iyi bir özetini buluyoruz. H. Tevfik – Hamâmzâde İhsan – Hasan Ali (1926) ile Fıtrat (1928)’in edebiyat güldesetelerinde Divân-ı Hikmet’ten alınmış parçalar vardır. Daha sonra A. R. Borovkov (1948), Özbek dili tarihi üzerindeki yazısında bu esere de dokundu. A Gölpınarlı (1961)’nin Divan-ı Hikmet’i tahlil eden sayfalan pek zayıf ise de, V. M. Kocatürk (1970)’ün güldesteyi geniş incelemesi değerlidir. Dil bakımından yeni bir incelemeyi A. Caferoğlu (1974)’nun ‘Türk dili tarihi, II’nde buluyoruz. Bütün bu saydıklarımın değerli eseri yeterince inceledikleri söylenemez.

Düşünceler

Divân-ı Hikmet, burada anlatmaya çalıştığım gibi, XII. – XV. yüzyıllarda Batı Türkistan ile İran bölgesinde derlenmiş dini-tasavvufi bir güldestedir. Onun Türk kültüründe, din, tasavvuf, edebiyat, dil ve fikir hareketleri bakımından mühim bir yeri vardır. Halbuki bugüne değin hep dar açıdan ve yetersiz bir tutumla ele alınmış, yersiz münakaşaların konusu yapılmıştır. Bu anlayışı bırakmak ve onu burada tanıtmaya çalıştığım gibi incelemek gereklidir. Divân-ı Hikmet’in Hâce Ahmed Yesevi’nin eseri olup-olmadı-ğı üzerinde durmak ne denli yersiz bir davranış ise, onu yalnız değerli mutasavvıfın ürünü sayarak öteki şâirleri dikkate almamak o ölçüde yanlıştır.

Güldestenin, Hâce Ahmed Yesevi yanında yer almış şâirleri de dini-tasavvufi edebiyatımız alanında eser vermiş değerli kişilerdir. Onlann her biri, ayrı araştırmalann konusudur. Yesevi’yi ele alıp, ötekileri bir kenara itmek, bilim açısından anlaşılmaz bir tutumdur. Belirttiğim yolda yürütülecek bir araştırma ve incelemeyle, edebiyatımızın zayıf kaldığı sanılan bir devresinden bir çok edebiyatçının tanınacağı, e-serlerinin öğrenileceği muhakkaktır.

Bu gerçeğin ışığında, Divân-ı Hikmet bir güldeste olarak ele alınmalıdır. İlk adımda bilinen bütün yazma ve basma nüshalar bir araya toplanmalı, metinleri birleştirilmen ve tek bir güldeste haline getiri’melidir. Ortaya çıkacak eksiksiz külliyât, şâirlerine’göre küme-lendirilmeli, onlar da yaşadıklan yüzyıllara bakılarak sıralanmalıdır. Bu değerlendirmede, tarihi dil, kavramlar ve iç kayıtlann iyi birer delil olacağı muhakkaktır. Ana hatlanyla gösterdiğim çalışma sonunda, önümüzde değerli ve pek istifadeli bir metnin çıkacağından şüphem yoktur.

Güldestenin elyazmalan

Orta Türkçe devresi’nden ve arap yazısıyla yazıya geçirilmiş Divân-ı Hikmet’in eski ve güvenilir bir nüshası şimdilik günümüze ulaşamamış görünüyor. Bilinen en eski elyazmalan, XVII. yüzyıldandır. Çok okunduğu, elden ele sık gezdiği için eski tarihli nüshaları yıpranıp gitmiş olmalıdır, öte yandan eldeki yazmalar da, yazı çirkinliğinden ayn, metinde imlâ tutarsızlıklan ve istinsah edenlerin yanlışlanyla doludur.

Tesbit edebildiğim, ancak bir kaçının şimdi nerede olduğu bilinmeyen elyazması nüshalar şunlardır :

(1)          Ahmed Vefık Paşa özel ktp.% nr. 1039 148 yaprak, 1105/1693-94 tarihlidir.

(2)          İst Üniversitesi ktp., TY nr. 3898 Talik yazıyla 13 satirli 119 yaprak, 1260/1844* 44 tarihli.

(3)          Türkiyat Enstitüsü ktp. nr. 331 sayfa, 1290/1873-74 tarihli (N. F. Kata-nov’dan)

 

(4)          Millet ktp., Aliemiri-Manzum nr. 17 . Talik yazıyla 23 satirli 85 yaprak.

(5) Millet ktp., Aliemiri-Manzum nr. 17 Talik yazıyla 23 satirli 86 yaprak.

(6-9) Leningrad, Asya Müzesi ktp., nr. 239 (burada dört nüsha vardır)

(10)        Macaristan Bilimler Akademisi ktp. nr.

(11)        A. Pavet de Courteille özel ktp.

(12)        Prof. Dr. A. Caferoğlu özel ktp.

Güldestenin basımları

Divân-ı Hikmet, geçen yüzyılın 1878 inden başlamak üzre Kazan, İstanbul, Taşkent, Buhâra ve Kağan şelürlerinde, gördüğü ilgiyi gösterecek ölçüde, bir çok kez basıldı. Ancak bunlann tam bir cedvelini, Türkiye imkânlan içinde çıkarmak mümkün olamadı, öğrenebildiğim baskıları şunlardır:

1) Hikem – Hazret-i Sultânül-Arifin Hâce Ahmed Yesevi Kazan 1295 [ 1878 – 79]. 125 sa. (içinde 63 manzume)

(2)          Divan-ı Belâgat-ünvân-ı Sultân el ‘Arifin Hâce Ahmed Yesevi (yay; Şeyh Hâcı Süleymân Efendi). İstanbul 1299 [1882]. Matbaa-ı Osmaniye. 278 sa.

(3)          Divân-ı Hikmet, Sultân el -arifin Hâce Ahmed İbn Mahmud İbn İftihâr-ı Yesevi. Kazan 1311 [1893-94], Kazan üniversitesi basmahanesi., 262 sa. (içinde 135 manzume)

(4)          Divân-ı Hikmet, [İstanbul 1311 / 1893]. 278 sa.

(5)          Divân-ı Hikmet, Kazan 1896. 277 sa. (içinde 148 manzume)

(6)          Divân-ı Hikmet. Taşkent 1314 /1896J. Taşbasması. 154 sa. (içinde 136 manzume)

(7)          Divân-ı Hikmet…(yay: Mankıstav Tınıştık-ugü). Kazan 1901. Kerimov basmahanesi. 135 sa. (İçinde 159 manzume).

(8)          Divân-ı Hikmet…İstanbul 1318 /1900-01], taşbaskısı. 207 sa.

(9)          Divân-ı Hikmet….Taşkent, 1902. Taşbaskısı. 202 sa.

(10)        Terceme-i Divân-ı Ahmed Yesevî, İstanbul 1327 [1909]. Hürriyet matbaası. 84. sa

(11)        Divan-ı Hikmet … İstanbul/ ts. taşbaskısı. 207 sa.

NESİL dergisi; Haziran-Temmuz 1980, Sayı: 45-46, s.8-12.