+++Dr. Hayati BİCE: Gülsarı

Dr. Hayati BİCE:

GÜLSARI (Film Eleştirisi)

Cengiz Aytmatov’un  “Kopar Zincirlerini Gülsarı”

adı ile Türkiye Türkçesine aktarılan eserine

dayanılarak çekilen film hakkında  1987 yılında

yazılmış bir değerlendirmedir.

 

“KOPAR’ DI   ZİNCİRLERİNİ  GÜLSARI”

– Bir Film Değerlendirmesi –

Dr. Hayati BİCE

 

                “Kopar Zincirlerini Gülsarı” ünlü Kırgız Türk Yazarı Cengiz Aytmatov’un uzun hikayeleri arasında dikkati çeken bir eseriydi. Aytmatov’un bu güzel hikayesinden yola çıkarak hazırlanan ve Kazak Türkleri’nden bir ekibin çektiği film  ülkemizde de gösterime sunuldu. 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden yirmi yıl kadar sonrasının soğuk bir kış akşamı bir yaşlanmış arık at ile bir ihtiyar adamın düşe kalka yürüdükleri bir yolda başlayan film geriye dönüşler şeklinde kurgulanmış. Bu anlatım tarzının tersine kronolojil bir seyirle konuyu özetleyip mühim gördüğümüz hususlarda  “bir çift kelam” etmeyi tercih ettik.

2.Dünya Savaşı bittikten sonra  “bir savaş gazisi” olarak yurduna dönen bir Kırgız olan Tanabay obasında demirciliğe başlamıştır. ancak yerel “parti” teşkilatı kararıyla bir süre sonra obanın at sürüsü  (=yılkı) çobanlığı ile görevlendirilir. Tüm soydaşları gibi atın ve atçılığın yabancısı olmayan Tanabay usta bir yılkı çobanı (=eğiticisi) olur.Bu arada Gülsarı adını verdiği bir tayı yetiştirerek alımlı bir aygır haline getirmeyi de başarır.

Bu arada Gülsarı obanın geleneksel oğlak kapma yarışını da yörenin tüm ünlü atlarını geride bırakarak Tanabay’a kazandırmıştır. Böylece Gülsarı artık iyice ünlenmiştir; ancak bu giderek artan ün Tanabay’ı dramatik bir ayrılıkla karşı karşıya bırakır. Sonunda Tanabay’ın Gülsarı’sı  yerel “parti” başkanının olacaktır; çünkü obadaki herşey, sözde halkın olmakla beraber “parti”ye ve açıkcası “parti yetkilileri”ne aittir. Ancak Gülsarı defalarca obasına kaçarak yılkısına ve Tanabay’a döner. Nihayet -Anadolu’da “örük” denilen tarzda – ayakları zincirlerle bağlanan Gülsarı yine de obasına dönmekten engellenemez. Tanabay’dan, obasından, hürriyetinden kopartılamaz. Zincirlerine rağmen obaya dönen Gülsarıj’nın ayaklarına prangaların açtığı yaraları gören Tanabay’ın yüreğinde de öyle yaralar açılır…Ancak ‘ yöneticilere başkaldırmak ne büyük bir suçtur!.. Dolayısıyla Gülsarı tekrar “parti yetkilisi”n,n ahırına götürülür ve uslanması için o alımlı aygır “iğdiş” edilir.İğdiş edildikten sonra Gülsarı’nın perişan halini gören Tanabay kahrolur. Artık yılkı terbiyeciliğini de bırakmış olan Tanabay o hırsla sığındığı demirci ocağında eline aldığı balyozla örsü döver de döver; görünürde dövdüğü tavlanmış demirdir, ancak balyozun hedefi başka şeylerdir gerçekte, böylece Aytmatov da Tanabay’ın eline verdiği balyozla pek çok şeyin kafasına  balyozlar indirmektedir. İğdiş edilmiş Gülsarı bir daha zincirlerini koparmağa teşebbüs etmez; o artık ‘ıslah’ edilmiştir.

…Yıllar sonra yaşlandığı için çaptan düşen Gülsarı, obasına geri gönderilir. Artık yaşlı bir adam haline gelen Tanabay’ın at arabasının ‘baytal’ beygiridir. Tanabay Gülsarı’sına kavuştuğu için yine de mutludur; çünkü ellerinde büyüttüğü , nice yolları ve yılları beraber tükettiği sevgili atına kavuşmuştur. Varsın ikisinin de belleri bükülmüş olsun; yürekleri yine de o eski yüreklerdir.

Ancak Gülsarı artık yolların sonundadır. Bir kış akşamı, uzun bir yoldan dönerken son takati de tükenir, ayakta güçlükle durabilmektedir. Tanabay Gülsarı’nın koşumlarını çözer; gemini, kolanlarını gevşetir, çıkarır. Gülsarı yere yıkılıverir. Bir ateş yakan Tanabay, sırtındaki paltoyu (ki savaştaki kaputudur) da Gülsarı’ya sarar. Yolların sonunda veya sonuncusunun başında olan Gülsarı’ya sadece birkaç kelimecik söyleyebilecek gücü bulabilir Tanabay ancak: “Elveda dostum…Elveda biricik dostum!…”

Filmde senaryonun ana ekseni böyle.Bu ana eksen etrafında bazı çarpraz ilişkiler filmde bir çeşni olmaktan öte gitmiyor; bunun da özellikle böyle yapıldığı kanısındayız.

* * *

Bu yalın konu usta bir sinema diliyle anlatılarak seyircinin ilgisi diri tutuluyor. Yönetmenin bunu başarırken kullandığı bazı yöntemler – özellikle Türkiye sinema seyircisi için – oldukça ilginç. Kameranın bazı sahnelerde başdöndürüce bir hıza ulaşması filmin izlenmesinigüçleştiriyor; kameranın farklı düzlemlerde ustaca kullanılması ise övgüye ve kayda değer bir husus kameraman tarafından renk efektlerinin de yardımıyla beyazperde de oluşturulan tablolar usta bir ressam elindençıkmış zannı veriyor. Ayrıca ünlü Kırgız Türk’ü romancı Cengiz Aytmatov’un filme konu teşkil eden hikayesinin, zorun başarılarak iyi bir senaryo haline getirildiğini eseri okumuş olan seyirciler teslim edecektir.

* * *

Konunun önemli kısmının cereyan ettiği 1945-1950 yıllarında Sovyet yönetimindeki Kırgız obalarının yaşayışını yansıtan sahneler ‘bakir’ bir Türk Kültürünün örnekleri olarak görülüyordu. Oba göçü, harman, ata eğer vurulma töreni, oğlak yarışı gibi sahnelerde ‘komünist kolhoz’ (=kollektif çiftlik) yönetimindeki yaylalarda ne kadar etkili -daha doğrusu etkisiz- olunduğuna dair veriler pek çoktu. Aynı sahnelerde bunun yanında Anadolu Türklüğü ile kolayca kurulabilecek paralellikler de farkedebilenler için ne kadar çoktu.

İğdiş edilen Gülsarı’yı görünce Tanabay’ın ortaya koyduğu muhalefetten harketle sisteme ilişkin sorgulayıcı ve hatta mahkum edici soyutlamalar yapmak bir zorlama olmayacaktır.

Filmin en özenle çekilen sahnelerinden biri olan “oğlak yarışı” ise başlı başına bir destan gibidir. Filmin alt yazılarını yazanlar yarışın başındaki dua törenine “Omin Töreni” adını yakıştırmışlarsa da yarışçıların dua sonundaki “âmin”leri kulaklardan gizlenemiyordu.Yarışı Gülsarı ve Tanabay kazandıktan sonra perdeye düşen bir teşekkür ise yorum gerektirmeyecek kadar açıktı: “Bizlere bu gelenekleri miras bıraktığınız için minnettarız ey ecdadımız!…”

Ne diyelim?..Bizim de şöyle demeğe hakkımız var mı acaba:

 “Eline sağlık böyle bir eseri yazdığın için ey Cengiz Aytmatov; kalemine kuvvet!..Ve ceddinize rahmet ey filmin görünen ve görünmeyen kahramanları, ceddinize rahmet; ki bizim de ecdadımızdır onlar!…

____________________________________________

(*)  Dr. Hayati Bice’nin bu film eleştirisi yazısı Tercüman gazetesinin 3 Nisan 1987  tarihli sayısının Kültür-Sanat sayfasında mahlası olan  Oğuz Karaçay imzası ile yayınlanmıştır.

 

 

2