Cemal KURNAZ: Abdurehim Heyt (Doğu Türkistan)

BİZE

HEP AĞLAMAK

DÜŞÜYOR

Cemal KURNAZ

 

1990 yılı olmalı. Sovyetler’in dağılmasına daha bir yıl var. Demirperde ötesinden haber almak bir mucize. Kim bilir hangi şartlarda bize ulaşmış olan kasetleri kopyalayıp ilâhi gibi vecd içinde dinliyoruz. Reşit Behbudov’un

“Küçelere su serpmişem

Yar gelende toz olmasın”

diyen sesi içimize işliyor. Zeynep Hanlarova’nın “Lâleler“ini dinlerken bir hoş oluyoruz, içimizde bayraklar dalgalanıyor. Üzeyir Hacıbeyli’nin Leyla vü Mecnun Operası, nasıl oluyor da hem Batılı hem de millî olabiliyor, şaşıyoruz.

*

Bizim ömrümüz esir Türklere ağlamakla geçti. Elimizde mendil, çalmadan oynamaya hazırız.

O günlerde yolda bir arkadaşla karşılaştım. Türkiye’ye bir şekilde gelmiş bir Uygur Türk’ü. Baktım yanında mahcup, çekingen, Konya’nın köylerinden gelmiş gibi kara yağız bir delikanlı. Sanki yolunu şaşırmış bir göçmen kuş. 26 yaşında. Adı Abdurehim Heyt imiş.

Ezelden âşina gibi kucaklaştık, sarmaş dolaş olduk. Aldım eve getirdim. Bir hafta birlikte olduk. Kardeşlik duygusu böyle bir şey işte. Henüz altı yıllık evli olmamıza rağmen eşim Şefika Hanım büyük olgunluk gösterdi. Benim dersimin olduğu zamanlarda onu alıp Samanpazarı’na, Kale’ye götürdü, Ankara’yı gezdirdi. Biz onu çok sevdik.

*

Anlattığına göre ilk izlenimi şu olmuş: “Gece yarısı İstanbul Otogarı’na indim. Bir adam hızlı hızlı işe gidiyordu, ‘Selamün aleyküm’ dedi, ‘Aleyküm selam’ dedim. ‘Abi saat kaç?’ dedi. Söyledim. Teşekkür etti. Beni yabancı görmedi. O sordu, ben anladım. Ben söyledim, o anladı. Dünyalar benim oldu.”

*

Dostlarımıza haber verdik. Mehmet Alkan, Bayram Bilge Tokel ve başkaları… Mehmet Özbek, onun üslûp sahibi ve özgün besteleri olan değerli bir sanatçı olduğunu söyledi, bazı kayıtlar yaptı. Daha o tarihte 200 kadar bestesi varmış.

Biz sokakta bir hazine bulmuştuk.

Gazi Eğitim Fakültemizin dekanı Prof. Dr. Reşat Genç’ti. Durumu anlattım. Öğrencilerimize bir konser verdirmeye karar verdik.

Türkistan müziğine dair bilgimiz çok az. İnternet yok, iletişim yok.

Müzik Bölümü’nün konser salonu, aralardaki merdivenler dâhil tıklım tıklım dolu. Çoğu ayakta.

Abdurehim, “Siz Kâşgarlı Mahmut’u bilir misiniz” diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan “Biliriz!” dediler. “O, bizim ulu ata babamızdır. Ben onun kabrini ziyaret ettim, bir şiir yazdım, besteledim. Okuyayım mı?” dedi. Öğrenciler, “Oku!” dediler.

“Siz Fuzuli’yi bilir misiniz?…”

Kendi bestelerinden okudu. Araştırma Görevlisi Hülya Kasapoğlu, güfteleri Türkiye Türkçesi’ne aktardı. Konser bu şekilde akıp gitti. Hepimizin gönlü müziğe doydu.

Farkında olmadan Türkiye’de Abdurehim’i ilk sahneye çıkaran ben olmuşum.

*

2015 Aralık ayında Abdurehim, Gazi’de yine bir konser verdi. Yine sarmaş dolaş olduk.

Zor gelmişti. Konserden hemen sonra hava alanına koştu. Hiç konuşmadığımız hâlde bunun bir veda olduğunu anlamıştık.

Bir dostumu kaybetmenin tarifsiz acısı içindeyim.

Müstesna bir sanatçı olmasına rağmen, alçak gönüllü, yalın, vakur ve samimi kişiliği ile gönlümüzde yer etmişti.

Müzikle ilgilenen bazı arkadaşlarıma söylemiştim. Bilmem yapılabildi mi?

Abdurehim akademik çalışmalara konu olmalı. Arşivi derlenip toparlanmalı. Onun yetiştiği çevre, hocaları, önceki nesilden aldıkları, kendinin ilave ettikleri incelenerek, onun Türkistan müziği içindeki yeri belirtilmeli. Eserleri yaşatılmalı. Telif hakları korunmalı. Onun için neler yapabiliriz diye düşünmeli.

*

Türküler, Türklüğün kutsal metinleri gibidir. Milletin birçok tarifi var. Birisi de şu: Bir birinden habersiz olduğu hâlde aynı türküleri söyleyen insan topluluğuna millet denir.

Abdurehim türkü bestelediği, türkü söylediği için şehit edildi.*

Türkülerimiz, dilimiz gibi, milletimizi birbirine bağlayan bir üst dil gibidir. Dilimizi kaybedersek, dinimizi de kendimizi de kaybederiz. Abdurehim türküler yok olmasın diye kendini feda etti.*

Abdurehim’i kaybettik ama türkülerimizi kaybetmeyelim.*

Duygu yoğunluğu içinde, zihnime hücum eden bölük pörçük hatıralarla aziz dostumu anmak istedim.*

(Cemal Kurnaz, Türk Olmak, Post Yayınları, İstanbul 2020, s. 135-138).

 

ABDUREHİM HEYT

Abdurehim Heyt’in biyografisinde büyük boşluklar var. Ailesinde, çevresinde müzikle ilgilenenler var mı? Ben ablasının rolü olduğunu biliyorum. Ya başkaları? Hocaları?

Kronolojik bir arşivi olmalı. Besteleri, konserleri, yapıp ettikleri. Onunla ilgili haberler, değerlendirmeler. Albümler, fotoğraflar.

Nur Ahmet Kurban’ın Türk Yurdu’nda bir yazısı yayımlandı: “Doğu Türkistan’ın Sesi: Abdurehim Heyt (Ocak 2020, Sayı 389, s. 48-50).

Üç sayfalık yazıda birbirinin tekrarı, yeni bir şey söylemeyen sözlere yer verilmiş. Urumçi’de verdiği konserin tarihi bile doğru değil. Yine de başlangıç için değerli bilgiler var. Konservatuvarda hakkında derli toplu bir tez yapılsa iyi olur.

Makalede yer alan bilgileri şöyle özetleyebiliriz:

Abdurehim Heyt, Kâşgar’da doğdu (1962). Kuran hafızı oldu. Kâşgar Sanat Okulu’nda okudu (1979-1983). Okulu bitirdiği yıl Pekin Merkezî Milletler Şarkı ve Dans Topluluğu’nda göreve başladı. Burada geleneksel Uygur çalgılarından ravap(rebap) çalmaktaydı. Sanat okulunda bu çalgının eğitimini almıştı. Bu dönemde Uygur halk müziği ve özellikle ravap çalgısı üzerinde çalıştı. Ona göre ravap, Uygur müziğinin icrasında tek başına yeterli değildi. Bu sebeple dütara yöneldi.

Daha sonra Urumçi’dekiŞincang Özerk Bölge Şarkı ve Dans Topluluğu’nda metin yazarı ve saz sanatçısı olarak göreve başladı (1997-1998). Bu yıllarda çağdaş Uygur edebiyatının tanınmış sanatçılarıyla tanıştı. Bunlar arasında AbdurrahimÖtkür (1923-1995), Ahmet Ziyai ve Turgun Almas (1924-2001) gibi isimler bulunmaktadır. Bunlarla birlikte Nim Şehit ve başkalarının şiirlerinden yaptığı besteler halk tarafından çok beğenildi. Bunların belli başlıları şunlardır. Karşılaşınca, Nazugum, Eynek, Atılar, Vicdan Sorıgı, Hey Uygurum, Hani Gökbörü, Ana Til, El Yurt İçün, Mazarim Bar, Ketmaydu, Sen Yok.

Urumçi’de bulunduğu dönemde Mingyol Medeniyet Dağıtım Şirketi’nin düzenlediği çok sayıda konserde yer aldı. Yine bu şirketin desteğiyle 2009 yılına kadar sürecek bir derleme faaliyetinde bulundu. Çok sayıda Uygur halk şarkısı derleyip kayda aldı. Zengin bir halk müziği arşivi oluşturdu. Bu çalışmalarında şair, senarist ve yönetmen dostu Tahir Hamut’un yardımını gördü. Mali destek bulamadığı için bunları uzun süre yayımlayamadı. Sonunda Kâşgar’da dondurmacı bir dostunun desteğiyle bunları CD olarak yayımlayabildi. Onun hayatındaki en büyük hizmetlerinden birisi budur.

Milletler Ün-Sin (Görsel ve İşitsel Sanatlar) Neşriyatı, onun dokuz plaktan oluşan albümünü yayımladı (2011). Bu tarihten itibaren halk arasında şöhreti yayıldı ve Dütar Şahı ünvanıyla anılır oldu. O, Uygur müziğinde dütar icrasında MusacanRuzi’den sonraki en büyük sanatçı kabul edilmektedir. Dütar, onun gayretleriyle orkestralarda layık olduğu yeri almıştır.

2017 yılında Çin hükümetinin baskı politikaları sonucunda gözaltına alındı. Bestelerinde geçen “yiğit” ve “şehit” kelimeleri delil gösterilerek “milli ayrılıkçı” ve “radikal dinci” olmakla suçlandı. Abdurehim Abdullah’ın yazdığı Atlılar şiirine yaptığı beste tutuklanmasının sebeplerinden biri olarak gösterilir. Bu eserin şairi de onunla birlikte tutuklanmıştır.

Heyt ilk konserini 1992 sonbaharında (doğrusu 15 Mart 1992 olmalı) Urumçi’deki Döng Kövrük semtinde bulunan İttipak Tiyatro Sahnesi’nde verir. Bu konsere, halk yanında Doğu Türkistan’ın önde gelen aydınları ve sanatçıları da katılır. Konserdeki başarısı onun şöhretinin yayılmasına sebep olur.

Heyt konserlerinde geleneksel Uygur giysilerini giymeyi tercih eder.

Heyt’in Osman adında bir oğlu bulunmaktadır.

SSCB 1991 yılında dağıldıktan sonra Türk Cumhuriyetleri ortaya çıkmıştı. AbdurehimHeyt de bundan bir yıl sonra Türkiye’ye gelmişti. 1992 Mayıs sonunda Gazi Eğitim Fakültesi Müzik Bölümü Konser Salonu’nda ilk konserini verdi. Bu konsere ben vesile oldum. Onunla Ankara’da bir arkadaşımın evinde karşılaşıp evime getirdim. Bir hafta birlikte olduk. Onun değerli bir besteci ve icracı olduğunu anlayınca, Gazi Eğitim Fakültesi dekanı Prof. Dr. Reşat Genç’e durumu anlattım, onun uygun görmesiyle konseri gerçekleştirdik. O tarihte Araştırma Görevlisi olan Hülya Çengel Kasapoğlu eserlerin Türkiye Türkçesiyle sunumunu yaptı. Merdiven basamaklarında bile boş yer yoktu. Öğrenciler her yeri doldurmuştu. Ben, farkında olmadan Abdurehim Heyt’in Türkiye’deki ilk konserini gerçekleştirmiştim.

Abdurehim internetin yaygınlaşmasıyla birlikte Türkiye’de iyice tanınmış ve sevilmişti. Prof. Dr. Hülya Çengel Kasapoğlu, Gazi Üniversitesi Türkiyat Araştırma ve Uygulama Enstitüsü müdürü olarak yıllar sonra ikinci kez konsere davet etti. 18 Aralık 2015 tarihinde Gazi Üniversitesi Mimar Kemalettin Salonu’nda verdiği konsere kalabalık bir dinleyici topluluğu katıldı.

Türkiye’ye gelmek için zor izin almıştı. Konsere ucu ucuna yetişti. Konserden sonra havaalanına koşarak gitti. Bu durumun hayra alamet olmadığını hepimiz anlamıştık.

Sosyal medyada saman alevi gibi parlayıp sönen tepkilerden sonra, herkes görevini yapmış olmanın huzuruyla köşesine çekildi.

Peki, Abdurehim’e ne oldu?

(Cemal Kurnaz, Türk Olmak, Post Yayınları, İstanbul 2020, s. 139-142).
_____________________________________________________

( * )       Bu olay kamuoyunda yaygın bir tepkiye yol açtı. Dışişleri Bakanlığı, Çin’e yönelik bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Bunun üzerine Çin de Abdurehim’i kameraların önüne çıkardı. Dijital bir oyun değilse Abdurehim yaşıyor. Buna yaşamak denirse. Bu bile, iddiaların itirafı değil mi?

KAYNAK: Cemal Kurnaz, Türk Olmak, Post Yayınları, İstanbul 2020, s. 139-142.

İnternetten Sipariş: https://www.kitapyurdu.com/kitap/turk-olmak/566495.html