+++Dr. Hayati BİCE: Endülüs’te Kurtuba Camii / Öyle Mahzun, Öyle Sahipsiz…

Kurtuba Camii’nde Haçlı Zihniyetini Anlamak:

Haçlı Saldırganlığı : Kurtuba’dan Paris’e…

Dr. Hayati BİCE

-Haçlı Zihniyeti Nedir Anlamak İsteyen, Kurtuba Camii’ni Görmeli-

OKUMADAN ÖNCE: Ayasofya Camii’nin 24 Temmuz 2020 Cuma namazı ile genel ibadete açılması öncesinde ve halen İslam ile Haçlı zihniyetleri hakkında birçok yorum yapıldı, yapılıyor, yapılacak.
Bazı yorumcular Haçlı zihniyetinin hoşgörüsüzlüğüne örnek olarak Hrıstiyanların eline geçtikten sonra Kurtuba Camii’nin başına gelenlere işaret etti. Ancak konu çok da iyi anlaşılamadı.
Bu nedenle 9 yıl önce Endülüs gezimizde Kurtuba Camii ziyaretimizde yaşadıklarımızı ve gözlemlerimi tekrar dikkatinize sunmak istedim. H. BİCE

***

İki gün önce (22.12.2011) Fransa Meclisi Genel Kurulu’nun Nicolas Sarkozy’nin isteği doğrultusunda, 1915 olaylarının ‘soykırım’ olmadığı yönündeki ifadelerin suç sayılmasını öngören yasa teklifini kabul etmesini yorumlayan bazı akademsiyenler olayı “Haçlı Zihniyeti”nin bir yansıması olarak değerlendirdiler.  Bu yasaya göre artık Fransa’da ‘soykırım’ demeyen bilim insanları bile cezalandırılacak.

Tam da Endülüs’te ziyaret ettiğim Kurtuba Camii’nin maruz kaldığı haçlı vahşetini yazacağım sırada gündeme gelen bu yorumların “Haçlı Zihniyeti”nin sonucu olup olmadığını anlamak için Endülüs’teki Hıristiyan saldırganlığını görmek gerek.

Kurtuba Camii Zirvesine Dikilmiş Haç
Endülüs gezimizin ilk günü Târık bin Ziyad’ın çıkartma yaptığı sahilden başlayıp Arab sosyetesinin gözdesi Marbella tatil kentinde doğrusu bizi rahatsız edecek bir manzara ile karşılaşmamıştık. Gezimizin ikinci günü bunun tam tersi olacağından habersiz olarak öğle ve ikindi namazlarını cem ederek kıldığımız Minareli Camii’den ayrılıp konakladığımız otelin bulunduğu Malaga’ya bağlı Benalmadina’ya dönüp dinlendik. Sabahleyin rotamız Kurtuba şehri idi.

Sabah erkenden hareket eden otobüsümüz grubumuzu Kurtuba camii yakınındaki köprünün yanında bıraktığında karşımızda görünen bina kompleksinin Kurtuba Ulu Camii olduğunu söyleyen rehberimiz bu bina kompleksinin bugün Kurtuba Mescid Katedrali (Mezqito Catedral) olarak adlandırıldığını söyledi. Yürüyerek köprüyü geçip bina kompleksinin bulunduğu korunmuş alana yönelirken fotoğraf çekmeğe de başlamıştık. İlk gözümüze çarpan nesne olarak bina kompleksinin en yüksek çatısı üzerine iliştirilmiş Haç dikkatimi çekti; acı ama kabul edilmesi gereken sert bir realite idi.  30 Haziran 1236 günü kesin olarak Hıristiyanların eline geçen şehirde o tarihten bu yana egemenlik kuran muzaffer gücün zorla kurduğu bir hâkimiyetin simgesi idi: Kurtuba Ulu Camii tepesindeki haç!

Kurtuba Haçlıların Eline Nasıl Düştü?
İslamî dönemde Endülüs’ün idare merkezi olan Kurtuba, üzerine Haç gölgesi ilk kez düştüğünde tarih, 1235 yılı sonunu gösteriyordu. Endülüs’e yoğun saldırılar başlatan ve birçok yeri ele geçiren İspanya’nın Kastilya kralı III. Fernando’nun asıl hedefi Kurtuba şehrini ele geçirerek güneye doğru inmek ve sonunda İberya Yarımadası’nda müslüman varlığına son vermek yani, Reconquista hareketini zafere götürmekti. Bu sırada Kurtuba bir idari kargaşa içerisinde idi ve Muvahhidler ile Beni Ahmer arasında el değiştirip duruyordu.

Aralık 1235 biterken Aralık ayında bir Kastilya süvârî birliği irtidât eden bir Kurtubalı sayesinde Kurtuba’nın şehrin dış mahallelerinden eş-Şarkıyye mahallesine girdi ve pek çok müslüman öldürüldü, kurtulabilenler, şehrin merkezine kaçtı. Diğer mahallelerde Haçlı saldırısı duyulunca, müslümanlar karşı saldırıya geçti ve hıristiyanlar, burçlardan birine sıkıştırıldı. Ancak müslümanların gücü yetersizdi ve  bekledikleri desteği de bulamadılar.

Kuşatmanın üzerinden sekiz-on ay geçtikten sonra tehlikenin daha da büyüdüğünün farkına varan Kurtubalılar, şartların tamamen aleyhlerine döneceğini gördüler ve önceden anlaştıkları gibi tekrar Haçlılara teslim olmaya karar verdiler. Kurtubalılar’ın teslim olma şartlarını, Kastilya kralı III. Fernando’nun danışmanı  din adamları ve bazı seçkinler şehrin zorla alınarak içeride bulunan bütün müslümanların öldürülmesini ve bütün varlıklarına el konulmasını beklediklerinden kabul etmek istemediler. Kral, kente zorla girildiği takdirde umutsuzluğa kapılacak olan halkın Kurtuba’yı tahrip edeceğini söyleyerek zorla işgal isteğini kabul etmedi. Taraflar arasında teslim antlaşması yapıldıktan sonra, Kurtubalılar taşınabilir neleri varsa yanlarına alarak açlıktan perişan olmuş bir halde Kurtuba’yı terk edip Endülüs’ün diğer şehirlerine dağıldılar. 30 Haziran 1236 günü Kastilya kralının ordusu  şehre girdi  İşte o gün Kurtuba Ulu Camii tepesine haç dikilerek kiliseye çevrildi. Ayrıca, bundan 239 yıl önce ele geçirilerek, Kurtuba’ya kadar Hıristiyan esirlerin sırtında getirtilmiş olan Şente Yâkub Kilisesi çanlarını, kral aynı şekilde bu kez müslüman esirlerin sırtında taşıtarak geriye gönderdi. Böylece, Endülüs’ün en büyük şehirlerinden birisi ve Endülüs’ün ilim-kültür merkezi olan bu değerli İslam şehri, fethedildiği  711 yılından 525 yıl sonra bir bilim ve medeniyet merkezi konumunu da yitirmiş oldu.

Kurtuba’nın düşmesi, artık diğer Endülüs şehirlerinin de sonunun geldiğinin açık işaretiydi.  Endülüs’ün Muvahhidler idâresinden çıktığı 1238 yılı ile, şeklen bağlılığın sona erdiği  1242 tarihinden sonra Endülüs tarihinin en acıklı sayfaları başladı: 1236 tarihinde Enîşe’nin kaybı, 1238 tarihinde Aragonlularla yapılan savaşlarla Belensiye (bugünkü Valencia)’nin kaybı, Doğu Endülüs’te Mürsiyye’nin düşüşü, 1248’de İşbiliye (bugünkü Sevilla) çevresinin Kastilyalılar tarafından işgali ve İşbiliye’nin düşüşünden sonra müslümanların elinde önemli yerleşim yerlerinden sadece Gırnata (bugünkü Granada)  şehri kalmıştı.

Gırnata merkezli Benî Ahmer Emîrliği Endülüs’ün mirâsını devralarak, 2 Ocak 1492’ye kadar Hilâlin indirilmediği, ezan-ı Muhammedî’nin ses bulduğu son dönemini yaşıyordu.

Kurtuba Camii’ndeki Feci Manzaralar…
Bakımlı taşlık yol ve avlulardan geçip Kurtuba Camii avlusuna girdiğimizde ilk gözümüze çarpan ilk katları Kuzey Afrika İslam mimarisi tarzındaki eski minarenin son katlarının çan kulesine dönüştürülmüş olduğu idi. Camiin minaresinin de yer aldığı avlu turunç ağaçları ile doluydu. Rehberimiz bu avlunun Müslümanlar zamanında hurma ağaçları ile dolu olduğunu, zamanla Hıristiyanların hurma ağaçlarını keserek yerine turunç ağacı diktiklerini anlattı. Rehberimiz cami içerisine girildiğinde Müslüman bir grup olduğumuz için güvenlik görevlilerinin “özel ilgisi”ne maruz kalacağımızı, hiçbir şekilde namaz kılınmasına izin verilmediğini, namaz kılma teşebbüsünde bulunanların “provokatör” suçlaması ile polis merkezine götürülmeyi göze alması gerektiğini söyledi. Ziyaretimizin huzur ve sükun içerisinde yapılabilmesi için gücü elinde tutanın koyduğu kurallara uyulması gereğini tekrar tekrar hatırlattı.

Bu uyarılardan sonra gruptaki herkesin morali bozuldu. Nasıl bozulmasın ki… Bir zamanlar minaresinden latif sesli müezzinlerin ezanlar okuduğu, içersinde 30 bin müminin omuz omuza kıldığı bir İslâm mabedinde iki rekatcık bir tahiyyatü’l-mescid namazı olsun kılınamayacaktı.[1]

Bu manevi sıkıntı ile daha önceden alınmış giriş biletlerini ibraz ederek içerisine dahil olduğumuz Kurtuba Camii, loş ve soğuk bir manzara arzediyordu. Sayılarının 1080 olduğu söylenen ve çatıyı tutmak üzere oluşturulmuş revaklara destek olarak dikilmiş sütun ormanında ilerleyip zeminden düzenli olarak oyularak, alttan aydınlatılmış bir odacığın üst kısmında durduk. Rehberimizin verdiği bilgiye göre Kurtuba mescidin müslümanlara aidiyetini tartışılır hale getirmek için, yapılan kazı ile antik çağdan kalma bir zemin mozaiği ortaya çıkartılmış ve bu bölgenin putperest Mitra uygarlığının dinî merkezi olduğu ve dolayısıyle müslümanların hak iddia edemeyeceğinin kanıtı olarak  sergilenmeye başlanmış.

Gruptan ayrılarak biraz ilerleyip ileride ışıklandırılmış haldeki mihrabı fark ettiğimde, hemen oraya yöneldim. Mihrab yerinde idi ama, beş metre yakınından itibaren adam boyu parmaklıklarla çevrilmişti. Mihrabın yanıbaşında olması gereken minberden ise eser yoktu. Gözalıcı altın süslemeleri ile, öylesine mahzun öylesine boynu bükük duran Kurtuba Camii’nin mihrabı karşısında öylece kalakaldım. Mihrabda yazılı mağribî tarzında kufi hattın Haşr suresinden son ayetleri içerdiğini okuyabildim:“Bismillahirrahmanirrahim, Huvellahullezi La ilahe İlla Huve, el-Melikul-Kuddüsus-Selâmul-Mü’minul-Müheyminül, Azizül-Cebbarul-Mütekebbir. Subhanellahu amme yüşrikûn…”[2] Ben mihrabı görüntülerken grup da yanıma gelmişti. (Bkz. FOTOGALERİ)

Hiç kimse ne yapacağını ne diyeceğini bilemez halde idi. Bayan gezi arkadaşlarımızın tesettüründen hareketle Müslüman olduğumuzu fark eden güvenlik görevlileri de etrafımızı sarmıştı; hani olur ya bir “fundementalist İslamcı fanatik” bir seccade atar yere de, namaz kılmağa kalkardı!..  [3]

“Haçlı, Vandalizmi ile Gurur Duyuyor!..”
Öylece dikilip durmanın anlamı yoktu, yavaşça ilerleyip camii içerisinde bilgi veren rehberin açıklama yaptığı ve tıka basa Hıristiyan sembolleri ile doldurulmuş bir bölüme geçtik. Rehberimiz az sonra göreceğimiz tablonun, “Kurtuba’yı III. Fernando’ya teslim eden Müslümanlar”ı temsil ettiğini söyledi. Rehberimiz bu gibi sembollerin resmini çekmenin yasak olduğunu ancak fark ettirmenin çekmek isteyenlerin flaş kullanmadan görüntülemeye çalışmasını tavsiye etti. Tabloda Müslümanlar sarık ve cübbelerinden kimlikleri anlaşılamaz belki diye bir de sarıkları üzerine iliştirilen hilâller ile resmedilmişti. Diz çökmüş Müslümanların önünde kabarmış bir hindi gibi dikilen III. Fernando’nun, Hıristiyan gururunun sembolü olarak görülmesi istenmişti.

Grubumuzun Kurtuba Camii’ni ziyareti esnasında başlarındaki öğretmenleri ziyarette bulunan -muhtemelen ortaokul öğrencisi- çocuklara bu tablonun önünde gözleri ışıldayarak uzun uzun tarih bilinci kazandıracak cümleler kuruyor olmalıydılar. Sayısız Çarmıh-İsa-Meryem resim, heykel ve fresklerinden sonra asıl şoku camiin bir köşesinde açılan alanda kurulan katedralde yaşayacağımızı bilemezdim. Endülüs gezimizin öncüsü Dr. Mehmet Sılay gerçi daha önce Kurtuba Katedrali’nde Ulu Tanrı’nın da resmedildiğini söylemişti ama bunun nasıl olabileceği hakkında hiçbir fikir edinememiştim.

Nihayet karşılıklı iki salona halinde yerleştirilmiş katedral bölümüne geldiğimizde  Dr. Mehmet Sılay’dan bahsettiği figürü sordum. Eliyle katedralin çatısına yakın bölgede yanında iki meleği tasvir eden alçı kabartmalarla altın yaldızlı bir ihtiyar adam kabartmasını gösterince şaştım kaldım. Yunan mitolojisindeki sayısı belirsiz “Tanrıların Suretleri”ne aşina idik ama hiç değilse başlangıçta tevhidî bir inancı olması gereken Hıristiyan mezheblerinden Katoliklere ait bir mekanda böylesi bir putperestlik ile karşılaştığıma inanamadım. İnanılmaz ama gerçekti: Dindarlıkları ile övünen ve hatta diğer bazı kiliseleri Hıristiyan olarak kabul etmeyecek kadar bağnaz olan  Katolik hıristiyanların en önemli katedrallerinden birisinde, merkezi bir kilisesinde –haşa sümme haşa- “Tanrı Baba” bir kabartma heykel olarak tepemizden bakıp duruyordu.

Rehberimiz aynı katedralde elinde kılıç at üzerinde resmedilen heykelin ise İspanyol tarihinden çok Müslüman doğradığı için aziz ilan edilen birisine ait olduğunu ve Müslümanlar kastedilerek “Kafir Öldüren Şövalye” olarak adlandırıldığını söyleyip duvardan kabartılmış heykeli gösterdi.  Aynı “Kafir Öldüren Şövalye”nin gezimizin son günü gezdiğimiz Sevilla’da Al-Kazar sarayındaki bir tabloda devasa Meryem-İsa tablosunda atının ayağı altına düşmüş kesik Müslüman kafaları ile resmedilmiş olarak çıkması bu şövalyenin Müslüman kıyıcılığı ile ulaştığı şöhretin lokal bir olay olarak anlaşılamayacağının kanıtı idi. (Bkz. FOTOGALERİ)

Cennetten Önce Katedralden Yer Satın Alan İşbilir Kapitalistler
Rehberimiz Kurtuba Ulu Camii içerisinde bazı revakların altının cam bir muhafaza içerisine alınarak özel kiliseye çevrilmiş olduğunu söyledi. Aslında bu uygulamanın bazı önde gelen kilise babalarının Kurtuba Ulu camii içerisine gömülmesi ile başladığını, bunu takiben birkaç uyanık para babası Katoliklerin kiliseye yaptıkları yüklü bağışlar karşısında Kurtuba Mescid-Katedrali’nden yer satın aldıklarını ve öldüklerinde buraya gömülmeleri sonrasında ailelerinin revakların etrafını kapatıp kapı olarak bırakılan yere de kilit asarak adeta parsellediklerini gösterdi. Kurtuba Ulu Camii’nin müslümanca ibadete yasaklanması üstüne bir de bazı kilise pederleri ve para babaları tarafından işgal edilmesinden nedense bugüne kadar okuduğum hemen hiçbir Kurtuba izleniminde yer verilmemiş olması muhtemelen kendilerine rehberlik eden kişilerin de bu konu hakkında bilgi sahibi olamayışındandı.

Sürümden Kazanan Uyanık Papazlara Bakın Hele !…
Katedralde tek neşelendiğimiz yer, papazın günah çıkartma kabini ve kabinin sağlı sollu iki günahkârı aynı andan dinleyebilecek şekilde yapılmış olduğunu görmemizdi. Bu manzarayı gören bir arkadaşımız “Anlaşılan bu katedralin papazları sürümden kazanmayı biliyorlarmış” diye kendince espri bile yaptı.

Engizisyon İşkence Aletleri Müzesi
Kurtuba gezimizin iç karartıcı atmosferi para ile ziyaret edilen ve  Kilise’nin Engizisyon Mahkemesi’nin cezaya çarptırdığı suçlu ve günahkârlara uygulanan işkencelerin icra edildiği işkence aletlerinin bir arada sergilendiği müzede doruk noktasına ulaştı.

Kurtuba’da Küçük Bir Mescidde Cuma Namazı ve ‘Diyalog Masalı’nın Bitişi
Kurtuba Camii’ni melûl-mahzun, boynu bükük bir yetim gibi arkada bıraktıktan sonra gittiğimiz Müslüman mahallesinde arayıp bulduğumuz ve Cuma namazını kılmayı düşündüğümüz İbn Rüşd Mescidi’nin kapısını kilitli buluşumuz kötü sürprizlerin devam ettiğini gösterdi. Yarım saat kadar mescidin açılmasını bekledikten sonra mescidin anahtarını getiren İspanyol Müslüman Abdulbari, bu defa da Cuma namazının çalışanların mesai bitim saati olan 15.00 de kılınacağını söyleyince namazı kendi aramızda kılmaya karar verdik. İspanyol muhtedi Abdulbari’nin imamlığında İspanyolca bir hutbe ile Cuma namazı kılmak da varmış nasibde…

Namaz ile biraz rahatladıktan sonra alışveriş için uğradığımız tarihî avluda gördüğümüz bir kabartmada yer alan “Üç Hilâl” kabartmasının da yer aldığı Kurtuba simgesi “Üç Hilâl” eksenli  latifelere muhatab olmama yol açtı.

Buradan sonra uğradığımız ve ünlü düşünür, muhtedi Müslüman Roger Garaudy’nin Filistin asıllı eşi Selma hanımefendi tarafından işletilen Kurtuba Kahvesi’nde nefis nane çaylarımız yudumlarken bir yandan da Kurtuba Camii’nin durumunun muhasebesine giriştik. Endülüs doğumlu olan ünlü sufi Muhyiddin Arabî’nin görebildiğimiz tek izi bu otantik mekânın duvarına asılı levhada İspanyolca kaydedilmiş bir sözünü içeren levha oldu.
Rehberimize özellikle sormama rağmen İbn Arabi’nin ne doğduğu yer ne de gençlik yıllarında  öğrenim gördüğü medreselerden bir eser kalmamış gibidir. Yine gezdiğimiz yerlerde tasavvufî eğilimlerin oldukça güçlü olduğu Endülüs döneminden kalma bir tek dergah veya tekkeye  rastlayamadık; tamamı ortadan kaldırılmış veya başka maksadlar için kullanılıyor olmalı, diye düşündüm.

Sözü ülkemizde “dinlerarası diyalog” havarilerinin maksadından artık kuşku duyduğunu getiren  Konya Barosu eski başkanlarından avukat Abdullah Akçay’ın “diyalog fitnesi” hakkındaki yerinde tesbitlerine karşı F. Gülen’e sempati duyduğunu tahmin ettiğim birkaç gezi arkadaşımız başlarını öne eğmekten başkaca bir cevap verebilecek durumda değillerdi.

Günün en anlamlı esprisini ise grubumuzun en genç üyesi olan bir lise öğrencisi yaptı: “Dinlerarası Diyalog diyenleri getirip bir gece Kurtuba Camii’nin günah çıkartma hücresine zincirlemeli… Bakalım sabaha çıktıklarında ‘yeşeren diyalog iklimi’ hakkında ne diyebilecekler?”
Ne dersiniz? Denemeğe değer mi?
***
Medinetü’z-Zehra Kalıntıları ve Gezimizin En Feyzli Namazı
Kurtuba gezimiz şehrin biraz dışında bir dağ yamacında inşa edilmiş Kurtuba Emirleri’nin ikâmet ve yönetim merkezi olan Medinetüz-Zehra’da başlatılan arkeolojik çalışmaların yürütüldüğü yerleri ziyaret ile sona erdi. İsmail Ağa Han Vakfı’nın [4] maddi desteği ile sürdürülen çalışmalar bitirildiğinde İspanyol turizminin Elhamra Sarayı derecesinde olmasa bile dünyanın her yerinden turist celb edecek yeni bir ilgi odağına kavuşacağına kesin gözü ile bakabilirsiniz.

Medinetü’z-Zehra ziyaretimiz biterken akşam namazı vakti de girmişti. Gün boyu biriken stresimizi üzerimizden çekip alan bir akşam namazını oluşturduğumuz beş kişilik cemaat ile kılarken daha önce Tanrı dağları eteklerinde kıldığım şükür namazına benzer duygular içerisinde idim.  Namaz sonrası  sabah Kurtuba Camii’nin çan kulesine çevrilen  minaresini görünce “Şimdi şu minareye tırmanıp ezan okumak vardı”diye hayıflanan ve akşam namazı öncesi müezzinlik yapıp kamet getiren -Bursa’dan geziye katılan- Mehmet İnce’nin kulağına eğilerek “Kurtuba Minaresi’nde ezan okuyamadın ama, Medinetü’z-Zehra ovasında getirdiğin kameti ve kıldığımız bu namazı unutmazsın artık…” demekten de kendimi alamadım.

————————————————-
[1] Aynı namaz kılma yasağının daha önce neden dillendirilmediğini merak ettiğim için bizimle aynı tarihlerde Endülüs ziyaretinde olan ve Endülüs Tarihi hakkında Türkiye’de yapılmış birkaç çalışmadan birisinin müellifi olan Prof. Dr. Mehmet Özdemir’e bu duurmun ne zamandır uygulamada olduğunu sordum. Prof. Dr. Mehmet Özdemir bu soruma kendi yaşadığı bir olayı anlatarak cevap verdi: Bir köşeye çekilip bulduğu iskemle üzerinde  ima ile olsun iki rekat tahiyyatu’l mescid namazı kılmak istediğinde başına sağlı-sollu iki güvenlik görevlisinin dikilip tam yarım saat başını beklediklerini, tekbir için el kaldırma, rüku, secde bir yana sadece okuduğu ayetler nedeniyle dudaklarının hafif hafif kıpırdanmasından bile  kuşkulanmışlar ve sandalyede oturduğu sürece başından ayrılmamışlardı. Kurtuab ziyaretinde aynı duyguları hissettiği anlaşılan Prof. Dr. Orhan Çeker’in bu konudaki rahatsızlığını dile getiren makalesi için bkz.:http://www.orhanceker.com/ah-endulus/

[2] Rahman ve Rahim Olan Allah Adıyla, O Allah ki O’ndan başka ilah yoktur. O Melik’tir, Kuddüs’tür, Selam’dır, Mü’min’dir, Müheymin’dir, Aziz’dir, Mütekebbir’dir. O Sübhan olan Allah, kendisine ortak koşanların, koştuğu ortaklardan münezzehtir.
(Elmalılı Meali:59/23: O, öyle bir Allah’tır ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. O, mâlik ve sahiptir, münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah puta tapanların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.) Kur’an-ı Kerim, 59. Haşr Sûresi, Ayet:23.
http://kuranmeali.com/ayetkarsilastirma.asp

[3] Kurtuba Camii içerisinde yanıma yaklaşarak içine düştüğümüz karanlık atmosferin daralttığı ruhunu ferahlatmak için sürekli olarak “Kul Ya Eyyühel Kafirûn” [De ki, ey Kâfirler] suresini okuduğunu söyleyen dostuma, ben de putlar ile doldurulan bu mekânda ruhumu İhlas suresinin başta “Kul Hüvallahü Ehad” [De ki, Allah Tekdir.] olmak üzere ehadiyyet murakabesine vasıta olan ayetlerini okumakla rahatlattığımı, Kafirûn suresine ilave olarak İhlas suresini de okumasını tavsiye ettim.

[4] Şiiliğin İsmailiyye kolunun kurucusu olan İsmail Ağa han adına varisleri tarafından kurulan vakıf, dünyada İslami mimari mirasının korunması yolunda çalışmaları ile tanınmaktadır. İsmailî’lerin Akaidî çarpıklıkları bir yana İslam mimari mirasının korunması konusunda dünya çapında yaptıkları çalışmalar takdir edilmelidir.