Ahmet B. Karabacak : “Üç Hilâl’in Hikâyesi”

“Üç Hilâl’in Hikâyesi”

Ahmet B. Karabacak

-İşte Bu Bizim Hikâyemizin Giriş Kısmı-

Geçtiğimiz günlerde yayınlanan ve “Ülkücü Hareket ve İslâmî Kimlik” başlıklı yazımda işaret ettiğim [1] eksikliği epeyce gideren, aynı hassasiyetleri paylaştığım ve ülkücü hareketteki kıdemi itibarıyla büyüğümüz olan Ahmet B. Karabacak’ın “Üç Hilâl’in Hikayesi” adlı değerli kitabını hızla okuyup bitirdiğimde  hakkında bir şeyler yazmanın farz-ı kifaye olduğu kanaati ben de oluştu.

Ahmet B. Karabacak “Üç Hilâl’in Hikâyesi” kitabının başında bu kitabı niçin hazırladığını şu sözlerle ifade ediyor:  “Bu kitap, cennet vaadine ulaşmak ümidi dışında, bir menfaat düşünmeden, gençliğini yaşamadan toprağa düşenler, yaralanıp sakat kalanlar, cezaevlerinde ömürleri tükenenler, kendilerinin ve yakınlarının istikballeri sönenler, onların acısı ve türlü yokluklarla, sıkıntılarla çile çekenlerle, hiç birini tanımadıkları halde aynı acıyı paylaşan, yürekleri yanan ülkücü Türk insanı için hazırlandı.” [2]

Diri bir ülkücü bir gönülden yansımış bu duygulu ithaf satırlarının ardından gelen giriş kısmında yazar kitabı yazma gereğini hissetmesinin nedenlerini açıklarken benim de yazımda işaret ettiğim ihtiyacı paylaştığını dile getirmektedir:

“Bu kitabı ne kişisel siyasi bir amaçla, ne de bir takım kişi­leri yönlendirmek için hazırladım. Uzun bir zamandan beri M.H.P. de, yan kuruluşlarında ve Türk milliyetçiliğini savundu­ğunu söyleyen yazarlar arasında daha sıkı ve geliştirilmiş bir fikri beraberliğimin olması arzusu ile yazılar yazılıyor, sohbetlerde bu istek dile getiriliyordu. Partinin kuruluş felsefesi ve hedefleri hakkında, daha doğrusu, bu hareketin lideri merhum Alparslan Türkeş’in he­defleri hakkında, tabir yerinde ise, her kafadan ayrı bir ses çıkma­dan, neler yazılabilirdi?

Bu hareketin kuruluş ve gelişmesi sırasında içinde olan, hizmet eden, bir çıkar gözetmeyen ve en önemlisi Türkeş Beğ’in çok yakı­nında bulunanlardan, eli kalem tutanlardan, bu hareketin hikâyesini yazmasını uzun zamandır bekledim. Ama bazı dokümanların, çoğu da şahsi siyasî amaçlı bazı hatıraların yayınlanması dışında, bu konu ortada duruyordu.
Görüştüğümüz, konuştuğumuz dostlarımız bana. Türk tarihinin hu çok önemli siyasi hareketinin kurutuş hikâyesini yazmamı ısrarla istediler. Olayın başlangıcından beri içinde olduğum için, bildikleri­mi, gördüklerimi, Türkeş Beğ’le olan özel konuşmalarımdan bazıla­rını yazmağa karar verdim. Bu arada, dönekleri, menfaatçileri, zayıf karakterli kişilerden bazılarını da yazacağım.

Elbette, tanıdığım bazı şehitleri, cezaevlerinde çile dolduran kahraman vatan evlâtlarını da unutmayacak, yeni nesillere bu güzel insanları tanıtmağa çalışacağım.

Yazacaklarım bazı insanları üzecektir. Fakat onlar, zamanında üzdükleri kişileri düşünerek, ümit ediyorum, yeniden bir nefis mu­hasebesi yapacaklardır.” [3]

“Yaşadıklarımız”

Kitabın “Yaşadıklarımız” başlığı verilen ilk bölümünde daha önce yazılı kaynaklardan hareket ile kısaca bahsettiğim  1969 Adana Kongresi, CKMP’nin MHP’ye  dönüşümü, üç hilâl ambleminin seyri ve partinin fikrî çizgisinin İslâmî açıdan netleştirilmesi konuları çok iyi bir tanıklıkla dile getirilmektedir. Bu gelişmeleri birinci elden bir kaynak olan Karabacak’tan okumak benim için çok yararlı oldu. Ülkücü hareketin mazisine ilgi duyan bütün okurlar -ve özellikle genç ülkücüler için de- ufuk açıcı olacağından eminim.

Bu bölümde 9 Işık kitabının genişletilmiş baskısının ülkücü eğitimci Dr. Sâkin Öner tarafından redaksiyonu, S. Ahmed Arvasî’nin bugün her ülkücü için vazgeçilmez başucu kitabı olan üç cildlik Türk-İslâm Ülküsü kitabının nasıl yazıldığı gibi çok önemli bilgiler de verilmektedir. Benim için en ilginç sayfalardan birisi de Başbuğ Türkeş’in Millî Hareket dergisinde yayınlanan “Üçüncü Yol” yazısının Türkeş tarafından Karabacak’a dikte ettirilerek yazdırıldığını anlatan satırlar oldu. Bu yazı yazıldıktan sonra Başbuğ Türkeş’in, yazara “… Var mısın?” diye sorduğu bir soru var ki, ayrıntısını okuyunca heyecanlanmaması imkânsız olan bu satırlar kitaptan okunmalı… Ülkücü kervanın yola nasıl revan olduğunu bu kadar nefis anlatan bir yazıyı şunca yıllık hayatımda  okumadığımı itiraf etmeliyim.

Bu siyasî tarih malzemeleri yanında Malazgirt’te ilk kutlamanın, ilk Osmanlı’yı Anma Töreni’nin Söğüt’te nasıl yapıldığı gibi tarihî/kültürel olaylara da değinen yazar, büyük bir mirasın nasıl küçücük küçücük adımlarla başladığının ve bugün övündüğümüz ülkücü geleneğin nasıl oluştuğunun ipuçlarını da veriyor. Kitabın yazarının o günleri içeriden yaşamış bir insan olması yazdıklarının önemini arttırmakta ve tarihe ışık tutmaktadır.

MHP iddianamesinde “Adını belirtmeyen, ancak sağ üst köşesine Alparslan Türkeş’in el yazısıyla “Ahmet Karabacak’ın raporu 16.4.1971” notunu düştüğü, İstanbul İli Organizasyonu başlıklı, Türkeş’in genel merkezdeki çalışma odasında ele geçen rapor” olarak kaydedilen Karabacak’ın İstanbul Raporu savcılara göre “önemi nedeniyle” iddianameye aynen alınmıştır.[4] Kitaptan anladığıma göre, Karabacak’ın başı bu raporu yüzünden epeyce ağrıtılmıştır.

Karabacak, 12 Eylül sonrasında yaşanan partileşme sürecinin milliyetçiler açısından bazı bilinmeyen yönlerine de ışık tutmaktadır.

Kitabın Önemli Bir Bölümü: Portreler

Kitapta “Bir Portre” başlığı ile sunulan ve bence kitabın en önemli sayfalarını oluşturan satırlardan çok şey öğrendim.  Bu sayfalarda yer verilen ve başta Alparslan Türkeş olmak üzere Arif Nihat Asya, Osman Yüksel Serdengeçti, Necdet Sevinç, Taha Akyol, Ergun Kaftancı, Komando Mustafa, Yılmaz Yalçıner, Mehmet Ali Ağca, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, Numan Esin gibi birbirinden çok farklı kişilikler hakkında ilginç anekdotların anlatıldığı sayfalarda her bilinçli ülkücünün yararlanacağı önemli ayrıntılar vardır.

Portreler bölümünde ilk sırada yer verilen Başbuğ Türkeş hakkında ünlü edebiyat tarihçisi Nihat Sami Banarlı’dan nakledilen şu sözler beni çok düşündürdü: “Türkeş’le tanışmadan, yakından tanıdığım milliyetçi ve kıymetli bir edebiyat adamı olan Nihat Sami Banarlı’ya, onu tanıyıp tanıma­dığını, partiye girip girmeme konusunu danıştım. Bana: “Ortalık­ta görülen parti liderleri arasında, okuması yazması olan (bu ifade Banarlı’nındır.) çok değerli biridir.” dedi. Banarlı hocanın bu tespiti­ni, Türkeş hiçbir zaman boşa çıkarmadı.” [5]

“Emek Hırsızları” ve “İki Yahudi”

İlk kez bu kitapta okuduğum bir terim olan “Emek Hırsızları” ibaresi, bugünkü MHP ile ilgili eleştirileri olan ülküdaşlarımızın çok kafa yorması gereken bir tesbiti yansıtıyor.[6] “Emek Hırsızları”  terimini Karabacak, 1977 milletvekili seçimleri öncesinde MHP listesinde konforlu bir yer kapmak için, menfaat hesabı ile partiye üşüşen “sonradan olma milliyetçi”leri ifade eden oportünist (=fırsatçı) tipleri anlatmak için kullanıyor. 2007 ya da 2011’deki son milletvekili seçimlerinde milletvekili listesi kulisi yapanlar arasında bu terimi, hak eden o kadar çok kişi vardı, ki neredeyse “30 yılda pek bir şey de değişmemiş” diyesi geliyor insanın… Bu çerçevede, yakınlarda vefat eden merhum Necdet Sevinç tarafından o dönemde yazılan “M.H.P.’yi  Bekleyen Tehlike” başlıklı  bir yazıya da kitabın ikinci kısmındaki alıntılar bölümünde yer verilmiştir.

Bu konu ile ilgili dikkate değer bir not da kitapta “İki Yahudi” başlığı ile yer almaktadır. Bu bölümde ‘MHP’ye sızmağa çalışan’ -ve kısa sürede art niyetleri anlaşılarak deşifre edilen- iki figürden bahsedilmektedir. “Sızma” denilince akla gelen bir husus olan “ajanlar” konusunda da Başbuğ Türkeş’den “sesi iyice açılmış radyo” efekti ile nakledilerek İstanbul MHP teşkilatına “yerleştirilen” bazı kişiler üzerinden yapılan uyarılara yer verilmiştir.

Unutulmaz Yazılar

Kitabın önemli bölümü de çoğunluğu Karabacak’ın yayınladığı Ülkücü Kadro dergisinde yayınlanmış yazıların sunulduğu “Yazdıklarımız” başlıklı son kısmıdır. S. Ahmet Arvasî’den “Türk Milliyetçiliği ve İslâmiyet”,  Sâkin Öner’den “Ülkücü Kadroda Kemiyet ve Keyfiyet Meselesi”, Necdet Sevinç’ten “MHP’yi Bekleyen Tehlike” gibi tarihî nitelik taşıdığını rahatça söyleyebileceğim ve çoğunluğu Karabacak’ın yayınladığı Ülkücü Kadro dergisinde yayınlanmış yazıları yıllar sonra tekrar okumak çok hoşuma gitti. Bu yazılardan Alparslan Türkeş  imzalı “Din ve Millî Eğitim” başlıklı yazıda orta öğretim okullarında seçmeli ders olarak Kur’an-ı Kerim  öğretimine yer verilmesinin istenmesi dikkat çekmektedir.[7] Bu bölümde yer verilen yazılar keşke daha fazla olsaydı ve özellikle merhum ve mağfur Ali Uğur’un milliyetçi hareketi masonik ve sabatayist sızmalara karşı uyaran, riyakâr nifak  yapılanmalarının MHP’ye -ve bilhassa yetenekli ülkücü gençlere- yönelik tuzak ve hesaplarını deşifre eden unutulmaz yazılarını da bugünün genç ülkücüleri okuyabilseydi. Kitabın sonraki baskılarında bu isteğimi dikkate almalarını hem yazardan hem de yayıncısı Oğuzhan Cengiz dostumuzdan rica ediyorum.

Ülkücü Hafıza Böyle Kitaplarla Güçlenecektir

Bugün 40 yılını tamamlamış olan ve artık birkaç nesil yetiştirmiş ülkücü hareketin kendi öz mecraından sapmaması/saptırılamaması için bu türden hafıza tazeleyici yayınların devamı gelmelidir. Ahmet B. Karabacak’ın da dikkat çektiği üzere “hareketin kuruluş ve gelişmesi sırasında içinde olan, hizmet eden ve en önemlisi Türkeş Beğ’in çok yakı­nında bulunanlardan, eli kalem tutanlar” tarihî bir sorumluluk altındadırlar.

Kıdemli ülküdaşımız, büyüğümüz [8] Ahmet B. Karabacak’ı bu değerli eseri bize kazandırdığı için kutlar ve Rabbimizden sağlıklı ve bereketli bir ömür niyâz ederim.

Ülkücü harekete eşsiz bir hizmeti yerine getiren Bilgeoğuz Yayınları’nın bu tür tarihî eserleri günümüz okurlarına ve özellikle genç ülküdaşlarımıza kazandıran başarılı ve nitelikli yayıncılık hizmetlerinin devamını diliyorum. Üniversiteli genç ülkücüler, bu kitabı konu alan seminerler yaparak ülkücü bilinci geliştirmek fırsatını bulabileceklerdir. Özellikle kitabın ikinci kısmında alıntılanan yazıların her birisi üzerinde tartışılmayı hak edecek değerdedir.

Ülkücü bilincin nasıl derinleştirileceği hakkında alternatif bir fikri olan, buyursun, konuşsun/yazsın bu kitap çerçevesinde, bilhassa da “emek hırsızlığı” hakkında… Yazacak fikri, konuşacak sözü olmayanların, “ülkücü muhalefet tiyatrosu” oynamağa hakkı da yok, yetkisi de; ülkücü sahnededeğil başrol kapmak, figüran bile olamazlar.

————————————————————–
İletişim: atahayati@gmail.com

[1] Büyük ilgi gören bu yazım ile ilgili olarak görüşlerini bana ileten çok sayıda ülküdaşım oldu. Yazıda babasının isminden söz edildiği için  bana ulaşan; tarihî 1969 kongresinin yapıldığı Adana’nın MHP İl Başkanı Faruk Akkülah’ın oğlu Yağmur Akkülah, teşekkürlerini ilettikten sonra babası adına kurulan websitesinin adresini iletti: http://www.farukakkulah.com adresinde Faruk Akkülah ve 1969 MHP Kongresi ile ilgili birçok belge ve fotoğrafa ulaşabilirsiniz.
Dr. Hayati Bice, “Ülkücü Hareket ve İslâmî Kimlik” , 14 Eylül 2011.
http://haberiniz.com/yazilar/koseyazisi40051-Ulkucu_Hareket_ve_Isl%C3%A2m%C3%AE_Kimlik_.html

[2] Ahmet B. Karabacak, Üç Hilâlin Hikâyesi, s.9 , Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul-2011.

[3] Ahmet B. Karabacak, Üç Hilâlin Hikâyesi, s.13-14 , Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul-2011.

[4] 35 yıl önce yazılmış, bu kısa ve önemli raporun geniş katılımlı bir istişare toplantısı yapılarak bugünkü İstanbul MHP il yönetimince tartışılmasında, ülkücü hareketin İstanbul’daki durumunun değerlendirilmesi yönünden yarar olacağını il başkan yardımcısı değerli dostum Prof. Dr. Zekeriya Kökrek’e hatırlatmak isterim. Raporun güncellenerek yenilenmesi ve belirlenecek yepyeni bir örgütlenme stratejisi ile MHP’nin İstanbul Sorunu’na çözüm bulunabileceğine inanıyorum.
Ahmet B. Karabacak, Üç Hilâlin Hikâyesi, s.81 , Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul-2011.

[5] Ahmet B. Karabacak’ın Başbuğ Türkeş ile ilgili makalesinin önemli paragraflarını vermek isterim:
“Bu kitap içinde, portresini vermeğe çalışacağım ilk kişi elbette Alparslan Türkeş olacaktır. Türkeş’i İstanbul’a parti teftişine geldiği zaman bir gurup olarak ziyaret ettik. Sert, ihtilâlin kudretli albayı imajını doğrulayan birini bulmayı düşünürken biz, nazik, yumuşak, konuşmaları ölçülü biriy­le karşılaştık. Uzun süre sohbet edildi. O bize memleketin içinde bulunduğu durumu ve çareleri anlattı. Henüz partinin genel müfet­tişi olmasına rağmen, genel başkan gibi konuşuyordu Bu kendine güveni Türkeş’te en zor zamanlarında bile gördüm.
Bir mesleğe sahip olanlar, kendi işlerinden konuşmayı çok severler. Çoğunlukla o dünyanın içinde sürüklenip giderler. C.K.M.P.’ye giren ihtilâlci on kişiyi yakından tanıdım. Türkiye’nin meselelerini bilen, çözümler üreten yalnızca Türkeş’ti diyebilirim.

Milli Hareket Dergisi yayınlanırken, musikî konusunun uzmanı ve o konuda İleri Türk Musikisi adlı bir de dergi yayınlayan arkada­şım Etem Öngör, “Türk Musikisini Sömüren Masonlar” başlıklı bir yazıyı yayınlayıp yayınlayamayacağımı sordu. Ben bunu memnuni­yetle kabul ettim ve değişik isimle yayınladım. Yazının içinde tarih­çi Yılmaz Öztuna’nın da ismi geçiyordu. Öztuna, Türkeş’e mason olmadığını ve bir düzeltme yapılmasını rica etmiş. Türkeş, dergiye bir düzeltme koymamı istedi. Ben, haberin doğru olduğunu söyle­dim. O, ısrar etti. Şöyle bir düzeltme koydum: “Geçen sayımızda adını açıkladığımız masonlardan Yılmaz Öztuna, mason olmadığını iddia etmektedir. Duyururuz.”
Türkeş, bu duyuruya güldü, geçti.
Aradan yıllar geçti. Yılmaz Öztuna, Adalet Partisi’nden millet­vekili seçildi. Ben olayı unutmuştum. Türkeş bir gün: “Karabacak, dedi, sen Yılmaz Öztuna için mason diye bir yazı yayınlamıştın. Mecliste bir konuşma yaptı, ancak ileri derecedeki bir mason o konuşmayı yapar.”
Müthiş bir hafızası vardı ve böyle olayları zaman zaman hatır­latırdı.

1980 ihtilâlinin yapılacağım üç ay kadar önce öğrenmiştim. Hemen Ankara’ya gittim. Kendisine böyle bir plânın olduğunu ve plânı gördüğümü anlattım. Bu arada bazı asalakları isimlerini vererek, çevremizden uzaklaştırılırsa iyi olacağını söyle­dim…
Nitekim ihtilâl oldu, onu tutukladılar, beni aramağa başladılar. Onunla beraber tutuklanan S.Ahmed Arvasî, uzun bir süre sonra bırakıldı. Türkeş O’na; “Karabacak’a söyle, anlattıkları aynen çık­tı.” demiş. Gene uzun bir süre sonra, Ankara’daki Mevki Hastane­si’ne, şimdi önemli bir bürokrat eğitimci olan Dr. Sâkin Öner beğ ile Türkeş’i ziyarete gittik. Bana: “Karabacak, o söylediğin adamlar içeri girer girmez, komünistlerin koluna girdiler.” dedi. Adını verdi­ğim adamlardan bazıları sonradan önemli gazeteci oldu, değişik par­tilere girerek milletvekili, bakan oldu… Türkeş, “Sen haklıymışsın” diyebilen bir karakterin adamıydı.

Alparslan Türkeş, çok okuyan, düşünen, rahmetli Dündar Taşer’in deyimiyle, olaylar karşısında herkesin durduğu anda ileriye gidebilen biriydi. Büyük bir idealist ve hareket adamı idi. Türk tarihinde, muhalefetleyken yanına bir milyon Türk gencini toplayıp yürütebilen tek liderdi. Ankara’daki cenazesinde, yılların çilekeş milliyetçisi şair ve düşünür Refet Körüklü şöyle dedi: “-Bak Kara­bacak, dün kaç kişiydik, bugün ne olduk. Bunu tarih yazacak.” Ruhu şad olsun.”
(Yazarın bu satırlarda isim vermeden ima ettiği zevatın kimler olabileceği hakkında bir fikrim var ama bana kalsın. H.B.) Bkz. Üç Hilâlin Hikâyesi, s.17-20 , Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul-2011.

[6] Ahmet B. Karabacak, Üç Hilâlin Hikâyesi, s.91 , Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul-2011.

[7] Ahmet B. Karabacak, Üç Hilâlin Hikâyesi, s.196-199 , Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul-2011.

[8] Kitapta Ahmet B. Karabacak’ın hayat hikâyesi şu şekilde özetlenmiştir:  1939 yılında Tosya’da doğdu. Beş yaşında ailesiyle beraber İstanbul’a geldi ve burada yetişti. Çok genç yaşta basın hayatına girdi. 1962-1964 yıllarında Zeren Edebiyat ve Sanat, 1965-1969 yıllarında Milli Hareket, 1977 yılında Ülkücü Kadro dergilerinin sahip ve başyazarlığını yaptı. Edebiyat çalışmalarında Edip Kemâl müstear adıyla hikâyeler, pek çok dergi ve gazetede edebiyat, sanat ve siyaset üzerine yazılar yazdı. S. Ahmed Arvasî başkanlığında kurulan Türk Gençlik Vakfı’nın önce ikinci başkanlığını, daha sonra başkanlığını yaptı. Millî Hareket ve Türk Kültür yayınevini kurdu. 1965 yılında Alparslan Türkeş’in daveti üzerine siyasete girdi. Yazdığı yazılar ve siyasi çalışmaları sebebiyle iki defa idamla yargılandı. Hapis ve sürgün cezaları alarak bir süre cezaevinde yattı.  Türklükten ve İslâmiyet’ten hiç taviz vermeden bu güne kadar yaşadı. (2011).