Türkistan Aydınlarında Türklük Bilinci ve Alparslan Türkeş

Muhammed Salih ile Röportaj

Türkistan Aydınlarında

Türklük Bilincinin Uyanması

ve Alparslan Türkeş

Alparslan Türkeş’in aksülameli bile Orta Asya aydınlarında Türklük bilincinin uyanmasına büyük katkı sağladı”

KAYNAK: http://faraszade.com/ozbekistanli-sair-ve-onder-muhammet-salih-ile-soylesi/
Muhammed Salih : “Türk olduğumu ve demokratik dünyanın değerlerini Sovyet ordusunda askerliğimi yaparken, Macaristan ve Çekoslovakya direnişlerinde idrak ettim.

Sayın Başkan maalesef Sovyetler’in yıkılışından sonra Türk Sağı Türk Dünyasıyla doğru bir ilişkiyi geliştiremedi.. İkinci mesele de İslam dünyasıyla da AK Parti döneminde özellikle istediğimiz ideal ilişkiyi geliştiremedik. Çünkü temelde bir fikir üretemedik. Siz Orta Asya’dan bir Türk- Özbek aydını olarak özellikle sizin bu konuya bakış açısınız çok önem arzu ediyor. İlk sohbetimizde Türkçülük, milliyetçilik üzerinde kanaatinizi almak isterim. Sizin Orta Asya ve Dünya politikalarınızda ilgili vizyonunuzu da paylaşmak isterim. Şimdi öncelikle sizi kısa olarak bizim insanımızın tekrar tanıması açısından bir hikayenizi anlatabilir misiniz?

Muhammed Salih : Ben Özbekistan’ın Batı bölgesinde 1949 yılında doğdum. Bu Türkmenistan’a yakın Oğuz bölgesi – Harezim, Harezm’de genellikle oğuzlar yaşıyor.

Yani Türkmen boyları ile iç içe yaşıyoruz. Bizim bazı akrabalarımız kendilerini Türkmen diye yazdırmış pasaportlarına. Onlar bugünkü Türkmenistan’ın Daşoğuz (Diş oğuz) eyaletinde yaşayan akrabalarımız. Harezm 12-13 asırlarda Harezm Emparatorluğunu kuran Harezimşahların diyarıdır. Son Harezmşah Celalaettin Menguverdi Moğol istilacılarına karşı direnen son hükümdar idi.

Ben tabii bugün kendime Özbeğim diyorum, Özbekler bünyesinde üç Türk boyunu – Oğuz, Kıpçak ve Karluk – Türker’ini barındıran bir büyük etnik gruptur.

Daha net demek gerekirse, Harezim Özbeğiyım. Harezm 1924 yıla kadar bağımsız cumhuriyet idi. 1924 yılında Sovyetler Özbekistan Sotsialistik Cumhuriyeti ilan edib, Buhara ve Harezmi (eski Hiva hanlığını) bugünkü Özbekistan terkibine kattılar.

Bugünkü Özbekistan eski Türkistan’ın merkezidir. Emir Temur’dan sonra parçalanan emparetorluğun merkezidir bu diyar. Biliyorsunuz Batı Türkistan’ı Ruslar 5 parçaya ayırdılar: Özbeksitan. Kazakistan. Kırgızıstan. Tacikistan, Türkmenistan

Çar Rusyası işgalına kadar orada 3 devlet vardi: Hokand hanlığı, Hiva hanlıği ve Buhara emirliği. Bu Timur’dan  miras kalan uç parça idi.

Ben  Harezm eyaletinin batı bölgesinde yaşayan Beğcan Beyin torunuyum. Bizim sülalemiz halk içinde “hana kız vermeyen beyler” diye anılıyor.

Altıncı kuşaktan dedemiz Beğpolat Bey  kızını Hiva hanının haremine vermediği için onun hanedanını 19. asır ortalarında Harezmden Buhara sınırına, bugünkü Karaköl ilçesine sürgün ediyorlar. Ailemiz orada 17 yıl ğurbette kalıyor ve nihayet yeni han tahta çıkıb dedelerimiz vatana geri çağırılıyor, eski makamı ve tüm mal varlıkları iade ediliyor. Bu da bir ayrı hikaye…

Ben tabii Sovyetler döneminde doğdum ve Sovyet mefküresiyle yetiştirildim. Rusları “büyük abimiz” olarak tanıttılar bize.

Ama beni 18 yaşında Kızıl orduya, askerliğe aldılar ve orada ben ayrı bir millete mensup olduğumu öğrendim. Ben orada Rus olmadığımı, Sovyet olmadığım, benim bir geçmişim, tarihim var olduğunu öğrendim. Ben Özbek olduğumu, bir Türk olduğumu Rus askerlerinin bana karşı gösterdiği  şovenistik davranışlarından sonra öğrendim.

Askerlikte aşırı Rus ırkçılığıyla karşılaştım ve bu tecrübe beni Özbek milliyetçisi yaptı.

Ben 2 yıl askerlikten sonra Özbekistan’a döndüğümde ben de artık sosyalist bir genç değildim, aşırı  bir milliyetçi idim.

 Sosyalist fikirlerinizden de Ordu da mı vazgeçtiniz?

Muhammed Salih: Tabii, sosyalist fikirler o kadar şekillenmemişti zaten. Gene de ben Rus edebiyatını, Batı edebiyatını Özbek edebiyatından daha çok biliyordum.

Çünkü ilk okuldan başlayıp bize tarih olarak “Sovyetler Birliği tarihi”, aslında, Rus tarihi okutuldu. Böyle bir zamanda benim şekillenmeye başlamış internasyonalist  kafama ilk darbeyi Kızılordu vurdu. Askerlik benim gerçek kimliğimi ortaya çıkardı ve askerden bambaşka bir şahıs olarak döndüm.

 Peki size ateist dayatma veriyorlar mıydı? Sovyet eğitim sisteminde ateist bir eğitim sistemi var mıydı?

Muhammed Salih: Tabii. Şiarlari ”Din afyondur, Hüda yoktur, Allah yoktur” idi. Aslında bu kadar propagandaya gerek te yoktu. Zaten din hakkında ne evde ne okulda bilgi verilmiyordu, bu mevzu konuşulmadıktan sonra herkes zaten ateist yetişiyordu. Din hakkında ancak “din zararlıdır” diyebiliyorlardı..

Ailenizden Müslüman kimliği ile İslami bir eğitimi aldınız mı?

Muhammed Salih: Hiç bir eğitim yoktu. Ama annem “La ilahe illallah” diye söylerdi hep. Uykuya yatarken, şu şiiri okuyordu:

“Yatıyoruz ya Allah,

Kalkarız da inşallah –

Kalkıp, kalkmaz gün olsa

La ilaha illalah!”

Biz çocuklar bu dörtlük gölgesinde uykuya dalıyorduk.

Biz için bütün İslam şu 4 satirin içindeydi. Annemin, dini eğitimi olmamasına rağmen, Allah korkusu çok büyüktü. Dilinden istiğfar düşmezdi.

Babam Medemin (Muhammedemin) Beğ 1918, annem Akile Hanım 1922 doğumlu idi, hiç okutmamıştılar.

Dedem Beğcan Beği 1926 da “kulak” (sovyetkarşıtı) olarak tutuklandı ve bir yıl sonra, 1928 de katledildi. Yer sularımız, mal ve mülkümüz müsadere edildi…

 Sonra askerdeyken Prag baharına denk geldiniz değil mi ?

Muhammed Salih: . Evet bu 68’ Mayıs ayında ben Kızıl ordu saflarında asker olarak Macaristan’da idim. Sonra Haziran, Temmuz ve Ağustos ayının ilk yarısında bizim bölüğümüz Çekoslovakya sınırına getirildi ve orada 21 Ağustosa kadar bekletildik.

Biz Çekoslovakya’ya Haziran ayında da girebilirdik, ama bekledik. Sonra 20 Ağustosta “savaş çıkabilir, savaşa hazır olun, biz bu gece Çekoslovakya’ya giriyoruz”, “NATO saldırabilir” dediler.

Biz gençler sevindik. Yaşımız 18.5 idi, insan bu yaşta savaşa sevinir tabi. Elimize Kalaşnijkov otomatik tüfeğinin en son modelini tutturdular ve belimize her birinde 32 mermi 3 tane şarjör taktılar, 2 tane de F-1 el bombası verdiler. En son model el bombalarıydı.

Sonra 21 Ağustos gecesi biz Çekoslovakya sınırlarını geçtik. Böylece biz gençler Kızıl ordu saflarında Çekoslovakya’yı işgal ettik. Biz Çekoslovakya’da 4 ay kaldık. Sonra Macaristan’a geri döndük.

 Peki oradaki Macar gençlerin sivil itaatsizlik eylemleri dikkatinizi çekti mi ?

Muhammed Salih: Tabii, benim için Cekoslovakiya zehnimde bir inkılap yarattı diybilirim. Silahsız insanlarin biz silahli insanlara karşı açık direnişine şahit olduk.

İlk günler bizden bazı askerler meşru müdafaa baahnesiyle protestocu Slovaklara karşı ateş etti ve iki kişiyi öldürdüler (Ben kimseyı öldürmedim de Allah’a şükür). Buna rağmen bu silahsiz insanlar – kadın-erkek) bize “Moskova’ya geri dönün, Moskova’ya kadar 2 bin kilometre, sizleri kadınlarınız bekliyor, bu topraklar bizimdir” gibi şiarlar dağitmaktan geri durmadılar.

 Oraya haksız bir dava için, haksız bir amaç için gittiğinizi hemen farkına vardınız mı ?

Muhammed Salih: Evet. Tabii ilk iki ayda fazla bir şey anlamadık. Bu direnme toplumu bizim kumandanları “kontra” diyorlardı. Yani biz inkılapçı onlar aksi inkılapçı oluyordu. Sonra baktık, bu “kontra” denen insanlar çok iyi insanlar imiş.

 Karşı devrimci diyorlardı o zaman

Muhammed Salih: Evet onlara karşı devrimci, “burjuva” diyorlardi, ama sonra baktık, çok kültürlü, çok sakin insanlar olduklarını gördük.

Onlarla dostlaştık, onlarla çok iyi olduk. Biz Slovak bölgesindeki Bratislava şehrine yerleşmiştik. Böylece orada her şey değişti benim için.

Kısacası, iki yıl askelikten tamamen başka bir insan olarak döndüm yurduma.

Eve döndüğümde kendimi çok yaşlı hissediyordum. Böyle bir ruhi hal içindeydim 70. yılların başında.

 Taşkent’te üniversiteyi okudunuz.

Muhammed Salih: Evet Taşkent Universitesinin gazetecilik fakütesine girdim. Sinfimda benden 2 ya da 3 yaş küçük gençler vardı. Onlar hemen liseden sonra Üniversiteye girmişti, ben ise liseden 4 yıl sonra girmiştim ve aramızdaki yaş farkı çok büyük görünüyordu.

Benim askerlik hayatım gençliğimi epey kısıltmış ve beni kocaltmışti. Sınıf arkadaşlarım bana çocuk görünüyordu. Hâlbuki aramızda sadece 2 veya 3 yaş farkı vardı.

– Peki o zaman sizde Özbek olarak bilinci uyandı mı?

Muhammed Salih: O kadar uyandın ki, artık Milliyetçiliği aşıp, Türkçü olmuştum.

 Türkiye’nin ne zaman farkına vardınız o zaman ?

Muhammed Salih: Türkiye’yı 1972’de ilk Alparslan Türkeş şahsi vasıtasıyla tanımaya başladım. Türkiye ile 1973’de daha yakından ilgilenmeye başladım. BBC ya da Liberty radyosunda (bu radyoları kısa dalğalarda gizli dinliyorduk) efsanevi bir albaydan bahsediliyordu.

Bir Türk albayı çıkmış, adı Alparslan Türkeş imiş, Türkçü imiş. Çin’e gitmiş ve Maozedüng’dan Uygur Türklerinin haklarını taleb etmiş, diye konuşuluyordu.

Bu Türkçü imaji benim şuuruma yerleşti.

Tabi, Türkeş Çin’e gitmemişti.

Bu Mazlum halkların ürettiği bir efsaneydi. Türkeş ismi biz gençler için yeni bir isimdi.

O zamanın Türkiyesi daha çok idelolojisi Sovyet sosyalist mefküresine yakın olan siyasi erbab Bülent Ecevit üzerinden yansıyordu. Ecevit’in kasketi ve güvercinleri Sovyet cumhüryetlerinde çok meşhurdu.

Mesela sizin gibi Özbek gençlerin Türkiye’ye olan ilgisi üniversite de oluşmuş muydu. Onu hissedebiliyor muydunuz?

Muhammed Salih: Üniversitede Türkiye siyaseti ve edebiyatı ile ilgilenen çok azdı. Ben bu azınlık içerisindeydim. Türkiye hakkında edebiyat nerdeyse yoktu.

Milli şairlerimiz, 20. asır başlarında yaşamış Ceditçilik hareketinin önderleri Çolpan, Fitrat, Behbudi, Münevver Kari gibi büyük şair ve düşünürlerin eserleri yasaklanmıştı, kitaplarını bulamıyorduk.

Ben Üniversitenin 1. ve 2. sınıflarında daha fazla Batı edebiyatını okudum. Jean Paule Sartre, Camus, Kafka benim çok mütalaa ettiğim isimler idi.

Sonra 1972’lerde Gabriel Markes’i keşfettim, Latin Amerika yazarları peydah oldu ufkumda. Bunlarla yeni bir dünya açtım. Latin Amerika edebiyatı beni çok meşgul etti…

– Tabii Latin Amerika’da bir diktatörlüğe karşı tavır vardı ilginizi çekti değil mi?

Muhammed Salih: Tabii, o bağımsızlık hareketleri, Che Guevara.

Onun perde arkasındaki gerçek hayatını, o karanlık hayatını bilmiyorduk tabii. Che bizim gibi mazlumlar için savaş veren bir yiğit ve kahraman idi.

Türkiye açısından baktığımızda bir paradoks var: ben bir sağci edim, o zamanki Türkiye solunuın ilgilendiği ve değer verdiği kitapları ve yazarları seviyordum: bir Özbek, bir Türk milliyetçisi olarak Batı medeniyetinden ilhamlanmak Türkiye milliyetçiliği nezdinde kabul edilemezdi tabii.

Bu kitapları bulmakta zorlanmıyordunuz değil mi?

Muhammed Salih: Batı ülkelerinde basılmıiş en popüler kitaplar 8-9 ay içinde hemen Rusçaya tercüme edilir ve biz anında bu kitaplara ulaşabiliyorduk.

Rusya’da çok büyük bir tercüman kadrosu vardı. Edebiyat tercümesi konusunda Sovyetler çok ilerideydi.

Hatta biz Avrupalılardan daha derin, daha hızlı şekilde Avrupa edebiyatını kavrıyorduk ve onu değerlendirebiliyorduk

Peki Türk edebiyatı ve Türk yazarlar bir ilişkiniz oluyor muydu o dönemde?

Muhammed Salih: Nazım Hikmet’i seviyorduk çok. Nazım Hikmet ve yine birkaç yazar (Aziz Nesin, Said Faik ve başkalar) vardı Sovyet neşiryatlarında kitapları yayaınlanan, biz onları okuyorduk. Nazım biz için bir Türkçüydü. Çünkü her şiirinde Türk Diyordu. Bir Türk olarak Türkçü olmamasını tesevvür edemezdik. Nazım Hikmet’in komünist olduğunu da biliyorduk, ama biz için bu bir resmi nıkap dişinda hiç bir şey ifade etmiyordu. Nazim bizim için büyük Türk şairi idi. Onun Türkiye’deki ideolojik kavgasından haberimiz yoktu. Olsa bile bu onun şairliğini gölgeleyemezdi.

Ve tabii Aziz Nesin de vardı. O da en az Nazim gibi meşhurdu Sovyetlerde.

– O da Sovyet sistemin izin verdiği yazarlardan. Ziya Gökalp’ı mesela mümkün değil mi?

Muhammed Salih: Ziya Gökalp bize düşman olarak tanıtılmıştı. Ziya Gökalp hakkında Ruslar yazıyordu. Ziya Gökalp Rusların telkininde Pantürkist ve ırkçıydı. Ruslar Gökalp’ı karalamak için onun eserlerinden alıntılar alıp onları kendine göre yorumluyorlardı. Biz de bu alıntıları alıp kendimize yakın dostlara dağıtıyorduk.

Yusuf Akçura, İsmail Gaspıralı …

Muhammed Salih: Onlar o kadar meşhur değildi. Ziya Gökalp Rusların ilgilendiği isim olduğu için çok yorumlanıyordu, konuşuluyordu, biz de ona yöneldik.

– Türkçülüğü bir akım olarak biliyor muydunuz o dönem?

Muhammed Salih: Akım olarak bilmiyordum. 1971-1972 yılları kasdedyorum. 1975’te Türkiye’de bir Türkçülük akımı olduğunu öğrendim.

Turancılık konusunda bir bilginiz var?

Muhammed Salih: Turancılık konusunda bilgimiz vardı. Bizim Ceditçiler (Fitret, Çolpan, Bihbudi ve başkalar) 1910 yıldan başlayarak, belki Türkiye pantürkistleri etkisi altinda, bir Turan hayalini kurmaya başlamışlardı.

Ceditler 1918 yılında Hokand Muhtariyeti (Türkistan Cumhuriyeti) ni kurdular.

Rusya’da Çarlık yönetimini deviren 1917 Şubat İhtilali’

Türkistan’da milli güçleri harekete geçirdi ve Hokand Muhtariyeti  kuruldu.

Fakat bu bir bağımsız devlet olan Muhtariyet iki ay gibi yaşayabildi. 1918 yılının Şübat ayında Lenin’in emriyle bolşevikler ordusu yerli Ermeni Taşnaklar desteğiyle Hokand halkına karşı katliam başlattı ve 3 gün içinde yerli ahaliden 45 bin kişi öldürüldü.

Böylece Ceditler Hareketi ölümcül bir darbe aldı. Bu hareketin hayatta kalan liderleri Sovyet rejimi tarafından 1937 yılında topyekün katledildi.

Onların hepsi Turancıydı.

Peki Enver Paşa’yı bilir miydiniz, ne zaman öğrendiniz…

Muhammed Salih: Enver Paşa’yı 1970. yılların başlarında biliyorduk. Burada “basmacılar” safında savaşmış bir Türkiye Türkü, bir kahramanı olduğunu ve bizim topraklarda şehit düştüğünü biliyorduk. Ama derin bilgimiz yoktu.

Halk ve insanlar genel de Sovyet sistemine rağmen Enver Paşa’yı seviyorlardı yani

Muhammed Salih: Evet, bizim kuşak belki o kadar iyi bilmiyordu, çünkü bu bizim için yasak bir konu idi, ama genelde halk Enver Paşa’yı kahraman olarak biliyordu.

 – Peki siz bir Özbek genci olarak Timur hakkında ne zaman bilgi edebildiniz

Muhammed Salih: 1970. yılların ortalarında ilk defa “Timur tüzükleri”ni buldum. Daktilo da yazılmiş ve çoğaltılmiş nushası idi.

Yasak değildi değil mi?

Muhammed Salih: Yasaktı. Milliyetçilik nasıl yasaksa, tüzükler de yasaktı. O zamanlar Timur Rusların yorumunda zalim ve despottu, bize böyle öğretiliyordu Rusların hazırladığı tarih kitaplari.

Osmanlı Tarihini Yıldırım Beyazıt ne zaman tanıdınız.

Muhammed Salih: Yıldırım Beyazıt’ı daha sonra tanıdım, 1976-77 yıllarında. O dönemde Moskova’daki Yüksek Edebiyat Kurslarında okudum. Bu okulda profesyonel yazarlar okuluydu. Orada Orta Asya Türkleri ve Anadolu Türklerinin tarihini öğrenme fırsatını buldum. Yıldırım Beyazıt hakkında ilk defa orada okuyabildim. Yani onu çok geç tanıdım.

Sonra 1985-86’larda daha yakından öğrenmeye başladım. 1986’da Taşkent’te Dünya Türkoloji Kongresi gerçekleşti. Bu büyük bir meşveret idi. Bu toplantıya yanılmıyorsam 7-8 kişilik bir Türk heyeti katıldı. Bu heyette Prof.Dr. Ahmet Bican Ercülesin de vardi. Bu grup Özbekistan’a ilk gelen Türk heyeti idi. Onlar bize çok kitap getirdiler sağ olsunlar.

Peki mesela sizin gibi ya da sizin özelliğinizde olan kişiler Timur’u tanıdıktan sonra ya da Yıldırım’la savaşlarını tanıdıktan sonra Türkiye’ye bakış açınız pozitif mi gelişti negatif mi gelişti?

Muhammed Salih: Zaten bizim Türkçü hareketimiz, (hareket derken de onun 10-15 kişiden fazla olmayan bir gruptan bahsediyorum) yazarlar, şairler, ressamlar, tanınmış insanlardan ibaretti. Türkçülük hareketi bizde MHP gibi büyük teşkilat değildi tabii.

Beyazıt’a münasabetimiz pozitifti tabii. Tarihi şuura sahip bir Türk aydını – ister Özbek Türkü, ister Anadolu Türkü olsun – ne Timur’a, ne de Beyazıt’a düşmanlık besleyemez. İkisi de bizim ecdatlarımız, biri Doğuda, diğeri de Batıda savaş veren iki büyük Türktü. Her ikisi de kendi hudutlarında rakipsizdi.

Böyle bir pozisyonda onların arasındaki ihtilafın kaynağı resmi yılnamelerde kaydeildiği gibi değil tabii.

İki büyük güç vardı. Yani hatta bunlar abi-kardeş olsa bile aralarında savaş mukarrerdi. Baba oğul olsalar bile yine de savaşırlardı.

Ve savaştılar!

Sizin sohbetinizde geçen tanımınız vardı Timur daha evrensel karakter, Yıldırım’sa daha ulusal karakter olarak bilinir demiştiniz.

Muhammed Salih: Türk ırkının karakterinde iki meyıl var; kosmopolitizm ve individualizm (bireycilik).

Timur kozmopolit idi, yani karakterindeki kosmopoltizm hakim ruh idi. Timur tüm dünyaya “bana güvenin, ben sizi mutlu edeceğim” diyordu.

Sadece Timur değil, tüm Türk ırkında kozmopolitizm ruhu hakim ruhdur. Biz diğer etnik gruplarla çok kolay karışan, karışmaya meyilli, hatta onlarla çok kolay assimile olan ve bunu da dert etmeyen bahtiyar bir milletiz.

Bizim içimizde ırkçılık yok, bu açıdan biz fenomenal bir milletiiz.

Türk karakterindeki kozmopolitizmi Timur temsil etti. Türk karakterindeki individualizm yani bireyciliği Yıldırım temsil etti.

Mesela şimdi 1980 doğru gidiyoruz. 1976 şimdi orada bir baskı falan dönemi var mıydı, 1980 doğru giderken gençliğinizde gördüğünüz kadarıyla Sovyet sisteminde, Özbek sisteminde bir baskı falan var mıydı.

Muhammed Salih: Baskı her zaman vardı ama garip bir şey, baskıya rağmen bir özgürlük ruhu vardı insanlarda. Her şeye rağmen KGB’nın bodrum katlarındaki işkencelerden haberdardık, ama yine de özgür bir ruhi halimiz vardı.

Küçük bir grup genç her şeyi konuşabliyorduk kendi aramızda. Sovyetlerin Kommunist partisi lideri Brejnev’u alay eden parodiler, ironik şiirler yazıyorduk. Bence bu faaliyetimizi KGB “bu salaklar ne yapabilirdi-ki” diye bizi ciddiye almadılar.

Peki 1980’e doğru giderken Sovyet sisteminin birden çökebileceğini öngörebiliyor muydunuz.

Muhammed Salih: Ben bunu rasyonel tahmin edemezdim ama irrasyonel tahmin edebiliyordum, hissedebiliyordum. Victor Sosnora diye benim şiirlerimi Rusça’ya çeviren bir dissident şair vardı. Komünistlerden nefret eden çok büyük şair, San Petersburg’lu, o hala yaşıyor bildiğim kadarıyla. Onunla Taşkent’te geziyoruz. Taşkentin merkezinde Lenin Meydanı vardır. Tabii, Lenin’in heykeli duruyor bu taş meydanda. “İnşallah biz bu heykelin yıkılışını göreceğiz” dedim aniden. “Görecek miyiz?”diye sordu Rus şairi.

“Göreceğiz. Ama bu ağir heykel yere böyle düşerken bu güzel mermerler parçalanacak” diye espri yaptıım. Bu espriyi 1981’de yapıyorum. Ve 10 yıl geçer geçmez dediğim gerçek oluyor. Heykel 1991 de yıkılıyor, Özbekistan bağımsızlığını kazaniyor.

Peki sistem çöküşünce siz siyaset ya da sivil topluma ne zaman girdiniz. Sistem çöküşünce mi 1980’ de Sovyet çöküşünden sonra mı girdiniz.

Muhammed Salih: Ben aktif siyasete 1985’te girdim. Gobaçev iktidara gelmeden önce girdim, daha doğrusu girmek zorunda kaldım. Çünkü siyaseti hiç sevmezdim. Bir apolitik insandım o zamanlar.

Ayrıca eserleriniz vardı değil mi?

Muhammed Salih: Ben şiir yazarıyım. 70. yıllar Özbek modern şiirini temsil ediyorduk. Metaforistik şiir temsilcileriydik. 1970’lerde başlayıp 1985’e kadar 15 yıl içinde şekillenmiş ve kendini bir şair olarak tamamlamış bir insandım. 1986’dan sonra şiirden uzaklaştim, ya da uzaklaşmak zorunda kaldım. Siyaset, benim sevmediğim siyaset beni girdabına çekti.

Peki Sovyetlerin Afganistan’ın işgali sizde bir sosyal etki uyandırdı mı ,bunu hissettiniz mi? 1979’da

Muhammed Salih: Tabii etkiledi. Hatta Sovyetlerin Afganistan işğalına karşı metaforistik şiirler yazdım. Sembolik şiirler.

Peki İslami ya da Müslüman olma bilinci ne zaman oluşmaya başladı. Sovyetlerin Afganistan’ı işgalinden sonra mı oldu?

Muhammed Salih: Benim Afganistana bakış açım İslami faktörden değil, özgürlük düşüncelerimle bağlıydı.

Bir halkın işğalcıya karşı direnişi bağlamında algılıyordum olayı.

İslam bana ilk olarak 1985’te sirayet etti. O dönem benim için herşey iyiydi sanki. Yani 1985’te ben 35 yaşlarında meşhur bir şair idim. Herkes Muhammed Salih’i tanıyordu. Hatta Moskova’da da tanınılıyordum. Tanınmış biriydim, sorun yoktu. Şiirimizin her satırına da iyi para ödüyorlardı. Gonarar, telif hakkı yani. Zengin değildık, ama kazandığımız para bize yetiyordu. Sanki kaderimizden memnunduk. Dine bakış açım da özgürlükçü bakış idi.

Aslında 70. yılların bu bohem hayatından batınen çok sıkılımıştım. O dönem hatıralarımdan bir alıntı yapmak istiyorum:

” …Şiir benim terbiyecim idi. Fakat o dayanak noktası değildi. Herkes gibi benim de dayanacak bir noktaya ihtiyacım vardı. Çünkü herkes gibi ben de yolunu şaşıranlardan biriydim: İhtiras kamçısı altında tir tir Titreyen deve gibi, pranga ayakta, Yürümeye mecburuz, yürümeye mecbur, Bilemeden Mağrip nerede, Maşrık ne yanda. (Yolunu Kaybedenler Türküsü, 1983) Bu ıstırap, tıpkı eski Yunan filozofu Parmenide’in ıstırabına benziyordu. Zavallı Parmenide “Ey tanrılar, ben sizden hiçbir şey istemiyorum. Bana sadece sabitlik verin.

Bu, durmadan değişen, türlü renklere bürünen kararsızlık denizinde benim tutunabileceğim bir ağaç, bir kararlılık, bir sabitlik verin!” diye yalvarırdı. Fakat onun feryatları beyhude idi. Çünkü o istikrarı Allah’tan değil, putlardan istiyordu. Parmenide, politeizm (çok tanrıcılık) devrinin kurbanı idi. Fakat kendisi farkında olmadan Allah’ı, bütün alemleri yaratan yegane Allah’ı, yegane istinatgahı arıyordu.

Bu istinatgahı, Sovyet devrinde dininden uzaklaştırılan insanlar da aramaya başladılar. Bana benzeyenler için şiir, bu arayışın vasıtasıydı.

Şiir, arayış ıstırabından yorulup bıkmamak için bir teneffüstü.

Şiirin dışında insan kalbini hudutsuz dehşete düşüren bir boşluk vardı.

Bu boşluk, bizim candan sevdiğimiz dünyamızdı. Cazibesi korkunç olan dünya”..

Bu boşluğu ancak bir büyük inanç, bir sarsılmaz itikat doldurabilirdi.

Bu dayanılmaz ruhi ihtiyaç beni islam dinine getirdi.1985 te ailece ilk namazımızı kılldık. Beni bu noktaya getiren günü hiç unutma:Eve geldim çocuklara o günü ve o geceyi çok iyi hatırlıyorum. Metrodan inip eve giderken, ruhum bir boşluk içine girdi. Kendime dedim: “Ne yapacaksın peki? Sen meşhur şairsin, tamam. Kitap çıkaracaksın, cilt cilt kitaplar çıkarabilirsin, ama sonrası nedir bunun?. Sonuçta ne var,dedim” kendime.

Sonuçta boşluk olduğunu gördüm. O zaman eşim Aydın hanıma “yarından çocuklara kuran öğreteceğiz…”.

Sovyetler yıkılışı ile birlikte devlet ve sistem olarak bir Özbek bilinci gelişti değil mi, Devletler de gelişti. Bağımsızlık ilan etmeyle beraber mi gelişti ?

Muhammed Salih: 1985’te ben bir Özbek aydını olarak dediğiniz o “sistem”den kendi bağımsızlığımı ilan ettim.

Milli değerlere karşı komünist partisinin bize karşı uyguladığı zülme karşı ilk manifestoyu 1984 Aralık ayında ben yazdım “Politbüroya mektup”tu adı bu manifestonun.

56 kişi, genç şair ve yazarlar bu manifestoyu imzaladı bu metubu. Bizim milli hareketimizi o mektup başlattı. Bu mektüb Özbek aydınlarının Sovyet zülmüne karşı son 60 yılın ilk başkaldırısı idi.

O zaman Gorbaçev gelmemişti. Kommunist Parti lideri Çernenko idi. Bu şahısın kişiliği çok silikti, o yüzden biz mektubu Politbürya yazdik.

Medreseler ve tarikatlar var mıydı Sovyetlerde?

Muhammed Salih: Vardı ama hepsi yer altındaydı. Bizim çocukları da yeraltındaki genç mollalar okuttu. O zaman çocuklara Kuran okutmak da suçtu. Okuyan da okutan da ceza alırdı. Ona rağmen oğlum Timur ve kızım Umide’yi Elhamdülillah okuttum.

Ne zaman serbest oldu medreseler, okuma okutmak ?

Muhammed Salih: 1990’larda. 90’ların başlarında.

Sizin peki siyasete daha doğrusu Meclise girmeniz ne zaman oldu.

Muhammed Salih: 1990 mart ayında seçim oldu ve ben de bağımsız ve komünist olmayan ilk milletvekili olarak seçildim. Seçim nisbeten serbest seçim oldu.

Ona tekrar döneceğim. Bizim Türkiye’ye döneyim müsaadenizle. Türkiye’deki Özbek aydını olarak, Türk aydını olarak Türkiye’deki şu anki Türkçülüğü ve Türk Milliyetçiliği şu anki yapısıyla Orta Asya’daki Türklere bir karşılığı olduğunu düşünüyor musunuz. Şu anki Türkçülüğün fikir yapısının Orta Asya’daki bütün Türk dünyasına hitap edebilecek bir fikir derinliği olduğunu düşünüyor musunuz

Muhammed Salih: Düşünüyorum. Eğer bu Türk dünyası potansiyel iyi değerlendirilerek, uygun bir şekil bulunursa bir ideoloji oluşturulabilir. Biz 1980 sonlarında Türk dünyası hakkında ilk defa açık konuşmaya başladık. En azından yerel zeminde bir ideoloji oluşturmaya çalıştık. Bu konuda benim biraz tecrübem de var. 1980 sonlarında 7-8 aylık bir teşvikat bile Özbek’lerin Türklük ve Türk entegarsyonunu kavraması için yetti ve Özbekistan’da ilk defa Özbek’lerin özbe öz Türk olduğunu açık dile getirmeye başlamışlardı.

Sonra Türk düşmani Kerimov’un şiddetli baskısı ile bu akım durduruldu ve onun liderleri yurttan sürgün edildi.

Sizin bir öneriz olarak İstanbul Türkçesi ortak dil olarak İstanbul Türkçesi olabilir değil mi sizin için.

Muhammed Salih: Evet bu en rasyonel ve gerçekçi teklifti. Türkistan Türkleri 75 yıl boyunca kendi aralarında ortak dil olarak Rus dilini kullandi. Neden biz şimdi kendi Türkçemizi, İstanbul şivesini ortak dil olarak kabul etmeyeceğiz?

Peki mesela Türkiye’de Türk Milliyetçilik hareketi diğer ülkücü hareketlerinin Türkiye’nin bir ortak sorunu var. Kürt Sorunu mesela. Kürt sorununa bakış tarzı bir Orta Asya Türk aydını olarak nasıl bakıyorsunuz. Siz Kürt olsanız nasıl bakardınız?

Muhammed Salih: Bence Kürtleri asimile etmeye çalışmamak lazım. Eğer böyle yapmaya çalışanlar varsa tabii. Bence tam tersini yapmak lazım. Kürtlerin pasaportunda “Türkiye vatandaşi” değil, “Kürt” diye yazmak lazım. Türk pasaportunu da “Türk” diye yazmak lazım. Kürtlere kürtlük yapmalarına engel olmamak gerekir, eğer bu Türkiye’yı parçalamak amacı taşımıyorsa. Fakat Türkiye bir üniter devlettir, burada Türkçe devlet dilidir ve bu devlette yaşayan herkes bu dilde konuşmaları zorunlu olması lazım. Nasıl Amerika’da her kes İnglizce konuştuğu gibi.

Ana dilde eğitime nasıl bakarsınız Kürtlerin anadilde eğitimine.

Muhammed Salih: Ana dilde eğitimini onlar kendileri yapabilirler isterlerse. Ama burası Türkiye, her şeyden önce Türkçe konuşabilmesi ve Türkçe’yı öğrenmeleri lazım.

Yerel yönetimler özerkliğine nasıl bakarsınız. Bunların Kürt siyasi partilerin talepleri yerel yönetimdeki özerklik diye.

Muhammed Salih: İyi bakmıyorum bu ülke federal devlet değil.

Türkiye’nin dışındaki Kürtlerle ilişkilerine nasıl bakarsınız. Mesela bir konfederal yapı teklifi olsa Türkiye açısından uygun olur mu sizce? Irak’taki Suriye’deki Kürtleri ile birliktelik gibi

Muhammed Salih: Bu düşünebilir. Konfederal bölge olarak.

Peki birde mesela genelde hangi ideloloji olursa olsun sosyalist idelojiye dahil bütün insanlara hitap eden bir yönü olmalı. Şimdi Türkçülüğü ya da Türk milleyetçiliğin sizce bütün insanlığa hitap eden bir yönü var mıdır.

Muhammed Salih: Türk milliyetçiliğinin her şeyden önce biz Türk olduğumuzu gizlemememiz lazım. Türk olduğumuzu bilmemiz lazım. Ben Türküm demekten korkmamak lazım. Tabii, Türküm diye başka bir kavıma üstünlük sağlamak iyi bir şey değil.

Aynı şekilde “biz sadece Müslümanız” da diyemeyiz.

Biz Müslümanız Elhemdülillah, ama aynı anda Türküz. Türklük bizim ürettiğimiz, uydurduğumuz bir şey değil. Allah bizi Türk olarak yarattı. Millet, Türklük Allahın kavramıdır. Allah’ın ayeti var bu konuda. “Sizi kavım kavım olarak yarttık” diyor Kuran’i Kerim. Millet kavramını reddetmek Allah’ın kavramını reddetmekdir.

Ya bu mana da mesela Türkiye’deki İslamcı akımın acısının Orta Asya’daki Türk dünyasının bir ilişki geliştirememesini nasıl okuyorsunuz.

Muhammed Salih: Düşünmüyorum. İslamcılık ben pek sevmediğim bir terim. İslam – bizim dinimiz, Elhemdullah Müslümanız, dini özgürlükler olması lazım, ama aynı zamanda milli değerlerimizi de korumamız lazım.

Peki Orta Asya’daki bu radikal İslamcılığın gelişmesini neye bağlıyorsunuz, Sovyet sonrasında mesela Orta Asya için çok ciddi dünyaya terör ihraç algısı var?

Muhammed Salih: Totaliter sistemin ürünü bu. Ilımlı Müslümanları radikal yapan totaliter rejimdir. Ve bütün dünyada sadece Özbekistan değil, totaliter rejimler toplumlarda radikalizmi tetikleyen en büyük etkendir.

Bunda onu görüyorsunuz.

Muhammed Salih: Çünkü insanlara başka bir yol bırakmıyorlar. Kendi dini vecibelerini yerine getirmeye engel oluyorlar ve bundan yararlanarak gerici akımlar mydana çıkıyor.

Gerici ve cahil radikallara ortam oluşturan totaliter reimlerdir.

Kendi cemaatından başka tüm müslimanlari “kafir” diyen radikallar kendilerini ortaya çıkaran totaliter rejimler gibi totaliter zihniyetlidirler.

Yani bir totaliter zihniyet ikincisini doğuyor. Biri ateist zalim ikincisi dinci zalim, ikisi de zalim. Biri komünist diğeri tekfirist – hiç bir farkı yok aralarında, ikisi de zülme hizmet ediyor.

Nasıl mücadele edilebilir. Orta Asya’da siz mesela yönetimlerde olsanız nasıl mücadele etmeyi düşünüyorsunuz. Radikal akımlarla?

Muhammed Salih: Yani bütün dindarların hukukları Anayasada gösterilen şekilde verilmesi lazım. Dindarlardan korkmamak lazım, onlar özgür yaşaması lazım. Kanun dışına çıkarsa herkes gibi cezalandırılması lazım. Her hangi bir suçlu vatandaş cezalandırıldığı gibi kanun önünde suçlu dindar da cezalandırılacak tabii.

Peki 50 yıl içinde Türk dünyası genel bir ittifak genel bir kardeşlik, genel bir bütünleşme ve içte birlik siyasi olarak başka bir ülkeler açısından değil de, yani bir barışçı katkı olarak bütün Türk dünyasında. Yusuf Akçuraların’ların dediği gibi dilde fikir işte birlik mümkün müdür? Rahmetli Özal buna gayret etti. Mümkün müdür?

Muhammed Salih: Mümkündür. Çok mümkündür daha önce olacaktı.

Neler yapmak lazım başta bununla ilgili

Muhammed Salih: Her şeyden önce devletlerimize bu gaye önünde engle olmayacak, bu gaye taraftarı olan iktidarların gelmesi lazım. Türk cumhuriyetlerinde ve Türkiye’de uzun yıllardan beri konuşulan bu proje artık bir hayal değil, nihayet bir DEVLET SİYASETİne dönüşmesi gerekir. Bu gaye, şimdi konuştuumuz gibi bizim gibi tek tük aydının sofra etrafında konuşması formatından çıkıp, devtlerimiz zirvelerinde baş gündem olmasi gerekir.

Mesela Özbekistan’da “Türk birliği” için her şeyini ortaya koyabilecek bir kadro iktidara gelirse oradan hareket başlar. Biz bu hareketi hep Türkiye’den bekledik. Ama Türkiye kendi iç problemleriyle uğraşmak zorunda kaldı. Rahmetli Özal bu perspektfi sanki görmüştü, ömrü yetmedi.

Şimdi tarihe baktığımız zaman aslına bakarsanız Türk dünyasının kültürünün kaynağı Anadolu’daki Türklerin kaynağı hep Orta Asya, yani her şeyimizi ve kendimizi Orta Asya’daki köylere gittiğimiz de görüyoruz.

Muhammed Salih: Evet, bizde Anadoluyu gezerken orada Orta Asyayı, Türkistani görüyoruz.

Fakat Türkiye Osmanlı ve Selçuklulardan itibaren hep burada Anadolu’da bir bütünlüğünü korumuş. Nedense Orta Asya emirliklerinde, hanlıklar hep parça parça ve son 150 yıldan sonra genellikle bir Rus hegomonyasının değişik adları altında ve hemen kültürel anlamlara baktığımız zaman hem de bir arada yaşama ve hem de düzenini sağlama konusunda Ruslar var. Niye Orta Asya Anadolu’daki Türkler gibi kendini bir bütünleştirememiş kendi ittifakını sağlayamamış bunun kültürel ve siyasi sosyal kodları nasıl görüyorsunuz?

Muhammed Salih: Buhran 15-16 asrda, Timur’un parçalanmış mirasi hudutlarında merkezleşmiş bir devlet kurmaya çalışan Muhammed Şeybanihan’dan sonra başladi. İşbu çöküşün asıl nedenlerini ben sadece içtimai-siyasi, iktisadi ya da başka global faktörlerin sonucu olarak görmüyorum. Bence, asıl neden manevidir. Biz, Türkistanlılar Şeybani’den sonra bozulduk.

Şeybani hangi dönemde yaşadı.

Muhammed Salih: 15-16 asrda. Şeybani Timur’un torunu Zahriddin Muhammed Babur’u Semerkant’tan kovduktan sonra Orta Asya’da bir devlet kurdu. (Baburşah ise Hindistan’a geçti ve orada “mogol” emparatorluğumnu kurdu)

Şeybani’nin kurduğu devlet Timur sonrası başlanan anarşiyı bir müddet durdurdu, ama uzak yaşamadı, Şeybânîler, 16. yüzyıl boyunca İran’daki Şiî-Safevîlerle devamlı olarak savaştılar. Ehl-i sünnet olan Osmanlılar ve Hindistan’daki Bâbürlülerle iyi münâsebetler kurmaya çalıştılar. Mâverâünnehr’de zirâat, ticâret, güzel sanatlar ve kültürü geliştirdiler. Ülkede huzur ve emniyeti sağlayıp, iktisâdî refah seviyesini yükselttiler. Ticâret yolları üzerinde kervansaray ve köprü inşâ ettirip, kıymetli mâdenlerden, alım gücü yüksek para kestirdiler. Sulama kanalları açarak, zirâî verimi yükselttiler. Şeybânî hanları kültürlü kimseler olup, âlim ve sanatkârları himâye ederlerdi.

Şu an Türk dünyası için Çin’i bir tehdit olarak görüyor musunuz? Çin’in gelişmesi yoksa gelişebilir mi?

Muhammed Salih: Bugün en büyük potensial tehdit Çindir. Türk dünyası Çin’den korunmak için derhal Türk dünyası entegrasyonu başlarsa, iyi eder. Daha ileride, bu sürecin devaminda bir Türk-Slav Rus, Ukrain ve başka Slav halklariyla bir Türk-Slav bloğu oluşturulabilir.

Geçenlerde “Adriatikten Çin Seddine kadar” diye duygusal bir şiar vardı, eğer Çin faktörünü ciddiye almazsak bu şiar hiç bir zaman gerçekleşmeyebilir.

 Yeni Özbekistan yönetimine tavsiyeleriniz nelerdir. Yani buradan baktığımız zaman genelde nasıl görüyorsunuz?

Muhammed Salih: Bugünkü Kerimov sistemi değişmedi başka biri geldi. Ancak o daha ılımlı.

Galiba iyi mesajlar verdi.

Muhammed Salih: Evet iyi mesajlar veriyor ama sistem değişmedi. Rejim değişmedi ve kadroları hiç değişmedi. Sadece onların yerleri değiştirildi.

Ama yönetim stili, üslubu ve devlete bakış açısı ve komünistik yobazlık devam ediyor. Biz muhalefet olarak yeni yönetime bir süre tanımamız lazım, dedik. Ve o süre devam ediyor. Biz yeni yönetimi aşırı tenkit etmemeye çalışıyoruz. Fakat bu yönetimden İnkılabı bir şey beklemiyorum doğrusu.

– Peki demokratik İnkılap kolay mı Orta Asya da ki devletlerle o yapılarda tarihsel geçmişlere baktığımız zaman zor değil mi orada demokrasinin yerleşmesi?

Muhammed Salih: Böyle bir şey zor değil “Biz demokrasiye hazır değiliz, Bati demokrasiya uzun yıllar sonra geldi, bize de süre lazım” diye bir safsata var. Bu bizm yerli diktatörklerin uydurduğu safsatadır.

Demokrasiye onlar hazır değil, biz hazırız. “Perestroyka” döneminde ben halıkımızın demokrasiye ne kadar hazır olduğunu gördüm. Biz miting yapıyorduk, sokaklara on binlerce insan çıkıyordu, mitingler kavgasız, sakin ve birlik içinde cereyan eder ve bu dev kalabalık dağılırken, meydanda hiç bir çöp bırakmazdı, bulunduğu alanı tertemiz yapıp gidiyordu insanlar. Çok şuurluydu insanlar yani. Diğer bir örnek: ben muhalif ERK partisinden Cumhurbaşkanılığı seçimine katıldım. Rakibim İslam Kerimov (cumhurbaşkan) Partımize ayrılan bütçeyi vermedi, biz kendi paramızı kullanmak zorunda kaldık. Parti için 65 bin dolar topladık ve seçimi yüzde 52 kazandık. Tabi büyük sahtekarlık yapıp, bu rakamı Kerimov yüzde 12.7’ye kadar indirdi, ama seçimi kazandığımızı bütün halk gördü. Benim gibi antisovet ve antikomünst kişiye yüzde 52 oy veren halkı “demokrasiye hazir değil” diyebilir misiniz?

Bu bağışlarla toplanan paralar mıydı?

Muhammed Salih: Evet dostlar geldi. Amerikalılar geldi ve Türkler geldi. Onların bıraktığı partiye yardım amaçlı paralardı. Bağış başka bir şey yok. Yani insanlar kendi paralarını harcadılar. Kerimov çeşitli bahaneler bularak bana seçim için ayrılmış bütçeydi vermedii. Bir kuruş vermedi.

Kerimov size başkanlık teklif etti değil mi

Muhammed Salih: Evet, bu seçimden sonraydı. Seçim kampanyasında ben TV’de sadece 13-15 dakika konuşma yaptım yerel kanallarda. Kerimov her gün 4-5 saat konuşuyordu kendisi bana rakipti. Bana 13 dakika verdi. Ona rağmen bu demokarsiye hazır olamayan halkın %52’si bana verdi oyunu. Çünkü ben Kerimov ve onun dostları gibi hırsız değildim. Dürüsttüm. Sovyet hegemoniyasına karşı duruşum 1970’lerden beri netti.

Peki mesela Özbekistan’da sizin desteğiniz oluşabilecek demokratik refom, demokratik yapılanma Rusları ürkütmez mi, Ruslarla ilişkileri nasıl geliştirmek lazım, kanaatiniz nedir?

Muhammed Salih: Sovyet döneminde ben Moskava’ya karşı açıkça yazdım, konuştum, ama şimdi bağımsızlığımızi kazandıktan sonra bizim Ruslarla aramızda herhangi bir problem yok.

Biz özgürlüğümüzü kazandık, bağımsızlığımı kazandık. Ben bugün Rus karştı değilim. Bugün ben Müslümanım ve bakış açım siyasetçi olarak milli ve özgürlükçüyum, bunu Ruslar biliyor. Ruslarla aramızda hiçbir sorun yok.

Hatta bölgenin toparlanması açısından sizin gibi insanlara ihtiyaç var bölgenin.

Muhammed Salih: Yani ben olmasam da ben isterdim benim gibi biri gelsin.

Mesela Türkiye’nin Şangay zirvesine katılmasına Orta Asya aydını olarak nasıl bakıyorsunuz. Türkiye Şangay 5’lisinden bir fayda edebilir mi? Demokratik standartlar gereği. Ekonomisi açısından ya da kendi opsiyonlarını çoğaltması açısından nasıl etkilenir.

Muhammed Salih: Bu başka bir bloğa karşı hareket ya da aksiyön şeklinde olmaması lazım. Bütün artı ve eksileri iyi hesaplamak lazım. Eğer Türkiye’nin ve Türk dünyasının faydasına olursa neden olmasın.

Biz mahküm değiliz. Avrupa’ya mahküm olmamamız lazım.

Ama sırf Batıya gözdağı vermek ve Şangay Birliğine bir jest olarak ta yapmak doğru olmaz tabii. Avrupa’yla bizim iyi olmamız lazım, mümkünse bütün dünyayla iyi olmamız lazım, menfaatlerimiz için ne gerekiyorsa onu yapmak lazım.

Sayın başkan özel mesaj vermek ister misiniz. Benim aklımdan geçen tabii sizin demokrasi mücadeleniz çok önemli idi. Sivil toplum mücadeleniz Özbekistan’da önemli idi tabii size en büyük desteği merhum Turgut Özal verdi.

Muhammed Salih: Evet. Daha doğrusu verecekti, söz vermişti rahmetli Elçibeyle anlaşmışlardı bu konuda, bunu bana bizat Elçibey söyledi. Ama Özal vefat etti. Kadere bakın, Özal’la randevu onun vefat ettiği gün 17 Nisan akşam saat 20.30 alınmıştı. Ben Elçibey’in misafiriydim. Onun telkiniyle 6 Nisanda Özal’la görüşmek için Bakudan İstanbula geldim.

Turgut Özal’in öldürüldüğü kanaatinde misiniz

Muhammed Salih: Böyle bir tahmin var, ama ben elimde belge olmadığı için sadece güman edeblirim.

Diğer Kişi: Türk birliğinden bahsettiniz hocam, Türk birliğini gerçekleştirirken ekonomik, kültürel sosyal ne tür politikalar belirlemeliyiz önceliğimiz ne olmalı?

Yani ortak tarih nasıl oluşturabiliriz.

Muhammed Salih: Bütün cephelerde birleşmek lazım yani. Toparlayarak söylesem 7 Türk devletten oluşan bir konfederal devlet te yapılabilir hatta.

Konfederal devletlere Kürtler katılabilir mi?

Muhammed Salih: Ortadoğudaki Kürtler olabilir. Turan konfederasyonu olacak o zaman.

Ermenistan bile katılabilir.

Muhammed Salih: Öncelikle herşeyden önce Türk birliği olacak. Katılabilecek etnik gruplar olsa katılabilir.

Bir zamanlar Ruslar gözlemciydi zaten. İlk rahmetli Turgut Özal bu dediğinizi acele de olsa yapmaya kalkışmıştı.

Muhammed Salih: O zaman ortam çok müsaitti. Bugün gene çok ayrışma başladı. Böyle bir entegrasyon genelde herkesin kafasında vardı. Ve Özal’da onu yakalamaya çalıştı. Her şeyi anlamamıştı tabii Özal. Ama onda bir gayret vardı. Bir şeyler yapmak lazım olduğunu biliyordu. Derdi vardı. Ama ben onu Türkçü olarak görmüyorum. Olmasi da şart değil.

Peki bu Fetö’nün okulları Orta Asya’da okullar açtı sizin zamanınız da açmıştı. Şimdi bu okullarda aslına bakarsanız, Türkçeyi öğrenen ve Türkiyeyi seven bir sürü islami ve Müslümanlığı öğrenen ve kimliği gençler yetişti. Ancak büyük resimde Türkiye’de ki paralel yapılanmanın maalesef parçasıydı. Fakat sonrada bu yapıdan ilk başta Ruslar rahatsız oldu dolaylı Amerikan kontrolünde olduğundan dolayı. İlk sorum şu FETO okulları faydası var mıydı ilk dönemlerde Sovyetlerin yıkılışından sonra gelen 15-20 yıl sonra sizin için bir faydası oldu mu gördünüz mü Türk dünyası açısından?

Muhammed Salih: Mutlaka oldu. En azından Türkçeyi öğrettiler. Türkçe bir kaynaşma oldu. Türkçe konuştular, Türkçe şarkı söylediler. Şu festivaller falan da iyi şeylerdi aslında. Bunun FETÖ’ya alakası yok. Devleti ele geçirmek amacı taşımasaydı, okullar çok güzeldi

Peki bu okulların yerine ne yapmak lazım.

Muhammed Salih: Devlet bu okulları kendi bünyesine alması lazım. Devlet bu sistemi aynen devam ettirmesi lazım. Okulları kapatmaması lazım. Hatta muallimlerini bile işten atmadan devlet maaşiyla çalıştırılsa çok iyi olurdu.

Öğretmenleri atmamak lazım, Devlet öğretmemleri tasfiye ederse o birikim kaybedilir.

Peki siz bu FETO okullarının Amerikan çıkarlarına ya da CIA çıkarlarına hizmet ettiği kanaatinde miydiniz ilk kurulduğundan beri.

Muhammed Salih: Ben onu bilmiyorum ama mutlaka CIA’de çalışmış yanları vardır. Çünkü Amerika bu gibi hareketlerden hep yararlandı ve yararlanmaya devam edecektir. Biz buna şaşırmamız lazım.

Özbekistan’da bunları ilk Kerimov kapatmıştı değil mi? Amerikan gerekçesiyle mi kapattı?

Muhammed Salih: Kerimov dini açıdan kapattı. Çocukları dindar yapacak ve dindarlar benim gibi dinsizi devirecek diye kapattı.

Ama sizde dahilsiniz değil mi? Sizin ekonomi gücünüz olmadığı için sizin çocuklarınızı almamışlardı galiba.

Muhammed Salih: Ben Kerimov’un muhalifi olduğun için oğlumu okuluna kabul etmedi.

 – Evet siz muhalif olduğunuz için

Muhammed Salih: 1990’da milletvekili idim, Parlamentoda muhalif fraksiyonun başkanıydım. Kerimov okullarımı kapatmasın diye, benim oğlum Timur’u okuluna kabul etmedi. Ve bunu da her yerde söyledi. Kerimov’un düşmanı Salih’in oğlunu mektebizmize kabul etmedik diye.

 

Röportaj: Tarık Çelenk