Tayyar Altıkulaç: Sövülecek, Dövülecek ve Öldürülecek Adam

Tayyar Altıkulaç:
Sövülecek, Dövülecek ve Öldürülecek Adam

İsmail Küçükkılınç

Diyanet İşleri Teşkilatı’nın eski başkanlarından Sn.Tayyar Altıkulaç’ın üç ciltlik hatıratını [Zorlukları Aşarken/3 Cild] bitirdiğimizde aradığını bulmuş bir okuyucu memnuniyetine ve mutluluğuna sahiptik. Hatırat yazacakların muhterem hocamızı emsal almalarında fayda bulunmaktadır. Üç ciltlik hatırattan asgari 10-15 yazı çıkar; lâ-ekall [en az] 50 anekdot da atfa muhatap olur.

İtiraf etmek lazımdır ki, Altıkulaç’ın şahsiyeti ve siyasî tarafsızlığı sadece Diyanet İşleri Başkanlığı’na değil, ülkemiz açısından İslam’a da ciddî hizmetler için bulunmaz bir nimet olmuştur. İnanıyoruz ki, Tayyar Bey’in yerinde kim olsaydı, onun hizmetlerinin çok azına imza atabilirdi. 12 Mart Muhtırası’ndan ve 12 Eylül Darbesi’nden sonra hem teşkilat hem de dinî hizmetlerle ilgili rahatsız edici teşebbüs ve tekliflere çoğu kimsenin inanamayacağı bir mertlik ve kararlılık ile karşı durması, uçuk-kaçık müdahalelerin yerinde, zamanında ve ikna edici surette engellenmesi Tayyar Bey’in himmetiyle mümkün olabilmiştir.

Tayyar Altıkulaç, zor dönemlerde her istediğini yapabilecek güce ve yetkiye sahip olanlara karşı kurumun ve İslam’ın şerefini bihakkın müdafaa edebilmiş bir inanç ve samimiyet timsali, numûnesi, numûne-i imtisalidir. Gerektiğinde cesaretini, gerektiğinde aklını, gerektiğinde ilmini, gerektiğinde ikili ilişkilerini ve gerektiğinde de hepsini aynı anda kullanabilmiştir. Eğer kendisi siyasî tarafsızlığı malum ve müsellem [ doğruluğu tartışmasız] biri olmasaydı herhalde Müslümanların aleyhine vukuu muhtemel hatta tahakkuku mutlak ve muhakkak [gerçekleşmesi kesin] birçok teşebbüse mani olamazdı.

Tayyar Altıkulaç, rejimin vasfını ve makamın teessüs gayesini ve arz ettiği ehemmiyeti müdrik bir müdebbir[tedbirli, düşünerek, hesap ederek hareket eden] olarak memuriyetini ifa etmiş ama vazifesini henüz ikmal etmemiştir. Zannediyorum onun bu vasfı zamanla daha da takdir edilecektir.

Altıkulaç, teşkilata çizilen sınırlar içinde yapılabilecek şeylerin fevkinde [üstünde] hizmetlere imza atmış biridir ve zannediyorum bu özelliğiyle de tarihe şerefli bir miras ve yadigâr bırakmıştır.

Altıkulaç, yaptığı hizmetler nazar-ı itibare alındığında sanki özel yetiştirilmiş bir misyon adamı portresi çizmektedir. Bu misyonda hemen hemen hiçbir eğri bulunmamaktadır. Eğer ülkemizin en akil mütedeyyin isimleri bir araya gelseler “öyle bir adam bulalım ki, kıymeti aradan hayli uzun seneler geçtikten sonra anlaşılabilecek zekaya, basirete, ferasete, idare ve hizmet kabiliyet ve kudretine sahip olsun; hem çizilen sınırlar içinde hareket etsin hem de bu hareket tarzı hiç kimseye nasip olmayacak faydalara müncer olsun; aynı zamanda her iktidarın, her dönemin üzerinde uzlaşacağı biri olsun” deseler, herhalde Tayyar Altıkulaç’tan daha münasibini bulamazlardı.

Müslümanların en basiretlisinin bile çeşitli saiklerle heyecanını teskin edemediği, hatta kritik anlarda tezyid ettiği [arttırdığı] dikkate alınırsa Altıkulaç’taki “buz soğukluğu”nun kıymeti daha iyi anlaşılır. Heyecanlı ve hararetli insanların samimiyetlerinde şüphe yoksa da hizmet ve başarı için çoğu kez soğukluk derecesinde bir teennî [düşünerek, heyecana kapılmadan hareket etme], itidal [ölçülülük] ve ihtiyat [ hesaplı ve tedbirli hareket etme] icap etmektedir. Tayyar Altıkulaç, 1971’de Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı olduğunda, kurumun kapısından içeri girerken sanki heyecanını kapıda bırakmış, kurumdan çıkana kadar da ona ihtiyaç lüzumu duymamıştır; ancak samimiyetinde, çalışma azminde ve şevkinde zerre miskal azalma olmamıştır. Tarihte bu kabil insanlar nadirattandandır. Heyecanlı, hatta ateşli olmak elbette dengesizlik değildir ancak ülkemizde bazı dönemlerde bazı kurumlar için heyecanın yersiz ve gereksiz, hatta tehlikeli olduğu da tecrübe ile sabittir.

Tayyar Altıkulaç, eşine az rastlanır bir denge adamıdır; hem inatçı, hem kararlı hem de prensip sahibi bir insanın denge adamı olması eşine-menendine az tesadüf edilir bir vakıadır. Çünkü zaman zaman sertleşmek, hiddetlenmek, muhalefet etmekle heyecan ve denge nasıl telif ve temin edilir, herhalde ciddî bir psikolojik ve ilmî tahlile muhtaçtır. 12 Eylül darbesinden sonra Kur’an Kursları, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmak istenir, Tayyar Altıkulaç’ın tüm girişimleri başarısız kalır. Oysa geçmişte Mustafa Kemal de böyle bir karar almış, ancak Rıfat Börekçi’nin “Paşam, bu kursları bana bağışlayınız” diyerek bu tehlikeli kararı engelleyebilmiştir. Bu anekdotu aklından çıkarmayan Altıkulaç, mezhep taassubunu kararlarına yansıtan Haydar Saltık’a bu hikâyeyi nakleder; “Paşam, ne siz Atatürksünüz ne de ben Rıfat Börekçi. Ancak bu kurumları bana bağışlamanızı rica ediyorum” der ve kararın geri alınmasını temin eder. 12 Eylül idaresi hutbelerde sadece “Atatürkçülük” konusunun işlenmesi için Diyanet’e bir yazı gönderir. Yazıda hutbe konuları gibi, kaynakların da neler olacağı belirtilmiştir. Ancak Tayyar Bey’in kişiliği ve cesareti yine devreye girmiş, bu anlamsız ve gereksiz talepten vazgeçilmiştir. Tayyar Bey, tüm bu teşebbüslerde bir takım tavizler ve nabza göre şerbetler vermişse bu, tabiri caizse kesinlikle yangında bir mal daha kurtarma düşüncesinden neşet etmiştir.

Tayyar Altıkulaç liyakat ve ehliyete önem vermiş, hiç kimsenin gözünün yaşına bakmamıştır. CHP iktidarı döneminde bir CHP’li milletvekilinin mevzuata ve teamüle mugayir [aykırı] tayin talebini nezaketle reddettiği için silahlı tehdide maruz kalmış, yine de taviz vermemiş, bildiğinden şaşmamıştır.

Tayyar Bey, çok incelikli, ustalıklı taktiklerle kendisi gibi düşünmeyen isimlere acı zehrini zerketmekte geri durmayan, bunu şevk ve iştiyakla yapan isimlere lisan-ı münasiple cevap vermekte, incitici olmamaya gayret etmektedir.

Tayyar Bey, Işıkçılara (Hüseyin Hilmi Işık, Enver Ören), Süleymancılara (başta Kemal Kaçar) ve Nurculara lisan-ı münasiple tenkit tevcih etmekte, yanlışlarına yanlış varsa da doğruları bunlara da doğru demekten imtina etmemektedir. Tayyar Bey, denge adamı olduğundan Saadet-i Ebediye nam eserin hurafe mecmuası olduğunu bu vasfıyla münasip şekilde, kurul kararıyla ifade etmektedir.

Altıkulaç, İlhan Arsel isimli Anayasa Hukuku profesörü unvanını haiz cahilin Kenan Evren’e yazdığı ve Kenan Evren’in de itibar edip gereği için teşkilata gönderdiği mektuba verdiği cevapta bu cahili bir güzel elden geçirmektedir.

Tayyar Bey’in vakıf mefhumu ve müessesesi ile ilgili yazdıkları yalana yakın, hatta yalan tesmiye edilecek kadar samimidir. Sırf vakfın üç kuruşu daha hizmete harcansın mantığından yola çıkarak birçok hizmet yolculuğunu otobüsle yapması, yemek parasını dahi kendi kesesinden harcaması inanılması zor anekdotlardandır. Para ve maddiyat mevzu bahis olduğunda gösterilecek istiğna ve istihkar din âlimi de olsa herkesten kolay sadır olacak ahlakî erdem değildir. Sadece din âlimleri değil, din görevlileri de 3 kuruşluk adamların sofralarına oturmamalı, hele de zarf almamalıdır. Her gördüğü sofraya oturan ve bilhassa zarf alan insanlar şahsiyet zaafına, serbest hareket edememe, dik duramama zaafına duçar olabilirler. Cenab-ı Hak, Altıkulaç hocanın gayretinin, samimiyetinin ecrini fazlasıyla verecektir. Tayyar Altıkulaç’ın bu hatıratı behemehâl her evde bulunmalıdır. Kendisine sıhhatli ve gayretli bir uzun ömür dileriz.

Notlar:
1- Bu yazı, 04.11.2011 tarihinde blogumuzda yayınlanmıştı, ancak sitemiz kapanmış ve bazı atıflara mazhar ve muhatap olan bu yazımıza ulaşma imkânı da kalmamıştı. Çok az kelime değişiklikleriyle yayınlanmasını faydadan halî [boş] görmedik.

2- Bu kitabın ilk baskısında yayınevi tercihi o tarih itibariyle de bir hata idiyse de bu işte hocamızın en az kusura sahip olduğu da muhakkaktır. Diyanet Vakfı Yayınları varken hocanın hatıratının başka bir yayınevinden çıkması zaten hiçbir şekilde doğru değildi.

3- Tayyar Bey’in Diyanet İşleri Başkanlığı’na siyaset sokmama düşüncesi ne kadar haklı ve ulvî ise de eserde Millî Görüş geleneğine haddinden fazla muhalif bir tavır sergilenmesi ne kadar doğrudur, tartışmak gerekir.

4- Tayyar Bey’in bizim de mesafeli olduğumuz Sadık Albayrak’a ayırdığı fasıl daha munsifane[insaflı] şekilde ifade edilebilirdi. Çünkü Hüseyin Atay’a gösterilen insaf Albayrak’tan esirgenmiş gibidir. Hüseyin Atay, hayli ilginç bir şahsiyet. Bizim de ziyadesiyle müstefid olduğumuz bu ilim adamımız her ne hikmetse bazı ara dönemlerde askerlerle çok kolay münasebet tesis edebilmiştir.

5- Tayyar Bey, Mesut Yılmaz’ın İmam- Hatip Liseleri için kullandığı “yarasa” iğrençliğine nasıl cevap verdiğini unutmuş olmalı ki hatıratına derc etmemiştir. Tayyar Bey, bu cevabında delikanlılık kitabının ortasından konuşuyordu ve ben ekranda “Helal! Tayyar Hocam” diye bağırıyordum. 28 Şubat sürecinde çoğu kimse dut yemiş bülbül gibi hareket eder, sessizlik dehlizinin en kuytu ve ışığa en uzak köşelerinde hem de nefessiz beklerken Tayyar Hoca, kendisine zamanında haksız ithamlarda bulunanları da mahcup ederek “hocalar sıkıyı görünce hemen kaçarlar” algısını nakzediyor, mertliğin kitabını yazıyordu.

6-2007 seçimlerinde Tayyar Bey’in listeye alınmama şekli şık olmamıştır.

7-Bize İHL’de Tayyar Hoca’yı yanlış tanıtan hocalarımız da bu hatıratı okumalıdır.

8-Bilmiyorum İSAM’da bir yere Tayyar Hoca’nın ismi verildi mi ama kadir-kıymet bilme adına İSAM’a bile hocanın ismi verilebilir.

ALINTI: İsmail Küçükkılınç / Karar Gazetesi (20 Aralık 2018)