SULTAN GALİEV ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

SULTAN GALİEV ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Taha AKYOL

TÖRE Dergisi,  Temmuz 1984, Sayı:158, s.48-52

Tarihin öyle dönemeçleri vardır ki bazan bir basit olay, bazan bir basit ifade, tarihi dönemeci en iyi temsil eden bir örnek haline gelebilir. Emperyalizm tarihi bakımından ben de literatürdeki yaygın adıyla Sultan Galiev’i, bizim dilimizdeki ifadesiyle Mir Sait Sultan Ali-Oğlu’nu ve onun adı ile ifade edilen emperyalizm teorisini yani Galievizm’i böylesine temsil edici bir örnek, bir dönüm noktası olarak görüyorum. Tarihin dönemeçlerini temsilci kişilerle ve temsilci fikirlerle resmetmek gerektiğinde detay ihmal edilir, kişilerin ve fikirlerin hakim renkleri dikkate alınır. Sultan Galiev’i emperyalizm tarihine oturttuğumuzda, onun temsil ettiği dönüm noktası şahsi hayatının, mücadelesinin ve düşüncelerinin detayındaki tâli renkleri önemsiz hâle getirmektedir.

Gerçekten de Sultan Galiev ve Galievizm, emperyalizm tarihinin çok önemli bir dönemecidir.

***

Tarihte adalet ve iyilik kadar, hatta daha fazla zulümler, sömürüler, talanlar vardır. Koskoca bir tarihin çok değişik niteliklerdeki bütün zulüm ve baskılarını emperyalizm olarak ifade etmek, vuzuhsuzluktan başka bir şey getirmez. Nitekim siyaset ilminde ve iktisat tarihinde sömürgecilik ve emperyalizm birbiriyle ilişkili ama ayrı kavramlardır. Emperyalizm, sanayi çağından sonraki sömürü biçiminin ve onun kültür ve politikalarının adıdır.

Avrupa’da sanayileşmeyi burjuvazi gerçekleştirdiği için emperyalizm de onun “dış” sistemi olmuştur. Kendi dönemine kadarki kapitalizmin sınıf analizini ve sınıf açısından tenkidini yapan Marks, klasik (kapitalist) iktisatçılardan büyük ölçüde yararlanarak, kapitalizmle emperyalizmi aynı potada görmüş ve tasvir etmiştir. Asıl derdi Avrupa’daki sınıf mücadelesi olan Marks’tan sonra Lenin, politikacı ve ihtilâlci yönü ağır bastığı için, olayı Avrupa’yla sınırlandırmayıp “dünya devrimi” açısından ele almıştır. Böylece burjuvaziyle bütünleştirilmiş olan emperyalizm, Lenin’in elinde dünya çapında sınıf mücadelesine dönüşmüştür. Madem ki emperyalizm sanayi burjuvazisinin sistemi idi öyleyse ona karşı mücadele de proletaryanın mücadelesi olacaktı. Bolşevizmin menfaatleri de buna uygun düşüyordu. Çünkü emperyalist güçlerin Bolşevik stratejisinde destekçi kuvvet (müttefik) hâline getirilmesi söz konusuydu.

Bu teorinin olağanüstü bir etki icra ettiği muhakkaktır. Bolşeviklerin topladığı Bakü Kongresi’nde emper­yalizme karşı bir yandan Bolşevik sloganların öbür yandan Panislamizm’in bayrağı olan Tekbir’lerin aynı çatı altında coşkunca söylenmiş olması, bu gözlemimizi doğrular. Daha Milli Mücadele tam şekillenmeden önce, İstanbul’da yayınlanan İslamcı eğilimli Tevhid-i Efkâr Gazetesi, Bolşevik ihtilâlini mazlum milletlerin kurtuluşu için büyük bir sevinçle karşılıyordu. Panislamistlerden başka Partürkistler de, özellikle Rusya’da, ken­di milli kurtuluşları için Bolşevizmi tabii bir müttefik olarak görüyorlardı.

Gerçekten de Lenin’in emperyalizm teorisi doğruysa, dünya mücadelesi kapitalizm (burjuvazi) ile sosya­lizm (proletarya) arasında cereyan ediyordu ve o halde emperyalizmden kurtulmak isteyenlerin tabii yeri bolşevizmin safları idi. Bugün hâlâ Lenin’in emperyalizm teorisine bağlı olanlar Sovyet çıkarlarına hizmet­çilik etmeyi emperyalizmle mücadele zannederler.

Bu siyasi-stratejik izahın yanında Lenin, ekonomik mekanizma olarak emperyalizmi -sömürgecilikten far­kını görmüştür- kapitalist ülkelerin sermaye ihracı ve mâli sermayenin hâkimiyeti olarak izah etmiştir.

İşte Sultan Galiev böyle bir tarihi kesitte sahneye çıkmıştır.

***

Lenin, Marks’tan ve emperyalizm konusunda da özellikle Hilferding’ten aldığı teoriyi Bolşevik strateji­siyle bütünleştirerek bir politik ideoloji haline getirmişti. Sultan Galiev’in ise mirasçı olacağı bir emperyalizm teorisi yoktu. Galiev kendi emperyalizm teorisini “ampirik” verilerden hareketle, başka bir deyişle tarihin pratiğine bakarak yavaş yavaş geliştirmiştir. O bakımdan “Galievizm”in anlaşılmasında Sultan Galiev’in poli­tik hayatı önem taşır.

Mir Said Sultan Ali-yev (Ali-oğlu) 1880’lerde şimdi Başkırdistan Sovyet Cumhuriyeti’nde bulunan Krımsaalı Köyünde bir Türk öğretmen ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Mir Said Sultan, dünyaya gelirken iki özelliğiyle hayat yolculuğuna adım atmış oldu: Türk olmak ve bir öğretmen ailesinin çocuğu bulunmak. Başka bir deyişle Galiev, Rusya Türkleri içinde politikaya girecek, onların davalarıyla yoğrulacak, bir öğret­men aileden geldiği için de Rusya Türkleri arasında “kadimist” ve “cedidist” ihtilâfı çıktığında kendini “cedidist”lerin yani cedidçilerin, yenilikçilerin içinde bulacaktı.

Cedidciler, Rusya Türkleri’nin kurtulması için zihniyette, eğitimde, hayat tarzında yenilik istiyor­lar, köhneleşmiş medreseye karşı çıkıyorlardı. Cedidçiler genellikle milliyetçidirler. Onların milliyetçiliği modernist ve hatta pozitivist eğilimli, 19. yüzyıl felsefesinden büyük çapta etkilenmiş bir milliyetçilikti. Türkiye tarihinden bir örnek vermek gerekirse Rıısya Türkleri’nin cedidciliğini, bizim İttihat ve Terakki’nin Askeri Tıbbiye’de gelişen koluna benzetmek mümkündür. Nitekim başta Ali Turan olmak üzere Rusya’dan gelen Türkler İttihat ve Terakki’nin bu kolunu çok etkilemişler ve sonra, bilindiği gibi “pozitivist” Tıbbiye kolu etkisini kaybederek Mekteb-i Harbiye kökenli ve “idealist” felsefeye meyleden akım İttihat ve Terakki’ye hakim olmuştur. (Rusya’dan pozitivist ve hatta biraz da tarihi-materyalist etkiler getiren Türkçü Yusuf Akçura, düşüncede Gökalp’in, eylemce Enver-Talat-Cemal üçlüsünün temsil ettiği İttihatçı kol ile tam ola­rak bütünleşememişti).

Cedidizm, güçlü ve köklü bir fikir geleneğinden, işlenmiş ve tecrübe edilmiş bir teoriden mahrum bir reformasyon hareketidir. Molla aileden değil öğretmen aileden gelen Galiev de bu akıma girmiştir. Kazan’da Çarlık denetimindeki Yüksek Öğretmen okuluna devam ederken ihtilâlci (devrimci) fikirlerin etkisi altında kalmış, Marksizm’le tanışmıştır. Zaten, Kerenski’nin hatıralarında çok canlı bir şekilde anlatıldığı gibi, Çar­lık devri okulları ihtilalci fikirlerin, bu arada anarşizmin (Bakunin ve Kropotkin) ve Marksizmin (özellikle Plekhanov’un etkisi) “tedris” edildiği hücreler haline gelmişti.

Türk boyları ise darmadağınık vaziyetteydi. Halk, politik gelişmeleri kavrayacak bir kültürden yoksun, seyirci ve pasifti. Mollalar ve etki çevreleri hem devrimcileri hem Cedidçileri “kâfir” sayıyor, onlara karşı “Ehl-i Kitap” Çarlığı destekliyordu. Yeni yeni filizlenen aydınlar, yaygınlaşan bir Türk basın hayatı çevresin­de farklı fikirlere yöneliyorlardı. En etkili fikirler, Osmanlı etkisiyle, Panislamizm ve Pantürkizm’di. Bu fi­kirlere bağlanan Türkler bile politik kültürden ve şuurdan yoksun halkın pasifliği karşısında başlı başına bir güç haline gelemiyorlar, Ruslar arasındaki akımlardan hangisinin iktidarında kendi davaları için daha müsait (hür) bir ortamın meydana geleceğini dikkate almak, politik tavırlarını ona göre belirlemek zorunda kalıyorlardı. Sadri Maksudi gibi aydınlar bir nevi muhafazakâr-liberal (meşrutiyetçi) Kadet Rus partisini des­tekliyorlardı. Galiev’in ilk sempatisinin Menşevikler yönünde olduğu anlaşılıyor.

Usta bir taktikçi ve taktiklere göre teori geliştirmede mahir olan Lenin Rusya’yı iyi analiz etmiş, Bolşevizmin rakiplerine karşı hem köylüleri hem de kurulu düzenin Rus-şöven karakterli baskılarından bizar ol­muş bulunan mazlum milletlerin desteğini sağlayacak teoriler geliştirmişti. Bunlar yukarda işaret ettiğimiz emperyalizm teorisinin bir parçasıydı. Lenin mazlum milletlere tam bir eşitlik, hatta isterlerse Rusya’dan ayrılma hakkı bile vaad ediyordu. Böyle bir tabloda, Bolşevizm henüz denenmediği ve sadece sloganlarından tanınacak durumda olduğu için, mazlum milletler arasında Bolşevikleri desteklemek, böylece milli hakları elde etmek eğilimi ağır basıyordu. Rusya’nın Beyaz’ların mı Kızıl‘ların mı hakimiyetine geçeceğini belirleye­cek olan iç harp ortamında, modernist-İslamcı Musa Carullah Bigi’nin Hind (Pakistan) müslümanlarına hita­ben yazdığı mektuptaki şu satırlar, içinde bulunulan “dilemma”yı çok iyi sergiliyor:

“Rusya’da büyük bir devrim zafer kazanmış ve eski tiranlar rejimini yıkarak dürüst ve haklı bir rejim kur­muştur. Şimdi müslümanlar eşitlik, barış ve güven içinde yaşamaktadırlar. Bu fırsattan yararlanarak bir “Kur’an’a İnananlar Topluluğu” kurmanın zamanıdır.”

Bu sıralarda Lenin müslümanların desteğini almak için “show”lar yapıyor, Müslümanlar için “bağımsız” Müftülükler, hatta Şeriat Mahkemeleri kuruluyordu. Rahmetli Zeki Velidi Togan’ın hatıralarında müslüman­ların Rus şovenlerine karşı nasıl Bolşevikleri desteklemek, hatta Kızıl Ordu’ya katılıp savaşmak mecburi­yetinde kaldıkları acıklı tablolar halinde anlatılır. (Benim Sovyet Rus Stratejisi ve Türkiye adlı kitabımın 1. Cildinde bu dönemdeki Bolşevik taktikleri ve Türklerin tutumları etraflıca anlatılmıştır.)

Bir çok Ceditçi-Milliyetçi Türk aydını gibi Sultan Galiev ve arkadaşları da Bolşevik Partisi’ne girmişlerdir. Galiev o günkü şartlarda kültürlü bir insandır, daha öğrencilik yıllarında hikayeler, edebi denemeler, makaleler yazmıştır. Derhal sivrilir ve Bolşeviklerin kurduğu “Milliyetler Komiserliği’nde Stalin’in muavini olacak kadar yükselir. Böylece küçümsenmeyecek bir etki kazanır. Bulunduğu yer, bir mazlum millet çocuğu için küçümsenmeyecek tecrübelerin odaklaştığı bir yerdir.

Bolşevizm iktidarını güçlendirdikçe “Rus karakteri”ni de pervasızca uygulamaya başlamış, böylece Rus Komünistleriyle, Komünizmde bir milli kurtuluş fırsatını arayan milli aydınların arası açılmıştır. Bolşevizm bir takım milli haklar vadetmişti ama bir “ihtirazî kayıt” koymuştu: Sınıf savaşı, milli meseleden önde gelir.

Halbuki Galiev’in belirttiği gibi Türkler son derece geri sosyal ve kültürel bir durumdaydılar ve Rusya’da “proletarya”nın geçerli olduğu o ortamda Rus “proletarya”sına karşı bir “Türk proletaryası” çıkarmıyor­lardı. (Aslında Türk aydınları yalnızdılar, politik şuurdan yoksun kitlelerin desteği yoktu.) Bolşevizm gere­ğince sınıf savaşı milli meseleden önde geldiğine göre, Rusya’da sınıf savaşı kavramı aynı zamanda mazlum milletleri Rus “proletarya”sının baskısı altına vermek anlamına geliyordu. Nitekim Sultan Galiev’in mücadele arkadaşlarından Ekmel İkram, artık haykırmaya başlamıştı:

“Bolşevik hakimiyetindeki bugünkü Türkistan’la Çarlık hakimiyeti altındaki dünkü Türkistan arasında hiç bir fark yoktur, sadece tabela değişmiş, ama Türkistan aynen Çarlık dönemindeki gibi kalmıştır.”

Gelişmelerin bu safhasında mücadele, “cumhuriyetlerde” yani Rus olmayan topluluklardaki Komünist Partilerin kimlerin elinde olacağı mücadelesi idi. Çünkü Komünist Parti’den başka parti, başka devlet cihâzı mümkün değildi. Bu durumda Galiev ve arkadaşları bütün güçleriyle başta Kazan Tatarları olmak üzere, Türkleri Komünist (Bolşevik) Partisi saflarında örgütleme mücadelesine koyuldular.

Galiev bu durumu gördüğü 1918’de (İhtilalden bir yıl sonra) şu satırları yazdı:

“Mesela proletaryanın en gelişmiş olanını, İngiliz proleter sınıfını ele alalım. İngiltere’de devrim zafer ka­zanacak olursa, bu proletarya sömürgeleri ezmeye devam edecek ve bugünkü burjuva hükümetinin politikasını izleyecektir. Çünkü sömürgeciliği sürdürmeye niyetlidir. Doğu emekçilerinin ezilmelerini önlemek istiyorsak, müslüman kitleleri yerli özerk bir komünist hareket içinde birleştirmeliyiz.”

Galiev ve arkadaşlarının (Ekmel İkram, Molla Nur Vahid-ov, Riskul-ov, Hocan-ov, Firdevs-ov …) bu çabası Rus-Bolşevik tepkisini çekmekte gecikmedi. Zamanla Basmacı ayaklanmasını destekleyecek olan Kadimciler Ceditçileri kafir diye boğazlamanın, Ceditçiler Bolşevizme ümit bağlamanın, hala kabile bağları etrafında bölünmenin zararları anlaşılacak fakat artık iş işten geçmiş olacaktı. Durumun vehamet kazanmasını gör­dükçe Galiev’in Türkçü eğilimi güçlenmiştir. Hatta Zeki Velidi’nin hatıralarında Galiev’in onlara nasıl yardım­cı olmaya çalıştığını, hatta Enver Paşa’yı bile destekleme yollarını aradığı yazılıdır.

Artık Stalin Sultan Galiev’e açıkça saldırmaktadır. Stalin Bolşevik Partisi’nin 1923’teki 4. toplantısında Sultan Galiev’in “Türkiye büyükelçisini Bolşevik Partisi Merkez Komitesi’ne tercih ettiğini”, onun bir “bol­şevik değil burjuva-milliyetçi olduğunu” söylemektedir. Stalin sadece Galiev’e değil, bütün arkadaşlarına sal­dırmaktadır. Parti’nin Galiev hakkındaki kararında şu cümleler dikkat çekiyor:

“Sınıflar savaşını kaldırıp yerine müslümanların Ruslara karşı milli kurtuluş savaşını getiriyor.”

Galiev ise fikirlerini daha açıkça ve cesaretle ortaya koymaya başlamıştır, özellikle en çok sarıldığı nokta, gelişmemiş ülkelerde proletaryanın olmadığı bu bakımdan bu ülkelerde “sosyalist devrim”in anlamının gelişmiş ülke proletaryasının hakimiyetine girmek olduğu, o halde sosyal mücadeleden önce milli kurtuluş mücadelesi verilmesi gerektiğidir.

Azgelişmişliğin bugünkü bir çok meselelerine, bu arada Afganistan faciasına ışık tutan şu satırlar Galiev tarafından 1922’de yazılmıştır:

“Bir tek işçi sınıfının diktatörlüğünü temsil eden Sovyet rejimi, sanayi sermayesinin zirveye ulaştığı Merke­zi Rusya’da haklı bir zafer kazanmıştır. Ancak ticaret kapitalizmi çağının henüz eşiğinde bulunan göçebe müslüman kitleleri içinde bu rejim, yaşama şansına sahip olamaz.

Anlayamadığımız ve kabul edemeyeceğimiz hükümet şekillerine birden bire atlamak yerine, ekonomik gelişmenin tabii merhalelerini güvenle geride bırakabilmek için yardım istiyoruz. Türkistan’a. Kırgızistan ıl.ı Başkır ülkesinde, Kafkasya’da, Tataristan’da ve Kırım’da sınıf iktidarı değil, milli iktidar ilkeleri kabul edil­melidir.”

Böylece Galiev, Marksist düşünceye yeni bir kategori getiriyordu: Menfaatleri sanayi proletaryasından farklı hatta çelişkili olan mazlum milletler veya “proleter milletler”…. Bu kavram Bolşevik Marksist düşünce için olduğu gibi rejim için de gerçekte fevkalade tehlikeliydi. Nitekim Lenin 3. Enternasyonal için uğ­raşırken Galiev başka bir enternasyonal peşine düşecekti: Mazlum milletler enternasyonali veya başka bir ifadeyle sömürgeler enternasyonali… Marksizmin burjuva ve proleterya olarak tasnif ettiği dünyayı, Galiev sınıf meselesini ikinci plana atarak ezen milletler, ezilen milletler olarak tasnif ediyordu. Galiev’e göre bü­tün müslüman milletler, bütün doğu toplumları “proleter millet” yani “mazlum millet” idiler.

Bu bakış açısının emperyalizm tarifi de ister istemez farklı olacaktı.

Galiev’in fikirlerinin Bolşevik Partisi’ndeki müslümanlar veya Türkler arasında büyük ilgiyle karşılandığı­nı sanıyoruz. Hatta Stalin, Galievizmin büyük bir güç haline geldiğini, Sovyet sınırlarını aşma eğilimi gösterdiğini ifade etmiştir. Galiev’in Türkiye’li Türklerle de ilgilendiği anlaşılıyor. Bir iddiaya göre Mustafa Suphi de bir “gizli” Galievci idi o yüzden de Stalin Suphi’nin öldürülmesine muvafakat etmiştir. Bu iddianın geçer­lik derecesi ne olursa olsun, Galievizmin bir mazlum milletler ideolojisi haline gelmeye yöneldiği kesindir.

Bir yandan yeni yaklaşımın kendi kavramlarını oluşturacak bir entellektüel birikime sahip olmaması, bir yandan tezlerini öteki Bolşeviklere anlatmak için onların kavramlarını kullanmaları, esasen de Cedidizm gibi sathi bir geleneğe mensup olmalarının yanında Marksizm’den ciddi olarak etkilenmiş bulunmaları sonucu büyük çapta onların terminolojisini kullanıyorlardı. Mesela Galiev’in önde gelen taraftarlarından Ayaz Maksud-of 1927‘de, Galievizmin tümüyle boğulmasından biraz önce şöyle konuşuyordu:

“Kültürel politika konusunda “Moskova’ya yönelme” sloganını kabul etmiyoruz. Bizim seçimimiz çok uzun bir süre önce yapılmıştır. Ne Moskova, ne de Berlin, dünya proletaryası…”

Ayaz Maksudof’un “Dünya proletaryası”ndan ne anladığı da, onun aynı konuşmasındaki cümlelerinde ortaya çıkıyor:

“Tatar kültüründen söz ettiğimiz sırada bunu öteki Türk-Tatar halklarından ayıramayız. Çünkü Türk ve Tatar halkları çok sıkı bağlarla birbirine bağlanmışlardır.”

Sultan Galiev konusundaki tek ciddi eseri -maalesef tek- yazmış olan Aleksandr Benningsen, Galivecilerin “dünya proletaryası” derken “Türk kitleleri”ni kastettiklerini belirtiyor. Galiev’in Koloniler Enternas­yonali de bir büyük Turan devletinin çekirdeğini oluşturacak, bu da Panislamizmin ilk adımı olacaktı. Benningsen’in de belirttiği gibi Galiev’in “Turan Cumhuriyeti” bir ilk aşamaydı. Bazı Sovyet tarihçileri Galiev’in tasavvurlarıyla, Panislamizmin, Pantürkizmin ve bazı eski Türk imparatorluklarının sınırları arasında benzerlik olduğuna dikkat çekmişlerdir.

Galiev’in ve arkadaşlarının dikkat çekici teşkilatlanma çalışmaları olmuş, çeşitli Türk direnişçileriyle iliş­kiler kurmuşlardır. Bu yazının konusu bu olayları anlatmak değildir. Emperyalizm tarihinde Galiev’in yerine geçmeden önce 1930’dan itibaren Bolşevizmin Galiev’e ve Galievizm’e saldırı gücünü bulduğunu Sultan Gali­ev’in tutuklandığını, bütün Galievci politik ve kültürel teşkilatların dağıtıldığını, geniş çapta tutuklamalar ya­pıldığını ve Galiev’le arkadaşlarının öğünden beri görülmediğini, yani öldürüldüğünü belirtelim.

***

Emperyalizm teorileri bakımından Galievizmin özelliği, konuyu bir sınıf ve sistem meselesi olmaktan çok, gelişmişlik problemi olarak ele almasıdır. Marksizme (özellikle de Bolşevizme) göre gelişmiş ülkelerde iktidarı proletaryanın ele alması (devrim) emperyalizmi sona erdirir, çünkü emperyalizm demek “kapitalizmin en yük­sek aşaması” demektir. Mazlum milletleri emperyalizme karşı mücadeleleri, olsa olsa devrimi kolaylaştı­rır, o kadar.

Galiev tam tersini düşünüyor. Galiev’in haklı olarak belirttiği gibi, sanayileşmiş toplumlarda iktidarı “proletarya”nın ele alması, onların sömürü gelirlerinden vazgeçmesini gerektirmez. Mazlum milletleri sömürmekte gelişmiş ülke proletaryasının da faydası vardır. O halde mazlum milletler proleter devrimle kur­tulamazlar, bunların kendi milli mücadelelerini, devrimlerini kendilerinin yapması lazımdır.

Galiev’in emperyalizm teorisini detaylandırmadan söyleyelim ki, olayların gelişmesi emperyalizmin an­laşılmasında Lenin’in tezlerini geçersiz, Galiev’inkilerini geçerli çıkarmıştır. Sosyalist bir sanayi toplumu kurulmadan önce geliştirilmiş ve kapitalizmle özdeşleştirilmiş Leninist teori sosyalizmin olduğu bir dünyayı izah edememekle kalmamış, ekonominin gelişme boyutlarını da görememiştir. Nitekim sanayi ekonomisinin verimliliği, sanayiin olmadığı ülkelerin sömürülmesiyle sonuçlanmakta, sömürenin iktisadı ve siyasi sistemi fark etmemektedir. Nitekim bugün de dünyanın -Lenin’in hiç görmediği biçimde- Gelişmiş Kuzey ve Azgelişmiş Güney olarak gruplaşması, az gelişmiş ülkeler karşısında sistemin fark etmemesi Ga­liev’in teorisini doğrulayan gelişmelerdir. (Konumuz emperyalizm üzerine bir makale yazmak olmadığı için detaya girmiyorum, benim Sovyet Stratejisi adlı kitabımın ikinci cildinde geniş bilgi mevcuttur.)

Lenin, teorisini “sermaye ihracı”na ve “asalak” olarak nitelediği “mali sermaye”ye “finans kapital” dayandırmıştı. Halbuki bugün azgelişmiş ülkeler sermaye celbetmek için çırpınıyorlar, sermaye gelişmiş ülkeler arasında dolaşıyor. “Asalak mali sermaye” kapitalizmin sonunu haber vermedi, kapitalizm kendini yeniledi. Sosyalist tecrübe de ekonominin kendi kanunlarının olduğunu, emperyalizme karşı sosyalizmin çare teşkil etmediğini ortaya koydu.

Lenin’in emperyalizm teorisi az gelişmiş ülkelerde sosyalizm için kanlı bir ihtilal yapmayı, Sovyet hegemonyasına katılmayı gerektirir. Galiev’in teorisi ise mazlum milletlerin, sosyalist veya kapitalist gelişmiş ülkeler karşısındaki ortak menfaatlerini gösterir ve sömürüden kurtulmanın tek yolunun teknolojik ve kültürel gelişme olduğunu ortaya koyar.

Galiev’in teorilerinin önemini gösteren diğer bir husus da, Stalin döneminde mahkum edilmiş bir çok kişi (fikir, politika eylem adamı, edebivatcı vs.) Kruscev’den beri “affedilip” “iade-i itibar”a tabi tutulduğu halde Galiev ve Galievzmin üzerindeki dehşetli yasağın devam etmekte olmasıdır. Galievizm mazlum milletlerin ortak yararını —o günkü şartlarda— iyi görmüş bir fikir ve eylem adamıydı, o yüzden fikirleri sadece Türk boylarını değil, Peter Mansfield’in de belirttiği gibi Cezayir Milliyetçilerine kadar uzanan bir “Milli Kurtuluş Savaşları” kuşağını etkilemiştir. Sovyet totaliter diktatörlüğü, şeflerden aşağıya doğru empoze edilen bir mo­delde, farklı fikirlere müsaade etmez. Totalitarizmin tabiatında bu vardır. Ama Galiev üzerinde Soyetler’in aşırı hassasiyeti, onun teorilerinin etki gücünü göstermektedir.

Her halde Galiev’in bir hizmeti de, mazlum milletler meselesinin bir ırk ve soy meselesi olmadığını, dünya düzeniyle ilgili bir problem olduğunu ortaya koymaktadır. Az gelişmiş ülkeler ve tüm mazlum milletler kültürde ve ekonomide geliştikçe ve “gelişme”nin tek kurtuluş yolu olduğunu gördükçe kendi geleceklerini ken­di elleriyle inşa gücüne de kavuşacaklardır.

(Bu konuda “Tarihten Geleceğe” adlı kitabımın “Esir Milletler ve Bağımsızlık Çağı” bölümünde bir teorik deneme bulunmaktadır.)
___________________________________________________
Mirsaid Sultan Galiyev: Millî Komünizm akımının başlatıcısı, Asya’daki müslüman Türkler’i federal bir sosyalist devlet içinde birleştirme çalışmalarıyla tanınan Kazanlı Türk düşünce ve siyaset adamı.
Günümüzde Özerk Başkırdistan’ın Sterlitamak bölgesinde Şipayevo köyünde 1892 yılında doğdu. Asıl adı Mîr Said Sultan (G)Alioğlu olmakla birlikte
Galiev olarak tanındı. 1917 Bolşevik İhtilâli’nin dört büyüğünden biridir (diğerleri Lenin, Stalin, Troçki). Öğretmen olan babasının adı Mîr Said Haydar Ali, annesinin adı Aynilhayat Hanım’dır. Hayatına dair bilgiler, daha çok 1923’te kendisinin kaleme aldığı “Ben Kimim” başlıklı otobiyografisine dayanmaktadır (İzbrannıy Trudi, s. 473-482; ayrıca bk. Kakınç, Destansı Kuramcı, s. 35-171).

Sultan Galiev’in ailesi Başkırdistan’ın değişik bölgelerinde bulunduktan sonra 1903’te Kırmıskali köyüne yerleşti. Galiyev ilk öğrenimini burada tamamladı. 1911’de Kazan’da Tatar Pedagoji Enstitüsü’den mezun olunca öğretmenliğe başladı ve iki yıl Başkırdistan’ın muhtelif köylerinde öğretmenlik yaptı. Ardından istifa ederek Ufa’da bir kütüphanede çalışmaya başladı. Bir taraftan da Rus edebiyatı klasiklerinin bazılarını Tatarca ve Başkırtça’ya tercüme ediyordu. 1911-1914 yılları arasında Ufa’da yayımlanan Ufimskiy Vestnik gazetesinde yazdığı yazılarla devrim ve yenilikler hakkındaki düşüncelerini açıklamaya başladı. Gazetecilik mesleğine Tatarca Tormış (Ufa), Vakit (Orenburg), Koyaş, İl (Petersburg), Süz (Kazan)
gazeteleriyle Rusça Narodniy Uçitel (Moskova), Kavkazskoe Slovo, Kavkazskaya Kopeyka (Bakü) gibi gazetelerde Kırmıskali, Kulku-Baş, Kandemir, Timurleng, Sukhoy gibi takma adlarla yayımlanan yazılarıyla devam etti. 1915’te yeniden öğretmenliğe döndü ve Bakü’deki Tatar Kız Lisesi’nde çalıştı. Bu sırada milliyetçi-sosyalist görüşleri belirginleşti. Bakü Şehir Meclisi’nde ticaret vekili oldu. Bu dönemde Galiyev’in ilk siyasî faaliyeti; Ufa’da kurucuları arasında bulunduğu militan Tatar örgütü ile bölgesindeki Ruslaştırma ve Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine karşı direnişi örgütlemesi
olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sırasında Tatar ve Başkırt askerlerini Çarlık ordusunda savaşmamaya çağıran faaliyetlerde bulundu.

1917 Şubat devriminde Bütün Rusya Müslüman Hareketi’nin sol kanadında yer aldı ve Müslüman Kongresi Yürütme Komitesi sekreterliği için Moskova’ya davet edildi. Mayıs 1917’de bütün Rusya Müslümanları Kurultayı’nda genel sekreterliğe seçildi. Ardından Kazan’a giderek bu
dönemde Tatar Türkleri’nin tek yetkili komitesi olan Molla Nur Vahidof’un önderliğindeki Müslüman Sosyalist Komite’ye dahil oldu ve kısa zamanda etkili bir konuma ulaşıp Müslüman Sosyalist Komite Komiserliğine getirildi. Bu arada Komünist Parti saflarında hızla yükselerek Sovyet Milliyetler Komitesi’nin ikinci sekreteri oldu.
Aynı zamanda örgütün resmî yayın organı olan Jiznnatsionalnostey’in editörlüğünü yapmaya başladı. Galiyev’in 1919 ve 1920’de İdil-Ural Cumhuriyeti kurma projesi Lenin tarafından şovenist eğilimler taşıdığı gerekçesiyle reddedildi. 1920 yılında Zeki Velidi (Togan) ve bir grup önde gelen müslüman aydınla Turan Federe Sosyalist Devleti oluşturmayı amaçlayan İttihat ve Terakkî adlı örgütü kurdu. Ancak Sovyet devriminin geleceği ve komünist politikalar hususunda Moskova’daki Bolşevik liderliğiyle Sultan Galiyev arasındaki fikir ayrılıkları belirginleşmeye başladı ve giderek merkezileşen Moskova yönetimi müslüman halkların beklentilerini kısıtlama yoluna gitti. Bu dönemde Moskova’da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesinde hocalık yapmakta olan Galiyev, devrimin vaadleri konusunda hayal kırıklığına uğrayınca muhalefetini açıkça ortaya koymaya başladı.

Jiznnatsionalnostey gazetesinde 1921’de neşrettiği “Müslümanlar Arasında Din Karşıtı Propagandanın Mahiyeti” başlıklı makalelerinde (makaleler ayrıca kitap halinde yayımlanmıştır, Metodyantireligioznoi propagandy sredi musul’man, Moskova 1922) Bolşevikler’in İslâm ve din karşıtı
çalışmalarını eleştirmesi Stalin ile ilişkilerini gerginleştirdi (Galiyev’in kendi hazırladığı, bütün görevleriyle sorumluluklarını ihtiva eden liste için bk. Kakınç, Sultan Galiyev ve Milli Komünizm, s. 309-310). 1923’te burjuva milliyetçisi olmak, Türkiye ve İran gibi ülkelerde bağlantılar tesis ederek Sovyetler’in milletler politikasına karşı faaliyette bulunmak gibi ithamlarla tutuklanarak yargılanan Galiyev aynı yıl içerisinde devrime olan büyük katkılarından dolayı serbest bırakıldı. 1923-1928 yılları arasında bir taraftan teorilerini geliştirirken bir taraftan da örgütlenme faaliyetlerine devam edip Türkistan Sosyalist Partisini kurdu. Galiyev 1928’de “Turancı”, “Karşı Devrimci” ve “Troçkist” gibi suçlamalarla yeniden tutuklandı. Partisi tasfiye edildi, on yıl çalışma kampı cezasına çarptırılarak Sibirya’da Solovki çalışma kampına gönderildi. Bundan sonraki âkıbeti hakkında farklı
rivayetler bulunmaktadır. 1939’da serbest kaldığı bildirilen Galiyev’in müslüman cumhuriyetlerde ikameti yasaklandığı için Kazan’ın güneyinde Kuybişev’e yerleştiğine, ancak 1940 veya 1941’de idam edildiğine inanılmaktadır.