Şükrü ALNIAÇIK: “Türkistan Rüyası” Üzerine Notlar

“Türkistan Rüyası” Üzerine Notlar…*

Şükrü ALNIAÇIK

Bizimki gibi okuma kültürü henüz gelişmekte olan toplumlarda, en samimi duygularla kaleme alınmış kitap tanıtım yazıları bile, beklenen etkiyi sağlamaktan uzaktır. Kitabı anlatmaya çalışan hiçbir kelime, kitaptaki emeği ve göz nurunu okuyucuya sunma amacına yeterince hizmet edemez.

İdeolojik perspektifle yazıldığı takdirde “dava”, ticari kaygıyla yazıldığında ise “tiraj” kaygısını hissettiren, tanıtım yazıları, popüler futbol deyimiyle söylersek; en fazla “kavisli bir orta” heyecanı verebilirler. İyi bir okuma için yazarın kitapta bu pası, şık bir voleyle gole çevirip fileleri havalandırmış olması beklenir.

Bu yüzden, daha başında söyleyelim; bu bir “kitap tanıtım yazısı” değildir. Eğer tanıtım yazıları öyle harika ve mucizevi tahrirler olsaydı, bugün Türkiye’nin bir kitap cenneti olması, yazarların da en azından TV yıldızlan kadar ilgi görmesi gerekirdi.

Evet, bu bir kitap tanıtım yazısı değil olsa olsa kendi barutumuzun harareti ölçüsünde yakabildiğimiz bir “işaret fişeği”dir.

Dr. Hayati Bice’nin “Türkistan Rüyası”, klasik bir otobiyografik roman değildir. Bu samimi anlatım, olsa olsa Milliyetçi bir dervişin, mana ummanında bütün benliğiyle yol alırken yalnız kalmamak ve milletini yalnız bırakmamak İçin halk dilinde kaleme aldığı bu’ doğal tedavi reçetesidir. Kitapta dava aşkı ile yaşanan bir hayatın davanın özüne dair kritik anları, bir hatırat gibi kaleme alınmıştır. Böylece hem çağdaş bilimin, hem mana ehlinin; hem büyük bir davanın, hem de meraklı okuyucunun talepleri tek kalemde karşılanmaya çalışılmıştır.

* Bilim, çağdaş insana yaşadıklarının diğer İnsanlar için de eğitici olması için “hatırat yazmayı” önerir.
* Din, tebliği ve gönüllerin fethini sadece ulü’l-emre bırakmamıştır. Her Müslüman ilmi ve takvası oranında dini doğru olarak “tebliğ etmekle” yükümlüdür. Hele bugünkü gibi din adına yapılan bin bir maskaralığa nazaran Hayati Bice’nin Türk milletini kendi anne sütüne kavuşturmak amacıyla yaptığı Yesevi araştırmaları, başlı başına bir değerdir.
* Dava, “mukaddes doğrularla, ideolojiyi takviye etmeyi” bir hedef olarak gösterir. Eğer Dr. Hayati Bice gibi, bilgiyle cesareti, parlak bir zekâ ile kompoze eden araştırmacılarınız yoksa, “tarlanızın başkaları tarafından sürülmesi’ne engel olamazsınız. Kâinat boşluk kabul etmiyor. Din ve inanç gibi insanlık tarihinin en önemli konusunu siz ihmal ederseniz. “Çin malı” ilmihallerin ve din tefsirlerinin piyasayı kaplamasına engel olamazsınız.

Ondan sonra da Müslüman’ı Zülfikar’sız kalmış, iğdiş edilmiş kitleler haline getirdiklerinde nerede yanlış yaptığınızı düşünmeye başlarsınız. Devşirilmiş, milli asabiyyetini terk etmiş cemaat önderlerinin, global emir-erleri gibi karalı-aklı ya da siyahlı-beyazlı saraylara kapılanmasını anlamakta zorlanırsınız. Din önemli bir konudur ve hiç bir milliyetçi bu gerçeği reddetme lüksüne sahip değildir.

Dr. Hayati Bice, derviş edebi sayesinde bu basit gerçeği vurgulamaktan hayâ ve imtina etse de, bir erken uyarı hüviyetinde başlattığı milli tasavvuf çalışmaları, O’na Ülkücü dava adamları arasında mümtaz bir yer vermemize yetecek kadar derin ve yeterlidir. Tıp Doktoru Hayati Bice’nin milliyetçi kültür birikimi üzerine bina ettiği tasavvuf tezi, bu alanı, bilimci açıdan kimsesiz kalmaktan kurtarıyor. Bu eşine az rastlanır durum da Türk Milliyetçileri için aslında büyük bir fırsat niteliği taşıyor.

İlahiyatçı, tasavvufla ilgilendiğinde bunun haber değeri olmuyor. Ancak bir pediatri uzmanı tıp doktoru, konuya aşkla yaklaşınca sohbet hızla bir dava seminerine dönüşüyor. O’nun Divan-ı Hikmet derslerini dinlerken yalnızca Ahmed Yesevi ile tanışmıyorsunuz; adeta çağdaş bir İbn-i Sına ile de karşılaşıyorsunuz veya milletinin ölümsüzlük iksirini hazırlamava çalışan ülkücü bir Lokman Hekim ile…

Türkistan Rüyası’nı bu gözlerle yorumlamaya çalıştım.
***

Kitaptaki samimi otobiyografik anlatımda, bir dava adamının “dünya-ahiret dengesi”ni kurma yönündeki maharetine tanık oluyorsunuz. Davanın dünyevi-stratejik gerekleri ile uhrevi-mistik vecibeleri arasında
kurulan sağlıklı denge, her kesimden okuyucuya ilginç gelecek kadar akıcı bir üslupla aktarılmış.

Müslüman bir Türk için kutsal kabul edilen bütün mekânların “hassas bir kamera” ile okuyucuya aktarıldığı bu izahlı hatıralar manzumesi, davası için bir şeyler yapmayı aklına koymuş ülkücü iman erleri için Dr. Hayati Bice’yi adeta bir rol-model haline getiriyor.
Bize göre Hayatı Bice’nin rüyaların mistik ve psikiyatrik değerini de hatırlatan bu esen başta olmak üzere,
yazı hayatındaki en büyük avantajı, hayata ülkücü nazar ile yaklaşması. Öyle ki, aleme nizam vermek için önce ‘Türk’e nizam vermek” gereğini fark etmelisiniz. Dr. Hayati Bice, Türk’e nizam vermek için ise İslam’ın Türk’ün ruhuna uygun olarak, ‘Türkçe” anlatıldığı ilk divanın sahibine, Hoca Ahmed Yesevi’ye müracaat etmekten daha iyi bir yol olmadığını bize gösteriyor…

Türkistan’ın bir ucunda görülen bir rüya, ilm-i ledün desteğiyle türbedeki manen tahribatın giderilmesi ve mananın maddeye bir kez daha hâkim olmasıyla Türk’ün milli ruhunun konulması… Tarihin Dr. Hayati Bice’ye böyle bir görev yüklediği anlaşılıyor.

Kitapta, 1990’lı yıllarda Ahmed Yesevi için Türkiye’de doğru-yanlış, iyi-kötü, az-çok ne yapılmışsa bu konulara dair gerçekleri bulmak mümkün.

Bir Ülkücü dervişin umre yolculuğunda, milli feraset ve medeni cesaret objektifine takılanlar ise hiçbir belgeselde bulunamayacak kadar “bizden” Turan sevdalısı yazar, aşkını hiç bir mekânda asla gizlemiyor ve kitapta ”bütün yollar bir şekilde Türkistan’a çıkıyor.”

Dr. Hayati Bice, kitabını imzalarken bile rüyasının Rahmanî yorumundan aldığı kutlu vazifesini tamamlamaya çalışıyor.

Ne mutlu bize ki: bu ‘”Türkistan Rüyası,” Dr. Hayati Bice’nin, daha önce alamadığımız, “Yesevi Tanuv” dersini, önce rotatif üzerinden raflara çıkarıyor, sonra da gönüllerimizde Hazret-i Türkistan sevgisini tesis ediyor.

Bize ilginç gelen bazı tevafuklar:

* Şeyh Şamil, 1830-1864 yıllan arasında güçlü Rus ordusuna karşı inanılmaz bir direniş sergiliyor Türk alplığı ile İslam erenliğinin bu güçlü terkibi, “Kafkas müridizmi” olarak tarihe geçiyor.
* Şeyh Şamil silsilesinden gelen Şerafeddin Dağıstanî dervişleri, Bursa’yı bir günde teslim alan Yunan Ordusu’nu Orhangazi sırtlarında altı ay durduruyor.
* Bu ‘”ülkücü duruş,” ülkücü mütefekkir Galip Erdem’in dikkatini çekiyor Olayı ‘”ülkücü hafıza’ya kaydediyor
* Galip Erdem. Yalova’ya tayım çıkan Dr. Hayati Bice’ye (kitapta Oğuz Karaçay) Şerafeddin Dağıstani’den ve milli davalara duyarlı derviş silsilesinden bahsediyor; onları bulması için işaret veriyor.
* Dr. Hayati Bice, silsilenin yaşayan mürşid-i kâmili Mustafa (İhsan Karadağ) Dede’yle buluşuyor ve Kazakistan’a gidiş gelişlerinde O’nun manevî rehberliğine müracaat ediyor.
* Medine’de tesadüfen tanıştığı Kaşgarlı bir Uygur Türk’ünden aldığı Divan-ı Hikmeti parça parça yayına hazırlayan Dr. Hayati Bice, gördüğü ‘”ağır” bir rüyanın Mustafa Efendi tarafından yorumlanması için huzura varıyor.
* Mustafa Efendi, rüyanın derin bir anlamı olduğunu söylüyor ve… Görev başlıyor.
* “Türkistan Rüyası” Ocak 2012 itibariyle basılıp: seçkin kitapçı raflarında yerini alıyor.
__________________________________________________________________

(*) “Türkistan Rüyası”nın üçüncü baskısı Ocak/2019’da Post Yayınları tarafından yapıldı. 

(**) Bu yazı TÖRE dergisinin Mart 2012 sayısında -82-83 sayfalar- yayınlanmıştır.

KİTAB BİLGİLERİ:____________________
Türkistan Rüyası; Hayati Bice; Post Yayınları, 3. Baskı:2019
1. Baskı, 2012, 2. Baskı:2015,
Karton Kapak; 13.5×19 cm; ISBN9756151563, 320 sayfa.

İNTERNETTEN SATIŞ:
http://www.kitapyurdu.com/kitap/turkistan-ruyasi/361458.html