SOĞUK İÇİNİZ-CAN MUSTAFA ÇEBİ

İlerde lazım olacak. Bazı kavramları yerli yerine oturtamadığımızda yel değirmenleri ile savaşan Don Kişotlara dönüyoruz. Ben Cervantes değilim hikâye anlatmam…

Ne demiştik?‘’Coca-Cola’’nın yani resmi adıyla The Coca-Cola Company’nin yani bu şirketi yöneten Atlanta’lı herifler için Sion Protokolünün,Süleyman Tapınağı’nın,Arzı- Mevud’un hiçbir ehemmiyeti yoktur. Ehemmiyetten öte bu heriflerin zihin haritalarında böyle tarihi adacıklar yoktur. Neden yoktur? Çok basit,çünkü bu şirket Eski Ahit’e göre yönetilmez. Kapitalizm dinine göre yönetilir.

O halde kapitalizm dininin emir ve yasaklarına bakmak lazım. Malum kapitalizm dininin ilk peygamberi Adam Smith diye bir adam. 1700’lü yıllarda Birleşik Krallık ’ta yaşamış İskoç’un teki. Bizim halâ ekoseli etek giyip, gayda çaldıkları için hınzır hınzır dalga geçtiğimiz millete mensup. Bazen durup durup “gaydayı İskoçlarbizden çaldılar,gaydanın aslı Karadeniz tulumudur” deyip milli mastürbasyon yaptığımız hususunu bir kenara bırakıyorum. Konumuz ne İskoçların ekoseli eteği,ne tulum, ne kemençe…

Bu İskoç vakti zamanında “Ulusların Zenginliği” diye bir kitap neşretti ve kapitalizm dini peygamberinden sonra kutsal kitabına da kavuşmuş oldu. Özetle yeni din şöyle diyordu; “elindeki sermayeyle üretim yapmalısın, yaptığın üretimden kazandığın kârı da yine üretim için harcamalısın, sonra daha büyük kâr,daha büyük üretim,devamında yine kâr,daha daha üretim”. Hepsi bu. Kapitalizm dininin temel öğretisi budur. Kapitalizm dininin en sadık mensupları olan kapitalistler (girişimciler/müteşebbisler) sayesinde zenginlik artacak ve bu zenginlikten herkes,hatta bu dine mensup olmayanlar da faydalanacaktı. Böylece bir yeryüzü cenneti yaratılmış olacaktı.

Sonra başka bir peygamber ortaya çıktı. O da Marksizm adıyla anılacak olan dinin kutsal kitabı olan “Kapital”i yazdı. Temelde aynı şeyleri söylüyorlardı. Anlaşamadıkları nokta üretimden doğan fazlayı yani bir bakıma kârı (Marksizm dini buna artı(k) değer dedi) kimin alacağıydı. Adam Smith bunun yeni üretim yapmak şartıyla, yani kapitalizm dininin emirlerine uymak kaydıyla sermaye sahibinin,Marx ise kendi dininde kısaca bunun herkesin olması gerektiğini vaaz etti. Kızılca kıyamet de burada koptu. Dünya yaklaşık 80 yıl boyunca artı değerin kimin olması gerektiği hususunda yapılan din savaşının (ABD-SSCB arasındaki soğuk savaş) esiri oldu. İnanın bu savaş Haçlı Seferlerinden veya hepitopu 30 sene süren Katolik-Protestan savaşlarından daha büyüktü. Neticede Kapitalizm ve Marksizm arasındaki temelde artı değerin kimin olacağı yönündeki itiş kakış hem daha küresel boyuttaydı hemde bu savaş için daha büyük güçler seferber edilmişti. O yüzden bu iki fikre din benzetmesi yapıyorum. Tek fark bu modern dönem dinlerinin,cenneti bu dünyada vaat etmesiydi.Peki bu büyük dinler savaşını kim kazandı? Cevabı biliyoruz; Adam Smith’in ümmeti.

İyi de “biz Coca-Cola’yı istemezük” derken konu buraya nasıl geldi? Nereden olacak, kapitalizm dininin zaferinden. Bir kere şunu belirtelim Coca-Cola sana da bana da kendini tükettirir. Sen aklına Filistin’li taş atan çocuğu getirir,gider marketten protesto amaçlı Coca-Cola alır klozete dökersin,Coca-Cola kazanır. Kazandığı artı değeri yeniden üretime döndürmesi gerektiği için portakal aromalı gazoz üretir, markete gidip “Siyah Kola” yerine marketçi amcadan “Sarı kola” istemek zorunda kalırsın,yine o kazanır. Bakar gaz şişkinlik yapıyor,meyve suyu üretir,başka bir markayla reyonlarda yerini alır,sen yine tüketirsin. Hatta “sosyal sorumluluk projesi” adıyla tüketim kampanyaları organize edip şirinlik yaparak,market reyonlarına taht kurduğu gibi gönüllerimize de taht kurar. Kurmuştur da,mesela Coca-Cola’nın “Hayata Artı Vakfı” diye bir vakfı var (burada da bir artı değer sözkonusu,hayata artı). 2009 yılında bu vakıf Harran’da buharlaşmanın neden olduğu su kaybının telafisi için Gece Sulama Projesi’ni hayata geçirip Harranlı üreticilerimizin gönüllerinde de taht kurmuş.

Teknolojik gelişmeler ile birlikte dünya büyük bir köye dönüştü. Artık bilgi,mal ve para için sınırlar kalktı. Kapitalizmde kendini bu küresel şartlara uydurabildi. Zaten kapitalizm dininin başarısı buradadır, her şarta kendini uydurur,bu yüzden yenilmezliğini koruyabilmektedir. Türkiye 1980’ler de Neo-Liberal ekonomik politikalara kapı açtı. İthal ikameci model hızla terk edildi. Oyunu kapitalizm dininin tebliğlerine göre oynamak zorunda kaldık. Üret, tükettir; yeniden üret,yeniden tükettir. Burada üretimin kimin tarafından yapılacağının önemi yoktur, binaenaleyh tüketimin kimin tarafından yapılacağının da önemi yoktur. O yüzden Coca-Cola kapitalizm dinini benimsemiş heryerde fabrika açar. Sen o fabrikanın kurdelesini ister “Bismillah” diyerek,ister ıstavroz çıkararak,istersen meditasyon yaparak kes. Orası Coca-Cola’yı ilgilendirmez,Coca-Cola kendi dininin yani kapitalizm dininin gereklerini yerine getirir. Çünkü Coca-Cola küresel dünyanın milli içeceğidir ve saltanatını tehdit eden ayran değil Kuzey Karolina’lı Pepsi’dir.

İyi de Coca-Cola’da bu kadar umarsız mı? Aslında bu kadar da değil. Mesela 2010 yılında dünyada üç milyon kişi obezite ve buna bağlı hastalıklar yüzünden ölmüş. Cihat yaptığını sanıp orda burada bomba patlatan teröristlerin saldırılarında ise aşağı yukarı sekiz bin kişi yaşamını yitirmiş. İşte Coca-Cola bunu önemser. Madem ürettiği üründeki şeker miktarı obeziteyi tetikliyor,bu durum da Avrupa ve ABD pazarında bir daralmaya sebep oluyor,o zaman Coca-Cola Zero’yu üretip Pazar payını arttırma yoluna gider…

Masal anlatmıyorum… Ben Cervantes değilim… Yine de soğuk soğuk İçiniz…