Savaş ÇEVİK: SANAT VE GÜZELLİK

SANAT VE GÜZELLİK
SAVAŞ ÇEVİK


Alıntı: Pınar Dergisi, 1977, Sayı: 63,  s.34-38


‘Sanat’ sözcüğü bizde, hayranlık ve ilgi çekici duyguların ortaya çıkmasına sebep oluyor. Duygularımız az da olsa romantikleşiyor, hayalimiz genişleyerek, bu sözcüğü geniş anlamıyla düşünmeye koyuluyoruz. Çoğu kez de ‘sanat’ ile birlikte bir de ‘güzellik’ aklımıza geliyor; ikisini beraber düşünüyoruz. Belki de ‘sanat’ sözcüğündeki bizi etkileyen, büyüleyen güç, büyük çapta; onu güzellik duygusuyla birlikte düşünmemizden doğmaktadır. Ancak belki çoğu zaman sanat ile güzelliği birlikte düşünüp, birbirleriyle olan ilişkilerini açıklayamamışızdır. Güzelliğin; sanatın içinde olan, ondan asla kopmayan, sanatla iç içe olan bir şey olduğunu kabul ederiz. “Güzel Sanatlar” yaygın terimi de bizdeki bu duyguyu pekiştiriyor. Yani, sanat ve güzellik özdeştirler diyebiliyoruz. Öyleyse “Güzel Sanatlar” terimini sadece “Sanat” haline dönüştüremez miyiz? Sanat, aynı zamanda güzel olduğuna göre, baştaki ‘güzel’ sözcüğünü kaldırarak ondan sadece “Sanat” olarak bahsedemez miyiz? Acaba güzel sözcüğü, sanatın, güzel olma özelliğini daha da kuvvetlendirmek için mi kullanılıyor? Bir sanat eseri mutlaka güzel olmak zorunda mıdır? Veya, güzel olan her şey sanat eseri midir? Yoksa sanat eseri, ay m zamanda güzel de olabiliyor mu? Çoğumuz, güzelliğin, sanatla ne derece bağıntılı veya ilgili olduğu hiç düşünmemiş olabiliriz. Önce ‘güzellik’ sözcüğünün tanımından başlayarak bu sorulara cevap aranmalı. Burada sözü edilecek olan daha çok plastik sanatlardır.

GÜZELLİĞİN TANIMI

Günlük hayatımızda sık sık kullandığımız bu kelimeyi, enine boyuna pek araştırma gereği duymamışızdır. Apaçık ortadadır çünkü. Güzel denince, ne anladığımız bellidir. Açıklamak bile gereksiz gelebilir. Fakat izah etmek istediğimizde, hoşa gitmek, haz almak, iyi, doğru, faydalı gibi kelimeleri kullandığımızda yetersiz kaldığımızı görürüz. Çünkü, bu saydıklarımızın hiç biri güzelliği anlatmamıza yetmez. Hiç bir güzelliğin karşılığı olmadığı gibi, ondan da ayn şeylerdir. O zaman bu duyguyu açıklamanın oldukça güç olduğu anlaşılır.

Güzel üzerine düşünmüş ilk filozoflardan başlayarak bazı düşünür ve estetikçilerin görüşlerini burada kısaca gözden geçirelim. Hipyas, güzeli, bazen insan bedeninde ve kanunlarda, bazen bilimlerde ve türlü uğraşılarda görmüş ve buna hakikat, iyi ve Tanrısal kavramlarıyla karıştırarak, biri kendinden. diğeri bağıntılı olmak üzere iki çeşit güzel kabul etmiş ve en gerçek güzeli, her türlü ıstıraptan soyunmuş bulunan bir salt hazda bulmuştur. Sokrat ise güzeli, amaca uyan veya amaç yerini tutan, ya da sevilen şey diye tanımlamıştır. Eflâtun, faydalı anlamında kabul etmiş olduğu bu tanımı beğenmiş ve son olarak güzeli, oranlarda, seslerde ve renklerde aramıştır. Aristo ise, güzeli, hem hoş hem de faydalı olan bir teorik, diye tanımlamıştır. Poetika adlı eserinde, güzeli büyüklük ve düzende görmüştür. Campanella, güzeli iyinin, çirkini de kötünün işareti saymış; iyide ise, kuvvet, bilgelik ve aşk gibi üç nitelik görmüştür. Kant’a gelince, o amacında bir maksat bulunmayan ve amacı, yalnız kendi yetkinliğinden ibaret olan tümel bir prensip saymıştır. Schelling’e göre güzellik, sonsuzluğun sonlu bir biçim içinde duyumlanmasıdır. Güzel, kendinden iyi ile hakikati, zorunlulukla özgürlüğü kapsar. Hegel; güzel ile hakikat, birbiriyle hem özdeş, hem de ayrıdır; ve güzel, fikrin duyulur bir surette belirmesinden ibarettir, fikrine inanırdı. Ona göre, fikirle biçim, süje ile obje birbiriyle tam olarak birlik ve bağlılığı, güzeli vücuda getiriyor, Herbart, tinsel hayatımızı gösteren beş estetik fikrin varlığı üzerinde durmuştur; içsel özgürlük, yetkinlik, denkserlik, âlicenaplık, hak. İşte güzeli, bu beş estetik fikrin gerçeklenmesinde bulabiliriz. Mistik filozoflardan Schleiermacher de, güzelliği sanat eserinde tip olanın ifadesi saymıştır. Katolik Tanrıbilimcilerden Deutinger güzelliği, bilgi, hakikat ve iyiye yönelen bir faaliyet diye tanımladığı güçlü olma halidir der. XVIII. yüzyılda Burke, yüce İle güzelliğin kaynaklarını aramış, yüceyi, nefsi koruma içgüdüsünden çıkarmıştır. Voltaire’e göre, bir şeyin güzel olabilmesi İçin insanda hayranlık ve haz uyandırması lâzımdır. Tolstoy, ise güzelin nesnel karakterini inkâr ederek, onun değişkenliğini savunmuştur.

Evrimcilere göre ise güzellik şu şekilde açıklanıyordu: oldukça güç ve karmaşık bir evrim serüvenine tutulmuş olan insanın hayran düzeyine göre oldukça yüksek bir çirkinlik yüzdesine sahip olması olağandır. F. de Saint-Seine, güzelliği işlevsel uyumla estetik uyum arasındaki ilişkiyle açıklarken aynı yolu tutarak: “Güzellik, Evrim’in, uyumlu bir biçimde süregiden bireysellik üzerindeki onaylayıcı imzasıdır, damgasıdır” der.

Buraya kadar, güzel hakkında çeşitli görüşleri gözden geçirmiş olduk. Bütün bunlardan çıkan sonuç, güzelliğin belirli bir ifadesinin, tarifinin olmadığıdır. Elbette birçok ortak noktalarda fikir birliğine varılmış olmakla beraber, zaman zaman tamamen farklı görüşlere de rastlıyoruz. Güzelliğin, faydayı da beraberinde getirdiği görüşüne karşı; oldukça sert bir şekilde fayda ile güzelin ayn şeyler olduğu görüşünün ortaya atıldığını görüyoruz.

Güzelliğin bu kompleks özelliği karşısında onun kesin tarifini vermek sakıncalı ve yetersiz olacaktır. Güzelliğin, duyularımızla algıladıklarımızın arasındaki bir uyumla ilgili olduğu bir gerçektir. Maddi bir yapısı veya duyusal bir yapısı olması çok önemli değildir. ‘Güzel’ dediklerimiz, bize hoş gelen, bütün duyularımızın da aynı uygunluğu paylaşmalarından doğan olumlu ve heyecan verici bir ruhsal kaynaşmanın ifadesidir. Güzel karşısında hemen dalma heyecanlanır, coşarız. Duygularımız hemen hassaslaşarak ritmik bir hareketliliğe itilirler. Memnun olur, zevk duyarız. İşte, bütün bu duygular hep güzelin belirtileridir.

GÜZELLİK DUYGUSUNUN DEĞİŞKENLİĞİ

Ancak, güzellik duygusunun da kişilere, toplumlara ve zamana göre değiştiğini belirtmeliyiz. Bize göre güzel olan, bir başkasına göre pek de güzel olmayabiliyor. Hatta, çirkin de olabilir. Kişisel görüşler, karakterler ve kültür seviyelerinin farklılığı, bu konuda da farklı görüşlerin doğmasına yol açıyor. Toplumlar farklılaştıkça, güzellik duyguları da şüphesiz farklılaşıyor. Toplumun kültürü, buna bağlı olarak değer yargılan, güzellik duygularının da farklı olmasını gerektiriyor. Bir Fransız’ın ‘güzel’ dediğine, bir Japon veya bir Güney Afrikalı pekalâ ‘çirkin’ diyebiliyor. Zira, Güney Afrikalının yaşayış biçimi ve kültürü, Fransız’dan oldukça farklıdır. Bir kere tamamen ayrı bölgelerin insanlarıdırlar. Çevreleri ve İçinde bulunduktan şartlar, onların bütün ruhsal yapılarını etkilediği gibi fizyolojik yapılarını da etkilemiştir. Böyle olunca, güzellik duygularında da farklılıklar olacaktır.

Keza, zamanın da. güzellik duygularını etkilediği ve hatta değiştirdiği bir gerçektir. Asırlarca önce yaşamış insan topluluklarıyla, bugünkü toplumlar arasındaki zevk ve güzellik anlayışları çok farklıdır. Çünkü, bu anlayışlara, içinde bulunulan şartlar oldukça etki etmektedir. Plâstik maddenin bulunmasından önceki yıllarda, insanların ahşaptan horlanmaları oldukça tabii idi. Ama, bugün plâstik bir çamaşır sepeti varken, ahşap bir sepeti kimse beğenmiyor. Teknik gelişmeler. güzellik duygusunu etkilemektedir. Sanat tarihinde görülen sanat akımları hiç şüphe yok ki, birtakım zorunlulukların sonucudur. Teknik gelişmeler, siyasi değişmeler insan zevklerinin değişmeleriyle. ortaya yepyeni sanat akımlarının çıkmasına sebep olmuştur Gotik Sanatı’nın hüküm sürdüğü asırlarda insanlar, bu sanatın hayranları idiler. Ama, Rönesans ve Barok akımlarla Ampir üslûpları, önceki bu güzellik prensiplerini alıp götürmüş. İnsanları yepyeni duygularla bu yeni sanat akımlarına bağlamıştı Nihayet 20. yüzyılın Modern Sanatları, tamamen farklı güzellik anlayışıyla kitleleri etkilemiş, yeni teoriler üzerine kurularak. hükümranlığını sağlamıştır. Bu değişmeler, kitlelerin zevklerini ve güzellik duygularını etkilemiş, zaman zaman da kitlelerin güzellik duygusunun değişikliği, sanat akımlarına yön vermiştir. Böylece tarih akışı içerisinde, birbirinden farklı görüşler, birbirlerini etkilemişlerdir. Bugün artık XV. Lui stili saç modası, veya XVIII. yüzyıl İngiliz giyim tarzından eser kalmamıştır. Bundan bir süre sonra da bugünkü zevklerin değişeceği açıktır. Zira zaman, insan fikrinin gelişmesine, bu da zevklerin değişmesine sebep olmaktadır.

Ayrıca, güzellik duygusunun değişmesinde. yan tesirlerin de rolü vardır. Günümüzde ‘Moda’ giderek etkinliğini artırmaktadır. Moda büyük çapta, sanayi ve ticaret dünyası ile ilgili bulunmaktadır, insanların bu sahalardaki güzeli seçme duyguları da modanın paraleline itilmektedir. Bir müddet önce moda olan ve bize oldukça güzel görünen dar yakalı ve yırtmaçlı ceketler, bugün artık oldukça gülünç görünmektedir. Bu duyguların belirli prensiplere göre değil, dış etkenlere göre şekil aldığı ortaya çıkmış oluyor.

Büyük siyasi değişikliklerin de kitlelerin değer yargılarında doğal veya zorunlu etkiler yaptığı gerçektir. Zamanla yerleştirilen güzellik duygusu .artık kitlenin ortak duygusu haline geliyor. Böylece insan zevkleriyle bağıntılı olan güzellik duygusunun da oldukça değişken özelliği belirlenmiş oluyor.

SANAT ESERİ İLE MUTLAK GÜZELLİK ARASINDAKİ İLİŞKİ

Güzellik duygusunun değişken karakterini belirledikten sonra, sanat eseri ile ilişkisine geçebiliriz Daha önce de söylediğimiz gibi, sanat eserine mutlak bir güzellik örneği olarak bakma alışkanlığına sahibiz. Her sanat eserinde mutlaka bir güzellik, bir harikuladelik veya bir ilginç yön ararız. Ama. güzelliği tam anlamıyla tarif edemeyiz. Aslında, bu sanat eserini, sıradan bir nesneden ayn tutma özelliğimizden ileri gelmektedir. Bir ressamın çalışması, bize, bir ayakkabıcının çalışmasından daha cazip gelecektir. Bir bina içerisinde, kapı ve pencerelerin doğrama ve geçmelerinden ziyade, öteye beriye konmuş heykelcikler dikkatimizi çeker. Şehrin herhangi bir yerinde yükselen bir bina bizi pek ilgilendirmeyebilir, ama Süleymaniye’nin önünden geçerken ona bir kez daha bakmadan edemeyiz. Sanat eserine, bu ismi verdiren de işte bu farklılıktır. Orijinal olmasıdır. Benzerinin olmamasıdır. Böylece sanat eserine ‘güzeldir’ imajını koyuveririz. Belki de bu ‘güzeldir’, genelleşmiş bir terim olarak bizde yaygınlaşmıştır. Sanat eserinin mutlaka çok daha önemli özellikleri vardır. Bu özellikleri, ‘güzel’ sözcüğüyle simgeleştirmek bir anlayış olabilir.

Sanat eseri mutlaka bizim anladığımız güzellikte mi olmalıdır? Veya mutlaka güzel olmak zorunda mıdır? Çirkin de sanat eseri olur mu? Bu sorulara cevap aramaya koyulmadan, ‘güzellik’ duygusunun ölçüsünü belirlemek gerekir. Daha önce belirttiğimiz gibi, güzellik duygusu kişiden kişiye değiştiğine göre, herhangi bir sanat eserine bir kişinin güzel dediği halde, diğeri çirkin de diyebilmektedir. Veya, en azından çekimser kalabilmektedir Böylece o sanat eserinin güzel olup olmadığı ortada kalmıştır. Kaldı ki kesin güzellik ölçüsü de belirlenememiştir. Bu, güzelliğin sosyolojik ve psikolojik araştırmasını gerektirir. Böylece sanat eserinin güzel olup olmaması veya, güzelliğinin ölçüsü, tartışmaya elverişli bir duruma gelmiştir. Sanat dünyasınca kabul edilmiş ve tanınmış birçok sanat eserinin de tüm insanlar tarafından güzelliği onaylanmamıştır. XX. Yüzyıl Modern Sanatları’nın da güzellik prensipleri tüm insanlarca kesin olarak anlaşılmamıştır. Ama, biz Picasso’nun veya Matisse’in tamamen soyut ve kübik anlamda yaptığı resimlerle, Henry Мооге’un aynı anlayışla yaptığı Uzanmış Figürü’ne sanat eseri demekten çekinmiyoruz. Yine meşhur Türk hattatlarından Mustafa Rakım’ın yazdığı bir celi kompozisyonuna da, sanat eseri diyoruz. Halbuki bu sanat eserlerinin ‘güzel’ olduklarını söylemek belki gereksiz olacaktır. Zira onu seyredenler, onda, insana haz verecek kesin biçimleri bulamayacaklardır. Ama, bu eserlerde, onların orijinalliklerini başka yönlerde aramak gerekecektir.

“Bir Yunan Afrodit’i, bir Bizans madonnası, Yeni Gine veya Fildişi sahilinden vahşî bir idol; bütün bunlar bu klasik güzellik anlamına girmez. Hatta kelimelere kesin bir anlam vermek gerekirse idollerin güzel olmadığını veya çirkin olduğunu itiraf etmek zorunda kalırız. Fakat güzel veya çirkin bütün bu saydıklarımıza sanat eseri demeye hakkımız vardır” diyor bir İngiliz sanat tarihçisi.

Klasik güzellik duygusunun çıktığı ülke olan Eski Yunanistan’da insan güzelliklerinin en ideal biçimi mermerlere oyuluyordu. Melos Afrodit’i veya Belvedere Apollon’u insan güzelliğinin en ideal biçimini sergilemektedirler. Ancak, bu klasik güzellik ülkesine pek de uzak olmayan Mısır Sanatı, heykellerini hiç de insan güzelliklerini bu derece biçimlendirmemişlerdi. Onlarda başka bir ifade vardı. Yunan heykelleri gerçekten güzel idiler, ama hiç bir zaman Mısır heykelciliğinin ifadeci özelliğine ulaşamamışlardı. Rönesans’ın ünlü heykeltraşı Michelangelo, ünlü Musa Heykeli’ni yontarken; Doğu’da Türkler, bugünün modern sanat anlayışında mükemmel eserler ortaya koyuyorlardı. Mimar Sinan, daha o zamanlarda günümüzün modern şehircilik planını uygulamaktaydı.

“Mutlak’ı bilmiyoruz; vücudu, olduğu gibi idrak edemeyiz. Mutlak bir güzelliğin mevcut olduğunu ve san’atın, bize o derin realiteyi ifşa ettiğini iddiaya nasıl cesaret edebiliriz?”

Bunlardan sonra sanat eserinin güzellikle doğrudan bir bağıntısının olmadığı anlaşılmış oluyor. Her güzellik sanat değildir, her sanat eseri de mutlak bir güzelliğe sahip değildir. Bizim güzel olarak ifade ettiğimiz, gerçekte, ondaki diğer özelliklerin basitleştirilmiş ifadesidir.