S. Ahmed Arvasi: İslam, Türklük, Türk Milliyetçiliği / Halim KAYA

SEYYİD AHMED ARVASİ

VE  

“TÜRK İSLAM ÜLKÜSÜ”

ESERİNDE SERDETTİĞİ  İSLAM, TÜRKLÜK, TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ HUSUSUNDAKİ FİKİRLERİNDEN BİR DEMET  

Halim KAYA

 

Mütefekkir, şair ve yazar Seyit Ahmet Arvasi 15 Şubat 1932’de Ağrı’nın  Doğubeyazıt ilçesinde doğmuştur. Ailesi aslen Van’ın Bahçesaray  kasabasına bağlı Doğanyayla  eski adıyla Arvas köyündendir. Köyün adına ve soy isimlerine  izafeten “Arvasiler” olarak tanınırlar. Ahmet Arvasî, ilkokulu Doğubeyazıt’ta, ortaokulu Erzurum’da, liseyi Erzurum Erkek Öğretmen Okulu’ndan  bitirdikten sonra Konya’nın Doğanbeyli İlkokulu’nda 1952 yılında öğretmenliğe başladı  Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümü’nü 1958’de bitirdi. Pedagoji öğretmeni olarak Van’ın  Alpaslan ve Balıkesir’in Savaştepe İlköğretmen Okulları ile Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü, 1971 Bursa Eğitim Enstitüsü ve İstanbul Atatürk Eğitim Enstitülerinde öğretmenlik yaptı. 1979 yılında kendi isteği ile emekli oldu.1980 ihtilaline kadar MHP de siyaset yaptı. İhtilaldan sonra çeşitli gazetelerde gazetecilik yaptı.Cezaevinden çıktıktan sonra da gençliğe rehberlik etti. 31 Aralık 1988 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir.

Hz. Peygamber’in (sav) soyuna bağlı bir aileden geldiği için aslen “Seyyid”tir.  Kendisinin fikri mensubiyetini  “Ben İslam iman ve ahlakına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslam’ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim.” diye tespit eden Arvasi hoca “Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyet şuuruna yer yoktur. İster azınlıktan gelsin, ister çoğunluktan gelsin her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanında Şanlı Peygamberimizin “kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kavminin efendisi kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi imandandır.” tarzında ortaya koydukları yüce prensiplere de bağlıyım…” ifadeleriyle de mensubiyet duyduğu fikri detaylandırarak açıklamaktadır.

Hür insanı İmam-ı Küşeyri’nin Risale-i Kuşeyriye  kitabından alarak “ Allah’tan başkasına kul olmamak” biçiminde tarif eder. “ İslam’ın -Allah’tan başka ilah yoktur-parolası, insana hür olmanın da sırlarını verir” ve “hürriyet -Allah’tan başka ilah yoktur- ölçüsü ile hareket edebilmektir” (Türk İslam Ülküsü C.1,S.26) diyerek hür olmanın, hürriyet içinde hareket edebilmenin sorumluğunu da omuzlarımıza yükler.

Kesin olarak bilinmelidir ki, din, ancak peygamber tebliğleridir ve kaynağı –ilahi vahye- dayanır.” ifadesiyle dinin vahiy yoluyla peygamberlere indirilen peygamberlerin de insanlığa tebliğ ettiği gerçek din olduğunu ancak “Toplumların bünyesinden doğan inançlar ve filozofların düşünceleri din olamaz yahut bunlara –din- adı verilemez.” . (Türk İslam Ülküsü C.1,S.57) diyerek sahte ve batıl din tehlikesine dikkatlerimizi çekmektedir

İslam’da din, itibari, milli, mahalli veya beynelmilel bir değer değildir. İslam, bütün zaman ve mekanların dini olarak alemşümuldur.” yani İslam belli bir zamanda milletler arasındaki bir din değil bütün zaman ve mekan için geçerli bir hakikattir Arvasi’ye göre.

Seyit Ahmet Arvasi “Hak din, Allah indinde İslâm’dır. Kitap verilenler ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtirastan dolayı, ihtilafa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, şüphesiz ki Allah hesabı çabuk görücüdür.” (Al-i İmran, 19), “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa,  ondan (bu din) asla kabul olunmaz ve o, ahrette de en büyük zarara uğrayanlardandır.” (Al-i İmran, 85), ayetlerine dayanarak Allah katında hak din olarak İslam olduğunu Yahudilik ve Hiristiyanlık’ın bozulduğunu anlatır ve “Fitne kalmayınca, din de yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” (El-Bakara Suresi 193) ayetiyle bizlere yol göstermektedir. Ona göre “Din Allah’ındır ve Resulullah’ın tebliğlerinden ibarettir. Ashab-ı Kiram ve onların izinde yürüyen –Ehl-i Sünnet ve’l –Cemaat-alimlerin ve imamların hassas, titiz ve samimi gayretleri ile İslam bu güne gelmiştir.Onu bozmaya bundan sonra da kimsenin gücü yetmeyecektir.” (Türk İslam Ülküsü C.1,S.67) İslamiyet, herhangi bir kavmin ve ırkın tekelinde olmadığı gibi, herhangi bir sınıf, zümre, aile ve partinin de tekelinde değildir.İnanan herkes bu dindendir, hiç kimse bir –mümini- dinden çıkaramaz. Mümin, İnandığı sürece Müslüman’dır.” (Türk İslam Ülküsü C.1,S.69)

Seyit Ahmet Arvasi “İslamiyet’te ruhbanlık yoktur” ve “İslamiyet, Allah ve Resulü’nün dinidir. İnanan herkese açıktır.Her renkten, her milletten, her sınıf ve zümreden bir insan, hiç kimseden müsaade almaksızın ve bir merasime tabi olmaksızın bu dine girer. Hiç kimse, bir Müslüman’ı dinden –aforoz- edemez. İslamiyet ne bir meslek, ne de bir partidir.”,Hiç kimse dini  kendi- inhisarına- alamadığı gibi, hiç kimse –Yüce Allahı’n Tamamladığı- dinimizi kendi menfaatleri istikametinde tevil ve tefsir edemez”  sözlerinin ardından  “Bütün mesele İslam’ı kurtarma  değil, İslam’la –kurtulma – davasıdır” (Türk İslam Ülküsü C.1,S.71) diyerek bize kendimizi İslam’la kurtarmamızı salık verir.

O “Türkler, asırlarca hep İslamiyet’i aramış gibidir.”, “Tarihte hiçbir millet bu kadar iştiyakla, bu kadar büyük dalgalar halinde yeni bir dine koşmamıştadır. Muvahhit Türk Milleti, İslamiyet’te -tevhid-in en muhteşemini bulmuş, onunla coşmuş ve adeta kendinden geçmiştir.”, “Nihayet, Türk, İslamiyet ile o derece kaynaştı ki, Avrupalı İslamiyet’e, -Türk’ün Dini- demeye başladı.” (Türk İslam Ülküsü C.1,S.94)  İslamiyet ile Türkler arasındaki bağı ortaya koyar. “İslamiyet çeşitli kültür ve medeniyetlere biçim veren bir –üst sistem olarak milli şahsiyete milli değerlere milli töreye önem veriri, ancak bunu yaparken kendi gerçeğine aykırı olanlarını ayıklar, sivri noktaları törpüler, Türk milli kültürü, müessesleri ve töresi, en az bin yıldan beri, İslamiyet’le iyice kaynaşmıştır.”  (Türk İslam Ülküsü C.1,S.94)

Ülkücülerin sembol olarak kullandığı Bozkurt’u tapılan bir put olarak tasvir eden anlayışa karşı bakışını ortaya koyarak Bozkurt’u “Hiçbir zaman Türk’ün totemi olmamış olan bozkurt, coğrafyamızın kültürümüze kazandırdığı bir motiftir.” (Türk İslam Ülküsü C.1,S.95) diyerek Türk milliyetçilerinin Bozkurt hakkındaki inanç ve düşüncelerini ortaya koyar.

Seyyid Ahmet Arvasi Makam Mevki hırsını anlatmak için bir konferansta aniden sandalyeyi kafasının üstüne kaldırır ve başı sandalyenin altındadır. Dinleyiciler şaşırmıştır. Birkaç saniye sonra sandalyeyi indirir ve üzerine çıkar. Sonra meraklı gözlere bakarak der ki: “Menfaatleriniz bu sandalyedir. Eğer üstün tutarsanız alçalırsınız. Fakat menfaatlerinizi ayaklarınızın altına alırsanız yükselirsiniz.

İslam’da imanın güçlü olmasının imandaki samimiyete bağlı olduğuna işaret eder ve inançtaki samimiyetin önemini tarif ederken “Batmayacağına inanarak suya bas, yürür gidersin. Mucize yürüyebilmen değil, inanabilmendir.” der.

Irkın Allah’ın takdiri olduğunu ve başka ırklara da saygı duyulması gerektiğini “Türk milliyetçisi, Türk içtimaî ırkını benimser, sever ve sevdirirken ailelerini de bu espri içinde kurmaya çalışır. Kozmopolitlikten hoşlanmaz. Bununla beraber, başka içtimaî ırkları da Allah’ın bir âyeti olarak değerlendirir.” (Türk İslam Ülküsü C.1,S.139)

“Devlet, elindeki basın ve yayın organlarını, her derecedeki okullarını bu hedefe (yenileşme ve değişme) tevcih ederek -ilim ve eğitim yoluyla-, kendi cemiyetini, -Yabancılaştırmadan çağdaşlaştırmalıdır- ve ülkenin -yenileşme ihtiyacını- iç ve dış düşmanlarca istismar edilmesine fırsat vermemelidir.” (Türk İslam Ülküsü C.1,S.214) Seyit Ahmet Arvasi Yabancılaşmadan çağdaşlaşmayı öngörmüş ve bunu da ülkücü kadroların yapacağına kanaat getirmiştir.

Tarihinekültürüne, bayrağına, devletine ve milletine yabancılaşmış nesiller ve kadrolar teşekkül etmişse, bizi biz yapan milli ve mukaddes değerlerimize alenen tecavüz edilebiliyorsa, devletin ve milletin bütünlüğüne yönelen eylemler pervasızlaşmışsa, bunları sadece sosyal değişmelerin doğal sonuçları olarak yorumlamak mümkün değildir. İhanetler, kendini sosyal değişmenin sancıları ile maskeleyemez.” (Türk İslam Ülküsü C.1,S.220) Tarihine, kültürüne, bayrağına, devletine, milletine , milli ve mukaddes değerlere saldırmanın sosyal değişim olarak adlandırmayı kabul etmiyor ve bu durumu ihaneti maskelemek gizlemek olarak yorumluyor.

Milli mukaddes değerlerine ters düşen bir – maarif politikası- her şeyden önce -milli vicdana ters düşeceğinden okulları anarşi yuvası haline getirir, ilim ve irfan yerine -suç- ve -suçlu- imal eder.” (Türk İslam Ülküsü C.1,S.231)

Seyit Ahmet Arvasi ülkenin yönetiminin kadro işi olduğunu ve yönetici kadroların değişmesi ve Ülkücü , Milliyetçi, Müslüman Türk  kadroların iktidar olması gerektiğini, gelecekte de Müslüman Türk olarak kendisi kalabilen kadroların şart bu olduğunu, iyi yönetimin bu şekilde mümkün olacağını vurgular ve “Biz Müslüman Türk’üz. Bizi, gelecek asırlarda yine biz olarak temsil edebilecek güçlü kadrolara muhtacız. Kadrolar değişmedikçe, anayasalar, kanunlar, kararnameler ve tüzükler değişse bile bir mana ifade etmez.”  der.

Seyit Ahmet Arvasi “Biz,-İslam medeniyeti- terimini, İslam dinini kabul eden çeşitli ve çok sayıda milletin – milli medeniyetlerine- yön, ruh ve şuur kazandıran – ortak üst-sistem- manasında kullanıyoruz. İslamiyet bir -üst-sistem- olarak medeniyetlerin terkibini değiştirirken, o milli medeniyete kendi damgasını da vuru.Böylece gelişen medeniyetlerden biri de -Türk-İslam Medeniyeti-dir.” (Türk İslam Ülküsü C.1,S.310) derken Prof. Dr. Yılmaz Özakpınar’ın “Bir Medeniyet Teorisi” adlı kitabında bahsettiği “medeniyet, aynı dine mensup milletlerin milli kültürleri ile oluşturdukları maddi ve manevi değerlerin zamanla bütün ümmet tarafından kabul görenleridir. mesela minare bütün İslam milletlerinde kabul görmüş olmasına rağmen her İslam ülkesinde farklı farklı inşa edilir.” şeklinde özetleyebileceğimiz tarife yakın olmakla birlikte “Mili medeniyet” olmaması bakımından farklıdır.

“Dil, bir milleti geçmişteki, haldeki ve gelecekteki nesillerini bir birine bağlayan, onları bir millet haline getiren çok güçlü bir  – içtimai bağ-dır. Türk milleti Türk dili ile ayrı ve müstakil bir millet olabilmektedir. ”  (Türk İslam Ülküsü C.1,S.325) “Bütün dünya Türklüğünü yazılı ve sözlü dilde birleştirmeyi vazgeçilmez bir ülkü edinmemiz gerekmektedir.Bütün dünya Türklüğü, yazıda ve dilde birleşmelidir.”  (Türk İslam Ülküsü C.1,S.326)

                “…değişik zamanlarda ve değişik mekanlarda farklı isimler alınmış veya verilmiş olsa da, tarihte bir tek Türk Milleti ve bir tek Türk Devleti şuuru vardır.” (Türk İslam Ülküsü C.1,S.139)

“Bir sanat eserinde daima şu üç imza, bir arada bulunmalıdır. Sanatkarın şahsiyet ve üslubu, milli kültür ve medeniyetin rengi ve damgası, çağı hayran bırakan ölçü, teknik ve incelik.” (Türk İslam Ülküsü C.1,S.362)

“İslamiyet’te -iyi olan- ne ferdin hoşuna, ne de cemiyetin hoşuna giden harekettir,  bunlar hoşlansalar da, hoşlanmasalar da -Allah için yapılan- iş ve harekettir. – Yalnız Allah için ve O’nun rızasını kazanmak için – yapılan işler -iyi-dir” (Türk İslam Ülküsü C.1, S.373-374)  Seyit Ahmet Arvasi bu prensip ile toplum ve ferde bir ölçü vermiş ve “iyi” kavramını sübjektif tartışmalardan kurtararak Allah’ın razı olacağı işe hamletmiştir. Böylelikle ferdi toplumun toplum da ferdin tahakkümünden kurtarmıştı.                                                   

                “Türk Milletinin en hayatî meselesi, tamamen kendinden olan kendini çok seven milli tarihine, milli kültürüne gönülden bağlı ve bu değerlere yabancılaşmamış aydın ve milliyetçi kadrolardır. İşte milli eğitim Türk Milletine daima bunları vermelidir.” (Türk İslam Ülküsü C.1,S.421) Arvasi hocaya göre Türk-İslam ülkücüsü; Kendini Allah ve Resulü’nün davasına adamış, sırf Allah rızası için canını, dini ve devleti, vatan millet için fedaya hazır, ay yıldızlı bayrağı dalgalandıran yiğitlerdir. Ülkücüler; Allah ve Resulü’nün yoluna kendini adamış ve Türk ve İslam düşmanlarının bütün oyunlarını bozan kadrolardır.

                “İslamiyet, – mutlak ve tek- varlık olarak Allah’ı görmekte, -maddeyi, ruhu ve bunların esrarlı bir sentezinden doğan hayatı- da, bu mutlak ve tek varlığın eserleri, belgeleri ve mesajları biçiminde idrakimize sunmaktadır.” (Türk İslam Ülküsü C.2, S.25)

Peygamber efendimiz sağlığında ekonomiye müdahale etmiş ve ihtikarı, stokçuluğu yasaklamıştır. zaman zaman pazarları gezip malları kontrol etmiş, satıcıları ikaz etmiştir.  Bunu Seyit Ahmet Arvasi,   “İslamiyet, ekonomiyi, sosyal ve kültürel değerlerle kontrol edilmesi şart olan ve asla başıboş bırakılmaması gereken bir faaliyet olarak görürü.” (Türk İslam Ülküsü C.2, S.33)

liberalizmin moda olduğu, İslam sosyalizminden bahsedildiği yeşil İslam adına konuşulduğu zamanda Seyit Ahmet Arvasi bütün bu sistemleri elinin tersiyle itmiş ve İslam’ın ilahi kaynaklı yegane ekonomik sistem olduğunu haykırmıştır.   “İslam’ı liberal ve kapitalist bir sistem sananlar da,  onu sosyalizme ve Marksizm’e benzetenler de, onu Faşist doktrinlere benzetecekler de yanılmıştır ve yanılacaklardır. İslam, başlı başına mevcut olan  -İlahi-  ve -realist- bir ekonomi sistemidir. Beşeriyetin liberalizm ve kapitalizmde arayıp da bulamadığı – adalet-, faşizmde arayıp da bulamadığı -devlet-, İslam’da tezatsız ve sentez içinde mevcuttur.” (Türk İslam Ülküsü C.2, S.35)

İslam, İnsanın insanı istismarını yenmeyi fertte ki ihtirası yenmeyi önceleyerek  yenmeye önem vermiştir. “Fert, nefsinin ihtiraslarına karşı çıkacak, onu Allah’ın Peygamberin ve ahlakın emir ve sınırları içinde tutacak, başkalarının hak ve hukukuna riayet edecek, -kendi için istediklerini, başkaları için de isteyecek -, zulmetmeyecek ve zulme uğramayacaktır.” (Türk İslam Ülküsü C.2, S.50)  “İslamiyet, zarureti, – hayati tehlike- ile tarif eder. Zaruret miktarı ise, -hayatı idame için- gereken miktardadır. Aksi halde ölçüyü aşmak -haddi aşmak- olur ki, bu yasaktır.”  (Türk İslam Ülküsü C.2, S.77)

Sermeye, emek, mülkiyet, miras, üretim, tüketim, alım-satım vs. çok çeşitli ekonomik konularda detaylı sayılabilecek fikirler serdeden Seyit Ahmet Arvasi’nin ekonomi hakkındaki görüşlerinin bazılarını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz. “İslam ekonomi sisteminde, üretim de, tüketim de, iş bölümü de dinin ve İslam’a aykırı düşmeyen Töre’nin sıkı kontrolü altında cereyan eder. Hangi ekonomik faaliyet içinde bulunursanız bulununuz, İslamiyet, karşınıza helal-haram, yahut serbest-yasak gibi -normlar- ile çıkacaktır. İslam ekonomi sistemi içinde bulunan -miminler-, üretirken, tüketirken, mal ve hizmet alıp satarken, iş bölümü yaparken, mülk edinirken, tasarruf ederken… devamlı olarak  -helal-  olanı tercih etmek ve – haram- olandan ısrarla kaçmak zorundadır.” (Türk İslam Ülküsü C.2, S.81-82)  “İslamiyet, devletlere, cemiyetlere ve fertlere mülk edinme hakkı tanımakla beraber, insanların bu konuda fazla hırslı davranmalarını da sevmez.” (Türk İslam Ülküsü C.2, S.87) “İslamiyet, mirası, bir hak olarak kabul eder. İslam’da sosyal teşkilatlanmanın temel birimi ailedir. Mülkiyet hakkı, çok defa aileye izafe edilir, akraba hakkı gözetilir.  ……. aileye kendi kazancı ile katılan aile fertleri, kendi varlıklarını, israf etmeden dinin koyduğu ölçüler içinde müstakilen sarf etmek hakkına sahiptirler.  ….   Ancak, İslamiyet, kadını, ailenin geçiminden sorumlu tutmadığı için, anne, kendi gelir ve kazancını, aileye sarf etmek zorunda değildir. Kendi mülkü, geliri ve kazancı tamamı ile kendi tasarrufuna bırakılmıştır.”   (Türk İslam Ülküsü C.2, S.121)  “İslam ekonomik sisteminde, devlet de, cemiyetler de, şahıslar da – müteşebbis- olarak ekonomik faaliyetlere  katılım hakkına  sahip olduğundan, bu birimlerden her biri, meşru olmak şartı ile -sermaye- edine bilir.”  (Türk İslam Ülküsü C.2, S.126) “İslam ekonomimi sisteminde, hem münferit teşebbüse, hem de fertlerin birleşerek -şirketler- ve -kooperatifler- biçiminde teşkilatlanmasına ve -vakıflar- kurmasına müsaade edilmektedir.Ancak, bu teşebbüs ve müesseseler, meşruiyete riayet edecek, haramlardan titizlikle sakınacaktır.”  (Türk İslam Ülküsü C.2, S.140)  “İslam’da kağıt paranın (banknotların), yahut -değer düşük- maddelerden yapılmış paraların değeri, altın ve gümüş gibi -nakdi değerlere- göre standardize edilmiş ise ve bu değerini piyasada korumuş ise -iyi para-dır. Aksi halde – kötü para-  durumuna düşer.” (Türk İslam Ülküsü C.2, S.195) “( Banka), çok yönlü iş ve hizmet gören, bu iş ve hizmetlerine karşılık ücret alan, gerek kendi sermayesi ile gerek, ortaklarının tasarrufları ile yatırım yapan ve para kazanan, kâr ve zararını hisselere göre paylaşan, ortaklarına -faizsiz kredi- veren, isterlerse onların yatırımlarına ortak olan, konusuna göre, köylünün, işçinin, esnafın ve dar gelirli insanların emek ve tasarruflarını, bir müteşebbis olarak değerlendiren çok gayeli -şirket- niteliğindedir.” (Türk İslam Ülküsü C.2, S.210)

Türk-İslam kültür ve medeniyetinin bir dayanışma unsuru olan vakıflar hakkında Seyit Ahmet Arvasi “Atalarımız, gelirleri fakirlere, muhtaçlara, gariplere, hastalara, kimsesizlere, öğrencilere mücahitlere verilmek üzere nice vakfiyeler kurulmuş bulunmaktadır. (Bu Vakıfların) gelirleriyle  çalışan hastaneler, fakir genç kızlara çeyiz veren müesseseler, hatta hasta ve yaralın leylekleri tedavi eden ve koruyan teşkilatlar, bütün tarihimiz boyunca hayatımızda kurula gelmiştir.” (Türk İslam Ülküsü C.2, S.214) diyerek vakıf gelirlerinin nelerden oluşacağını ve bu gelirlerin nasıl ve nereye harcanabileceğini gösterirken vakıf mütevelli heyetindekilerin hiç bir şekilde bu vakıf gelirlerinden yararlanamayacağını da ifade eder.

İslam devletinde, vergileri tayin eden üç temel kaynak vardır: bunlar -Din-, -Töre- ve -Ulul Emr Kanunları- yani devlet başkanının yaptığı hukuki düzenlemeler.” (Türk İslam Ülküsü C.2, S.243) vergi koyan makamları  sayar ancak hem ekler ki halktan alınacak vergiler adil olmalıdır, halkın vicdanında kabul görmesi gerektiğini de vurgular.

Ülkücüyü tarif ederken, onun İslam’ın iman, aşk, ahlak ve aksiyonuna sahip olduğunu,şahsi dost ve düşmanının olmadığını, dostluğunu ve düşmanlığını  Allah rızasına göre ayarladığını, devletini, milletini bayrağını Allah için sevip yücelttiğini, milletini mutlu devletini güçlü kılmak için savaştığını, davasını tezleri ve antitezleriyle bildiğini milli tecrübeyi ve beşeri tecrübeyi hazmederek olayları yorumladığı, ülkücünün kendisinde İslam basireti ve Türklük haysiyetinin bulunduğunu, nizam-ı alem ve ilay-ı kelimetullah için dövüştüğünü,insanı kavramış çağdaş bir Alperen olarak tarif eder. “Türk-İslam Ülkücüsü, bir –aşk- adamıdır. Ülkücü için aşk, davasını arkadaşları arasındayken, -sosyal bir heyacan halinde duymakdan ziyade, tek başına kaldığı, çetin şartlar altında yaşanıldığı, ihanet ve kahbeliklere uğranıldığı zaman dahi, asla ümitsizliğe düşmeden, büyük bir şevkle davanın ağır yükünü- omuzlarına alabilme ülkü ve ihtirasını, kendinde blabilmek demektir.” (Türk İslam Ülküsü C.2, S.287)

O şuurlu bir mensubiyet duyduğu Türk milletinin vasıflarını; milletimizin iyi bir lider ve idareci kadrosuna sahip olması halinde güçlü olduğunu , aksi durumda zafiyet gösterdiğini,  bu yüzden milletimizin kendisini seven ve gözü gibi koruyan -oğullar- tarafından idare edilmesi gerektiğini, milletimizin disiplini ve hürriyeti sevdiğini, Dinine ve Töresine bağlı olduğunu , sabırlı, fedakar ve çilekeş olmanın yanında alicenap, vefakar ve misafirperver olduğunu, çabuk inan, merhametli, düşkünü, mazlumu, ezilmişi sevip himaye ettiğini, şahsiyetçi ve medeniyetçi olmayı kendine yabancılaşmadan çağdaşlaşmak istediği şeklinde tespit eder.

Milliyet duygusu ile milliyetçilik tarifleri ile sanki “bizde milliyetçiyiz” diye ortaya çıkan ve zaman zaman Türk milliyetçilerini  “sizden önce Türk Milliyetçiliği yok muydu” diye eleştirenlerin eşeştirilerinin yersiz olduğunu milliyetin bütün milletlerde olduğunu ortaya koyarak aralarındaki farkı şu şekilde izah etmektedir. “Milliyet duygusu, başlı başına bir ideoloji değildir. O, -davasını ve fikriyatını- da ortaya koyarak bir –ideolojiye- dönüşür. Milliyet duygusu, tabii bir haldir, onun milliyetçilik adını alabilmesi için kendi –ideolojisini- bütün unsurları ile ortaya koyması gerekir.” (Türk İslam Ülküsü C.2, S.283) “Türk milleti, asırlardan beri, İslamiyeti, hem bir -din- hem de   bir -ideoloji- olarak benimsemiş, kültür ve medniyetini, bu ruh ve iman ile yoğurmuş bulunmakadır.” (Türk İslam Ülküsü C.2, S.285) “Öte yandan İslamiyet,asırlardan beri, Türk kültür malzemesine biçim veren, medeniyetine orijinal bir terkip kazandıran bir ruh ve mimar durmundadır.” (Türk İslam Ülküsü C.2, S.286)

“İslam dini ile milletler, milliyetler, milli şuurlar çökertilemez. Aksine İslam dini ile, milletler güçlenirler, hayat bulurlar ve yücelirler. Bu sebepten, Türk milliyetçisi için -İslamiyet- ve   -Türklük-, birbirine zıt iki değer ve varlık değil, aksine bir diğerine güç veren -ruh- ve -beden- gibidirler.” (Türk İslam Ülküsü C.2, S.430)

“Azınlık ırkçıları tabiriyle mikro milliyetçilik yoluyla emperyalst ülkelerin milli devletleri yıkma faaliyetlerini görmüş ve tehlikeye işaret etmiştir.

İslamın kendine has bir İslam terbiye sisteminin varlığından bahseden Seyit Ahmet Arvasi, İslam terbiye sisteminin Allah’ın varlığına ve  peygamber iman üzerine olduğunu ve diyalektiği içinde insanı haramdan helala, yanlıştan doğruya, batıldan Hakka sevk etmek üzerine kurulduğunu söyler.”Terbiyecilere göre, bilhassa çocuklar ve gençler, şahsiyetlerini, sevdikleri, saygı duydukları veya hayran oldukları –modellerden etkilenerek- kurarlar.biz, onlara gerçekten yüce ve üstün şahsiyetleri –örnek olarak vemezsek, onlar, ne yapar yapar, kendilerine yakın veya uzak çevreden bazı -örnek kişler- bulurlar. Üstelik onlar, bu konuda yeter derecede tecrübeli olmadıklarından, -müsbet- ve -menfi tipleri- birbirinden çok defa ayırmasını da bilmezler. Müşahedeler göstermiştir ki, bukonuda çocuklara ve gençlere yardım ve rehberlik edilmezse, onlar, kanlı katilleri, banka soyguncularını, anrşistleri, nihilistleri, materyalistleri, kara ve kızıl diktatörleri, kültür ve medeniyetimize zıt düşen tipleri bile kendilerine –model- olarak alabilirler.” (Türk İslam Ülküsü C.3, S.29) Dolayısıyla tarih boyunca Şanlı Peygamberimizin talim terbiyenin –en yüce örneği-, müslüman çocuklarının -baş örnek- Şanlı Peygamber efendimizin  olduğunu, Müslümanların çocuklarını O’na benzetmeye çalışması gerektiğini anlatır. Mili bir eğitim sisteminde çocukların örnek alacağı milli karahmanlar olmalıdır. Arvasi’ye göre terbiyenin maksatı insanı, kendine yaraşır bir biçimde yoğurmak ve yüceltmektir.

“İslam’da -reislik-, bir hırs ve menfaat işi değildir. Aksine, bir fedakarlık ve ıstırap meselesidir.Bir mümin –reis- olmaklaaeta kendini feda etmiş olur. Şahsını düşünemez duruma gelir, mesuliyeti ve çilesi artar. Gerçekten rahatını ve huzurunu düşüneneler, bu işe talip olmamalıdırlar.” (Türk İslam Ülküsü C.3, S.105) devamında İmam-ı Gazali’nin Kimyay-ı Saadet’inden anlattığı bir yaşanmış hikayede Ebu Ali Ribati ve Abdullah-ı Razi sahrada yolculuk ederken Abdullah-ı Razi’yi reis seçerler, Abdullah-ı Razi seçilince bütün söylediklerini uyacaklaqrı hususunda söz alır. Bundan sonra Abdullah-ı Razi yolculuk boyunca Ebu Ali Ribati’nin bütün yükünü taşır, gece uyumaz onu bekler  ve yağmurlu gecede kendi ıslanması pahasına da olsa Ebu Ali Ribati’nin üstünü örter. Ebu Ali Ribati bu durumda keşke onu reis seçmeseydim diye hayıflanır.

İslam ve Milli klasiklerini gençliğine aktardıkdan sonra dünya klasiklerini terceme ederek onların ufuklarını açamak genişlet mek gerekir. “..sağlam bir kültür politikası, – milli- ve –beşeri- tecrübenin dengeli ve uygun bir tarzda genç nesillere ve halk kitlelerine aktarılması demektir.” (Türk İslam Ülküsü C.3, S.139) Seyit Ahmet Arvasi’ye göre” yabancılaşmadan çağdaşlaşmanın” başka yolu yoktur.

“Bazıları, -İslam’la kurtulmak- yerine  -İslam’ı kurtaemak- gibi ahmakça bir iddia ile ortaya çıkmaktadır. Böyleleri, güya, İslamiyet’i  -asra uydurmak, yeni nesillere sevdirmek ve asrın idrakine sunmak- isterken, bizzat –dinden taviz vermek- ve dolayısıyla –dini tahrip- etmektedirler.” (Türk İslam Ülküsü C.3, S.229) din apacık ortada iken dinin ana caddesinden çıkmaya dikkat çekmektedir. İslam için en büyük tehlikenin reform olduğunu düşünmektedir.

Batılılaşma konusunda “Biz, hem -milliyetimizi- hem –mukaddesatımızı- koruyarak, onları yepyeni, -müessese- ve –kadrolarla- destekleyerek, kısaca kendimizi geliştirerek –medeniyet yarışında- en önde olabileceğimize iman etmekteyiz.”  (Türk İslam Ülküsü C.3, S.261) Kurulacağına iman ettiği Çağdaş Türk İslam Medeniyetini kuracak kadroların yetiştirildiğine sevinmektedir.

Tasavvuf tarihi incelendiği zaman Milletimiz Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ali’den Tasavvuf çevrelerine mensup ola gelmiştir. Doğu Türkistan Türklüğü Hz. Ebu Bekir yolundan gelen tarikatlara girerken batıya gelen Türkler Hz Ali yolundan gelen tarikatlara girmişlerdir. “Anadolu ve Batı Türklüğünün -Sünni çevrelerinin- dahi –Alevi meşrep-olmalarının sebebi bu olsa gerek….” (Türk İslam Ülküsü C.3, S.349) Seyit Ahmet Arvasi , Resulullahın sünnetine bağlı kimseye Sünni, halife Hz. Ali bağlılık ve yoluna mensubiyet hissedenlere Alevi denir. Sünni ve Alevi arasında farklılık var diyenlerin kızıl ve kara emperyalistler olduğun ifade ederek milletimizin bölünüp çatışmaya itildiğine dikkat çekmektedir. “Gerçek bir müminin vicdanında -Sünni- ve -Alevi- kavramları,  birbiriyle çatışan değerler değildir, öte yandan, gerçek bir mümin, bu kavramların, bir diğeri ile çatışan değerler biçiminde yorumlanmasına tahammül edemez.” (Türk İslam Ülküsü C.3, S.349) “rahatça belirtebiliriz ki, gerek Karahanlılar, gerek Selçuklular,gerek Osmanlılardöneminde olsun, İslam’a gidikten sonra Türkler, -Alevimeşrep Sünniler- durumundadırlar.” (Türk İslam Ülküsü C.3, S.349) Seyit Ahmet Arvasi Müslüman ve Türkleri sünni ve alevi olarak düşman kamplara ayırmak isteyenlere inanmamazı, dış mihrakların kaşıma ve tahriklerini önlememiz gerektiğini, kara ve kızıl emperyalizmin ideoljik oyunlarından vatandaşlarımızı korumamız gerektiğini, vatndaşlarımızın gerçek ve doğru din ile eğitmemiz halinde farklılıkların ortadan kalkacağını, ve  (“gerçek Sünniler”, gerçek Alevilerdir; yahut “gerçek Aleviler”,  gerçek Sünnilerdir.”) olduğunu söylerek tartışmalara kamplaşmalara son noktayı koymaktadır.

Çok defa beynelminelci sloganlara yapışarak vatan çocuklarını kendi öz tarihlerine milli ve mukaddes kültür ve medeniyetlerine, milli ülkülerine yabancılaştırmaya; dinlerinedillerine, bayrağına ve tarihine düşman etmeye çalışıyorlar.” diyerek büyük tehlikeye kendine milletine örfüne dinine yabancılaşmaya dikkat çeker ve  Türk ve Müslüman olduğunu söyleyen ancak İslam’ın hayata hakim kılınması ve Türklüğün güçlenip Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresini gerçekleştirmesi gündeme gelince  karşı çıkan aymazlara ve söylediklerinin ne anlama geldiğinden bihaber cahillere, yoksa bilerek yapan hainlere “Hayretle gördüm ki, bu ülkede Türk kelimesinden ürkenler var. Yine hayretle gördüm ki, bu ülkede İslam kelimesinden ürkenler var. Ve yine ürpererek gördüm ki, bu ülkede Türk ve İslam kelimelerinin yan yana gelmesinden dehşete kapılan kişi ve çevreler var.” işaret eder.

Bu ihanet ile mücadele edecek kadroları “Ve tarih bir gün, acz içinde kıvrana kıvrana şahadete susamış bir ülkücüden daha müthiş bir silahın keşfedilemediğini yazmak zorunda kalacaktır.” diyerek karşılığını Allah’tan bekleyen, şehitliği arzulayan Ülkücü kadroların olduğunu, bir gün tarihin bu kadroların başarısını anlatmakta yetersiz kalacağını vurgular.

Kendi zanlarını İslam’ı tamamlamak olarak gören ve bu zanlarıyla İslam inanç ve ibadetlerini bozanlara da sessiz kalmaz, en ağır bir şekilde eleştirir ve beyinsizlikle suçlar. “İtikat ve ibadete bid’at katan, İslamiyet’i kendi dar idraklerine göre tamamlamaya kalkan beyinsizler, kendilerine ne ad verirlerse versinler, asla İslam‘a hizmet etmemektedirler.”

İslam dünyasını esir almak isteyen şer kuvvetlerin ilk hedefi Türk devleti ve Türk milleti olmuştur.“, “Türk devletini yıkmak ve Türk milletini parçalamak isteyen bölücüler yalnız Türklüğe değil, İslam‘a da ihanet etmektedirler.“, “Dinimizin ve milliyetimizin düşmanları, din ve milliyet gibi iki mukaddes varlığımızı birbirine düşman göstermek oyunundan kolay kolay vazgeçeceğe benzemiyor.” İslam’ın  ve Türk milletinin düşmanlarına işaret etmekte ve çözümü de ” İnanıyorum ki, hem Türk hem Müslüman olmak hem de muasır dünyaya öncülük etmek mümkündür.”,  Kesin olarak iman etmişimdir ki, Müslüman Türk milleti ve onun devleti güçlüyse, İslam dünyası da güçlüdür. diyerek göstermektedir.

Seyit Ahmet Arvasi, Türkiye’nin ve Türk Milletinin problemllerine isabetli teşhisler koymuş ve bu problemlerin çözümülerini de hala geçerli öneriler sunmuştur. Gayet fasih bir Türkçe ile yazmış ve yazdığı konulara vukufiyeti, anlaşılır anlatımıyla çok yönlü bir metefekkir olduğunu göstermştir.

Her dinin günlük hayatta inanlarının hayatını kolaylaştırmak için pratik bilgiler veren bir ilmahali vardır.Teşbihte hata olmazsa sosoyoloji konusunda da Seyit Ahmet Arvasi’nin “Türk İslam Ülküsü” de sanki bir “İslam Sosyoloji İlmihali” gibidir. Milliyetçilerin, Ülkücülerin günlük hayattta İslam çerçevesi içinde nasıl bir yol izlemlerinin ipuçlarını veriri. Diğer “Kendini Arayan İnsan”, “İnsan ve İnsan Ötesi “,  “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz “,  “Hasbihal ve “İlmihal” gibi eserleriye de bunları açar, daha detaylı bilgiler verir.

 

ESERLERİ:

ŞİİR: 

1-Sır (Ahmet Cezar Arvasi imzasıyla, 1955),

2- Şiirlerim (Tüm şiirleri, 1989).

DENEME-İNCELEME: 

3-İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri (18 sayfalık bir kitapçık, 1965),

4-Kendini Arayan İnsan (1968),

5- İnsan ve İnsan Ötesi (1970), 

6-Dünyadaki Kaynaşmalar ve Milli Eğitimimiz (1975),

8-Eğitim Sosyolojisi (1976), 

9- Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz (1982), 

10 Türk-İslâm Ülküsü (3 cilt, 1983),

11-Doğu Anadolu Gerçeği (1986), S

12-Size Sesleniyorum 1 (1989),

13-Hasbihal (6 cilt, 1991), 

14-İlm-i Hal (2008), 

 

Halim Kaya

22.02.2020