Reşat GÜREL: ŞİİRLERİNDE ATSIZ’I YAŞAMAK

ŞİİRLERİNDE ATSIZ’I YAŞAMAK

Reşat GÜREL

3 Mayıs 1990

 

“Her gece orda bir yaslanan mı var?
Sessizce kirpiği ıslanan mı var?
Uzaktan bana bir seslenen mi var?
Ne diyor? Sesini alamıyorum…”

Geceler günün hesaplaşması… Geceler yarının planlaması… Geceler ıslak kirpiklerin neminde, geceler yaslı gönüllerin sessizliğinde. Karabağ’dan,
Kırım’dan, Kerkük’ten, Gümülcine’den, Ankara’nın göbeğinde Mamak’tan öylesine sessiz ve içten ki ağıtlar; yakar, kavurur yüreğimi… Onların
ağıtlarındaki sessizliktir benliğimi benden söküp alan. Onların sessizliğince gönlüme dolan geçmişin şehitlerinin, geleceğin yiğitlerinin gür sesleridir.
Onların ağıtlarının sessizliğidir benliğimi benden söküp alan. Her sökülüşün boşluğunda geçmişin şehitlerine, geleceğin yiğitlerine nice güller
tomurcuklanmaktadır. Dikenlerin acısını parmak uçlarında tatmadan, kadife yumuşaklığına, gül kokusuna ulaşmak nasıl mümkün olmayacaksa o hasrete kavuşmak için planlanmalı bütün zamanlar. O sesleri duymamak nasıl mümkün olmuyorsa o çilelerle yaşamamak da mümkün olmamalı. Geceler günün hesaplaşması… Geceler yarının planlaması… Geceler, ağıtların yanıklaşması, seslerin berraklaşması geceler…

“Hey arkadaş!.. Bu yolda ben de coşkun bir selim
Beraberiz seninle işte elinde elim.
Seninle bu hayatın gel beraber gülelim
Ölümüne, gamına, tipisine, karına…”

Ellerin, gönüllerin birleşmesi ve tebessüm… Artık gülebiliyorum, acıya gülebiliyorum, kalleşliğe, hainliğe gülebiliyorum. Yalnızlığıma gülebiliyorum.

“Saflarımız seyrelse de yine ileri!
Düşenlerin kanlarından doğar bir şafak!
Haydi sarssın yeri göğü cenk türküleri
Kanımızda burda yarın güller açacak…”

Seyrekleşen saflarda açacak en güzel güller… Burcu burcu kokan Nisan Gülleri… Nisan Güllerinin en güzelini kokladım Dursun’larda… Yardımcı
Mustafa’nın gül yüzünde gördüm en tatlı tebessümü… Bu vatan için gül olup devşirilmenin kokusunu onlarda buldum…

“Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından
Koşar adım gitmeli onların arkasından…”

Koşar adım gitmeli onlara ulaşmak için. Gitmeli fakat onlara ulaşmak mümkün mü? Çünkü onlar:

“O batırlar ki basıp bağra kucaklar ölümü
Özgelerden sakınıp kendine saklar ölümü.”

Ya biz!…Biz özgelerden miyiz ey Atsız hocam?..

“Kopunca bir büyük savaş
Er tez gider korkak yavaş
Yüreksize akçayla aş
Erlere meydan görünür.”

Akçanın, aşın tasasına düşenler özgelerden olamaz. Olmamalı!.. Çünkü akçanın, aşın hatta eşin tasasıyla yoldaşından ayrılanların durumunu çok iyi
biliyoruz.

“Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz
Çünkü bu yol kutludur gider Tanrı Dağı’na
Halbuki yoldaşını bırakıp dönenlerin
Değişilir topu da bir sokak kaltağına…”

Bir sokak kaltağına değişilen yığından olmamak ne güzel…Ne güzel ölünce Tanrı Dağı’nın çevresini bürüyenlerle birlikte olacağını bilerek ölüme
hazırlananlardan olmak.

“Bu dirlik bir kılıçsa, ölüm onun kınıdır
İkisini birlikte verirler bir verince
Ecel dedikleri şey erlerin kevseridir
Gözünü kırpmadan iç, içme çağı erince.

Şu gördüğün ne varsa birer küçük dalgadır
Bir denize akıyor hepsi yerli yerince
Bitiş gördüğün baştır, mezar beşiğe aştır
Ölü diriye eştir, düşün biraz derince.”

Düşündüm Atsız Hocam ve bildim. Hem de Hun’dan Göktürk’e Kınık’tan Kayı’ya geçer gibi bildim… Hayatının baharında toprağa düşenlerin
ferahlığında bildim. Hücrelerin serinliğinde bildim.

“Selam sana hücrelerde benzi solan genç!
Selam sana ey yılları heba olan genç!
İstikbalim gitti diye yaslanma sakın
İstikbalin değil ruhun Tanrı’ya yakın…”

İstikbale, o yalancı istikbale bir perde indirebilmişliğin en güzelini, şiirleşen ölümden daha güzelini hatta Kürşad’dan bile büyük olabilmenin sırrını
senin yalnızlığında buldum.

“Bugün yollanıyorken bir gurbete yeniden
Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize
Bir kemiğin ardında saatlerce yol giden
İtler bile gülecek kimsesizliğimize.”

Eşsiz, yoldaşsız, fikir cephende en yiğit savaşan bir tümene eş saydığın Sançar’sız ve hatta Yağmur’suz bir dünyanın yalnızlığında buldun gücünü ve o
gücün sessiz güzelliğini.

“Ümidin en son kaybedilen şey” olduğunu bilen için her kaybedilen ümitle yok olmamak mücadelesinde;

“Gönlümde güneşler ve aylar battı
Yıldızlar derdime yeni bir dert kattı.”

Derken, yalnız ve kimsesiz ölümün bahçesinde yürürken bile güçlüydün.

“Gidiyorum: Gönlümde acısı yanıkların…
Ordularla yenilmez bir gayız var kanımda
Dün, benimle gülen tanıdıkların
Yalnız bir hatırası kaldı artık yanımda.”

Muhabbetsiz, erdemsiz bir dünyada dostluktan yana sadece bir hatıran kalmışsa ve onu da anmaktan usanmışsan.

“Benim de çok tatlı bir dünüm vardı,
Bir, ela gözleri süzgünüm vardı,
Ömrümde bir gecem, bir dünüm vardı,
Onu da usandım artık anmadan…”

Ve halâ güçlüysen, halâ haykırabiliyorsan;

“Yurt ve şeref uğruna sen seril de toprağa
Varsın hiçbir dudakta anılmasın er adın…”

Diyebiliyorsan. O adsız, sansız ve sessiz ölümde bile bin bir güzellik bulabiliyorsan;

“Bu kurşunlar, süngüler öldürmezler bizi
Belki diner onlarla ezeli kalp ağrımız…
Dünyada gerçi olmadı bir şeyde karımız
Ukbâda belki olsa gerek itibarımız…”

Öğrencilerinde aradığın en büyük kahramanlık sorusunun cevabında sen varsın Atsız Hocam… Yaşanılan zamanın sessiz kahramanı olmak bil ki en çok sana kısmetmiş…

“Kâzım Alöç’ler gibi şu dünyaya geliverip gidenlerden” olmayan sen, her hasat mevsimi biçilen ekinlerde çoğalacak tohumlarca yeşerecek olan sen, sen
Atsız Hocam; Dindir artık gönlümdeki yaraların kanını.

“Bir yaram var! Ona merhem vurman,
Bir hayaldir ki gönülden taşıyor
Ayırırken bizi yollar ve zaman
Sana kalbim daha çok yaklaşıyor.”

Oğullarım Aykut’la ve Burkay’la bilmekteyim ki daha çok yaklaştığın kalbin Yağmur’la dolu. Baba oğul arasındaki bağ ancak böylesine güzel
örülebilir.

Kütüphanemdeki kitaplarımı düşünüyorum ki onların çoğu şimdiden onların olmuştur. Onların bendeki yerini bilirken kitapları satmak, elden
çıkarmak!…

Beş yaşında bir çocuk Yağmur, onu erlik sütüyle besleyen bir anne ve Tabutluk’ta çile çeken sen; “Eğer mahkûm olursam bu şeref, oğluma
bırakacağım yegâne mirasım şeref mirasımın sağlam bir halkası olacaktır.”
diyen sen…

“İstersen dünyada her şeyden el çek:
Bayrağı, ırkını, dünü unutma…
Anneni konuştur getirip dile,
Anlatsın nasıldı çektiğim çile,
Gurbette tükenip dönmesem bile
Unutma oğlum hiç, beni unutma.”

O seni unutmadı, unutmayacak. Çünkü o, seni biliyor; Ersagün’ün yiğitliğini biliyor ve o günü bekliyor.

“Atsız oğlu Yağmur denen bu yağız çeri
Atılarak hepinizden daha ileri
Güldürecek babasının yanık ruhunu;
Ruh ve yürek sağırları anlamaz bunu…”

Seni anlayabilmek, seninle uzaktan uzağa dertleşebilmek ne güzel… “Hoş geldin oğlum Atsız” diyenlerle birlikte olduğunu bilmek, yüce bir ırkın şeref
dolu efsanesinde yer alabilmek ne güzel…

Not: TÜRKAV ASİL KALEMLERİNE ARMAĞAN OLSUN