Prof. Dr. İbrahim MARAŞ: HANGİ ‘BÜYÜK UZLAŞMA’ ?..

HANGİ BÜYÜK UZLAŞMA?

HANGİ MİLLİYETÇİLİK?

HANGİ ULUSALCILIK?

Prof. Dr. İbrahim MARAŞ

30 Haziran 2019

 

Bugünkü gazetelerden birinde Ahmet Bican Ercilasun’un “Büyük Uzlaşma” adlı bir yazısı yayımlandı. Birçok kişi ise yazının sadece bazı noktalarından ve isminden etkilenip paylaştı. Bu vesileyle okuduğumuz yazının ciddi çıkmazlarını ortaya koymaya çalıştık.

Yazar, kendince tipik Avrasyacı bir çizgi ortaya koymak suretiyle, “çağdaş ulusalcı” ve “çağdaş milliyetçi” adını verdiği yeni nesilllerin üzerinden; “vatansever”, “bölücülüğe ve dinbazlığa karşı olma” ve “Atatürk’e bağlılık” gibi temel ilkelerle çağdaşlığı esas alan büyük bir uzlaşmanın gerçekleşeceğini iddia ediyor.

Dahası bu nesilleri geleceğin garantisi görüyor ve tek başına ülkücülerin de ulusalcıların da bölücülüğü ve dinbazlığı önleyemeyeceğini iddia ediyor. Yazara göre, “ulusalcı”, bölücülüğe ve dinbazlığa karşı olan sosyalistler ve solculardır ve milliyetçilerle ulusalcıları uzlaştıran ortak nokta ise Atatürk ve çağdaşlıktır.

Bu tanımlamaların hiçbirisinin mevcut uzlaşmayla alakası yoktur. Bunun cevabını vermeden önce, hakkını teslim etmek açısından, yazarın, son iki cümlesinde vurguladığı; “Esas olan; vatanın, milletin bölünmez bütünlüğünün korunması ve ileriye gitmesidir ve bu, her türlü gruptan önce gelir.” fikrinin öne çıkarılmasıdır.

İlk olarak belirtelim ki, Türk toplumunu (Türk dünyasının bütününü de içine alacak şekilde) kurtaracak büyük uzlaşma, asla yazarın öne sürdüğü gruplara ve zihniyete dayanmaz. Her şeyden önce burada bir milleti millet yapan manevi bir unsur olarak din, ihmal edilmiştir. Hâlbuki yazarın dinbazlık olarak adlandırdığı zihniyetle mücadele, ancak sağlam bir dinî bakış açısıyla yapılabilir.

Yazarın haklı olduğu tek husus, son iki cümlesinde ifade ettiği gerçeklerdir. Ancak, yazarın zannettiği gibi, ulusalcılığın ve dayanmış olduğu sosyalist ideolojinin vatan, milliyetçilik ve çağdaşlık kavramlarıyla aynı kavramların ilmî (felsefi, sosyolojik, psikolojik, kültürel, tarihî, iktisadi vs.) anlamları arasında uzaktan yakından bir alaka yoktur. Ulusalcılık, Cumhuriyet döneminde ortaya çıkmış nevzuhur, köksüz ve en önemlisi tepkisel bir harekettir. Tepkisel hareket olma yönünü de sosyalist karakterinden almıştır. Bu yönüyle ulusalcılık; dışlayışı, ötekileştirici ve manevi kültürü (din başta olmak üzere) reddedici bir yapıdadır ve daha da önemlisi her türlü yabancı etkiye kapalı olduğu için her türlü yeniliğe, modernleşmeye ve sosyolojik, psikolojik bir gerçeklik olarak milliyetçiliğe, bilhassa İslam ahlâk ve maneviyatını temel alan Türk milliyetçiliğine karşıdır.

Ulusalcılık, yapı olarak tıpkı Arap dünyasında yüz yıldır ortaya çıkan siyasal İslamcı hareketler gibidir. Görüntüde çağdaştır, gerçekte gericidir. Mesela siyasal İslamcılık, her türlü yabancı etkiyi, tamamen yanlış ve gerçekliğe aykırı bir şekilde, “antioryantalist tavır”la savmaya kalkarken nasıl yerli olmadığı halde yerli gözüküyorsa, ulusalcılık da aynen öyledir. Bu yüzden ulusalcılık, görüntüde milliyetçidir, gerçekte ise kısa zamanda ırkçı ve kavmiyetçiliğe evrilecek dar bir ulus anlayışına sahiptir; görüntüde demokrat ve liberaldir, gerçekte lider kutsayıcı, baskıcı, jakoben, halka rağmen halkçı ve ötekileştiricidir. Biz buna, tepkiselliğe dayalı, dar çerçeveli ve sonucu modernleşmeyi redde varan her türlü yabancı kültürel etkiyi “ajan” olarak gören sosyalist veya yapay ulusalcı bir milliyetçilik adını veriyoruz. Bu yönüyle de, ulusalcılık, aslında takiyyeci ve sahte bir milliyetçiliktir. Bu yönüyle de, ulusalcılığın, ne Türkiye’yi, ne de Türk dünyasının bütününü kapsayabilecek ve toplumla uzlaşabilecek bir fikriyata sahip olmasını bırakın, bilakis Türkiye’yi ve Türk dünyasını ayrıştırıcı, yalnızlaştırıcı ve “Türk cihan hâkimiyeti” mefkûresini ortadan kaldırıcı bir harekettir.

İlave olarak, belki garipsenecektir ama, ulusalcılık, yine tıpkı İslamcılık gibi, yerli ve milli gözükse de, aslında bir taraftan da kozmopolitliği ve dünya vatandaşlığını öngörmektedir. Bu ise; her ikisinin sosyalist karakterinden kaynaklanmaktadır ve fıtratın, asabiyenin ve millet olma bilincinin inkârı anlamına gelmektedir. Belki de bunun bir sonucu olarak; İslamcılık hiçbir zaman Arap ve Fars kültürünün din olarak algılanmasına ses çıkarmazken Türk’ten nefret etmekte, ulusalcılık da sosyalizm ve sözde ulusun birliği adına sosyalist önder ülkelerin faşistliğine, ırkçılığına izin verip yine Türk’ten nefret etmektedir.

Türk tarihinin (birçok yabancı düşünürün de ortaya koyduğu gibi) bizlere ispat ettiği bir husus, Türklerin tarih boyu kuşatıcı bir millet ve milliyetçilik anlayışına sahip olması ve bunun sebebinin de intibak kabiliyeti çok yüksek bir toplumsal yapı oluşturmuş olmalarından kaynaklanmasıdır.

Dolayısıyla Türklerin tarih boyu kurduğu hiçbir devlet, başka kültürleri dışlayıcı, kavmiyetçi olmamış, bilakis her türlü kültürel, sosyal ve dinî ayrışmayı, farklılaşmayı mümkün olduğunca uzlaştırmaya çalışmış, kapsayıcı ve müsamahalı hareket etmiştir. Elbette siyasi ve toplumsal açıdan devletin, vatanın bütünlüğü ve birliğini bozmaya çalışan ve bu konuda sorun teşkil edenlere her zaman müsamahalı olmamıştır. Bu, zaten Farabi’den İbn Haldun’a, oradan Erol Güngör’e kadar üzerinde durulan ilmî bir gerçekliktir, yani “asabiye” ve “mille”, bir toplumun, milletin kendi özgün şartlarında doğal olarak ortaya çıkan psikolojik ve sosyolojik bir duygudur ve bunun yine doğal olarak devamı, bir arada yaşama kabiliyeti geliştirebilmenin sonucu olarak, millet olabilmedir.

Bundan dolayı millet olabilmek gerçek anlamda ümmet olabilmenin anahtarıdır. Buradaki ümmet kavramı, İslamcıların ve ulusalcıların kozmopolitlik, enternasyonallik ve dünya vatandaşlığı anlamındaki ümmetçi/enternasyonal anlayışı değil, bütün insanlığa, kendi milli yapılarına, dillerine ve inanışlarına müdahale etmeden, sosyal adalet, adil paylaşım ve esenlik getirme gücüne sahip olma anlamında evrensel bir kavramdır.

O halde yazarın iddia ettiği gibi, milliyetçilik, Mustafa Kemal Atatürk sayesinde çağdaşlığı fark etmemiştir. Atatürk, bir Türk, Müslüman ve doğal olarak Türk milliyetçisi olduğu için çağdaştır ve dinle değil ideolojik İslamcılıkla mücadele etmiştir.

Milliyetçilerin zaman zaman Atatürk dönemine ait bazı eleştirileri ise, liderleri mutlaklaştırmama anlayışıyla ve tamamen ilmî, dinî, tarihî, kültürel ve sosyal gerçekliğe dair duydukları endişelerle alakalıdır. Bu anlamda milliyetçilik, zaten her zaman çağdaştır; kişiyi değil ilkeleri kutsar ve her zaman toplumsal ihtiyaçları gözetir. Ulusalcıların Atatürkçülüğü, tabir caizse, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Kadro Hareketi’nin ortaya koymaya çalıştığı, sosyalist tabanlı faşizan karakterli “İdeolojik Atatürkçülük”tür.

Eğer, bir uzlaşmadan bahsedilecekse bu uzlaşma; siyasal İslamcılık ile ulusalcılık arasında zaten vardır ki, bu uzlaşmadan Allah, Türk ve İslam âlemini korusun.

ALINTI: https://www.facebook.com/ibrahim.maras.50/posts/10157236445609847