Prof. Dr. Bilgehan Atsız GÖKDAĞ: TÜRKLERDE ALFABE VE BUGÜNKÜ GELİŞMELER

 

TÜRKLERDE ALFABE VE BUGÜNKÜ GELİŞMELER

Prof. Dr. Bilgehan Atsız GÖKDAĞ

Dünya üzerinde en eski yazılı abidelere sahip olan dillerden biri de Türkçedir. Bugün için ilk yazılı eserlerini on üç asır önceye kadar götürebildiğimiz bu dilin, bir diğer önemli özelliği de, üç kıta üzerinde konuşulması ve yazılmasıdır. İşte, Türk dili bu haliyle derinliğine bir yapıyla beraber, genişliğine bir yapıyı da bünyesinde taşımaktadır. Böyle bir yapı birçok problemleri de birlikte getirmektedir. Bunlardan biri, belki de en önemlisi, Türklerin kullandığı alfabeler konusudur. Dünyada ve o ölçüde Türk dünyasında görülen hızlı gelişmeler neticesinde, Türklerde alfabe mevzuu aktüel hale gelmiş, Türk dünyasının birleşmesi için anahtar rolünü almıştır.

Dünya üzerinde başka hiçbir millette örneğine rastlayamadığımız çok alfabe değiştirme işi, Türklerde yaygın bir hal almıştır. İlk kullanılan alfabe Göktürk yazısı dediğimiz ve Türk damgalarından neşet ettiği bilinen Runik alfabedir. Bu alfabe Türk orijinli olması itibarıyla, ayrıca dilin seslerini tam olarak karşıladığı için milli alfabemiz olarak nitelendirilebilir. Türkler yayıldıkları sahada çeşitli dinlere girip, medeniyetlerle komşu olmuşlardır. Söz konusu din ve medeniyet faktörü alfabe değiştirme işinde esas amillerden biridir. Türklerin tarihi süreç içinde kullandığı alfabeler şunlardı: Göktürk, Uygur, Mani, Soğd, Masturi-Süryani, Çin, Tibet, Brahmi, Peçenek, İbrani, Eski Latin, Yunan, Kiril, Ermeni, Arap ve Latin alfabesi.1 Uzun tarihleri boyunca Türkler, yurt tuttukları geniş sahalarda belli başlı dört alfabe kullanmışlardır. Bunlar Göktürk, Uygur, Arap ve Latin alfabeleridir. Günümüzde ise başlıca Latin (Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Batı Trakya); Kiril (Sovyetler Birliği, Bulgaristan) ve Arap (İran, Irak, Suriye, Doğu Türkistan)  alfabeleri kullanılmaktadır.

18. asrın ortalarına kadar Türk dünyasında, umumiyetle Arap alfabesi kullanılmaktaydı. Rus Kiril alfabesini Türkler arasında ilk defa Çuvaşlar 1769 yılında kullanmışlardı.2 Okuma ve yazmanın kolaylaştırılması, eğitimin yaygınlaştırılması gayesiyle Osmanlı Devleti sınırları içinde alfabeyi değiştirme veya ıslah etme tartışmaları 1860 yılından itibaren itibâren başlamıştır.3 Osmanlı sınırları dışında ise söz konusu tartışmalar, Azeri ve Tatar Türkleri arasında görülmektedir. Tartışmaların başladığı dönem Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat yıllarına rastlar. Bu dönem bizim Batı ile tanıştığımız yıllardır. Sovyetler Birliğinde (Rusya) yaşayan Türklerde de -bilhassa Azeri ve Tatar Türkleri- gerek Osmanlı Devleti’nin sayesinde gerek Rusya’nın dışa açılma politikasının sonucunda Batı ile temaslar gözlenmektedir. Bu tesirler sonucu 20. asrın başlarında Türkiye’de ve Azerbaycan’da4 yayınlanan dergi ve gazetelerin bazılarında Arap alfabesiyle beraber Latin alfabesi de kullanılmıştır. Ömrünü Türk dünyasının birliğine adamış bir Türk büyüğü ve aydını olan İsmail Gaspıralı da Arap alfabesinin ıslahı ile ilgili çalışmalar yapmıştır. Gaspıralı, hareke ve noktaları kullanıp, fazla harfleri tasfiye ederek Arap harflerinin düzenlenmesini savunmaktaydı. Bununla Arap alfabesinin iyi bilinen kısıtlılığının ve onun Türk lehçelerine doğurduğu zorlukların üstesinden gelineceğine inanıyordu.5 Gaspıralı’nın parolası Türkler arasında “dilde, fikirde, işte, birlik”ti. Gaspıralı “dilde birlik” derken “yazıda birlik”i de kastetmiş oluyordu.

Moskova’da 1-17 Mayıs 1917 tarihinde yapılan “I. Rusya Müslümanları Kongresi”nde alfabe ile ilgili görüş belirtilmemiştir.6 Kongrenin yapıldığı dönemde, Türk dünyasının tamamı Arap alfabesi kullandığından, alfabe meselesine temas edilmediği söylenebilir. Yalnız kongrede, ortak bir edebî Türk dilinin Türk memleketlerinin tamamında okutulup, öğrenilmesi kararı alınmıştır. Kongreye katılan delegelerin birçoğunun din adamı olduğu göz önünde tutulursa, o devirde Arap alfabesinin tercih edildiği düşünülebilir.

1917 İhtilali’nden sonra Rusya’da Çarlık yıkılmış, Bolşevikler idareye el koymuşlardır. Yeni idarenin ilk yıllarında önemli rol sahibi olan “Müslüman-Komünist” idarecilerin hepsi Müslüman milletinin bölünmezliği üzerinde dururlardı. Müslüman (Türk) devletlerin asgariye indirilmesini isterlerdi. Birleşik Türkistan, Tatar-Başkırt Cumhuriyeti, Birleşik Kuzey Kafkasya gibi. Müslüman Türklerin konuştukları edebî dillerin de asgariye indirilmesinden yanaydılar. Volga boyunda Tatarca, Orta Asya’nın tamamında Çağatayca, Kafkasya’da Azerice konuşulacaktı. Kongre’de alınan en önemli kararlardan biri de Türk dünyasının birliğine yarayan ortak edebî Türk dilinin, orta öğretim ve daha sonraki kademelerde öğretilmesi işiydi. Bu konuda fikir beyan edenler içinde Mehmet Emin Resulzade şunları söyler: “Çeşitli Türk kavimlerinin tabii surette birleşmesi ise şöyle tasavvur olunuyor. İlköğretim ve halk için yazılan edebiyat, mahallin öz şivesinde ve ana dilinde olur. Ortaokullarda umumî Türkçe ders olarak okutulur. Belki başka derslerden bazıları da ortak dilde öğretilir. Yüksekokullarda ise bütün öğretim dili umumî Türkçedir. Bu ortamda ve yolda, hiçbir cebir ve baskı olmadan, bakarsın ki bir gün, arzu edilen dil birliği de meydana gelir”.5 Ayaz İshakef (İshaki) aynı konuda Resulzade’nin görüşlerini paylaşır: “İlkokullarda okutma veli her kavmin kendi şivesinde olsun. Ortaokulda genel Türk dilini ders olarak okutmak mecburi olsun. Yüksekokullarda ise okuma ve okuma dili, Türk-Tatar kabileleri için hepsine şamil olan Türk dili olsun. Ben bu teklifimim kabulünü gerekli buluyorum. İster federalist, ister ünitarist olalım, ama Türklüğümüzü hiçbir zaman inkâr edemeyiz”.9Zakir Kadiri de ortak bir Türk dilinin nasıl oluşturulacağı hakkında şunları söyler: “Her Türk-Tatar boyunun dilini incelemek ve düzenli hale koymak gerek. Bu ve tarih ve edebiyatımızı incelemek ve eleştirmek mütehassıslarımızın görevidir. Bu incelemeler bizi hedefimize yaklaştırır ve bundan genel bir dil doğar. Bundan sonra kürsüler ihdas edilerek tarih ve edebiyat okutulsa bu teşebbüslerden de ortak dil işlenir”, diye ümit ümit ediyordu.10 Kurultay ortaya koyduğu azamet ve ihtişamıyla, bütün Rus mehafilini gerçekten ürkütmüştür. Ekim ihtilalinden sonra, Rus idaresinden birer birer kopmaya yüz tutmuş olan ülke ve toplulukları yeniden ele geçiren Sovyet Rusya, Sovyet Cumhuriyetleri şeklinde mahalli idarelerini kurmaya çalışırken, Türk komünistler, Sovyet idaresi altındaki bütün Türkleri “Türkistan Türk Sovyet Cumhuriyeti” bayrağı altında toplamayı talep ederek bir çıkış yapmışlardır. Bu çıkışlar hep birleşik bir Türk cumhuriyetinin ortaya çıkmasına yöneliktir. Rusları derinden düşündüren bu mesele, birtakım planların hazırlanmasına sebep oldu. Türk birliğini ortadan kaldırmak için hazırlanan bu planların en önemli tesirlerinden biri de Milli Sovyet Cumhuriyetleri kuruluşlarına kandırıcı bir temel kazandırmak için müstakil bir dil, bir edebiyat, bir sanat, bir tarih kazandırılması gerekiyordu. Bütün dil bilginlerince Türk dilinin diyalektleri sayılan lehçeler, birer müstakil dil halinde ortaya çıkarıldı ve her dil için ayrı alfabeler vücuda getirildi.

Çarlık döneminden itibaren başlayan bir çalışma, Komünist döneminde daha da yoğunlaşmıştır. Rus emperyalizmi, Türk kavimlerini maddi bakımdan ezmek yanında, onların milli kültürlerini yok ederek manevi bakımdan da baskı yapma gayesine yönelikti. Nitekim Çarlık devri bakanlarından Milyutin “Rus alfabesi, kılıçla başlatılanı bitirmelidir” diyordu. Çarlık, Türklerin kullandığı Arap alfabesi yerine Rus Kiril yazısını getirmek suretiyle onları kültür miraslarından ayırmayı tasarlamış, cebrî Ruslaştırma işinde engel teşkil eden geçmişin hatıralarını hafızalardan silmeyi hedef edinmişti. Hadisenin iç yüzü bu idi.11 Çarlık döneminde Türkleri Ruslaştırma politikasının mimarlarından biri de Nikolai İlminski’dir. İlminski silah olarak Türk dilini ve alfabesini kullanacaktı. İlminski’nin metoduna göre, Türklerin yazısına Rus alfabesini zorla sokarak kendi eski alfabelerini unutturma cihetine gidiyordu.12 1917 İhtilali’nden sonra, Türk lehçelerinin geliştirilmesi, Arap alfabesinden Latin alfabesine geçilmesi ve bilahare Latin harflerinin yerine Rus alfabesinin zorla kabul ettirilmesi mühim bir unsurdur. Aslında bu Çarlık zamanından kalan Ruslaştırma politikasının devamından başka bir şey değildi.

Türkler yaklaşık on asır Arap harflerini yazılarında kullanmışlardır. Arap alfabesi vokallerin azlığı sebebiyle Türkçenin seslerini tam olarak yansıtmıyordu. Mamafih bu yetersizlik bir bakımdan iyi idi. Yani muayyen lehçe farkları bir dereceye kadar belli olmuyordu. Arap alfabesi Türk kavimleri arasında dinî ve kültürel bağların idamesi için hem sembolik, hem de pratik bir mana taşıyordu. Mesela Türk lehçelerinde çokluk eki olan -lar, -ler’in -lor, lör, -nar, -ner, -nor, -nör -tar, -ter, -tor, -tör, -dar, -der, -dor, -dör, -zar, -zer, -zor, -zör gibi birçok varyantı vardı. Bu değişik şekiller, Arap alfabesi sayesinde yazıda tek bir şekille gösteriliyordu. Fakat konuşma dilinde farklılıklar aynen devam etmekteydi. Yazıdan kaynaklanan bu durum, Türk lehçeleri arasında yakınlaşmayı sağlıyordu. Ayrıca o dönemde Türkiye’de hala Arap alfabesi kullanılmaktaydı. Bu faktörler, Türk kavimlerini birbirinden ayırmak gayesi güden Rus emperyalizm planlarına engel oluyordu. Bundan dolayı Sovyetler, milli azınlıklarla, Türk kavimlerinin kendi alfabelerini Latin alfabesiyle değiştirmelerini teşvik maksadıyla 1920’li yıllarda basında ve 1926 yılında Bakü’de toplanan I. Türkoloji Kongresi’nde bir kampanya açtı. Kampanyanın hareket noktası bu halkları, daha önceki alfabelerinin (Uygur, Arap vs.) dillerinin ses yapısını karşılamaktaki sözde elverişsizliği ve kültürlerinin yetersizliği sebebiyle “daha yüksek” olan Avrupa’nın kültürüne yakınlaşmaktı.13

1926 yılında Bakü’de yapılan I. Türkoloji Kongresi’nde tarih, etnografya, dil ve eğitime ait çeşitli konuların münakaşa edilmesine rağmen temel mesele ve ana gaye Türk topluluklarının Arap alfabesi yerine Latin alfabesini kabul etmelerini sağlamaktı. Bu kongrede Arap ve Latin harflerinin kullanılmasından yana olan kişiler vardı. Kongre sonunda, Latin harflerinin kullanılması kararı biraz da idarenin zorlamasıyla kabul edildi. Fakat bu alfabenin Türkler arasında kullanılması pek de uzun sürmedi. Zira 1935’ten itibaren ikinci bir alfabe değişikliği gündeme geldi. Latin alfabesi yerine Rus alfabesinin kullanılması, Latin alfabesinden Rus Kiril alfabesine geçiş hızlı bir şekilde gerçekleşti. Zira bu değişikliğe ses çıkaracak “ziyalılar” Stalin tarafından ya Sibirya’ya sürülmüş ya da idam edilmişlerdi.

Evvelce kabul edilen Latin alfabesinin Kiril ile değiştirilmesi hadisesi, Arap alfabesinden Latin alfabesine geçiş sırasında yapılan bütün tartışmaları ortadan kaldırıyor; Latin alfabesini kabulün Arap alfabesini savunanlarca önceden isabetle görüldüğü üzere, sadece Rus alfabesine geçmeyi kolaylaştıran bir ara safha olduğu ispatlanıyordu.

Sovyet Rusya’nın “milli diller ve edebiyatlar” siyaseti neticesinde daha önce hiçbir hazırlığı olmayan mahalli şiveler, birdenbire bir dil olarak ortaya çıkıyordu. Lenin’in milletlerin kaderini tayin hakkı ve azınlık haklarına saygı vaadi, Bolşevik davasını destekleyen pek çok Türk’ü bir federalist Sovyet düzeni içinde mahalli toplumlar için, kayda değer bir kültürel ve siyasi otonomi elde etmeye uğraşmak hususunda cesaretlendirdi. Kabile bağlarını sosyolojik olarak tam çözememiş olan Türk toplumları bu siyaseti benimser göründüler. Neticede her dilin (?) güya gelişmesi için çeşitli çalışmalar içine girildi. Bu çalışmaları Rus Türkologları yönetmekteydi. Türk lehçelerinin ağızları birer birer inceleniyor ve Türk lehçelerini birbirinden uzaklaştırmaya yarayan ağızlar, o topluluğun ebedî diline temel teşkil etmesi bakımından esas alınıyordu. Latin alfabesinin kullanılmasıyla birlikte sonradan ortaya çıkan bu “Türk dilleri”ne ait sesler bütün teferruatı ile gösterilmeye başlanmıştı. Sonuçta bugün Sovyetler Birliği sınırları içinde sun’î olarak yirmi ayrı Türk dili meydana getirilmiş ve yazıları özde Kiril olmakla birlikte her dilde (lehçe) farklı uygulamalarla oluşturulmuştur. Türklere yeni diller kazandırmak üzere kurulan motifler uygulanacak olursa Sovyet Rusya’nın kendisinde Rusların kaç düzine “Milli Sovyet Cumhuriyeti” çıkaracağını göstermek güç bir şey değildir. Sibiryalıların dilini bir tarafa bırakalım, Moskova’nın burnu dibindeki Semeryak, Penziyakların Moskoviçlerle anlaşmak durumunda olmadıkları bugün kimseden gizli olmayan bir gerçektir. Bu duruma rağmen, Puşkin, Lermantof, Tolstoy gibi sanatkârların yaratıklarından bir Rus yazı dili çıkarılmış olduğu gibi, Sovyet Rusya mahkûmu Türklerin böyle bir yazı dili geliştirmesi imkânı neden olmasın?15

Sovyetler Birliği sınırları içinde yaşayan Türklerin alfabe ve imlalarıyla ilgili iki eser dikkati çekmektedir. Bunlardan ilki Rus Türko-loğu N. A. Baskakov’un16 ikincisi de Kazak Türkologlarından Kenes-bay Musaev’in17 çalışmalarıdır.

Baskakov’a göre, bütün “Türk dillerinde” kullanılmış olan Latin alfabesindeki işaretlerin toplamı otuz dokuz iken, Kiril yazısı üzerine kurulu Türk alfabelerinde bu sayı yetmiş dörde ulaşmaktadır. Baskakov, Kiril yazısının Türk dillerindeki fonem toplam sayısının daha az oluşu sebebiyle, bu dilleri birbirinden ayırıp uzaklaştırdığı sonucuna varmaktadır.18 Musaev ise, bugün mevcut imla kaidelerinin sürekli düzeltmelere uğrayan otuz yıllık bir geçmişi olduğunu belirtmektedir.19 Bu iki eserden hareketle Sovyetler Birliği’ndeki Türklerin tarih içinde kullandıkları alfabelere kısaca temas etmek faydalı olacaktır.

Günümüzde Sovyetler Birliği sınırları içinde, alfabesi bulunan yirmi Türk lehçesi bulunmaktadır. Bunlar Azeri, Altay, Başkurt, Çuvaş, Gagauz, Hakas, Karaçay-Balkar, Karakalpak, Kazak, Kırgız, Kırım Tatarı, Kumuk, Nogay, Özbek, Şor, Tatar, Tuva, Türkmen, Uygur, Yakut lehçeleridir. Çuvaş ve Yakut lehçeleri, lehçe tarifinin sınırlarını zorlamaktadır. Bunda uygulanan politikaların etkisi olduğu kadar Türkçeden çok erken devirlerde ayrılıp, farklı coğrafyalarda gelişmeleri de esas amillerden biridir.

Azeri lehçesinde Arap alfabesi 1929 yılına kadar kullanılmıştır. 1922 yılında Arap alfabesi ile birlikte Latin alfabesini de kullanan Azeri Türkleri Latin alfabesini 1922-1933, 1933-1938, 1938-1939 yıllarında olmak üzere üç ayrı dönemde, üç ayrı şekliyle kullanmışlardır. Kiril alfabesine 1939 yılının Mayıs ayında geçilmiş ve 1938-1939, 1939-1951, 1951-1958 ve 1958’den sonra olmak üzere dört ayrı Kiril alfabesi kullanmışlardır.

Altay Türkleri 1845-1922 ve 1922-1928 yılları arasında adına misyoner alfabesi denilen Kiril alfabesine dayanan alfabeyi kullanmışlardır. Arap harfleri hiç kullanılmamıştır.

Başkurt Türkleri, 1923-1930 yıllarında Arap, 1930-1939 ve 1930-1940 yıllarında iki dönem Latin, 1940’tan sonra Kiriş alfabesini kullanmışlardır.

Çuvaş Türkleri, 1769-1820, 1820-1866, 1866-1871, 1871-1872, 1872-1875, 1875-1933, 1933-1938 ve 1938 yılından sonra olmak üzere sekiz ayrı dönemde sekiz ayrı Kiril alfabesi kullanmışlardır. Latin ve Arap alfabelerini hiç kullanmayan Türk topluluğudur.

Gagauz Türkleri, 1875-1909 ve 1909-1932 yıllarında Kiril, 1932-1957, yıllarında Latin, 1957’den sonra yine Kiril alfabesi kullanmışlardır.

Hakaslar, 1924-1929 yıllarında Kiril, 1929-1939 yıllarında Latin, 1939-1947, 1947-1953 ve 1953’ten sonra Kiril alfabesi kullanmışlardır.

Karaçay-Balkar Türkleri, 1920-1924 yıllarında Arap, 1924-1926, 1926-1936 Latin, 1936-1961, 1961-1964 ve 1964’ten sonra Kiril alfabesini kullanmışlardır.

Karakalpaklar, 1924-1932 yıllarında Arap, 1928-1932, 1932-1938 ve 1938-1940 Latin, 1940-1957 ve 1957’den sonra Kiril alfabesini kullanmışlardır.

Kazaklar, 1924’e kadar ve 1924 -1929 yılları arasında Arap, 1929-1938 ve 1938-1940 Latin, 1940’tan sonra Kiril alfabesini kullanmışlardır.

Kırgızlar, 1924-1928 Arap, 1928-1940 Latin ve 1940’tan sonra Kiril alfabesini kullanmışlardır.

Kırım Tatarları, 1917’ye kadar ve 1918-1928 yıllarında olmak üzere iki değişik Arap alfabesi, 1929-1938 Latin ve 1938’den sonra Kiril alfabesini kullanmışlardır.

Kumuk Türkleri, 1921-1928 Arap 1928-1938 Latin ve 1938’den sonra Kiril alfabesini kullanmışlardır.

Nogay Türkleri, 1928-1931i 1931-1935, 1935-1936, 1936-1938 yılları arasında Latin, 1938-1944,  1944-1950 ve 1950’den sonra olmak üzere Kiril alfabesini kullanmışlardır.

Özbekler, 1865’e kadar olan dönem, 1865-1923 ve 1923-1930 yıllarında Arap, 1930-1934 ve 1934-1940 yıllarında Latin, 1940’tan sonra Kiril alfabesini kullanmışlardır.

Şorlar, 1885 yılında misyoner alfabesi, 1927-1930 Kiril, 1930-1938 Latin, 1938’den sonra Kiril alfabesini kullanmışlardır.

Tatar Türkleri, 1905’e kadar olan dönem ve 1906-1920, 1921-1929 Arap, 1927 ve 1927-1939 Latin, 1939’dan sonra Kiril alfabesini kullanmışlardır.

Tuva Türkleri, 1930-1943 yıllarında Latin, 1943’ten sonra Kiril alfabesini kullanmışlardır.

Türkmenler, 1923-1929 yıllarında Arap, 1929-1940 Latin, 1940’tan sonra Kiril alfabesini kullanmışlardır.

Sovyetler Birliği sınırları içinde kalan Uygurlar, 1925’e kadar ve 1925-1930 yılları arasında Arap, 1930-1947 Latin, 1947’den sonra Kiril alfabesini kullanmışlardır.

Yakut Türkleri, 1917-1927, 1924-1929, 1929-1930 yıllarında Latin 1858-1917 Kiril, yine 1939’dan sonra Kiril alfabesini kullanmışlardır.

Görüldüğü gibi Sovyetler Birliği sınırları içinde yaşayan Türklerin kullandıkları alfabeler, (Arap, Latin, Kiril) sürekli değiştirilmekte ve revizyona tabi tutulmaktadır. Ayrıca, yaklaşık on beş sene içinde üç ayrı alfabenin değiştirilmesinin beraberinde getirdiği tahribat çok güçlü olmuştur. Türklerin zorlama sonucu birbirine yakın mesafeler içinde imla ve yazı dili değiştirmeleri toplumdaki farklı statüdeki kişilerin hepsi üzerinde zararlı ve yıkıcı olmuştur. Kiril alfabesine dayanan imlanın gösterdiği aksaklıklar, sonraki düzeltmelerle de giderilememiş, önceden okuryazar olanların, okuma yazma bilmez hale gelmeleri gibi bir sonuçla karşılaşılmıştır.

Günümüzde Sovyetler Birliği sınırları içinde yaşayan Türkler arasında, uygulanan “açıklık ve yeniden kurma” politikaları sayesinde Rus alfabesinden vazgeçme temayülleri belirmiştir. Bu temayüller çeşitli Türk topluluklarında farklı tezahürler göstermektedir. Kuzey Azerbaycan Türklerinin çoğu Latin alfabesine geçilmesi taraftadır. Burada çok az sayıdaki gruplar Arap ve Kiril alfabesini savunmaktadır. Özbek aydınları Latin ve Arap, Kazak Türkleri de Olcas Süleymanoğlu’nun önderliğinde, geliştirilmiş Göktürk alfabesini kullanmak istemektedirler.

Türk dünyasına şöyle bir göz attığımızda, özellikle Kuzey Azerbaycan Türkleri arasında Latin alfabesine geçmek için büyük adımların atıldığına şahit olmaktayız. Alfabe meselesi hakkında komisyonlar kurulmuş, matbuat organlarında bu konu tartışmaya açılmıştır. Azerbaycan’ın son yıllarda yetiştirdiği büyük dil âlimi Doç. Dr. Firidun Ağasıoğlu “Azerbaycan” gazetesinin 30 Mart 1990 tarihli sayısında, Azeri Türkçesinin seslerini Latin alfabesindeki harflerle gösteren bir çalışmasını yayınlamış ve bütün Türk lehçeleri için hazırlamayı düşündüğü ortak Türk-Latin alfabesinin hazırlığı içinde olduğunu duyurmuştur.20 Güney Azerbaycan’da ise Arap alfabesinde ısrar edildiği görülmektedir. Güney Azerbaycan Türklerinden Dr. Cevat Heyet Kuzey Azerbaycanlı Türklerin Latin alfabesine geçmek için sürdürdükleri çalışmaları tenkit ederek, kendilerinin Arap alfabesinden yana olduklarını ve sayılarının Kuzeydeki kardeşlerinden fazla olduğuna dikkat çekmiştir.21 Halbuki Kuzey Azerbaycan Türkleri Latin alfabesine geçmeyi bütün Türk dünyası için birleştirici bir unsur olarak görmekte, Cevat Heyet ise biraz da yaşadığı ülkenin şartlarından olsa gerek meseleyi Azerbaycan Türkleri sınırlarına hapsetmek istemektedir. Bu tür kabilecilik anlayışlarının geçmişte başımıza neler getirdiğini unutmamalıdır. Aslında Güney Azerbaycan Türklerinin -ki yaşadıkları ülkede çoğunluğa sahiptirler- Aras’ın öbür tarafındaki kardeşlerinin mücadelelerini örnek alıp, Türkçe eğitim hakkını elde ederek, Stalin vahşetinden daha korkunç ve acımasız Fars şovenizmine karşı neler yapılabileceğini düşünmeleri gerekir.

Türk dünyasında alfabe konusundaki tartışmalar ana hatlarıyla bu şekilde cereyan etmektedir. Büyük bir ihtimalle ileriki yıllarda bütün Türk boyları Latin alfabesi etrafında birleşeceklerdir. Daha sonra sıra, İran, Irak, Suriye ve Afganistan’da yaşayan Türklerin kullandığı Arap alfabesine gelecektir. Bu durum şüphesiz onların hareketliliği ile bağlantılıdır. Türk âleminde şu anda esmekte olan şiddetli kasırga, bu ülkelerde yaşayan kardeşlerini de etkileyecek ve harekete geçirecektir.

Bugün bir problem olarak karşımızda duran alfabe meselesi, mutlaka ilmî esaslar dâhilinde çözüme kavuşturulmalıdır. Özellikle ortak bir Türk alfabesi söz konusu ise, bu bütün Türk ilim adamlarının ortak katılımları sonucu hazırlanmalıdır. Bunun için vakit geçirilmeden bir kongrenin toplanması ve bu konuda karar alması gerekir. Daha önce yapılan zoraki ve gayrı ilmî uygulamalardan ders alınmalıdır.

Türklerin tek bir alfabede birleşmeleri kültürel ilişkileri artıracağı gibi büyük bir homojen birlik de oluşturacaktır. Fakat şu husus hiçbir zaman gözden uzak tutulmamalıdır. Ortak bir edebî Türk dili etrafında birleşmek esas gayedir. Bizi bu gayeye götürecek ilk vasıta da şüphesiz ortak bir alfabedir. Türk dünyasının ortak bir alfabe kullanması esas gayeye yönelik olursa daha faydalı olacaktır. 20. asrın başlarına kadar ortak alfabe -Arap alfabesi- kullanan Türk dünyasında yeni yazı dilleri oluşmuş, Gaspıralı’nın önderliğinde ortak edebî dile matuf “dilde birlik” yolunda önemli adımlar atılmıştır. Şu anda ise görebildiğimiz kadarı ile alfabe üzerinde çalışmalar yoğunlaşmış, esas gaye olan ortak edebî Türk dili konusu arka planda kalmıştır. Aslında gaye, ortak edebî Türk dilinin oluşturulması olursa, alfabe meselesi kendiliğinden çözüme kavuşacaktır. Paul B. Henze’nin haklı olarak belirttiği gibi, alfabe meselesinin son elli yılda Asya’nın iç bölgelerinde yer almış olan siyasi, sosyal ve kültürel çalışmalar ile doğrudan doğruya ilgili olması gariptir. Alfabe meselesinin ve lengüistik değişikliklerin incelenmesi bu bölgelerin gelecekteki gelişme imkânlarını biraz olsun aydınlatacaktır.22

Türk dünyasının gözleri Türkiye Cumhuriyeti’ndedir. Bir ümit kaynağı haline gelen Türkiye, kardeş Türk boylarındaki gelişmelere karşı hazır ve teçhizatlı olmak zorundadır. Bunun için vakit geçirilmeden bu sahada araştırmalar yapacak uzmanların yetiştirilmesi gerekmektedir. Ayrıca Türkiye Türkçesinin problemleri de biran evvel ortadan kaldırılmalıdır. Dünyadaki ve Türk nüfusunun yaşadığı yerlerdeki gelişmelerin ışığında milli stratejinin ne olduğu ortaya konmalıdır. Aksi halde Türk dünyasında bir boşluk meydana gelirse, bu boşluğu, gayrı Türk unsurlar doldurmaktan zevk alacaktır. Zaten bu unsurlar iştahları kabarmış olarak pusuda beklemektedir.

 

DİPNOTLAR VE KAYNAKÇA:

1       Türklerin kullandığı alfabeler hakkında geniş bilgi için bakınız: Tuncer Gülensoy, “Dünya Türklüğünde Yazı”, Erciyes, S. 144, Şubat 1990, s. 1-4.

2       N. A. Baskakov, Voprası Soversenstvovaniya Alfavitov Tyurkskih Yazıkov, Moskova 1972, s. 199.

3       Geniş bilgi için bk. Nevzat Gözaydın, “Türk alfabesinin Geçmişi ve Latin Harflerinin Kabulüne Kısa Bir Bakış”, İletişim, 1981, s. 25-43.

4       Tofik Hacıyev, Azerbaycan Edebî Dili Tarihi II, Bakü, 1988.

5       Edward Lazzerini, Kırım Tatarcası: Tecrid Edilmiş Bir Dilin Kaderi (Çev. Hakan Kırımlı), Emel, S. 152, 1986, s. 16-17.

6       Geniş bilgi için bk. İhsan Ilgar, Rusya’da Birinci Müslüman Kongresi, Ankara, 1988.

7       Alexandre Bennigsen, SSCB’deki Müslümanlar (Çev. Salim Taylan), Ankara, 1984, s. 44.

8       İhsan Ilgar, age., s. 167.

9       İhsan Ilgar, age., s. 324-325.

10     İhsan Ilgar, age., s. 343.

11     Uzbek Bayçura, “İçtimai-Tarihi Amillerin Alfabeler ve İmlalar Üzerindeki Tesiri” (Çev. Dilek Elçin), Türk Kültürü, S. 226, Şubat 1982, s. 218.

12     Şamil Alukay, “Çarlık Rusya’nın ve Sovyet Rejiminin Ruslaştırma Politikası”, Kazan, Yıl VII, S. 120, s. 19.

13     Uzbek Bayçura, agm.,  s. 220.

14     Bu konuda geniş bilgi için bk. Bilgehan Atsız Gökdağ, “Sovyetler Birliğinde Milli Diller ve Edebiyatlar Meselesi” Milliyetçilik ve Milliyetçilik Tarihi II. İlmî Kongresi, Tebliğler, Türk Yurdu Neşriyatı, Ankara, 1989, s. 53-58.

15     Tahir Çağatay, “Sovyet Sömürge Siyaseti ve Türk Dili” Azerbaycan, Yıl: 26, S. 224, 1977, s.6.

16     N. A. Baskakov, Voprası Soversenstvovaniya Alfavitov Tyurkskih Yazıkov, Moskova 1972.

17     Kenesbay Musaev, Orfografii Tyurkshih Literaturnıh Yazıkov SSSR, Moskova, 1973.

18     N. A. Baskakov, age., s. 7.

19     Musaev, age., s. 8.

20     Firidun Ağasıoğlu, “Ziyanın Yarısından” Azerbaycan, 30 Mart 1990, Bakü.

21     Cevat Heyet, “Türklerde Alfabe Meselesi” Milli Kültür, Kasım 1990, S. 78, s. 16-18.

22     Paul B. Henze, İç Asya’da Siyaset ve Yazı” Dergi, Münih 1956, S. 2, s. 96.

* Türk Yurdu, Şubat 1990, s. 50-53.