Prof. Dr. Bilgehan Atsız GÖKDAĞ: ALFABE VE SİYASET

ALFABE VE SİYASET*

Prof. Dr. Bilgehan Atsız GÖKDAĞ

Dünya üzerinde en eski yazılı abidelere sahip olan dillerden biri de Türk dilidir. Bugün için ilk yazılı eserlerini on üç asır önceye götürdüğümüz bu dile ait kelimelere ise  beş bin yıl önce Sümer tabletlerinde rastlamaktayız. Geçmişten günümüze üç kıta üzerinde konuşulması ve yazılması Türkçe’nin tarihî coğrafyasının ne kadar geniş olduğunu bizlere göstermektedir. Bugün 11 milyon km karelik bir alanda 150 ila 180 milyon Türkün bu dili konuştuğu hakikati ile karşı karşıyayız. Böylesine tarihî derinlikle birlikte coğrafî genişliğe sahip olan dilin birçok problemi vardır. Bunlardan biri, belki de en önemlisi Türklerin kullandığı alfabeler konusudur. Dünyada ve o ölçüde Türk dünyasında görülen hızlı gelişmeler neticesinde Türkler arasında alfabe konusu öne çıkmış, Türklüğün birleşmesi için anahtar rolü oynayacağına inanılmıştır.

Türkler uzun tarihi geçmişlerinde bir çok dini kabul etmişler ve beraberlerinde farklı medeniyet dairelerinde yer almışlardır. Bu farklı medeniyet daireleri içinde yer almak alfabe değişiminin belki de en geçerli sebeplerinin başında gelmektedir. İlk kullanılan alfabe Göktürk yazısı dediğimiz ve Türk damgalarından neş’et ettiği bilinen runik alfabedir. Bu alfabenin Türk orjinli olması ve dilin seslerini tam olarak yansıtması millî alfabe ünvanı ile anılmasını sağlamıştır. Türklerin tarihî süreç içersinde kullandığı alfabeler şunlardır: Köktürk, Uygur, Mani, Sogd, Nasturi-Süryani, Çin, Tibet, Brahmi, Peçenek, İbrani, Eski Latin, Kiril, Ermeni, Arap ve Latin alfabeleri. Uzun tarihleri boyunca Türkler, yurt tuttukları geniş sahalarda belli başlı dört alfabe kullanmışlardır. Köktürk, Uygur, Arap ve Latin. Günümüzde ise Latin (Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Balkan Türkleri). Kiril (Rusya Federasyonu, Ukrayna, Beyaz Rusya, Moldovya Cumhuriyetlerinde yaşayan Türk kavimleri, Kazakistan, Kırgızistan) ve Arap (İran, Irak, Suriye, Afganistan ve Doğu Türkistan) alfabeleri kullanılmaktadır.1

18. asrın ortalarına kadar Türk dünyasında umumiyetle Arap alfabesi kullanılmaktaydı. Rus Kiril alfabesini ilk defa Çuvaşlar 1769 yılında Rusların Hristiyanlaştırma siyasetlerinin bir parçası olarak kullanılmışlardır.2 Okuma ve yazmanın kolaylaştırılması ve eğitimin yaygınlaştırılması gayesiyle Osmanlı devletinde Tanzimat hareketi içinde, öncelikle, kullanılan Arap alfabesinin ıslah edilmesi tartışılmıştır. Bu iki bölgede yaşayan Türkler arasında çok az sayıda aydının Latin alfabesine geçme yanlısı olduklarını da biliyoruz. Alfabe ile ilgili tartışmaların başladığı dönem Osmanlı İmparatorluğunda Tanzimat yıllarına rastlar. Yani Batı medeniyetine girme yönünde ilk adımların atıldığı yıllar. Rusya’da yaşayan Türklerde de -bilhassa Azeri ve Tatar Türkleri- gerek Osmanlı sayesinde, gerek Rusya’nın dışa açılma politikasının sonucunda Batı ile temaslar gözlenmektedir. Bu tesirler sonucu 20. asrın başlarında Arap alfabesiyle beraber, Latin alfabesi de kullanılmıştır.3 Ömrünü Türk dünyasının birliğine adamış bir Türk büyüğü ve aydını olan İsmail Gaspıralı da, Arap alfabesinin ıslahı ile ilgili çalışmalar yapmıştır. Gaspıralı hareke ve noktaları kullanıp, fazla harfleri tasfiye ederek Arap harflerinin düzenlenmesini savunmaktaydı. Bununla Arap alfabesinin iyi bilinen kısıtlılığının ve onun Türk lehçelerine uygulanmasının doğurduğu zorlukların üstesinden gelineceğine inanıyordu.4 Gaspıralı’nın parolası “dilde, fikirde, işte birlik”ti. Gaspıralı’ya göre dilde birlik yazıda birlikten geçmekteydi. Türk birliğini ortadan kaldırmanın birinci aşaması da alfabe ile ilgili idi. Ruslar; Çarlık döneminde alfabeyi, Hristiyanlaştırmada; 1917 ihtilalinden sonra ise Bolşevikleştirme ve Ruslaştırmada bir araç olarak kullanmışlardır. Rusların yayılma ve Türkleri Ruslaştırma işinde alfabeyi bir silah olarak nasıl kullandığı bu tebliğde dikkatlere sunulacaktır.

1482’de Altınordu Devletinin ve 1552’de Kazan Hanlığının yıkılışı Rus yayılmacılığının Türk bölgeleri yönünde olacağının ilk işaretlerini vermişti. Ruslar istila ettikleri yerde asimilasyon işini de ihmal etmemiş, bu faaliyetlerde dini bir koz olarak kullanmışlardır. Önceleri mecburi olarak Hristiyan yapılan Mordva, Udmurt, Mari ve Çuvaş halkına 16. Asırdan itibaren Tatar Türkleri de dahil edilmek istenmiştir. Hristiyanlaştırma eylemleri Çuvaş ve Tatar Türkleri arasında diğer Türklere göre daha önce başlatılmıştır. Rus alfabesi esas alınarak Çuvaş alfabesi hazırlanmış ve bu alfabe ile 1769 yılında Çuvaş dili  grameri yazılmıştır.

Çarlık idaresinin Türklere yönelik siyasetlerinde, Türk diline uygulanan Rus alfabesiyle (1769) Rus hakimiyetindeki Türklerin hayatlarında özlerini yabancılaştırmaya götüren yeni bir çığır açılmıştır. Çuvaş Türkleri arasında açılan kilise okullarında, yeni alfabeyle öğretim yapılmış, kitaplar basılmış ve Rus alfabesi bu kitaplar vasıtasıyla halk arasına dağıtılmıştır. Rus alfabesinin Türk lehçelerine uygun olmadığını Çuvaşça’daki uygulamalarda öğrenmekteyiz. Çuvaş Türkçesi için ortaya konan Krill esaslı alfabe 1769 yılından beri 8 dönem geçirmiştir. Bu dönemlerde Çuvaş lehçesiyle yazılmış kitaplarda seslerin yazılışı kitaptan kitaba farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıklardan dolayı Çuvaş Türkçesinin Rus alfabesiyle yazılmış edebiyatından dilin tarihi gelişimini, fonetik ve morfolojik özelliklerini tesbit etmek bir hayli zordur.5 Latin ve Arap alfabesini hiç kullanmayan Türk topluluğu Çuvaş Türkleridir.

Çuvaş Türklerinden sonra sistemli olarak Ruslarca Hristiyanlaştırmaya tabi tutulan Saha (Yakut) Türkleri için ilk olarak 1819 yılında G.Y.Papov tarafından hazırlanan Kiril esaslı alfabe kullanılır. 1922 yılında Novgorodov’un hazırladığı ve bu tarihte çıkarılan bir genelge ile yasallaştırılarak uygulamaya konulan Latin alfabesine kadar Rus Kiril alfabesi 1919-1922 yıllarında üç defa farklı şekillerde uygulanmıştır.

Altay Türkleri üzerinde de yoğun bir Hristiyanlaştırma propagandası yapılır ve bunda başarılı da olunur. Altayları Hristiyanlaştırma misyonunun şefi, A.M.Gluharyov, misyonun Rus alfabesini Altay Türkçesine uygulama hazırlıkları içinde (29 Aralık 1941) olduğunu beyan etmektedir. Aynı yıllarda yayınlanan Rus kilisesi kaynaklarında Altay, Tatar ve Kalmık şiveleri gramerleri hazırlandığı bildirilmekte ve nihayet 1867 yılında Altay Türkçesinin öğretiminde Rus alfabesinin uygulanmasının kesinleşmesiyle, Altay Türklerinin hayatlarında yeni bir dönemin başladığı söylenebilir. Altaylarda 1914 yılına doğru seksen iki kilise okulu vardır. Bu okullarda Rus alfabesiyle yazılan Altay Türkçesiyle eğitim yapılmıştır.6

Hristiyanlaştırma misyonunun önde gelen fikir babalarından Georgiy Yakob Ker, Deli Petro’nun fermanı üzerine hazırladığı Doğu Dilleri Akademisi program taslağında Türkleri asimile etmede Türkoloji ilminin önemini Çarlık makamlarına şu şekilde arz etmektedir: “Şarkiyet Akademisi kurulup desteklenirse Rusyanın hizmetindeki komutanlar, valilir, idareciler, danışman ve hakimler, Türkiye, Tatariya, Buhara ve Sibirya ile olan sınırlara gönderilecek, onlar komşu doğu halklarını lehimize çevirecekler ve bu halkların toprakları aşamalı olarak, hoşnutlukla, Rus İmparatorluğuna ilhak edilecektir. Bu halkların her zaman Ruslara minnettarlık duymaları, hizmet etmeleri ve itaatkar olmaları sağlanacaktır.”7

Deli Petro’nun yayılmacı siyaseti doğrultusunda 18.yy’ın ilk yarısından itibaren Türkistan içlerine ve Sibirya’ya araştırma heyetleri gönderilir. Ortaya konulan çalışmalar kitaplar halinde yayınlanır. Aslında Rusların bu politikaları komünist rejim döneminde de devam etmiş, Türklerin eritilmesi yönünde Türkoloji ilminden faydalanılmış, bu doğrultuda hizmet verecek çeşitli araştırma enstitüleri açılmıştır.

Katerina’nın arzuları doğrultusunda Türklerin yaşadığı yerlerde birçok Rus okulları açıldı. Hristiyan ruhani okullarına Türk çocukları alındı. Rus tasarılarının gerçekleştirilmesi yönünde birçok adım atıldı. Kazan’da Sait Hasani Halfin 1778’de Tatar alfabesini yazmış, 1785 yılında II.Katerina’nın arzuları istikametinde Rus alfabesiyle Rusça-Tatarca sözlük hazırlamıştır.

Ruslar, Türklere yönelik siyasetlerinde kendilerine Türkler arasında yardım edecek insanlar bulabilmişlerdir. Onlar kurulan Türkoloji merkezlerinde kaynak eser tedarikçileri olarak çalışmışlar ve Rus siyasetinin Türkler arasında tatbikinde kılavuz icracı ve araç gibi kullanılmışlardır.

Rusların Panslavist siyasetlerine hizmet veren Sait Halfin’den başka Mirza Kazem Bek, Mirza Fethali Ahundzade, Muhammed Aga Şahtinski, İbray Altınsarin Muhammedhan Sahipgiray Kulaev ilk akla gelen Türklerdir.

Rus Türkolojisinin kurucu isimlerinden biri olan Mirza Kazem Bek (1802-1879) ilmi yazılarında Türklerin aşamalı olarak Ruslarla kaynaşmasını arzulamaktadır. Kazaklar arasında ilk Kazak okuma kitabını yayınlayan İbray Altınsarın’a göre “maksadına uygun olarak bu okuma kitabının Rus harfleriyle yazılması daha doğru bulunmuştur. Çünkü bu kitap, çok zengin ve faydalı Rus kitaplarına yol gösterici niteliktedir.”

Rusya idaresinde yaşayan Hristiyan, Ermeni ve Gürcülerin aydınları da zaman zaman alfabelerinin yetersizliğini ileri sürmüşlerdi. Ancak bu şikayetler Türklerde olduğu gibi Ruslarca Islahat Cereyanları haline getirilmedi. Ermenilerin ve Gürcülerin alfabe problemini Ruslar hiç umursamadı. Bunu Türkleri çok, Ermeni ve Gürcüleri az sevdiklerinden değil Gürcü ve Ermeni alfabelerinin bu milletleri değişik din ve dil ortamlarında, dillerinden sonra, varoluşlarını sağlayan esas faktörlerden biri olduğunu bildiklerinden yaptılar. Hristiyan alemine ve Ruslara göre Türklerin durumları, Ermeni ve Gürcülerden farklıydı. Türklerin yazılarını kullanmaları dinlerine bağlılık, birbirlerine bağlılık demekti. Bu bağların koparılmasını Ruslar birinci hedef olarak seçmişti.

Ruslar tarafından Türklerin Arap alfabesinden Latin alfabesine geçirilmesi bir kültür ve eğitim hamlesi olarak sunulmaktaydı. Mirza Kazen Bek 1825’lerde “Rusya genelde diğer devletlerden önce kudretli omuzlarında Doğu halklarına maarif taşımaktan ibaret olan yüce görevini icra edecektir.” Sözleriyle Rusların niyetlerine ışık tutuyordu.8

Çarlık döneminden itibaren başlayan çalışmalar Komünist dönemde daha da yoğunlaşmıştır. Rus emperyalizmi, Türk kavimlerini maddi bakımdan ezmek yanında onların milli kültürlerini yok ederek manevi bakımdan da baskı yapma gayesine yönelikti. Nitekim Çarlık devri bakanlarından Milyatin: “Rus alfabesi, kılıçla başlatılanı bitirmelidir” diyordu.  Çarlık, Türklerin kullandığı Arap alfabesi yerine Rus Kiril yazısını getirmek suretiyle onları kültür miraslarından ayırmayı tasarlamış, cebri Ruslaştırma işinde engel teşkil eden geçmişin hatıralarını hafızalardan silmeyi hedef edinmişti. Hadisenin iç yüzü bu idi.9 Çarlık döneminde Türkleri Ruslaştırma politikasının mimarlarından biri de Nikolai İlminski’dir. İlminski silah olarak alfabeyi ve Türk dilini kullanacaktı. İlminski’nin metoduna göre Türklerin yazılarına Rus alfabesini zorla sokarak kendi eski alfabelerini unutturma cihetine gidiliyordu.10 1917 Bolşevik İhtilalinden sonra, Türk lehçelerinin geliştirilmesi, Arap alfabesinden Latin alfabesine geçilmesi ve bilahare Latin harflerinin yerine Rus harflerinin zorla kabul ettirilmesi mühim bir unsurdur. Aslında bu Çarlık zamanından kalan Ruslaştırma politikasının devamından başka bir şey değildi.

Türkler yaklaşık on asır Arap harflerini yazılarında kullanmışlardır. Arap alfabesi ünlülerin azlığı sebebiyle Türkçenin seslerini tam olarak yansıtmıyordu. Maamafih bu yetersizlik bir bakımdan iyiydi.  Yani muayyen lehçe farkları bir dereceye kadar belli olmuyordu. Arap alfabesi Türk kavimleri arasında dini ve kültürel bağların idamesi için hem sembolik, hem de pratik bir mana taşıyordu. Mesela Türk lehçelerinde çokluk eki olan -lar, -ler’in; -lor, -lör -nar, -ner, -nor, -nör,-tar, -ter, -tor, -tör, -dar, -der,-dor, -dör,-zar, -zer, -zor, -zör gibi bir çok varyantı vardı. Arap alfabesi sayesinde bu ek yazıda tek bir şekilde (   ) gösteriliyordu. Fakat konuşma dilinde farklılıklar aynen devam etmekteydi. Yazıdan kaynaklanan bu durum  Türk lehçeleri arasında yakınlaşmayı sağlıyordu. Ayrıca o dönemde Türkiye’de hala Arap alfabesi kullanılmaktaydı. Bu faktörler, Türk kavimlerini birbirinden ayırmak gayesi güden Rus emperyalizm planlarına engel oluyordu. Bundan dolayı Sovyetler, milli azınlıklarla, Türk kavimlerinin kendi alfabelerini Latin alfabesiyle değiştirmelerinin teşvik maksadıyla 1920’li yıllarda basında ve 1926 yılında Bakü’de toplanan I. Türkoloji Kongresinde bir kampanya açtı. Kampanyanın hareket noktası bu halkları, daha önceki alfabelerinin (Uygur, Arap vs) dillerinin ses yapısını karşılamaktaki sözde elverişsizliıği ve kültürlerinin yetersizliği sebebiyle “daha yüksek” olan Avrupa’nın kültürüne yaklaştırmaktı11.

Türklere uygulanacak Latin alfabesi ilk olarak 1917 yılında Yakut Türklerine kabul ettirildi. 1922 yılında Saha Özerk Cumhuriyeti Halk Komiserliği Şurası dört yıldır uygulanan alfabeyi onayladı. 1922 yılından itibaren Türk bölgelerinin hemen hemen tamamında yarı resmi olarak Latin alfabesi Türklerin hayatlarına hızla sokulmağa başlandı.

Azerbaycan komünistlerine 1922 yılında Latin alfabesinin Türk diline uygulanması taslağı hazırlatıldı. Azerbaycan’da resmi olarak 1923-1924 öğretim yılında diğer Cumhuriyetlerde güya gayri resmi tarzda, Komünist Partisi ve hükümeti tebliğleriyle, okullarda Türkçe dersleri Latin harfleriyle öğretilmeye başlatıldı. 1926 yılının sonlarında Sovyetler Birliği Rus Devletinin çalışmaları sonucu Türk Cumhuriyetlerinde Latin alfabesine geçildi. Ancak Kazakistan, Türkmenistan gibi bir çok Türk cumhuriyetinin yöneticileri , bu oldu bittileri imzalayarak, yasallaştırma adımının atılmasını uzun yıllar geciktirdiler. Bu bölgelerin Türk idarecileri, Rus komünist idaresine bağlılıklarına rağmen, bu adımı atmaya Türklükleri önünde cesaret edemiyorlardı. Başlarına gelenden yeni alfabe konusunda getirildikleri durumdan hiç bir kurtuluş yolları da yoktu. 7 Ağustos 1929 tarihinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin Merkezi İcra Komitesi ve Halk Komiserliği Şurası genelgesiyle bütün Türk Cumhuriyetlerinde Latin alfabesine geçildiği resmen bildirildi.

Başkurt, Tuva ve Uygur Türkleri 1930 yılında bölgelerinde Latin alfabesini resmileştirdiler. Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan’ın resmileştirmesi ise 1934 yılını buldu. Alfabe konusunda Sovyet görüşüne aykırı hareket edenler, Pantürkist ve gericilikle suçlanarak ölüme mahkum edildi. Bu facianın acı öyküleri çoktur. 1935-40 yılları arasında” Repressiya Kurbanları” olarak da bilinen binlerce Türk aydını işkencelere maruz bırakılmış ve öldürülmüştür.

İlk günlerden itibaren Türk alfabesinin, Latin alfabesiyle değiştirilmesi, Sovyetler Birliği Rus Devleti makamlarınca yakından izleniyor ve büyüklerince idare ediliyordu. Lenin 1922 yılında Azerbaycan’da Latin alfabesine geçiş için yapılanlar hakkında Azerbaycan komünist yöneticilerinden bilgi aldıktan sonra, memnuniyetini belirtmiş: “Latin alfabesinin kabul edilmesinin emekçi kitlelerinin Marksist yönde bilinçlendiklerini belirleyen önemli göstergelerden olduğunu” işaret etmiştir.12 1926 yılında yapılan I. Türkoloji Kongresinde de Stalin’in ağırlığı bütün oturumlarda hissedilmiştir. Kongrede tarih, etnoğrafya, dil ve eğitime ait çeşitli konuların münakaşa edilmesine rağmen temel mesele ve ana gaye, Türk topluluklarının Arap alfabesi yerine Latin alfabesinin kabul etmelerini sağlamaktı. Bu kongrede Arap ve Latin harflerinin kullanılmasından yana olan kişiler vardı. Kongre sonunda, Latin alfabesinin kullanılması kararı biraz da idarenin zorlamasıyla kabul edildi. Fakat bu alfabenin Türkler arasında kullanılması pek de uzun sürmedi. Zira 1935’li yıllardan sonra ikinci bir alfabe değişikliği gündeme geldi. Latin alfabesi yerine Rus alfabesinin kullanılması, Latin alfabesinden Rus Kiril alfabesine geçiş hızlı bir şekilde  gerçekleşti. Zira bu değişikliğe ses çıkaracak aydınlar Stalin tarafından ya Sibirya’ya sürülmüş ya da idam edilmişlerdi.

Evvelce kabul edilen Latin alfabesinin Kiril ile değiştirilmesi hadisesi, Arap alfabesinden Latin alfabesine geçiş sırasında yapılan bütün tartışmaları ortadan kaldırıyor, Latin alfabesini kabulün, Arap alfabesini savunanlarca önceden isabetle görüldüğü üzere, sadece Rus alfabesine geçmeyi kolaylaştıran bir ara safha olduğu ıspatlanıyordu.

Kongre kararlarında yeni kabul edilen Latin harflerinin okuma ve yazmayı kolaylaştıracağı ifade edilmekteydi. Rusya Türklerinin daha önceki kurultaylarında ön plana çıkan “umum Türk dili”görüşü 1926 Bakü Türkoloji kongresinde hiç dile getirilmedi.

1926 Bakü Türkoloji Kongresi alfabeyi esas gündem maddesi yaptığı için Balkanlardan Kaşgar’a bütün Türk illerini candan alakadar etmekteydi. Alfabe meselesinin tarihinde pek mühim bir merhale oluşturmaktaydı.

Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinde Bakü Türkoloji Kongresinin yankıları çok fazla duyulmadı. Dönemin basın yayın hayatında böyle önemli bir kongrenin çok fazla yer almaması düşündürücüdür. Halbuki bu kongreye Türkiye’yi temsilen Köprülüzade Mehmet Fuad ve Hüseyinzade Ali Turan katılmışlardır. Yine Türkiyeyle bağlantıları olan bazı yabancı bilim adamlarının da (Paul Wittek, Yulius Mesaroş, Teodor Menzel) kongreyi takip ederek raporlar hazırladıklarını bilmekteyiz.

Atatürk’ün 1926’da yapılan kongreden habersiz olduğu düşünülemez. Yine bu tarihlerde Fuad Köprülü ve Hüseyinzade Ali’nin yönetimden habersiz kendi başlarına Bakü’ye gittiği inandırıcı değildir. Köprülü’nün İstanbul Üniversitesi bünyesinde 1924’te kurulan Türkiyat Enstitüsünün müdürü gibi bir sıfatının da bulunması bu kişilerin kongreyi takip etmeleri için özellikle gönderildiğini akla getirmektedir.

1926’da Bakü’de yapılan Türkoloji Kongresi ile ilgili akisler İstanbul’da çıkan Yeni Kafkasya Mecmuası’nın 13 Nisan 1926 tarih ve 11. sayılı nüshasında Mehmet Emin Resülzade imzasıyla “Alfabe Meselesi” adlı makalede yorumlanır. Resulzade”ye göre kongre kararları sadece Sovyetler dahilindeki Türkleri değil, Türkiye’yi de etkilemektedir. “Yalnız Sovyetler ittihadı nam-ı müstearını taşıyan Rusya tabiyetindeki Türk illerinde değil, bu kongrenin Türkiye üzerinde ıcra-i tesir ettiği de görülür. Bakü Konferansı’nın Latin harfleri hakkındaki malum kararından kuvvet alan Türkiye Latincileri davalarının ispatı için ikame ettikleri delillere, bir de Türk dünyasının ekseriyeti tarafından kabul ve tatbikine karar verilmiş bir alfabeyi bu dünyadan ayrılmamak için biz de kabul edelim mülahazasını ilave ettiler”13. Kongrede Latin alfabesinin kabulünde Türkiye’den giden delegelerin de rolü olduğunu savunan Resulzade bu durumu şöyle dile getirmektedir: “Bütün bu manevralara Türkiye murahhaslarının sükutu da az yardım etmiş değildir. Hüseyinzade Ali Bey’in gazetecilere kendisinin alfabede esasen inkılap taraftarı olduğuna ait verdiği mühim beyanatda Latinciler tarafından kendi faidelerine olarak tevil edilmiş: Türkiye’nin de Latine geçeceği propagandası envai şekillerde icra edilmiştir. Bu suretle bin bir türlü dolaplar idari ve diplomasi tesirlerle alınan bir kararı Türkiye haricindeki Türk illerinin hakiki bir karar ve arzusu gibi göstermek Latin mütehassıslarının işine gelse de bu meselede Türk halkının şuur ve iradesine kafi derecede kıymet vermeye lüzum görenler hakikati görmekten zannımızca mahrum bulundurulmamalıdır”.14

Birinci Türkoloji Kongresinde Tatar aydınları mevcut Arap alfabesini ıslah edilerek kullanılmasını savunmuşlardır. Mehmet Emin Resulzade’nin görüşleri de aynı paraleldedir. “Latin harflerinin tatbiki ile elde edilmek istenilen neticelerin hemen kaffesi mevcut Arap alfabesinin islahı ile hasıl olabilir muhittedir. Nitekim Şimal Türklerinin bu husustaki beş altı senelik tecrübeleri çok büyük ve çok müsbet neticeler vermiştir. Türkiye mütehassısları tarafından defalarca ilam olunmuş bir malümun tekrar ifade edilimi müşkilat harflerden ziyade imladadır. Latin harfleri ile yazdıkları halde İngilizler dünyanın en çetin imlasına maliktirler. Halbuki Arap harfleri ile intişar eden bugünkü Kazan matbuatının imlası ne kadar kolaydır. Şive farkına bakmayarak biz Kazan’da ıslah olunmuş Arap harfleri ile çıkan gazeteleri Bakü’de intişar eden Latince gazeteden daha suhuletle okuyoruz.15

Resulzade yazısının sonunda Latin alfabesine geçmenin Türk dünyasını parçalanmaya götüreceğini işaret eder. “Latin harflerinin tatbiki ile biz çok seneler boşuna enerji sarfetmekle beraber Türk dünyasındaki alfabe birliğini bozacak, bu dünyanın kısmen Latin , kısmen de Arap harfleriyle yazan kısımlara parçalanmasına sebep olacağız. Bu netice Moskova’dakileri memnun edebilir. Fakat Türk harsına taalluk eden meselelerde Rusyanın arkasında değil Türk dünyasının yanında gitmek vazifesi ile mevzuf olan Türkiye’yi bu ihtimal acaba hiç düşündürmez mi?”.16

1 Kasım 1928 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin Arap harflerini bırakarak Latin alfabesine geçmesi işinin perde arkasındaki sebeplerinden biri de hiç şüphesiz  I. Türkoloji Kongresinde Sovyet dahilindeki Türklerin Latin alfabesine geçmeleri idi. Türkiye kamuoyunda alfabe meselesinin bu yönüyle işlenmesi, daha çok Batı medeniyetine girme çalışmalarının bir sonucu olarak takdim edilmesi normal bir davranıştır. Devrin uluslararası gelişmeleri, Türkiye’nin jeopolitik durumu buna engel olmuştur. Atatürk’ün Türk dünyasındaki gelişmelere kayıtsız kalmadığı, hazırlıkların yapıldığı, onun Cumhuriyeti kurar kurmaz Türk dünyasına yönelik çalışmalar yapacak kurumları kurması (Türkiyat Enstitüsü, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi) umum Türklük düşüncesinde olduğunu göstermektedir. Bu konudaki düşüncelerini ve uygulanması gereken stratejiyi Cumhuriyetin Onuncu Yıl Kutlamaları sırasında verilen bir kokteylde genç bir doktorla yaptığı konuşmada ortaya koymaktadır. İsmet Bozdağ’ın kaleminden bu sohbet şu şekilde yansıtılmaktadır. “Doktor Zeki ismindeki bir genç adam Atatürk’e soruyor:

-Gazi Paşam, saltanatı kaldırdık, hilafeti kaldırdık, Cumhuriyeti ilan ettik; bunlar yapılana kadar idealdir. Fakat yapıldıktan sonra yeni bir düzen kurulur ve bu düzen işler. Onun işlemesi, ideal değildir. Çünkü onun işlemesini sağlamaya mecburuz. Fakat bir de milletlerin, babadan oğula sıçrayan uzun vadeli idealleri vardır. Siz bize böyle bir ideal aşılamadınız; yahut ben bilmiyorum, bana bunu açıklar mısınız?

Bu birbiri peşine sorulan üç soru 1933 yılının 29 Ekim gecesini fikirle şişirmişti. Atatürk genç doktorun yüzüne sevgiyle bakıyor ve susuyordu. Daha sonra “başka var mı çocuğum?” dedi. “Hayır Gazi Paşam“. Atatürk bir süre daha sustu ve üçüncü sorunun cevabını şöyle verdi:

         Üçüncü soruya gelince: Bu nokta önemlidir. Fakat bunlar konuşulmaz yaşanır. Elbette bir milletin ülküsü olacaktır. Ama bunlar devlet tarafından yaşanmaz, millet tarafından yaşanır. Nasıl bakarken, gözlerimizin farkında değilsek, ülkü de bütün davranışlarımızda, farkında olmadan yaşar. Hareketlerimizi, düşüncelerimizi etkiler; fakat konuşulmaz. Ben devlet başkanıyım. Sorumluluklarım vardır. Bu konuda konuşamam; bu konuda genç arkadaşımla ayrıca görüşeceğim, dedi ve doktor Zeki’yi yanına alarak onu müdür masasına götürdü. Atatürk’ün başı üstünde duvarda bir Türkiye haritası vardı. Karşısında oturan Zeki’ye:

         Benim başımın üstündeki haritayı görüyor musun? Dedi.

         Evet Paşam;

         İşte o ağırlık benim omuzlarımın üstündedir. Omuzlarımın üstünde olduğu için konuşmam!

         Düşün bir kere, Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Dünyayı ürküten Almanya’dan bugün nekaldı? Demek hiç bir şey kalıcı değildir. Devletler ve milletler bu idrakin içinde olmalıdırlar. Bugün Sovyet Rusya komşumuzdur, bu dostluğa ihtiyacımız vardır; fakat yarın ne olacağını hiç kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir. Bugün, elinde sımsıkı tuttuğu milletler kaçabilirler; dünya yeni bir dengeye ulaşır. O zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir! Bizim bu dostumuzun idaresinde, dil bir, inanç bir, kardeşlerimiz vardır. Onlara yardımcı olmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak demek, yalnız o günü susup beklemek değildir; hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köklerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür; inanç bir köprüdür; tarih bir köprüdür. Biz bugün bu kitlelerden çok uzağa düşmüşüz. Bizim bulunduğumuz yer mi doğru onların bulunduğu yer mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz; bizim onlara yaklaşmamız gerekli. Bunu kim yapacak; elbette biz! Nasıl yapacağız? İşte, Dil Encümenleri, Tarih Encümenleri kuruluyor. Dilimizi onun diline yaklaştırmaya ve böylece birbirimizi daha kolay anlayabilmeye çalışıyoruz.Bunlar açıktan yapılmaz. Bunlar devletlerin ve milletlerin derin düşünceleridir. İşitiyorum benim dil ile tarih ile uğraştığımı gören bazı kısa düşünceli vatandaşlar, “Paşa’nın işi yok, dil ile tarih ile uğraşmaya başladı” diyorlarmış! Yağma yok, benim işim başımdan aşkın; ben bugün ileri bir Türkiye kurmaya nasıl çabalıyorsam, yarının Türkiye’sini kurmaya da o kadar özen gösteriyorum. Bunu yapmamız hiç bir millete düşmanlık değildir. Barıştan yanayız, ama durmadan değişen dünyada, yarının muhtemel dengeleri için hazır olacağız. Bunları sana gizlice söylüyorum. Sen bil, çevrenin de böyle davranmasını sağla. İşte senin sorunun karşılığını böylece vermiş oldum.17

Atatürk döneminde yapılan dil, tarih, Türkoloji çalışmaları bu düşüncelerden ilham alarak Türklüğün kökenlerini çok eski çağlara götürmekte, mukayeseler çok geniş bir Türk coğrafyası içinde yapılmaktaydı. Atatürk’ün düşündüğü şey, Anadolu’dan ta Atlantik’e kadar uzanan alanda, aynı hizada Türk unsurlar var ve bunlar çeşitli isimler altında hatta bazıları İslam olmadan, ama Türk kalarak, belli bir düşünceyi, belli bir insan grubunu temsil ediyorlar. Onların yayıldıkları bu kuşakta bir istikrar unsuru olmaları, dünyaya yeni bir denge sağlamaları mümkündür. Ama o günkü şartlar içinde mümkün değildi. Mümkün olması ihtimali ile hazırlıklar yapıyordu. Yaptığı hazırlıklarda tarihi, Orta Asya’dan başlatarak tarih birliğini sağlamaya çalıştı. Dilde beraberliği de yine Türk dilinde bir takım taramalar yaparak, kullanılmayan kelimeleri dile aktararak, sağlamaya çalıştı. Sonra bunlar yoldan saptırıldılar ama, saptırılmadan önce Mustafa Kemal’in niyeti bu idi. 1928’den önce Sovyetler Birliği bütün Cumhuriyetlerinde Arap harflerini yasaklamış ve Latin harfleri ile yazılmasını mecburi kılmıştı. Bundan yararlanan Mustafa Kemal Paşa, aynı şekilde Arap harflerini bırakarak bunlarla yeni bir bağ daha kurmak ve böylece haberleşme süreçlerini hızlandırmak hevesine düştü ve harf inkılabını yaptı. Türkiye’nin alfabe değiştirmesi Soyvetler Birliğini ürküttü. Bölgesinde bulundurduğu Türk nüfusun Türkiye ve kendi aralarında anlaşabilecekleri korkusu onları yeniden alfabe değiştirme işine sevketti.18

26 Şubat-5 Mart 1926 tarihleri arasında Azerbaycan’ın başşehri Bakü’de yapılan I.Türkoloji Kongresi’ne Türkiye’yi temsilen katılan Köprülüzade Mehmed Fuad ” Türk Kavimlerinin Edebi Dillerinin İnkişafı ” adlı tebliğini sunmuş,19 Hüseyinzade Ali Bey ise “Garbın İki Destanında Türk” adlı bir tebliğ sunmuştur ki aynı yıl tebliğ Bakü’de basılmıştır.20 Hüseyinzade  Ali bu tebliğde Ortaçağ Avrupası’nın biri İtalyan (Tasso) (1544-1595) diğeri Portekizli (Camoes) (1524-1580)  şairin Türklerle müslümanlar hakkındaki düşüncelerini, eserlerinden manzum çeviri örnekleriyle ele almıştır.

Kongreye toplam 131 üye katılmıştır. 131 kişinin büyük kısmını Türkologlar oluşturmakta olup bazı bilim, fikir ve devlet adamları da kongreye fahri üye olarak katılmışlardır. Fahri üye olarak kongreye katılan Hüseyinzade Ali Bey, N. Marr Lunaçarski Riyaset Heyetine seçilirler. 17 oturumda Türk kavimlerinin tarih, kültür, edebiyat,etnoğrafya dil ve alfabe konularına dair 38 bildiri sunulur. Bu tebliğleri sunan bazı kişilerin isimleri ve tebliğ başlıkları şöyledir. V.V. Barthold:”Türk Halklarının Tarihinin Muassır Vaziyeti ve Öğrenilmesinin Yakın Vazifeleri” S.F.Oldenburg: “Türk Halkları Arasında Ülkeşinaslık İşlerinin Metodları”;  A.A. Müller: “Türk Halklarının Tasviri Sanatı Hakkında“; A.N. Samoyloviç “Türk Dillerinin Öğrenilmesinin Muassır Vaziyeti ve Yakın Vazifeleri“; B. Çobanzade: “Türk Lehçelerinin Yakın Komşuluğu Hakkında”; ve “İlmi Terminoloji Sistemi Hakkında” H. Zeynallı “Türk Dillerinde İlmi Terminolojinin Sistemi Hakkında”, A.R. Zifeldt-Simumyak: “Türk Dillerinde İlmi Terminolojinin Oluşması Prensipleri Hakkında”; S.İ. Malov; “Eski Türk Dillerinin Öğrenilmesi” F. Ağazade: “Türk Dilinde Düzgün Yazı“; N.F. Yakovlev: “Türk Milletlerinin Sosyal ve Kültürel Durumları İle Bağlı Alfabe Meseleleri ve Alfabe Sisteminin Kurulması Problemleri“; Ç. Memmedzade: “Türk Halklarının Alfabe Sistemleri Hakkında”; İ. Lemanov “Türk Dillerinin Öğrenilmesi Metodlarının Esasları“; L.V. Şerba: “İmlanın Esas Prensipleri ve Bunların Sosyal Önemi” ve “Ana  Dili Öğreniminin Metodunda En Yeni Cereyanlar” R.Y. Açaryan “ Türk ve Ermeni Dillerinin Karşılıklı Alakası“.21

1. Türkoloji Kongresinde dile ait alfabe imla, terim ve öğrenim meseleleri müzakere edildi. Yukarıdaki isimlerin dışında kongrede şu isimlerin varlığı da göze çarpar: Galey Abrahimov, İbad Alparov, Salah Atnagulov, Sibgat Gafurov, Galimcan İbrahimov, Gayaz Maksudov, Gabdurrahman Saadi, Galimcan Şeref, Saddad Arifullun, Gaziz Gubaydillin, Neymat Hakimov, Rauf Sabirov, Mecid Osmanov, Şamil Osmanov, Gani Utamişev, İbrahim Yumankulov, S.A. Ayvazov, Guseyn Akçokraklı, Şevhi Bektöre, Mamut Nedim, Habibulla  Odabaş,  Kemal Yakub, Ahmed Baytursın, Nikolay Katanov, Pavel İvanov, Mihail Petrov, Habibulla Gabitov, Sagit Miyasov, Gabdulahat Vilgadanov, Şerif Manatov, Karim İdilgujin,Zahir  Şakirov, Medjit Biryalov. Türk bölgelerinden gelen bu isimlerin dışında Rus ve batılı ülkelerden gelen şu Türkologlar da dikkati çekmektedir: Nikolay Aşmarin, Nikolay Poppe, Sergey Rudenko, Konstantin Yudahin, Paul Vittek, Teodor Menzel, Yulius Meşarov.22

Bakü’de yapılan I. Türkoloji Kongresinde alınan kararların Türkiye’nin Latin alfabesine geçişinde etkisinin olduğunu Türk kamuoyunda pek göremiyoruz. Ancak Sovyet Türkolojisinde “Kurultayın kararı esas alınarak Türkiye de Latin alfabesini kabul eder” görüşü ileri sürülmektedir.23

İlk Türkoloji kongresinden üç yıl sonra, 1929’da SSCB’nin Merkezi İcra Komitesi Latin alfabesinin Türk bölgelerinde resmi yazı olarak mecburi kullanılmasını emretti. Latin alfabesinin Türkler arasında kullanılması umum Türkçe lehine gelişmekteydi. Bazı harfler Türkiye’de kullanılan harflerin aynısı idi. Bu etkilenen harfler ” anti Marksist ve anti Leninist olarak değerlendirildi. Örneğin Çeçenlerde, bu yenilikler olumsuz karşılandı: Alfabe kitapları tamamen kurşundan geçirildi ve öğretmenler avlandı.24 Sovyet idarecileri Latin alfabesinin Rus-Kiril alfabesine geçişte bir ara safha olduğunu biliyorlardı. Öncelikle Arap alfabesinden kurtulmak gerekiyordu. Komünist partisinin Tatarların harflerini değiştirmekle, onları kültür mazisinden koparmak amacını gütmekte olduğunu, az zaman sonra Bolşeviklerin kendileri de gizlememeye başladılar. Mesela Sovyetler Birliği Komünist Partisi Tataristan Eyalet Komitesinin 1930’da yayımladığı bir yazıda şöyle deniliyordu: “Arap harflerinden Latin harflerine geçişin pek büyük kültürel önemi var… Latin harfleri yeni Tatar kültürünü onun eski tarihinin burjuva-feodal unsurlarıyla ayrılmasını göstermektedir.25

Merkezin görüşüne göre Latinleştirmenin, arkasından Ruslaştırmanın gelmesi gereken bir aşama olduğunu anlamak hiç de güç değildi. Yukarıdan Türk halklarına zorla kabul ettirilen bir çok birbirinden farklı Latin alfabesinin, onları bir yandan birbirinden, öte yandan da uzun zaman bu halkların siyasi ve kültürel öncülüğü görevlerini yapan Tatarlardan tecrit etmek hedefine ve en nihayet onların hepsinin manen zayıflamasına hizmet etmesi gerekti.26

1930’da kurulan Alfabe Komitesi Latin alfabesinin Türkçeye uygulanmasının pekiştirilmesi için uğraşmaktaydı ve bu yöndeki çalışmaların sonuçlarından pek tatmin olmuyordu. 15-19 Şubat 1933’te Moskova’da toplanan Alfabe Komitesi I. Özel Kongresini yaptı. Bu kongrede Sovyetlerin Türklere kabul ettirdikleri Latin alfabesini tatmin edici bulmadıkları anlaşılıyordu.

Bu yönde yapılanlardan memnuniyetsizlik ifade ediliyordu. Kongrede tüm Sovyetler Birliği halklarının kullanabilecekleri “tek alfabe” den ve “tek imla”dan bahsedilmesi Rus alfabesini ve Rus imlasını işaret ediyordu. Zaten bazı delegelerin yaptıkları konuşmalar doğrudan doğruya Rus alfabesini ve Rus imlasını, Türkçe’ye en münasip alternatif olarak gösteriyorlardı. Alınan kongre kararlarından anlaşıldığına göre Sovyetler Birliği Türklerin dilleriyle ilgili siyasetinde ağırlığı, Türk dilini özünden uzaklaştırmaya ve parçalamaya veriyordu. Bu da demekti ki, önce Türk dilinin imkan olduğu kadar parçalanması, sonra da Rus devletinin Türklerin yazılarında gerçekleştirdiği Panslavist evrimin, en yakın zamanda gramer ve leksikolojisinde de gerçekleştirilmesi planlanılıyordu 27 Bu arada Tatar aydınlar çevrelerinde, Sovyet rejiminin Ruslaştırma politikasında Latin harflerinin Tatarlar için ancak bir ara basamak olduğu hususunda mevcut şüpheler, az zamanda reel şekiller almaya başladı. Şimdi sırada Tatarların yeni öğrendikleri Latin harflerinin yerine Rus harflerinin geçmesi bulunuyordu. 1933 Ekiminde Tataristan Kolhozcularının toplantısında SBKP (b) Tataristan Eyalet Komitesi Birinci sekreteri Razumov yaptığı konuşmada, Tatar ve Rus alfabelerinde aynı şekilde yazılan Latin alfabesinin 16 harfinin Rus dilinde Tatarcadakinden başka türlü telaffuz edildiğini, bundan dolayı çocuklar Rus metinlerini okurken onları güya karıştırdıklarını, bunun da öğretimi güçleştirdiğini söyleyerek Latin harflerini eleştirdi.28

Bu tarihlerde Latin alfabesi aleyhinde topyekün bir karalama kampanyasının aynı anda başlaması merkezi bir politika değişikliğini göstermektedir. 1 Haziran 1935 tarihinde toplanan S.B.K.P. İcra Komitesi Rus Alfabesinden yararlanan halkların yazılarının Latin alfabesiyle değiştirilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi ve bu durumun sorumlusu olarak da Alfabe Komitesini gösterdi. Latin alfabesini kullanan halkların dillerinin, imlalarının ve yazılarının zamanın gereksinimlerinden geri kaldıklarını ve sosyalist ilerlemeye ayak uyduramadıklarını ileri süren SBKP İcra Komitesi 16 Haziran 1935 tarihli alfabe komitesini yine suçlamış ve onlardan dilde, imlada, yazıda sosyalizm kuruculuğuna yakışır yenilikler getirmesini istemiştir. 1936’da Çuvaşistan’ın başşehri Çeboksarı’da toplanan alfabe komitesi Çuvaş Türklerinin Rus alfabesi sayesinde bilimde, kültürde, sosyal hayatta, ekonomide, sosyalizm kuruculuğunun her sahasında göstermiş olduğu başarıları Latin alfabesini kullanan halkların temsilcilerine anlattı. Alfabenin Ruslaştırmada bir araç olarak kullanılmak istendiği şu görüşlerden açıkça sezilmekteydi. Rus alfabesi; Rus dilinin ve devrimci, uygar, üstün Rus kültürünün Türkler tarafından daha kolay benimsenilmesi için uygundur. Ayrıca bu alfabeyle komünizm klasiklerinin Latin alfabesine göre Türklerin dillerine daha anlaşılır bir şekilde çevrilebileceği iddia edilmektedir.

Komünistlerin bu alfabe kampanyasında izledikleri başka bir yöntem de insanlık tarihi kadar eski olan ve daima verimli olmuş “parçala-hakim ol” taktiği idi. Hatırlanacağına göre tüm Birliğin Yeni Alfabe Merkez Komitesinde 15-19 Şubat 1933’de: “Milli dillerin inkişaflarını engelleyen geleneksel tarihi ilkeler (kurallar) kararlıkla atılmalıdır. Milli orfografya hazırlıklarında (diller arasında) çelişkili morfolojik ve fonetik ilkeler düşmelidirler”denildiğinde, bir taraftan Türkçe, çeşitli şivelerine parçalanıyor ve şiveleri hatta ağızları müstakil dil ilan ederek, ana dilden uzaklaştırılıyor. Öte taraftan da “dil” ilan edilen şiveler ve ağızlar bozularak (“geleneksel tarihi ilkeler-kurallar” atıldıklarından) Rus diline yaklaştırılıyorlardı. 29

1935 yılından itibaren ilk olarak sayıları az olan Türk toplulukları Latin alfabesinden Kiril alfabesine geçirildi. 1938 yılından sonra da nüfus itibariyle kalabalık olan Türk bölgelerinde Kiril alfabesi kullanılmaya başlandı. Latin alfabesinden Kiril alfabesine geçişte Ruslar çok fazla bir tepkiyle karşılaşmadılar. Arap alfabesinden Latin alfabesine geçerken ortaya konulan tavır bu dönemde olmadı. Bunun sebebi hiç şüphesiz 1920’li yıllarda Türk bölgelerinde yaşayan aydınların ve idarecilerin milliyetçi düşüncelere sahip olması ve bu düşüncelerle Latin alfabesinin umum Türklük ve Türk diline zarar vereceği endişesini taşıyor olmalarıydı. Ayrıca Bolşevik İhtilalinin ilk yıllarında Lenin milliyetlerin kaderini tayin etmede mahalli idarecilere de söz hakkı vermiştir. 1930’lu yıllarda Stalin’in kanlı diktatörlüğü zamanında milliyetçi düşünceye sahip aydınlar “Pantürkistlik”le itham edilerek sürgüne gönderilmiş ve ortadan kaldırılmıştır. Esasen bu dönemde alfabe değişikliğine karşı çıkacak milliyetçi aydın da sağ bırakılmamış, daha önce hepsi öldürülmüştür.

Uygulanan alfabe siyasetinin son aşamasında Türklerin konuşma ve yazı dilleri tabi gelişmesinden ayrılmış ve özüne yabancılaştırılmıştır. Alfabe değişimi Türk şivelerinin kelime hazinesini de etkilemiş ve çok sayıda Rusça kelime ve terim Türk yazı dillerini istila etmiştir. Rene Capnat ve Miçhel İan’a göre Sovyetlerin kültür politikasının temelinde 1925’ten beri benzersiz bir genişlik kazanmış olan dilsel eylem yer alıyor. Ulusal bütünlüklerin kimliğini yükseltme gerekçesiyle, dilsel eylem, önceleri dilsel alt azınlıklar yaratarak, azınlıkların azami bölünmesi sonucunu doğurdu. Nitekim Sovyetler Birliğinin ele alınan kesiminde 4 dil alt grubunun (Türkler, Moğollar, Tunguz-Mançular, Hint-İranlılar) her birinde bir lingua franca oluşturmak daha rasyonel olacakken, yürütülen eylem tam tersine, azami dil (40’dan fazla) repertuarını çıkarma ve çoğu kez ex niholo bir alfabenin, bir gramerin, sözlüklerin ve hatta bir edebiyatın yaratılmasıyla bu dillerin kullanımını teşvik etmek yönündeydi.Böylece Kazak-Kırgız, Türkmen-Azeri, Oyroy (Tuva, Şor, Altay, Hakas, Tofalar), Tacik (Dari ve Badahşan dilleri), Moğol-Buryat vb. dilsel toplulukları yapay bir biçimde parçalandı. Türk ağızları için “dilsel parsalasyon” girişimi zaten ivediydi, çünkü Turancı bir ulusal bilinç, ortak konuşulan bir dil çevresinde, Özbeklerin yazı dili olan Çağatayca çevresinde doğmaktaydı.30 Ekim ihtilalinden sonra Çağatay Türkçesi ortadan kaldırılmaya çalışılmış, Türkistan’da ortak yazı dili durumunda olan Çağatayca’nın yerine Taşkent ve Fergana Vadisi şiveleri, Özbekçenin edebi dilinin temeli olarak kabul edilmişti. Bu yörenin ağzında Farsçanın çok kuvvetli tesiri vardı. Sovyet idarecileri siyasetleri gereği özellikle bu bölgenin ağzını Özbekçeye temel yaptılar.31

Sovyet bakış açısıyla dilsel eylem, azınlıklar üzerinde kendini hissettirebilecek dış etkileri azaltma avantajına da sahipti. Arap ve Moğol alfabeleri böylece ortadan kaldırıldı. Bu süreç, bir kez bu alfabeler unutuldu mu, toplumları geçmişlerinden, yazılı geleneklerinden, edebiyatlarından ve hatta, dinlerinden koparmayı da olanaklı kılıyordu. Özgün harflerin yerini alan Latin kökenli değişik alfabelere karşı da 1927’den itibaren, Pantürkist ya da Batılı bir etki yaratabilir kuşkusu doğdu. Bu nedenle, 1940’tan başlayarak, her tarafta, hatta Moğolistan Halk Cumhuriyetinde bile Kiril kökenli bir takım alfabeler dayatıldı. Tek tipleştirici bu önlem halkların yalıtlanmasını (Sovyet yönteminin ana verisi) olanaklı kılıyor ve elbette 1938’den beri zorunlu hale getirilmiş olan Rusça eğitimini teşvik ediyordu. İşte burada, Sovyet kültürünün aracı olarak Rus dilinin, farkettirilmeden onların yaşamına sokulması yoluyla; o güne kadar çağdaş ve dolayısıyla Marksist dünyaya yabanca kalmış bulunan yerli halkların zihniyetleri üzerinde etkide bulunan yerli halkların zihniyetleri üzerinde etkide bulunma çabasını görüyoruz. Alfabelerin Kirilleştirilmesiyle açığa çıkan bu eylem, başka alanlarda daha önce de yürütülüyordu ve sürdürüldü.32

Dağılan Sovyetler Birliği sınırları içinde yaşayan Türklerin alfabe ve imlalarıyla ilgili iki eser dikkati  çekmektedir. Bunlardan ilki Tatar asıllı Rus Türkoloğu N.A.Başkokuv’un,33 ikincisi Kazak Türkologlarından Kenesbay Musaev’in34 çalışmalarıdır. Baskakov’a göre Türk dillerinde kullanılmış olan Latin alfabesindeki işaretlerin toplamı 39 iken, Kiril yazısı üzerine kurulu Türk alfabelerinde bu sayı 74’e ulaşmaktadır. Başkakov, Kiril yazısının, Türk dillerindeki fonem toplam sayısının daha az oluşu sebebiyle bu dilleri birbirinden ayırıp uzaklaştırdığı sonucuna varmaktadır.35 Musaev ise bugün mevcut imla kaidelerinin sürekli düzeltmelere uğrayan 30 yıllık bir geçmişi olduğunu belirtmektedir.36

Dağılan Sovyetler Birliği sınırları içinde alfabesi bulunan 20 Türk lehçesi bulunmaktadır. Bunlar: Azeri, Altay, Başkurt, Çuvaş, Gagauz, Hakas, Karaçay-Malkar, Karakalpak, Kazak, Kırgız, Kırım Tatarı, Kumuk, Nogay, Özbek, Şor, Tatar, Tuva, Türkmen, Uygur ve Yakut Türkleri’dir. Çuvaş ve Yakut Türkçeleri lehçe tarifinin sınırlarını zorlamaktadır. Bunda uygulanan politikaların etkisi olduğu kadar Türkçe’den çok erken devirlerde ayrılıp, farklı coğrafyalarda gelişmeleride asıl amillerden biridir. Sovyet sınırları içinde yaşayan Türklerin kullanıdığı alfabeler (Arap, Latin, Kiril ) sürekli değiştirilmekte ve revizyona tabi tutulmaktadır. Ayrıca, yaklaşık 15 sene içerisinde üç ayrı alfabe değiştirilmesinin beraberinde getirdiği tahribat çok güçlü olmuştur. Türklerin zorlama sonucu birbirine yakın mesafeler içinde imla ve yazı dili değiştirmeleri toplumdaki farklı statüdeki kişilerin hepsi üzerinde zararlı ve yıkıcı olmuştur. Kiril alfabesine dayanan imlanın gösterdiği aksaklıklar, sonraki düzeltmelerle de giderilememiş, önceden okur-yazar olanların okuma-yazma bilmez hale gelmeleri gibi bir sonuçla karşılaştırılmıştır.

21 Aralık 1991’de Alma-Ata toplantısı ile Sovyetler Birliği resmen ortadan kalkmış ve buna bağlı olarak beş Türk Cumhuriyeti (Azerbaycan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Türkmenistan) bağımsız birer devlet olarak ortaya çıkmışlardır. Bağımsızlığa kavuşan bu ülkelerde alfabe ve yazı dili tartışmaları başlamış ve1993-1994 yıllarında Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan’da Kiril alfabesi yerine Latin alfabesi resmi olarak kabul edilmiştir. Ayrıca Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Moldovya Cumhuriyetleri içinde yaşayan Türklerin bir kısmı da (Tatar, Kırım Türkleri ve Gagauz Türkleri) Latin alfabesine geçilmesi yönünde hazırlık yapmaktadırlar. Kazakistan ve Kırgızistan aydınları arasında da alfabe tartışmaları yapılmakta ancak bu iki ülkenin sosyo-kürltürel yapısı ile nüfusundan kaynaklanan bazı problemler Latin alfabesine geçmeyi şu an için yavaşlatmaktadır.

Bugün bir problem olarak karşımızda duran alfabe meselesi, mutlaka ilmi esaslar dahilinde umum Türklüğü hayrına olacak bir çözüme kavuşturulmalıdır. Özellikle ortak bir Türk alfabesi söz konusu ise, bu bütün Türk ilim adamlarının ortak katılımları sonucu hazırlanmalıdır. Bunun için vakit geçirmeden bir kongrenin toplanması ve bu konuda karar alması gerekir. Daha önce yapılan zoraki ve gayrı ilmi uygulamalardan ders alınmalıdır. 18-20 Kasım 1991 günleri Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen “Çağdaş Türk Alfabeleri Sempozyumu”nun sonuç bildirisinde Türk boyları için Latin asıllı 34 harfli alfabenin ortak Türk alfabesi olarak esasa alınması tavsiye edilmiştir. Şimdilik bu alfabenin kullanılması Türkler arasında iletişim ve kültür birliğinin sağlanması için önemlidir.

Türklerin tek bir alfabede birleşmeleri kültürel ilişkileri arttıracağı gibi büyük bir homojen birlik de oluşturacaktır. Fakat şu husus hiç bir zaman gözden uzak tutulmamalıdır. Ortak bir edebi Türk dili etrafında birleşmek esas gayedir. Bizi bu gayeye götürecek ilk vasıta da şüphesiz ortak bir alfabedir. Türk dünyasının ortak alfabe kullanması esas gayeye yönelik olursa daha faydalı olacaktır. 20. Asrın başlarına kadar ortak alfabe -Arap alfabesi- kullanan Türk dünyasında yeni yazı dilleri oluşmuş Gaspıralı’nın önderliğinde ortak edebi dile şu matuf, “dilde birlik” yolunda önemli adımlar atılmıştır. Şu anda ise alfabe üzerindeki çalışmalar yoğunlaşmış, esas gaye olan ortak edebi Türk dili konusu arka planda kalmıştır. Aslında gaye, ortak edebi Türk dilinin oluşturulması olursa, alfabe meselesi kendiliğinden çözüme kavuşacaktır. Paul B. Henze’nin haklı olarak belirttiği gibi, alfabe meselesinin son elli yılda Asya’nın iç bölgelerinde yer almış olan siyasi, sosyal ve kültürel çalışmalar ile doğrudan doğruya ilgili olması gariptir. Alfabe meselesinin ve lengüstik değişikliklerin incelenmesi bu bölgelerin gelecekteki gelişme imkanlarını biraz olsun aydınlatacaktır.

Türk dünyasının gözleri Türkiye Cumhuriyeti’ndedir. Bir ümit kaynağı haline gelen Türkiye, kardeş Türk boylarındaki gelişmelere karşı hazır ve techizatlı olmak zorundadır. Bunun için vakit geçirilmeden bu sahada araştırmalar yapacak uzmanların yetiştirilmesi gerekmektedir. Ayrıca Türkiye Türkçesinin problemleri de bir an evvel giderilmelidir. Dünyadaki ve Türk nüfusunun yaşadığı yerlerdeki gelişmelerin ışığı altında milli stratejinin ne olduğu ortaya konulmalıdır. Bilgisayar alımında gördüğümüz çok hızlı gelişmeler Latin alfabesine geçme yönünde bütün Türklere harekete geçirmelidir. İnternet, Network gibi sistemler iletişim ve haberleşme birliğini sağlayacaktır. Teknolojik yenilikler de Türklerin yazıda birliğinin gereğini işaret etmektedir.

 

Notlar Ve Kaynakça

1- Türklerin kullandığı alfabeler hakkında geniş bilgi için bakınız; Gülensoy, Tuncer, “Dünya Türklüğü’nde Yazı”, Erciyes, sayı 144, Kayseri 1990, s. 1-4

2- Gökdağ, Bilgehan Atsız, “Türklerde Alfabe ve Bugünkü Gelişmeler”, Türk Yurdu, Cilt II, Sayı. 42, Ankara 1991 s. 50

3- Hacıyev, T. İ., Azerbaycan Edebi Dili Tarihi II. Cilt, Bakü 1988

4- Lazerini Edward,”Kırım Tatarcası: Tecrid Edilmiş Bir Dilin Kaderi”, Emel, Sayı 152, Ankara 1986, s.16-17

5- Tacemen, Ahmet, Rus Egemenliğindeki Türklerin Alfabelerinin Değiştirilmesi 1769-1940; Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 1994, s.12

6- Tacemen, Ahmet, age, s. 15-16

7- Tacemen, Ahmet, age, s. 17-18

8- Tacemen, Ahmet, age, s. 36

9- Bayçura, Uzbek; “İçtimai-Tarihi Amillerin Alfabeler ve İmlalar Üzerindeki Tesiri”; Türk Kültürü Sayı 226, Ankara 1982, s.218

10- Alukay, Şamil; “Çarlık Rusya’nın ve Sovyet Rejiminin Ruslaştırma Politikası”, Kazan, Yıl VII, Sayı 120, Ankara 1977, s. 19

11- Bayçura, Uzbek, agm, s.220

12- Tacemen, Ahmet, age, s. 52

13- Mehmet Emin Resulzade, “Elifba Meselesi”; Yeni Kafkasya, Yıl 3, Sayı 11, İstanbul 1926, s.1

14- Mehmet Emin Resulzade, agm, s.2

15- Mehmet Emin Resulzade, agm, s.2

16- Mehmet Emin Resulzade, agm, s.3

17- Bozdağ, İsmet; “Bir İnsan, Dinini, Dilini, Milletini Değiştirebilir Ama Irkını Asla…!” Dış Politika, Sayı 9, İstanbul 1990, s.168-169

18- Bozdağ, İsmet, agm, s.169

19- Hacıyev, Tevfik; age, s.258

20- Bayat, Ali Haydar; Ali Bey Hüseyinzade ve Türkiye’de Yayınladığı Eserleri, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay. İstanbul 1992, s.27

21- Hacıyev Tevfik; age, s.258-259

22- Pervıy Vsesıyuznıy Tyurkologiçeskiy Otçet, Bakü 1926, s.423-424

23- Hacıyev, Tevfik; age, s.260

24- Monteil, Vincent; Sovyet Müslümanları, Pınar Yayınları İstanbul 1992, s.111

25- Devletşin, Tamurbek; Sovyet Tataristanı, Ankara 1980, s.504

26- Devletşin, Tamurbek; age, s.505

27- Tacemen, Ahmet; age, s.64

28- Devletşin, Tamurbek; age, s.507-508

29- Tacemen, Ahmet; age, s.71

30- Cagnat, Rene; Jan, Michel; İmparatorluklar Beşiği; Alan Yayıncılık, İstanbul 1992, s.153

31- Geniş bilgi için bakınız: Ilse Laude-Cirtautas, “Son Elli Yılda Edebi Özbekçe’nin Gelişmesi Üzerine”, Türk Kültürü Araştırmaları, XV/1-2 Ankara 1976 s.77-92

32- Cagnat, Rene; Jan, Michel; age, s.153-154

33- Baskakov, N.A; Voprosı Soverşenstvovaniya alfavitav tyurkskih yazıkov, Moskova 1972

34- Musaev, Kenesbay M.; Orfografii tyurkskih literaturnıh yazıkov SSSR; Moskova 1973

35- Baskakov, N.A.; age, s.7

36- Musaev, Kenesbay M.; age, s.8
________________________________

* Yazar’ın yeni yayınlanan “Türklerin Dünyası Dil-Kimlik-Siyaset” adlı kitabından alınmıştır.