Ömer Lütfi METE: “Genç Ülkücüler Türkiye’nin Geleceği”

1999 yılında rahmetli Ömer Lütfi Mete ile Ülkü Ocağı Dergisi adına evinde röportaj yapmış, kıymetli bir dava adamı ile tanışma şerefine erişmiştim.  Tanıdığım süre içerisinde hep iyi bildik . Rabbim ruhunu şad, şehid arkadaşlarını yoldaş, mekanını Peygamber efendimize komşu eylesin.

(Röportaj Ülkü Ocağı dergisinin  Mart 1999 tarihli 57. sayısının 74-76. sayfalarında yayınlanmıştır.)

Sonay Tahmaz Kaleci
***

-Sayın Ömer Lütfi Mete bize kendinizi tanıtır mısınız?

-1950 yılında Rize de doğdum. İlk ve Ortaöğrenimini Rize de tamamladım. Atatürk Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü bitirdim. Üniversite ile birlikte gazeteciliğe başladım. Çeşitli gazetelerde yöneticilik ve yazarlık yaptım. Son dönemlerde senaryo ağırlıklı çalıyor 200 bölümlük senaryo yazdım. On kadar Belge ve drama olarak sinema senaryolarım var Altı kitap basıldı. Bunlar, Balonya Tüneli, Çığlığın Ardı Çığlık (Yeni Düşünce. Roman Ödülü) Yerden Göğe Kadar. Asken Cemre, Çizme. Bir tane şiir kitabı basıldı Gülce. Halen yayınlanan Deli Yürek adlı dizinin senaryosunu ben yazıyorum. MHP Rize 1. Sıra milletvekili adayıyım.

 

-Bir yazarımız Biz bir kavgada doğduk ve bizim kavgamızın kıyameti biz yazarken koptu” diyor. Yazarken kopan bir kıyamet sizde ne gibi izler bıraktı?

– O dönemde derin hayal kırıklıkları yaşadım. Ben kavgada doğmadım ama yaşadım. Çığlığın Ardı Çığlık romanımda bu kıyameti anlatmaya çalıştım. 7 yıl ateşten gömlekle dolaştım. Ülkücü olarak bilinmek, 7 yıl içinde sürekli namlunun ucunda olmak demekti. Defalarca ölümle burun buruna gelen bir insan, aynı zamanda çok küçük yaşlarda yazmaya başlayan bir insan ise bir yandan kavganın içinde olmaya bir yandan kavganın dışındaymış gibi izlemeye mahkumdur.

12 Eylül’e geliş sürecini her saniyesini bütün dehşetiyle ama kaydetmem gereken bir tarih bilinciyle yaşadım. Olayların içindeydim ama bir gün bunları en iyi şekilde anlatıp gelecek nesillere aktaracak kişilerden biri olacağımı o zaman da biliyordum. Tabi yaşamak şartıyla. Allah önce iyileri aldı. Bizi de görgü tanığı olarak bıraktı.

 

– Bugün milletçe bizi bunaltan siyasi, ekonomik ve ahlaki sıkıntılarımız var. Bunu Türk tarihinin bize öğrettiği her büyük tükenişin, büyük sıkıntının Türk milletindeki yeni doğum sancılarının göstergesidir. Şeklinde algılayabilir miyiz?

– Gayet tabii Türk milleti çarelerin tükendiği an herkesin imkânsız sandığını gerçekleştiren bir millettir. Fatih Sultan Mehmet’in gemileri karadan yürütmesi gibi. Bir kara sevda bitti dendiği an Türk insanının tükenişe karşı isyan gücü hareket geçiyor. Bugün ürkütücü bir kokuşmuşluk çürümüşlük ve küçük düşürülmüşlük içinde bocalayan Türk milleti 1975’ler den itibaren zaten yeni bir patlamanın eşiğinde olduğunu ortaya koymuştur. Türkiye’yi 12 Eylüle getiren kanlı olaylar büyük bir uygarlık dönüşümünün hamilelik sancıları niteliğindedir. Tarihin rahmine uygar yeni büyük Türk-İslam uygarlığı nur topu gibi o olaylar sırasında düşmüştür. Neden? Çünkü on binlerce Ülkücü genç kendi milletlerine karşı besledikleri kara sevda ile ölüme düğün bayram edercesine gidebilecek durumdaydı.

Bu kadar çok sayıda böylesine coşkulu seveni olan uğrunda ölmeye hazır on binlerce gence sahip bulunan bir milletin bütün milletlerden daha büyük bir geleceği olması doğaldır.

Ben bu inancı “Bu kış komünizm geliyor ” diye ahkam kesen eski devlet adamlarının korku saldığı 1970’li yılların sonuna doğru aynı güçle inanıyordum. Türk milleti bugün dünyanın yaşayan toplumları arasında istikbali en parlak olanıdır. Öyle ya da böyle gelecekte  her şey daha güzel olacaktı.

Milli ülkü bir millete yeni ufuklar açar. Türkiye milli ülküden yoksun hedefsiz şekilde yol almaya çalışıyor.

 

-Sizce Türkiye Cumhuriyeti bu şekilde ne kadar yol alabilecek?

– Bu şekilde yol alınmaz nitekim devlet yol almıyor, millet yol alıyor. Bu şuna benziyor katarları tarafından çekilen bir lokomotif gibi. Devlet halkın önünde lokomotif olmalıyken Türk milletinin sırtında bir yük onun milli ülke yolunda ilerlemesini çok zorlaştırıyor. Devleti milli ülküsü yok ama milletin milli ülküsü var. Milli ülkü halkın yüreğinde en özlü biçimde yerini koruyor. Türk insanı Türkiye’yi dünya devi yapacak hantal devlet yapısına ve milli ülküden yoksun yöneticilerine rağmen bunu mutlaka yapacaktır. Çünkü Türk insanı bütün dünyaya sözünü geçirecek kadar güçlü olmadıkça rahat ve mutlu olmayacağını bilir.

 

-Bugün Türk-İslâm dünyasında emperyalist devletlerin sayısız oyunları sahnelenmektedir. Türkiye sürekli suni gündemlerle çalkalanmakta ve sosyal barışımız tehlikeye girmektedir. Oynanan bu oyunlara perde kapandı diyecek güçlü şahsiyetlere ihtiyacımız var. Bu ihtiyacımızın milliyetçi ve ülkücü kadroların mecliste yer almasıyla giderileceğine inanıyorum. Siz ne dersiniz?

– Milliyetçi ve ülkücü kadroların mecliste kendi oluşumları ile ve bilinçli tercihlerle yani baskıcı hareketlerin sığıntısı olarak değil kendi kendileri olarak varlıklarını ortaya koydukları zaman ki 18 Nisan inşallah bunu gerçekleştirecek. Türk toplumu siyasetin millet yolunda millet için gerçekten aşk derecesinde bir hizmet tutkusu olduğu görülecektir. Kendi kendileri olarak Türkiye’ye siyasi hayal imzalarını koyacak olan milliyetçi ülkücü kadrolar üçüncü bin yılın öncüleri olduklarını dost ve düşman herkese göstermek zorundadırlar. Aksi halde kendi siyasi organizasyonları çok kısa sürede partilerin konumuna düşer ve umut olmaktan çıkar.

 

-Cumhuriyetin ilk yıllarında milletvekilliği zor ve zahmetli çok fazla fedakârlık gerektirir şeklinde algılanırken günümüzde kişisel ihtirasların en kolay ulaşılacağı makam olarak görülmesinin sebepleri nelerdir?

– Bunun çeşitli sebepleri var. Önce politikacılar  kendi kendilerine ihanet ettiler. Özelikle Türkiye’de siyasi liderler ezici çoğunluğuyla kısa vadeli rahatlık ve çıkar için uzun vadeli kendi kendilerine ihanetin şampiyonu oldular.

Bu neydi? Siyası parti liderleri partilerini dikensiz gül bahçesi haline getirmek için milletvekili adaylarını elden geldiğince kişiliksiz kukla tiplerden oluşturmaya çalıştılar. Böylece milletvekili kavramı liderin yanında “Odun kesicinin hık deyicisi” tipleri tanımlayan bir düşük terim haline geldiler. Öyle kimseler milletvekili oldu ki liderler kendi koltuklarının sağlam kalması için öylesine basit kuklaları kadrolarına doldurdular ki bu süreçte milletvekili olmak için kuklalık yeteneği kişiliksiz olma ,yağcılık, kofluk ön plana çıkan özellik halini aldı. Milletin temsilcisi olma heyecanı bilme yarışı başladı. Tabii onurlu insanlar böyle bir yarışa girmediği için meydan cücelere kaldı.

 

– Milletvekili Adayı olarak milletin vekilinin görevi ne olmalıdır?

– Özellikle şu dönemde milletvekilinin çok ve en öncelikli görevinin ölümüne demokrasiye sahip çıkmak olduğunu düşünüyorum. Ülkenin bütünlüğü çok önemli. Ama bunu hepimiz hissediyoruz oysa demokrasinin önemini yeterince kavramış değiliz. Demokrasi nedir? Demokrasi milletin kendisini efendi yöneticileri de hizmetkar hissedebilmesidir. Ama bizde tam tersi. Yöneticiler kendilerini efendi milleti uzak hissetmektedir. Türkiye’nin en önemli meselesi bu durumu %100 tersine çevirmektedir. Dolayısıyla milletvekilinin en Önemli görevi kendisiyle  beraber bütün yönetenlerin gerçekten vekil milletin ise “asıl” olduğunu toplum hayatına fiilen hakikaten olanca etkinliğiyle yansıtabilmektir. Demokrasi vekilin vekil, asilin asil gibi davranmasıdır. Şu ana kadar biz bunun tersine demokrasi diyoruz

Türkiye’nin bundan daha önemli en hayati görev ve sorumluluğu milletin yönetme hakkını milletten alan sürece karşı çıkmak taşları yerli yerine oturtmaya çalışmaktır.

 

– Biz zamanlar MHP ve MÇP’ nin zor dönemlerinde milletvekilliğine aday bulmakta zorlanırken. Bugünlerdeki bu aday adayı bolluğunun sebebi nedir?

Her hareket doğal olarak bazı dönemlerde kendi içinde ve dışında gelişen bazı olumsuzluklar yüzünden gerileyebilir. Hatta yok olabilir sözünü ettiğiniz “bir zamanlar” MHP’nin dünya görüşü dağınık ve salaş bir biçimde diğer bütün partileri etkilemiş; MHP’nin fikirleri sadece kabuktan taklit edilerek iktidar bile olunmuştu.

Dolayısıyla “Baba ocağı” yani asıl kaynak yükselen değer olmaktan çıkmıştı. Ama Gün geldi hareketin ve fikirlerin asli temsilcileri silkindi “taklitlerinden sakının” yollu genel bir sosyal eğilim belirdi. Ayrıca milliyetçi ve ülkücülerin başka hiçbir çatı altında inanç ve fikirlerinin gereğini tam olarak yerine getirmeyecekleri kesin şekilde belgelenince “ana kaynağa” dönüş yükselen değere yöneliş anlamını kazandı.

 

-Mutlaka ki son dönemlerde Karadeniz’de bulundunuz. 1995 Genel seçimlerindeki durumumuzu ve şu anki durumumuzu anlatır mısınız? Özellikle kendi seçim bölgeniz Rize’de şansımız nedir?

– Doğu Karadeniz’de özellikle Rize’de MHP’nin oylarının Türkiye ortalaması için düşük  bir ara ifade ettiğini biliyoruz. Doğru bir tespit yapmak bakımından kaydedelim ki 12 Eylül öncesinde de MHP oyları çok yüksek değildir. Genel bir tahlil yapmak gerekirse: Doğu Karadeniz’de sol hiçbir zaman doğal bir taban bulamamıştır. Ne etnik ne sosyal ayırımcılığa dayalı bir sömürü alanı elde edemiyor. Çünkü Doğu Karadeniz’de sosyal yapı ülkenin başka yöreleri gibi derin uçurumlar içermemektedir. Bu yapı içerisinde MHP tepki oylarını toplama şansına sahip olmuyor. Ama dersiniz ki, Karadeniz de MHP oylarını nasıl arttırır. Bunu çok iyi bildiğimi sanıyorum. Ana formül şudur MHP herkesten daha merkez bir parti olduğunu milliyetçiliğin kendisine mahsus bir özellik olmadığını ihanet için olmayan her solcunun bile milliyetçi olmak gerektiğini şimdi daha kolayca anlatarak.

Asıl farkının projeleri ve kadroları olduğunun bu bakımdan Türkiye’nin en büyük potansiyeline sahip olduğunu liberal diye geçinen partilerin hayal bile edemeyeceği kadar özgürlükçü olduğunu, sosyalist geçinen partilerin akıllarının almayacağı kadar adil gelir dağılımı tutkunu olduğunu anlatabilmelidir. Bir de Rize’de “Mesut Yılmaz faktörü” oy düşüklüğünde önemli bir faktörü teşkil ediyor.

 

– Ülkü Ocağı Dergisi aracılığıyla ülküdaşlarınıza ne söylemek istersiniz?

– Özellikle genç ülkücülere bir mesajım olabilirse sevinirim. Ben genç ülkücüleri Türkiye’nin geleceğinin sembolleri olarak görüyorum. Bence, ülkücü gencin bilimden, sanattan, kültürden, çevre ve doğa varlıklarına kadar sadece bu ülkenin değil bütün insanlığın, bütün evrenin sorumluluğu taşıdığına inanıyorum. Şükürler olsun ki bugünün ülkücüsüne sokakta, meydanda iş düşmüyor. Umuyorum, genç ülkücüler de bu nimetin şükrünü, alanlarında birer dünya devi olarak öderler.

* Ülkü Ocağı Dergisi adına bu güzel sohbet için teşekkür ederim.

* Ben teşekkür ederim.

KAYNAK: ÜLKÜ OCAĞI Dergisi, Mart 1999, 57. sayı, s.74-76.