Nurullah ÇETİN: KURULUŞTAN KURTARIŞA

KURULUŞTAN KURTARIŞA:

30 AĞUSTOS 1922 ZAFERİ KUTLUDUR. ÇÜNKÜ:

Nurullah Çetin

26 Ağustos 1071’de geldik, 26 Ağustos 1922’de gitmiyoruz dedik. 26 Ağustos 1071’de Anadolu’da bir vatan, bir devlet, bir millet kuruldu. 26-30 Ağustos 1922’de aynı vatan ve millet kurtularak yeniden kuruldu. Anadolu tarihi demek, bir bakıma bu 2 önemli tarih aralığı demektir. 26 Ağustos 1071’de Anadolu’yu Rum Bizans’tan aldık, 26-30 Ağustos 1922’de yine Rum Yunan işgalinden boşalttık.

26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile Alparslan Anadolu’yu Müslüman Türk milletine açtı ve açılan bu kapıdan Anadolu’nun her tarafına yayıldık. Zamanla Anadolu’ya hâkim olan Bizans zulmünü, karanlığını yırttık, Bizans’ın karanlığı altında inleyen Anadolu Hristiyan halklarına kurtarıcı olduk, umut olduk. Onların hem küfür karanlığından hem muharref Hristiyanlığın şefleri olan papazların zulmünden, hem yerel idareci zalim tekfurlarından, hem de merkezî kralın zulmünden kurtardık. Çünkü Türk beklenendi. Zamanla birçoğu kendi rızalarıyla Türkleşti ve Müslümanlaştı.

15 Mayıs 1919 günü Anadolu’nun bağrına bir İngiliz kaması olarak saplanan Yunan işgal güçlerini 23 Ağustos 1921 tarihinde süpürme harekâtı Sakarya Meydan Muharebesiyle başladı. Bu kutlu harekât durmadı. Sonra 26-30 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz başlayıp ilerledi. Bu taarruz, 9 Eylül 1922’de İngiltere’nin içimize saldığı işgalci Yunan çapulcularının geldikleri yere yani denize iade edilmesiyle nihayet buldu.

Hikâye şöyle idi:
Sakara Savaşı’ndan sonra Mustafa Kemal Paşa, işgalcileri vatan topraklarından tamamen sürüp çıkarmak için büyük bir hazırlığa girişti. Doğu cephesindeki birliklerimiz Batıya kaydırıldı. Eksikler tamamlandı. Amaç, bir ölüm kalım mücadelesiyle Yunan ordusunu yok etmekti. Ya Yunan ordusu yok olacak ya da Türk milleti ve devleti yok olacaktı. Üçüncü bir şık yoktu. Türk milleti tam bir seferberlik durumuna girdi. Atatürk planını ani bir baskınla düşmanı yok etme stratejisi üzerine kurdu.

Yunan ordusu 195.000, Türk ordusu ise 186.900 kişi idi. Ancak Yunan ordusunun silah ve techizat üstünlüğü vardı.
26 Ağustos 1922 Cumartesi günü, sabah erken saatlerde 4.30’da topçu ateşiyle Yunan ordusuna karşı büyük bir saldırı başlatıldı. Şiddetli çarpışmalar oldu. 30 Ağustos günü Dumlupınar’da doğrudan doğruya Mustafa Kemal Paşa’nın yönettiği büyük bir meydan savaşı yapıldı. Bunun için bu savaşa ‘Başkumandan Meydan Muharebesi’ denir. 30 Ağustos günü Yunan ordusu büyük bölümüyle yok edildi. Kalanlar da İzmir’e doğru kaçmaya başladılar. Mustafa Kemal Paşa da Yunanlıların İzmir civarındaki kuvvetleriyle birleşmemesi için Türk ordularının Ege’ye doğru ilerlemesini isteyerek şu emri verdi:

“Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!…”
Bunun üzerine düşman orduları toparlanmasın diye takip ettiler. Yunan orduları kaçarken köyleri, kentleri yakıp yıkarak kaçıyorlardı. Türk orduları 1 Eylül’de Uşak’a geldiler ve orada Yunan Ordusu Başkomutanı General Trikopis’i esir aldılar. Yunan ordusu kaça kaça 1 Eylülde Kütahya ve Uşak’ı, 2 Eylülde Eskişehir’i, 3 Eylülde İnönü’yü, 4 Eylülde Salihli ve Alaşehir’i terk ettiler. 6 Eylülde Manisa’yı yakarak kaçtılar.

Türk ordusu, 9 Eylül’de İzmir’e girdi. Yunanlılar, 15 Mayıs 1919’da İzmir’de geldikleri yere yani denize iade edildiler. Kaçabilen kaçtı, kaçamayan da denizin derinliklerinde balıklara yem oldular. 18 Eylülde artık Batı Anadolu’da hiçbir Yunan askeri kalmamıştı.
9 Eylül 1922‘de İzmir’in kurtarılışı ile birlikte aslında Millî Mücadele askerî anlamda büyük ölçüde sona ermiş oldu. Büyük Taarruzla birlikte aslında Yunanistan’la birlikte onun destekçileri olan Batılı devletler de yenilmiş oldu.

*30 Ağustos 1922’de kazanılan zafer, Türk’ün öldü bitti, yok oldu denildiği anda birden dirilişinin, var oluş iradesinin gerçekleştiği bir tarihtir.
*Bu tarih, Türk’ün 200 yıldan beri hep geri çekiliş ve savunmada kalış zilletine bir son verip, artık taarruza geçme özgüveninin geldiği kutlu bir tarihtir.

*Bu tarih, Türk’ün sadece Yunan çapulcularını değil, asıl olarak Yunanı lejyoner olarak kullanan İngiltere gibi döneminin süper gücünü kaldırıp yere çaldığı bir tarihtir.

*Bu tarih, mübarek Anadolu topraklarının kıyamete kadar Müslüman Türk yurdu olarak kalacağı inat, ısrar, azim, irade ve ihtirasının tescillendiği tarihtir.
*Bu tarih, modern Haçlı ordularının eskiden olduğu gibi yine Türk’ün imanıyla geri püskürtüldüğü bir tarihtir.

*Bu tarih, sadece Türk’ün değil, aynı zamanda diğer mazlum milletlerin, sömürgeleştirilmiş milletlerin de bağımsızlık meşalesinin yakıldığı bir tarihtir.

*Bu tarih, Türkçemizi bütün incelik, zarafet ve zenginlikleriyle konuşabildiğimiz, bütün Türk-İslam kültür ve medeniyetimizi yaşayabildiğimiz, ezanımızı kısık değil gür bir sesle okuyabildiğimiz, nazlı bayrağımızın kendi semamızda hür bir şekilde dalgalanabildiği, kendi bağımsız millî Türk Devletimizi kurabildiğimiz, bize ait bir vatanın kurtulup tekrar kurulduğu bir tarihtir.

*Bu tarih, imanın imkâna, iradenin tekniğe, azın çoğa, haklının haksıza, mazlumun zalime galip geldiği bir tarihtir.
*Bu tarih, Türk’ün istiklalci iradesinin sembol şahsiyeti olan Mustafa Kemal’in Başbuğ olduğu bir tarihtir.
*Bu tarih, Anadolu’nun kıyamete kadar Türk’e bozulmaz bir nikâhla nikâhlanma mührünün vurulduğu bir tarihtir.

*1918 yılı gazetelerinde, “Anadolu Tanassur mu Ediyor” yani Anadolu Hristiyanlaşıyor mu? Başlıklı yazılar görülür. Zira Anadolu’nun her tarafına Amerikan, İngiliz ve Fransız kolejleri ve kiliseler yayılmıştır. Avrupa, Anadolu’yu önce kültürel ve dinî olarak ele geçirmek, sonra askerî olarak bu işi bitirmek istiyordu. İşte 30 Ağustos, gâvurun bu projesini çöpe atan, Anadolu’yu bir kez daha Türkleştiren ve İslamlaştıran bir zaferdir.

*26 Ağustos ruhu, aynı zamanda Türk’ün barbar değil medeni oluşunun göstergesidir. Tarih boyunca Batı Türklere barbar, kendilerine medeni, uygar dediler. Ama 26 Ağustos fiilen gösterdi ki gerçek barbar Batıdır, gerçek medeni millet ise Türklerdir. Nitekim 26 Ağustos 1071 Malazgirt Savaşında Bizans imparatoru Romen Diyojen: “Alparslan’ı atımın kuyruğuna bağlayıp sürükleyeceğim ve bir kafesin içinde diyar diyar gezdireceğim.” Demiş. Ama imparator yenildi ve esir alındı ve Alparslan’ın huzuruna getirildi. Başbuğ Alparslan, barbar Romen Diyojen’e medenice saygılı ve merhametli davrandı. Sultan Alparslan Romen Diyojen’e: “Sen beni esir alsaydın ne yapardın?” diye sorunca, imparator: “Kötülük yapardım” demiş. Alparslan: “Peki, benim sana ne yapacağımı zannediyorsun?” dediğinde imparator üç seçenek söylemiş: “Beni ya öldürürsün, ya İslam ülkelerinde teşhir edersin, yahut da, uzak bir ihtimal olmakla beraber, affeder, fidye ve vergi alır, beni kendine naib edersin.” Bunun üzerine sultan Alparslan sonuncusunu kastederek: “Ben de zaten bundan başka bir şey düşünmedim” demiş. (İbnü’l Esir, C. 10, s. 72-73).

*1919’da ülkemizi işgal eden Yunan ordularının Büyük Taarruz’daki komutanı General Trikopis ise savaş öncesinde: “Türkleri Orta Asya’ya kadar süreceğiz.” demişti. Bu medenice değil barbarca bir tavırdı. Ancak atası Romen Diyojen gibi savaşta yenildi ve esir alındı. Romen Diyojen’in Alparslan’ın huzuruna getirildiği gibi o da Atatürk’ün huzuruna getirildi. Atatürk de atası Alparslan gibi ona barbarca değil medenice muamele etti. Hıfzı Topuz’un Trikopis’le yaptığı bir söyleşiye göre Atatürk esir Yunan generali Trikopis’e şöyle demiş:

“Üzülmeyin General. Siz vazifenizi sonuna kadar yaptınız. Askerlikte mağlûp olmak da vardır. Napolyon da vaktiyle esir olmuştu. Size karşı büyük bir hürmet hissi besliyoruz. Burada kendinizi esir addetmemenizi rica ediyorum. Misafirimizsiniz. Yakında her şey düzelecektir. Buyurun, istirahat edin.”

Türk’ün barbar değil medeni oluşunun bir başka göstergesi: Atatürk İzmir’e girince Karşıyaka’da kalacağı eve girerken yere Yunan bayrağı sererler. ”Yunan kralı bu eve girerken Türk bayrağına basarak girmişti. Siz de karşılık verin” diyenlere Atatürk bir barbar olarak değil, medenî bir Türk olarak şöyle cevap verdi: “O geçmişte hata etmiş. Bir milletin bağımsızlık simgesi olan bayrak çiğnenmez.”