Mustafa KUVANCI: Mütefekkir S. Ahmet Arvasî

TÜRK – İSLAM ÜLKÜSÜ MÜTEFEKKİRİ

SEYYİD AHMET ARVASİ

Mustafa KUVANCI

Hayatı ve Eserleri

15 Şubat 1932 tarihinde Ağrı Doğubayezit’te dünyaya geldi. Ailece Van’ın bugünkü adı Bahçesaray olan Müküs ilçesine bağlı Arvas köyündendir. Babası gümrük memurluğundan emekli Abdülhakim Efendi’dir. (Necip Fazıl’ın üstadı Abdülhakim Arvasi ile karıştırılmamalıdır.)

İlkokula Van’da başlamış, Doğubayezit’de devam etmiştir. Karaköse’de başladığı ortaokulu da Erzurum’da bitirmiş, ardından Erzurum Öğretmen Okuluna girerek 1952 yılında mezun olmuş ve aynı yıl Konya’nın Doğanbeyli nahiyesine ilkokul öğretmeni olarak göreve başlamıştır. Ardından Ağrı’nın Molla Şemdin köyüne tayin edilen Arvasi üç yıllık ilkokul öğretmenliğinin ardından askere gitmiş, askerliğini yedek subay olarak tamamladıktan sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Pedegoji bölümüne kaydolmuş ve 1958’de burayı bitirdikten sonra Van Erciş Alparslan İlköğretmen Okulu’na pedegoji öğretmeni olarak tayin olmuştur.

18 Kasım 1959’da Savaştepe ilköğretmen Okulu’na pedegoji dersleri öğretmeni olarak gelen Arvasi 4 Kasım 1965’te Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü’ne nakil olmuş 22 Ocak 1972’ye kadar Balıkesir’de görev yapmıştır.

Balıkesir’den Bursa Eğitim Enstitüsü’ne tayin olan Arvasi, 1979 yılında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nden emekli olmuştur. 1979’da MHP genel idare kuruluna üye olarak seçilmiş, 12 Eylül darbesinden sonra da tutuklanarak Mamak zindanlarında yatmış, 4. Kolordu Komutanlığı Bir Numaralı Askeri Mahkemesi’nde yargılanmış ve beraat etmiştir.

İlk kez “Sır” adlı şiir kitabını 1955 yılında yayınlayan S. Ahmet Arvasi, bu kitaptan sonra düzyazıya geçmiş ve sırasıyla İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri (1965), Kendini Arayan İnsan (1968), İnsan ve İnsan Ötesi (1970), Eğitim Sosyolojisi (1976), Türk İslam Ülküsü (1979-1980), Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz (1982), İlm-i Hal (1982), Doğu Anadolu Gerçeği (1986), Şiirlerim (1989), Size Sesleniyorum (1989), Hasbihal (1990)

Hasbihal adlı eser Burak Yayınevi tarafından konularına göre tasnif edilerek yeniden düzenlenmiş ve on iki kitap halinde yayınlanmıştır.

S. Ahmet Arvasi Üzerine Yapılan Çalışmalar

S. Ahmet Arvasi hakkında birçok yazı ve kitap yazılmıştır. Kitap alanında ilk çalışma şahsıma aittir. 1992 yılında Van 100. Yıl Üniversitesi’nde lisans tezi olarak hazırladığım çalışma 1997 yılında İstanbul’da Burak Yayınevi tarafından basılmıştır. (Seyyid Ahmet Arvasi Hayatı-Tefekkürü- Eserleri, Mustafa Kuvancı, Burak Yay. İst. 1997.) Arvasi üzerine hazırladığım ikinci kitabım “Bir Gönül Dostu Seyit Ahmet Arvasi” Ekim 2009’da Bilgeoğuz Yayınları tarafından basılmıştır.

S. Ahmet Arvasi üzerine yapılan çalışmaları şöyle sıralayabiliriz

A) Kitaplar

1. Mustafa Kuvancı, Seyyid Ahmet Arvasi Hayatı – Tefekkürü- Eserleri, Burak Yayınları, İst. 1997.

2. Hüdavendigar Onur, Asrın Yesevisi S. Ahmet Arvasi, Burak Yay. İst. 1999
3. Hakkı Öznur, S. Ahmet Arvasi, Alternatif Yay. Ank. 2002
4. Şuayip Özdemir, Seyyit Ahmet Arvasi Hayatı, Eserleri ve Eğitim Üzerine Görüşleri, Arı Sanat Yayınevi, İstanbul, 2006

5. Hüdavendigar Onur, Arvasi Hocayla Baş Başa, Biyogafi.net, İst. 2007

6. Mustafa Kuvancı, Bir Gönül Dostu Seyit Ahmet Arvasi, Bilgeoğuz, Yay. İst. 2009
7. Mehmet Ozan Semerci, Anıların Aydınlığında S. Ahmet Arvasi, Ocak 2012, İzmir

B) Yüksek Lisans Tezleri

1. Arvasi’de Din-Milliyetçilik-Eğitim-Felsefe-Kültür ve Siyaset Anlayışı, Faruk Bartan, 1993, İstanbul Üniversitesi, (176 s) Danışman: Prof. Dr. Amiran Kurtgan Bilgiseven

2. S. Ahmed Arvasi’nin Sosyolojik Görüşlerinde Dini ve Mali Unsurlar, Çetin Nar, 1996, Marmara Üniversitesi, (129 s.) Danışman: Doç. Dr. Yümni Sezen

3. Seyyid Ahmet Arvasi’nin İnsan Anlayışı, Salih Arslan, 1997, Süleyman Demirel Üniversitesi, (101 s.) Danışman: Prof. Dr. Ismail Yakıt

4. 1950’den Sonra Türkiye’de Felsefi Hareketlerden Bir Örnek Olarak Seyyid Ahmet Arvasi, Ender İskurt, 1998, Atatürk Üniversitesi, (120 s) Danışman: Doç. Dr. İbrahim Hakkı Aydın

5. Seyyid Ahmet Arvasi’de Estetik ve Sanat, Osman Mutluel, 1998, Süleyan Demirel Üniversitesi, (66 s.) Danışman: Prof. Dr. Ismail Yakıt

6. Seyyid Ahmet Arvasi’nin Eğitim ve Din Eğitimi İle İlgili Görüşleri, Cemalettin Perçemkaya, 1999, Atatürk Üniversitesi, (129 s.) Danışman: Yard. Doç. Dr. Abbas Çelik

7. Seyyid Ahmet Arvasi’nin Devlet ve Eğitim Anlayışı, Serdar Polat, 2009, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, (99 s.), Danışman: Prof. Dr. Necmeddin Tozlu

Fikir adamı S. Ahmet Arvasi:

Türk ilim ve fikir hayatına “Kendini Arayan İnsan” adlı eseriyle katılan ve dikkatleri üzerine çeken Arvasi, kısa bir sürede fikri ağırlığını kabul ettirmiş, özellikle dönemin gençliği tarafından aranılan, güvenilen ve yol gösteren bir mütefekkir olarak kabul edilmiştir.

1969’larda ilk defa açıktan ve yüksek sesle Türkiye radyolarından “Türk –İslam Sentezi” şeklinde Ahmet Er tarafından açıklanan milli ve İslami düşünce yapımızla ilgili olarak “sentez” kelimesinin kullanılmasını doğru bulmamış, bunun yerine Türk İslam Ülküsü ifadesini uygun görmüştür.

S. Ahmet Arvasi idealini şöyle açıklar: “Ben, İslam iman ve ahlakına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, büyük Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslamı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim.

İnanıyorum ki hem Türk hem Müslüman olmak hem de muasır dünyaya öncülük etmek mümkündür. Ecdadımız bütün tarihleri oyunca bunu denediler ve başarılı oldular. O halde bizler niye bu tarihi misyonumuzu yerine getirmeyelim?”

Arvasi’nin şu sözleri onun fikri yapısını açıkça ortaya koyar: “Türk-İslam kültürüne, Türk-İslam medeniyetine, Türk-İslam ülküsüne bağlı, Türklük şuur ve vakarına, İslam iman, aşk, ahlak ve aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni, İslamiyeti ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, Dünya Türklüğünün, İslam dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik yetiştirmekten başka çaremiz yoktur.”

Bu amaç doğrultusunda yıllarca çalıştığı öğretmen okullarında Anadolu’nun bağrından kopup gelen öğrencileri yetiştirmiş, onlara bu fikirleri vermiş; öğretmenlik dışında yazdığı yazılarla, verdiği konferanslarla bu ideale hizmet etmiştir.

Arvasi Hoca Seyyid’dir. Kendi el yazısıyla hazırladığı ve bir nüshasını M. Necati Özfatura’ya verdiği şeceresinde 48’inci göbekte Hz. Ali’ye dayanır. Arvasi Hocanın soyu 35. göbekte Seyyid Hacı Kasım Bağdadi’ye dayanır. Hacı Kasım Bağdadi, 15 ev akraba ve yakınlarıyla Bağdat’tan sefere çıkmış, üç yıl Musul’da konakladıktan sonra Mardin’e, oradan Diyarbakır’a gelmiştir. Uzun yıllar bu bölgede kurduğu dergahlarla gönüllere sultan olmuştur. Hacı Kasım Bağdadi Bursa’ya gelerek Orhan Gazi’yle görüşmüş, Orhan Gazi’nin de tasdikiyle bölgeye yerleşen Seyyidler, Doğu-Güneydoğu Anadolu’da İran ve Şii yayılmasına karşı bir yay oluşturarak Osmanlı’nın Doğu’da güvende olmasını sağlamıştır.

Seyyid, dolayısıyla Arap asıllı olan S. Ahmet Arvasi’nin neden Türk milliyetçisi olduğu hep merak konusu olmuştur. Bize göre bu ülküyü şekillendiren en önemli faktör, ailesinden gelen asalettir. Eski Van mebusu İbrahim Arvas, Tarihi Hakikatler (Ankara 1964) adlı eserinde bir olaydan bahseder:

Osmanlı’nın dağılma döneminde müridleriyle birlikte Suriye üzerinden Hacc’a giden Abdülhakim Arvasi’ye (N. Fazıl’ın üstadı) oranın ileri gelenleri kendisine medrese yaptırarak her türlü imkanı sağlayacaklarını taahhüt ederek Arabistan’da kalmasını istemişlerdi. “Osmanlı zaten öldü, Türk diye bir şey kalmamıştır.” denilince Abdülhakim Arvasi sinirlenip yerinden kalkmış “Dünyada iki Türk kalsa biri benim!” diyerek meclisi terk etmiştir.

S. Ahmet Arvasi kendisine bu yönde sorulan bir soruya cevaben şunu söyler: “Ben Afrika’nın ortasında doğmuş bir zenci olsaydım ve bu aklım da bende olsaydı yine Türk milliyetçisi olurdum. Çünkü ben Amentü’ye iman ettiğim gibi iman ediyorum ki, Türk milletinin de İslâm aleminin de mazlum milletlerin de kurtuluşu Türk milliyetçilerindedir, Türk – İslâm ülkücülerin-dedir.”

Arvasi Hoca Oğuz Han’ın Zülkarneyn olduğuna inanırdı ve Türk milletinden bahsederken “Oğuz’un Çocukları” derdi.”

Ömer Kaplan anlatıyor: Sohbetin bir yerinde “Hocam İslâmî-dini konularda dahi Türk milletini hep öne çıkarıyorsunuz. Sebebini anlatır mısınız demiştim.” Cevaben şunları söyledi:

“Bir kere Sahabe-i Kiram’dan sonra İslâm’a en büyük hizmeti yapan Türklerdir. Bu millet yüzyıllarca İslâm âlemini korumuş, kollamış ve bu uğurda hiç çekinmeden oluk gibi kanını akıtarak milyonlarca şehit vermiştir. Bunun yanı sıra İslâm kültür ve medeniyetinin gelişmesine de maddi manevi büyük katkıları olmuştur. Türk milleti İslâm’la bütünleşmiş ve iç içe girmiş bir millettir.

Batı’ya, Avrupa’ya gittiğinizde hangi millettensin diye sorarlar. Eğer Türk’üm dersen ikinci soruya muhatap almazsın. Çünkü bilirler ki sen Müslümansın. Türk demek, Müslüman demektir. Ama Arap’a Hıristiyan mısın, Müslüman mısın diye soruyorlar… Aradaki farkı şimdi anladın mı?.. Türkler millet olarak hep beraber İslâm’ı seçen bir millettir. İslâm’a büyük hizmetleri olmuştur ve hâlâ da olmaktadır.

Bulgar da olabilirsin, Makedon da olabilirsin; hatta Afrikalı zenci de olabilirsin. Ama ne olursan ol, eğer Müslüman’san Türk’e saygı göstermelisin. Bu milletin İslâm’a hizmetleri unutulmaz onun için de bu millet sevilir.”

Arvasi’nin şu sözlerine iyice kulak vermek gerek: : “Ben, İslam iman ve ahlakına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, büyük Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslamı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim. Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, dar bölgeciliğe ve dar kavmiyet şuuruna yer yoktur. İster azınlıktan gelsin ister çoğunluktan gelsin her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanında şanlı Peygamberimizin “Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz”, “Kavminin efendisi kavmine hizmet edendir.” ve “Vatan sevgisi imandandır.” tarzında ortaya koydukları yüce prensiplere bağlıyım.”

Arvasi Türk milliyetçiliğini de şöyle tanımlar: “Milliyetçilik, bir milletin kendini ekonomik, kültürel, sosyal, politik yönden güçlendirmesi ve başka millet ve gruplara sömürtmeme çabasıdır. Bu bakımdan milliyetçilik meşru bir hak ve şuurdur.”.

“Türk milliyetçiliği İslam iman ve şuuru içinde yücelmeyi gaye edinen ve Türk’ün mutluluğunu burada arayan bir harekettir.”

“Türk milliyetçiliği sadece bir aydın zümre hareketi değildir. Bütün nesil, dilim ve tabakaları ile Türk milletini kucaklayan bir fikir ve harekettir. Onun programı, çağdaş Türk – İslam ülküsünü, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik yönleri ile gerçekleştirmektir. Büyük ve güçlü Türk devletini gerçekleştirme iradesini daima ayakta tutmaktır.”

Arvasi Hoca’nın fikirlerinin anlaşılabilmesi için onun kitaplarının okunması gerekmektedir. Buraya alabildiğimiz onun düşüncelerinden, çizdiği yol haritalarından sadece birkaçıdır. O, bütün ömrünü Türk gençliğini bilinçlendirmeye ve yetiştirmeye vakfetmiştir. Bugün bizler de onun eserlerinin gençler tarafından okunmasını sağlayarak bilinçli bir Türk gençliği yetiştirmek zorundayız.

Öğretmen S. Ahmet Arvasi:

1952’de başlayan öğretmenlik hayatı 1979’da emekliye ayrılmasıyla resmi olarak son bulmuş, ancak Arvasi hoca fiili olarak öğretmenliğe devam etmiştir. 27 yıllık öğretmenlik hayatı boyunca sayısız öğrenci yetiştirmiş, Milli şuurla dolu nice öğretmen mezun ederek okullara göndermiştir. Arvasi Hoca’yı Yazar Beşir Ayvazoğlu şöyle anlatıyor:

“Onun talebesi olan herkes ondan etkilenmiştir. Her yeni ders, yeni ufuklar açan bir derstir. Sadece konuşmasıyla değil, çok güzel jestlerle, mimiklerle de etkilerdi. Aktör gibi anlatırdı. Acaba büyük bir aktör olabilir miydi diye sormuşumdur kendi kendime. Gözlerindeki derin ifade… Çok okuyan, düşünen, rahatsız insan gözleri, insana sonsuzluk ve derinlik hissini verirdi. Adeta hipnotize ederdi karşısındakileri.”

Emekli öğretmen, yazar Mehmet Ozan Semerci hocayla ilgili bir anısını şöyle anlatıyor: “1971 yılı kışında bir gece üç dört arkadaş, eğitim enstitüsünde okuduğumuz o günlerin sıkıntılı atmosferi içinde iyice sıkıldığımız, bunaldığımız bir günde ne yaptıysak bir türlü feraha çıkamamıştık. En nihayet ‘Haydi hocaya gidelim’ dedik. Saat gecenin 24’ü. Perdeden sızan ışıktan cesaret alarak kapısını çaldık. Tahmin ettiğim gibi hala yatmamış (fakat yatmak üzere) olduğundan bizi kapıda karşıladı. Her zamanki mütebessim çehresi ile şaka yollu bir ifadeyle: ‘Bre zalimler, saat kaç biliyor musunuz?’ deyince biz de ‘Evet hocam.’ karşılığını verdik. ‘Peki öyleyse girin içeri’ diyerek bizi kabul etti. O gece sabaha kadar son derece bereketli ve feyizli bir sohbet oldu. Moralimiz düzelmiş, ruhumuz aydınlanmış, gönlümüz ferahlamış olarak yanından ayrıldık.”

S. Ahmet Arvasi öğretmenliğinin ilk yıllarında başından geçen bir olayı anlatıyor bir yazısında: Ağrı`nın Doğubayezıt ilçesi Molla Şemdin Köyü`nde köy muhtarı kendisine “müellim bey” diye seslenir her zaman. O, muhtarın şivesidir, “muallim” sözünü telaffuz edemediği için böyle söylüyordur diye düşünür. Ancak birkaç ay sonra muhtar Hoca`ya gelir ve şöyle der: “Ahmet Bey, sen gerçekten muallimmişsin. Senden önce buraya gelenler hep “müellim” oldular ama sen “muallim”sin.” (müellim: elem veren, üzen, inciten; muallim: ilim öğreten).

O, hep muallim oldu. Sakin Öner “Türk İslam Ülküsü Mütefekkirinin Eğitimle İlgili Düşünceleri” başlıklı yazısında şunları anlatıyor: “Merhum S. Ahmet Arvasî, her şeyden önce bir eğitimciydi. Hem de, büyük bir eğitimciydi. O’nun bu yönünü, muarızları ve düşmanları bile ittifakla kabul etmişlerdi. Kader bize, meslek hayatının son yıllarında (1975-1978) üç yıl kadar birlikte çalışma fırsatı verdi. Arvasî Hoca, benim Müdür Başyardımcılığını yaptığım Atatürk Eğitim Enstitüsünde, Meslek dersleri öğretmeni olarak vazife yapıyordu. Branşında söz sahibiydi. Zaten bunu, okuttuğu Eğitim Sosyolojisi dersinin tek kitabını yazarak da, ispatlamıştı. O tarihlerde, terör ve anarşi doruk noktasındaydı.

Okullarda işgaller ve boykotlar bir türlü gündemden inmiyordu. Arvasî Hoca, buna rağmen her zaman olduğu gibi, derslerinde bir ilim adamının namus anlayışıyla, taviz vermeden ders konularını işliyor, fikirlerini savunuyordu. Doğu ve Batı’nın bütün psikolog, sosyolog ve filozoflarının fikirlerini çok iyi bildiğinden, onunla tartışma cesaretini gösterenler, sürekli kaybediyorlardı. Bu yüzden, aşırı sol militanlar, tesir altında kalmamak ve ideolojilerini zaafa uğratmamak için, sempatizanlarıyla birlikte, Hoca’nın derslerine girmemeye başladılar. Hatta, o günlerin bazı sol fraksiyon dergilerinde, Hoca’dan “Ülkücülerin ideoloğu” sıfatıyla söz ediliyor ve militanlara hedef gösteriliyordu. Fakat o, bunlardan yılmıyor ve ders dışındaki zamanlarında Türk gençlerine, Türk-İslam ülküsünü konferanslar ve seminerler halinde anlatıyordu. Evinde geçirdiği bir kaç saat içinde bile, İstanbul’dan ve yurdun çeşitli yerlerinden gelen sevenleri ile çeşitli memleket meseleleri hakkında hasbihal ediyordu. Okuma ve yazma alışkanlığı ise son nefesine kadar aralıksız devam etti. Sanıyorum, kendisine ve ailesine ayırdığı özel bir vakti yoktu. Okulda ders dışı zamanlarda, bizlerin yanına gelerek, Enstitünün genç idareci ve öğretmenlerinin sıkıntılarına ortak olur, müşküllerini çözmelerine yardım ederdi. Kısacası, o, sadece öğrencilerin değil, biz idareci ve öğretmenlerin de hocasıydı.”

Yakın dostu, akrabası, Van Belediye Başkan yardımcısı merhum M. Demiray Şaşıhüseyinoğlu Arvasi Hocayı şöyle anlatıyor: “Öğretmen okulun bitirirken, yalnız bir öğretmen değil, yetişmiş, vasıflı bir aydın olarak meslek hayatına atılmıştı. Yalnız öğrencilerine değil, arkadaşlarına ve muhitine de öğretiyordu.

Bu arada pek çoğunun takdir ve hayranlığını toplarken, aşağılık duygula-rına kapılan bazılarının husumetini de çekti. Ulaşamadıkları bu yüksek şahsiyete iftira ve çamur atmak isteyenler oldu. Zor şartlarda yüksek tahsil lüzumunu hissetti. Gazi Eğitimde okuduğu sürece bir öğrenci değil, mihrak adam, merkez adam oldu.

Rastladığım bir grup sınıf arkadaşı, aralarında konuşurken, “filan kitap şöyle diyor, yahut, filan hoca şöyle dedi” demek yerine: “Arvasî şöyle dedi, Arvasî böyle dedi” diye onun fikirlerinden bahsedi-yorlardı. Derslerde hocaları isteksiz dinleyen öğrenciler, ders dışında Ahmet Arvasî’nin etrafında kümeleniyor, onu büyük bir zevkle ve dikkatle dinliyorlardı.

O, okulda ayrı bir okul, ayrı bir kürsüydü. Diyebilirim ki o dönemin öğrencileri, okulun yanında, Arvasî’den de mezun olan üstün meziyetli bir kadro oluşturmuş-lardır.”

Anılarda Seyyid Ahmet Arvasi

Sigara Olayı, merhum İsmail Işıkman anlatıyor:

“Savaştepe İlköğretmen Okulunda okurken 1963 – 1964 yılında okul “Yeşilay Kolu”nunda başkanı olmuştum. Kol rehber öğretmenimizde S. Ahmet Arvasi Bey’di.

Yıl içinde çeşitli faaliyetlerde bulunduk. Mart 1964’deki “Yeşilay Haftası”na da çok iyi hazırlanmıştık. Esas konumuz sigara ve zararları hakkında bilgilendirme çalışması yapmak ve sonunda da öğrenci arkadaşlarımız arasında “Sigarayı bırakma kampanyası” başlatmaktı.

O zamanlar hocamız da hızlı sigara içenlerdendi. Zannediyorum “Birinci” sigarası içerdi ama konuşmacımızda Arvasi Bey’di.

Okul salonu hınca hınç doluydu. Hocamız sigaranın içerdiği zararlar hakkında çok güzel şeyler anlattı. Belliydi ki konuşmasına çok iyi hazırlanmıştı. Bu sebepledir ki sözleri arkadaşlarımızın üzerinde çok etkili oldu. Bunu onların yüz ifadelerinden gayet açık bir şekilde anlayabiliyordum.

Hocamız konuşmasının sonunda: “Bu kadar çok zararı olan bir şeyi içmemek gerekir” dedi. Sonra da arkadaşlarımızın meraklı bakışları arasında cebindeki sigara paketini çıkararak herkesin gözü önünde parçaladı ve “Bundan böyle bende içmiyorum. Sigarayı bıraktım. Eğer ben de bırakıyorum bir daha sigara içmeyeceğim diyen varsa oda getirsin paketi buraya koysun…” dedi.

Nasıl oldu anlayamadım. Birçok kişi yerinden fırladı. Sigara içip de bırakmak isteyen öğrenci arkadaşlarımız upuzun bir kuyruk oluşturdular. Sigara içenler birer birer sahneye çıktı. “Sigarayı bıraktım bir daha içmeyeceğim. Söz veriyorum.” diyerek elindeki sigara paketini parçalayıp yere attı. İyi hazırlanılmış, güzel anlatılmış ve son derece samimi örnek bir davranışla bitirilmiş bir toplantı hedefine ulaşmıştı.

Savaştepe İlköğretim Okulu’nda geçen altı yıllık öğrencilik hayatımda bundan daha etkili bir olay ve bundan daha olumlu bir öğrenci hareketi hatırlamıyorum.

_______________________________

Arvasi ve Öğrencileri

Necati Özfatura’dan

“Öğrencileri geldi. Gece geç vakit. O gün de hasta idi. Buna rağmen öğrencileri kabul etti. Konuşmalar uzun sürdü. Uzayan vakit Arvasi Bey’in hasta halini daha da ağırlaştırdı. Halinden epeyi sıkıntıya girdiğini ve gittikçe daha çok yorulduğunu ve daha da rahatsızlığının arttığını hissetmekte fakat kendisine müdahalede bulunamamaktaydım. (İncitirim, yanlış bir şey yapar, bir şey söylerim diye çekinmekte idim) fakat kendisi bu durumunu belli etmemeye ve öğrencilerinin sorularını cevaplamaya gayret ediyordu. Bir ara bana sanki kalbi duracakmış gibi geldi… Öğrenciler gidince hemen odasına götürüp yatırdık. Dinlenince biraz kendine geldi. Ben kendisine “Epeyi sıkıntıya girdiniz. Keşke öğrencilerinizden müsaade isteyip, bu ziyareti kısa kesseydiniz, bakınız sağlığınızı tehlikeye attınız ve bizleri de kaygılandırdınız” dediğimde şu cevabı verdi: “Ben öğrencilerimin isteklerini geri çeviremem. Onları kıramam. Sonra huzur-u mahşerde onlara ne derim. Onların nasıl yüzlerine bakarım.”

___________________________________

Tepki

Ahmet Karabacak anlatıyor:

1980 yılı içerisinde ve 12 Eylül darbesinden çok öncesinde bir gün Arvasi Bey’in evindeyken misafir olarak bir Albay geldi. Mıymıntı tipli bir adam… Kuleli Askeri Lisesi’nde öğretmenmiş konuşması sırasında bir ara şöyle dedi:

“Okula bir yüzbaşı geldi. Açıktan dini milli konularda konuşmalar propagandalar yapıyordu. Sonra onu görevden aldılar. Ben hiçbir şeye karışmadım sesimi de çıkarmadım. Göze batmadım okulda kaldım ama namazımı da kıldım.”

Albayın bu konuşması canımı sıktı hemen lafa karıştım. “Sen orada pısırık pısırık oturmuş hiçbir işe yaramamışsın bir de bu halinle öğünüyorsun.” diye sitem ettim.

Arvasi ayağa kalktı öfkeli ve celalli bir şekilde: “Orada ben olsaydım elimle, dilimle sonuna kadar mücadele ederdim. Sizin yaptığınız yanlış bir şey” diye Albaya sert bir tepki gösterdi.

_________________________________

ŞANLI PEYGAMBERİM

M. Ozan Semerci: Sevgili hocam Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Efendimizden bahsederken daha ziyade şu iki ifadeyi kullanırdı: “Resulullah Resulü” ve “Şanlı Peygamberim”…

Kendisinden dinlemiştim. Bir topluluk içerisinde iken “Şanlı Peygamberim” deyişine bir şahıs itiraz etmiş Peygamberimizden bu şekilde bahsetmesini doğru bulmadığını söylemiş ve ardından da “Neye dayanarak böyle sıfatlandırıyorsunuz?” diyerek sormuş.

Arvasi Hocam da: “Peygamber-i Zişan” denilmesine bir itirazın var mı? Çeşitli kaynaklarda bu ifade geçiyor?” Muhatabı bu soruyu sükût ederek karşılamış. Bunun üzerine hocam da “Zişan” Arapça’da “Şanlı” demektir. “Peygamber-i zişan’a itiraz etmeyip de “Şanlı Peygamberim” dememe niye itiraz ediyorsun. Böyle söylemek de güzel değil mi?..

Mevki – Makam hırsı yoktu

Efendi Barutçu anlatıyor:

Mart 1975’de Süleyman Demirel başkanlığında “1. Milliyetçi Cephe Hükümeti kurulmuştu. MHP de hükümet ortağı idi. Bir gün MHP genel merkezinden beni telefonla aradılar. Arvasi hocaya ulaşamadık. Kendisi ile görüş Milli Eğitim Bakanlığı’nda bürokraside üst dereceli bir yöneticilik kadrosu arzu eder mi öğrenip bize bildir, dediler. Okulda hocayı bulup kendisine Ankara’nın bu teklifini bildirdim. Hoca biraz hayret, biraz da kızgınlıkla bana dönerek:

“Kardeşim ne yapmak istiyorsunuz? Ben bu okullarda Türk gençliğine bir şeyler öğretmek çabasındayım, siz beni götürüp bir masaya bağlayacaksınız. Bunu asla kabul edemem” dedi.

Efendi Barutçu bu olayı şöyle yorumluyor:

“Hoca yine büyüklüğünü göstermişti. Tek maaşlı beş çocuklu bir aile reisi… Bursa’nın Muradiye semtinde, mütevazi bir evde oturuyordu. Mütevazı bir hayat sürüyor, çok sevdiği Türk gençlerinden, genç nesillerden kopmamak için, onlara bir şeyler verebilmek için, yüksek maaşlı, havalı, yetkili bürokratlık teklifini elinin tersi ile itiyordu.”

Göktürk Mehmet Uytun, yakın dostları olan S. Ahmet Arvasi ve Necip Fazıl Kısakürek için diyor ki: “Her iki şair, yazar ve büyük davamızın öncüleri maddi sıkıntılar içinde yaşıyorlardı, buna rağmen şikayetçi olduklarını hiç işitmedim…”

__________________________

Arvasi Hoca’ya Kürtçülük iftiraları:

Arvasi Hoca Van Alparslan İlk Öğretmen Okulu’nda görev yaparken (1958) solcu öğretmenler tarafından şikayet edilir. Bakanlık müfettişi gelir, inceleme yapar, ifadelere başvurur. Tüm ifadeler Arvasi hocanın aleyhinedir. Ancak müfettiş güngörmüş biridir ve olayı çözer. Arvasi hocayı da ifade için çağırır, onu biraz konuşturduktan sonra şöyle der: “Söyle bakalım, bu okuldan kimin gitmesini istiyorsun? Arvasi hoca bu soru karşısında şaşırır; fakat müfettiş ısrar eder. Arvasi hoca da ısrar üzerine birkaç isim verir ve müfettiş de not alır, sonra Arvasi’ye dönerek sorar:

“Bunu neden yapıyorum biliyor musun? Sonra devam eder, “Evladım, ben seni anladım. Sana iftira atıyorlar. Bunu belgeleyeceğim ve seni bu badireden kurtaracağım, ismini verdiğin kişilerin de ne olduklarını biliyorum; sen sabret, onların tayinini çıkaracağım. Bunu neden yapıyorum merak ediyorsun değil mi?”

Arvasi hocanın “Evet efendim, merak ediyorum.” sözü üzerine müfettiş devam eder: Sen temiz, vatansever, milliyetçi bir gençsin. Bunu anladım ve sana sahip çıktım. Ahmet, biz bu memlekette kaç kişiyiz? Sana bu iyiliği yapıyorum ama senden bir isteğim var. Bundan sonra sen de böyle yapacaksın. Her zaman ve her yerde milliyetçi, vatansever gençlere sahip çıkacaksın. Bu konuda bana söz vereceksin!” der, Arvasi hocadan söz alır.

Zaman sonra o öğretmenlerin tayinleri çıkar, Arvasi hocanın tayini çıkmaz. Ancak okuldaki iftiracılar boş durmazlar ve bu sefer Van’a yeni tayin olan vali kendi görüşlerinden olduğu için onu devreye sokarlar ve O dönemin Van Valisi İbrahim Sadri Öztürk, Arvasi hoca için bakanlığa bir yazı gönderir. Yazı şöyledir: “Kürtçü, bölücü faaliyetlerde bulunmaktadır. Bölgemizde kalması tehlikelidir, uzak bir yere tayin edilmesi uygun olur.”

Bu yazı üzerine S. Ahmet Arvasi Van’dan uzaklaştırılarak Savaştepe’ye tayin edilir. Bu valinin ithamı ve yazısı ömrü boyunca hocanın peşini bırakmamıştır. Bu konuda Necdet Özkaya’nın da bir anısı vardır:

Ayvaz Gökdemir Milli Eğitim Bakanlığı öğretmen okulları genel müdürü iken ben de Orta Öğretim Genel Müdür Yardımcısı idim. Ahmet Arvasi Hoca’ma telefon edip İstanbul’a tayinini ister misin diye sordum. O da kabul etti. Bunun üzerine Ayvaz Gökdemir’e Ahmet Arvasi Bey’i Bursa’dan alıp İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’ne tayin edelim. Orada kendisinden daha çok yararlanırız, dedim. Ayvaz Bey’de kabul etti. Bir müddet sonra hâlâ bu tayinin yapılmadığını öğrenince Ayvaz Gökdemir’e sebebini sordum. O da ‘Yapacaktım ama özlük dosyasına girmiş ‘Kürtçüdür’ diye bir valilik yazısı var. Bu yüzden tereddüde düştüm. Hani kaş yapayım derken göz çıkarmayalım.” diye cevap verdi. Ben de bu sözlere şiddetle karşı çıktım dedim ki:

Bu sözler tamamen yalandan ve iftiradır. Seyyid Ahmet Arvasi benim hem Van Ernis İlköğretmen Okulu’ndan hocamdır. Hem de sonraki yıllarda meslektaşım ve yakın arkadaşımdır. Ben onu çok iyi tanırım. Bu sözler tamamen yalandır ve iftiradır. Ben her şeyine kefilim. Bana niye inanmıyorsun?”

Bu esnada yanımızda Ayvaz Gökdemir’in müdür yardımcılarından Hüseyin Sarı Bey’de vardı O da Necati Eğitim’de Ahmet Arvasi ile beraber çalıştık. Onu iyi tanırım. Yok öyle bir şey, Necdet Hocam doğru söylüyor.” deyince Ayvaz Bey’de “Peki yapalım öyleyse!” dedi. Ahmet Arvasi’nin Bursa’dan İstanbul’a tayini de böyle oldu. Ben de Arvasi Bey hakkındaki “Kürtçüdür” iftirasını ve bunun resmi kaynağını bu vesile ile öğrenmiş oldum. Ama bundan Arvasi Bey’e bahsetmedim. O durumu zaten biliyordu.

______________________________

Abdülkadir Sezgin anlatıyor:

Üstad Necip Fazıl Kısakürek’i ziyarete gitmiştim. Arvasi Bey de orada idi. O günlerde Ahmet Arvasi MHP ve Türkeş’i, desteklemekte; Necip Fazıl da MSP ve Erbakan’ı desteklemekteydi. Bir ara Necip Fazıl Arvasi’ye sordu: “Ahmet mensup olduğunuz soyunuzu dikkate aldığınızda, şimdi bulunduğunuz o yeri (MHP ve Türkeş’i desteklemeyi) beğeniyor musunuz? Kendinizi oraya yakıştırıyor musunuz?

Arvasi Hoca bu soruya şöyle cevap verdi: “Efendim öz be öz bir Türk olan Kısakürek ailesine mensup olduğunuzu ve her zaman Türk olmakla iftihar ettiğinizi dikkate aldığınızda, siz bulunduğunuz yeri (MSP ve Erbakan’ı desteklemeyi) beğeniyor musunuz? Türk’ten bahsetmeyen bu kimselerin arasında olmayı asaletinize yakıştırabiliyor musunuz?”

Üstad bu soruyu tebessümle karşıladı. Bu hatırayı nakledişimin bir sebebi var. Necip Fazıl başlangıçta Prof. Necmetin Erbakan’ı ve MSP’yi destekliyordu. Sonradan Türkeş’i ve MHP’yi desteklemeye başladı. Diyeceğim o ki üstadın Erbakan’dan Türkeş’e dönmesinde Ahmet Arvasi’nin önemli bir hissesi vardır.

Necip Fazıl’ın Türkeş’le buluşup her hususu açık açık konuşarak anlaşabilmelerini sağlayan da Ahmet Arvasi’dir. Hatta bu görüşmeden sonra MHP’nin bir mitinginde Necip Fazıl da konuşmuş ve “Bizde profesör derler kitap yüklü merkebe” diye başlayan bir şiirde okumuştur.

Efendi Barutçu anlatıyor:

1974 Kasımından sonra, Bursa Ülkü Ocakları Başkanlığını devraldım. İdeolojik mücadelenin alabildiğine çetinleştiği o günlerde, bir yandan aşırı solun şirretlik ve saldırılarından kendimizi korumaya çalışırken; öbür yandan da gençliğin ‘sağlam fikirlerle mücehhez’ olması için gayret ediyorduk. Bu maksatla da Bursa’da herkese açık konferanslar ve gençliğe eğitim seminerleri düzenliyorduk.

Fikri konularda en büyük destekçimiz ve yol gösteren büyüklerimizin başında rahmetli S. Ahmet Arvasi hocamız geliyordu.

Daha önceleri hep bizler onu ziyarete giderken, artık Arvasi Hoca’da hafta sonları Ülkü Ocakları’na geliyor, tespit ettiğimiz 25-30 kişilik özel eğitim grubuna seminerler vererek, fikri meselelerde ehliyetli bir çekirdek kadro yetiştirmeye çalışıyordu. Hatta iyi hatırlıyorum 1975 senesinin Nisan – Mayıs aylarında, Bursa’nın İznik ve Yenişehir ilçelerinde Ülkü Ocakları şubelerinin açılış törenlerine bizzat katılarak konferanslar vermişti.

Halbuki biz hocaya olan derin hürmetimizden dolayı daha önceleri Ocağı ve açılışlara davet etmeye biraz da sakınırdık. Sonradan bu olağanüstü gayretlerine de şahit olunca “Hocam keşke bu çalışmalara daha önceleri başlasaydık” dediğimizde; “Kardeşim davet etinizde gelmedim mi? Bana ne zaman ihtiyaç duyulursa ben hazırım!” diyerek bizi bir kere daha mahcup etmişti.