Kenan EROĞLU: ZİYA GÖKALP’IN HASTALIĞI VE ÖLÜMÜ 

ZİYA GÖKALP’IN HASTALIĞI VE ÖLÜMÜ 

Kenan Eroğlu

Büyük düşünürümüz Ziya Gökalp konusuna devam ediyorum.

Bu günkü yazımızda Ziya Gökalp’ın son demlerini küçük kardeşi Nihat Gökalp’ın tuttuğu notlarına istinaden yine Nihad Gökalp’ın notlarından olduğu gibi aktarıyorum.

             BÜYÜK MÜRŞİD ZİYA GÖKALP’IN HASTALIĞI VE ÖLÜMÜ

Nihad GÖKALP

“Ziya Gökalp merhum Fransız Hastahanesi’nde (Pangaltı’da) Kat 2 ve Numro 38 inci odada taht-i tedavide idi. (Telefon: Beyoğlu 138 dir).”
“Ziya Gökalp’ın son saatleri: Cumaertesi 24 da gece saat 22/25 birinci teşrin sene 1340 gece saat 22 raddelerinde nabızları düşmeğe ve hafif ihtizâr alàimi görünmeğe başladı. Sabaha doğru saat 2.30 da (yani ikibuçukta) bu hal tedricen tezayüde başladı. Fecirden evvel saat 4,49 da tamamiyle teslim-i ruh eyledi. Teslim-i ruh etdikten sonra bile siması nurlu idi ve teravetini muhafaza ediyordu.
İhtizar halinde tabiî bir uykuda hız’ı nefes alır gibi bir halde idi. Bu kaydi saat 5,40 da yazdım. (Nihâd Gökalp.)
Bu gece yanımızda hastabakıcı olarak Madam Roze (ihtiyat zàbitlerimizden şehid Enver Beğ’in zevcesidir) ve soeur (hemşire)’erden Madmazel Maril Vis bulunuyordu. Mu muhterem hanımlar da büyük bir itina ve te’essürde hidmet etmekte idiler. (Nihad Gökalp)
Ziya Gökalp’ın son dakikalarında gayet şedid yağmur yağıyordu. Bu yağmurun şiddeti yarım saat kadar devam etti. Yağmurun durmasıyla beraber, merhumun teneffüsü de nihayet buldu. “

“ Yukarıda adı geçen Madam Roze’nin yetim çocukları şunlardır: Zeki Enver Beğ, Şahab Enver Beğler’dir. Büyüğü 11 ve küçüğü 9 yaşlarında idi. İkamet mahalleri İstanbul idi. Her ikisi Kuleli Askeri Lisesi İlkokul sınıflarında (şehid zâbit yavrusu olmaları münasebetiyle) idiler.”
Ziya Gökalp’ın kardeşi Nihad Gökalp

Topçu Kaymakamı

“24/25 ve 23 Birinciteşrin 1340 Cumartesi ve Pazar günlerine ait notlarımdır. Nihad Gökalp

Hâşiye: Merhum Ağabeğim’in sıhhatinin fenalaşmasından bir gün evvel yanı 23 Birinciteşrin 1340 günü (Cuma), dimâğında su yığılmıştır, bunu alırsak belki merhumun sıhhati üzerinde iyi bir netice alınır diye Hastahanenin ve bizim yüksek profesör doktorlarımız müttefikan söylediler. Ailemizin Reisi olduğum için bu ameliyatın icrasına muvafakatimiz olduğuna dâir, Yengem Vecihe Hanım’ın da muvafakatini alarak, muvafakatimize dair bir sened yazup imza ederek Hastahane hey’etine verdim.

Bunun üzerine, uzun ve içi boru olan bir mili merhumun amudifikarisinden bir noktaya soktular. Bir büyük tasa bir kilogram veya daha az veya daha çok mikdarda, bulanık bir su aktı. Bu, dimâğdan geliyormuş. Fakat bu ameliyatın faidesi olmadı.

Merhumun

son günlerinde gıdasını ağzından veremiyorlardı. Mezkûr nev’ine benzer bir mili, merhumun mi’desinin içine kadar ucu geçinceye kadar mili sokuyorlardı. Ve bu milin içindeki borudan mâyi halinde bir gıdayı merhumun midesine akıtıyorlardı.

Ankara’dan Hükûmet, Büyük Millet Meclisi, Reisicumhur ve arkadaşları namına birer hey’et cenaze ihtifalinde bulunacağı ve nereye defni için de Meclis’in veya Hükûmetin kararı verilip İstanbul’a iş’arına aid icab eden zaman bırakılmak için, defin keyfiyyeti 26 Birinciteşrin 1340 günü gelen mezkûr heyetlerle beraber bütün İstanbul’un resmi ve gayriresmî bütün teşkilâtı ile halkın pek mühim bir kısmı cenaze ihtifaline en derin bir teessür ve büyük ihtiramat ile “karar vechile” Sultanmahmud Türbesi’nin tramvay istasyonuna bakan kapısının tam karşısındaki divarın önüne defnedildi.”

“”Bunun için cenaze, Hastahanede ölüm raporu imzalandıktan sonra alt kattaki ölü odasına ihtiramla alındı ve orada sabaha kadar lambalar yakıldı. Türk Ocağı’nın müracaatı üzerine, muvafakatimizle, merhumun simasının kalıbı alçıya alındı. Büstü veya heykeli yapıldığında, bundan istifade edecekler imiş. Bidayette merhum, Türbedeki abdesthaneye yakın bir mahalle defnedildi. Sonra Şehremâneti’ne ve Evkaf’a müracaatım üzerine birkaç gün sonra yukarıda yazılı mahalle naklettirdim

Nihad Gökalp””

Not-1: Bu yazı;  “”Doğumunun 80. Yıldönümü Dolayısıyla ZİYA GÖKALP ve açılan Ziya Gökalp Müzesi” kitabındaki Nihad Gökalp yazısı, Işıl Matbaası İstanbul 1956, sayfa: 118-119-120”” den alınmıştır.

Not-2: Yukarıya aldığım Nihad Gökalp’a ait yazının diline dokunulmamış olduğu gibi yayınlanmıştır.