Kâmil YEŞİL: Modernleş-tir-menin Dini

Modernleş-tir-menin dini:
Allah’a hayır Tanrı’ya evet

Kâmil YEŞİL

4 Eylül 2022’de Rabbimize vasıl olan Ömer Tuğrul İnançer Efendi’ye rahmet vesilesi olması duasıyla…

Kelime-i tevhidin iki rüknü var. Biri Allah’ın (cc) varlığı ve birliğine, diğeri Hz. Muhammed aleyhisselamın Allah’ın kulu ve resulü olduğuna inanmak ve bunu ilan etmek. Cihanşümul bir âlem, bir şiar olarak kelimemi tevhit, kelime-i şehadet bütün dillerde aynıdır ve kişi Müslüman/mümin olduğunu bu cümleler ile ifade ve ilan eder. Ezan da bu hükümdedir. Ezan da bütün dillerde asli hâliyle okunur. Sadece bizim memleketimizde bu âlem, bu şiara müdahale edilmiştir. Kelime-i tevhide müdahale öncelikle lafız ölçeğinde olmuştur. Lafza olan bu müdahalenin anlama da sirayet edeceği hesaplanmıştır. İlk hedef, lafız olarak Allah’tır. Her gün beş vakit okunması hasebiyle insanların, en azından yeni neslin zihinlerinden Allah lafzının silinmesi hedeflenmiştir. Teklif edilen kavram ise Tanrı’dır.

Bilindiği gibi çocuk doğduğunda isim konmadan önce sağ kulağa ezan, sol kulağa kamet okunur. Adabıysa şöyledir: İsmi verecek kişi çocuğu kucağına alır, kıbleye döner, besmele çeker ve ağzını çocuğun kulağına yaklaştırır ve hafifçe ezan okur. Aynı usulle sol kulağa kamet getirilir. Böylece çocuk maddi ses olarak Allah’la tanışmış olur. İmandan sonra Müslümanlığın en önemli ibadeti olan namaz kendisine hatırlatılır.

Anlatılarda var mı bilmiyorum, ezanı Türkçe okutanlar acaba çocukların kulağına okunan ezan ve kamete de müdahale ettiler mi? En azından kendi çocuklarının kulağına Tanrı diye mi okuttular ezanı? Belki de hiç okutmamışlardır. Araştırılmaya değer doğrusu.

İlah kelimesinin karşılığı olarak Allah elbette Tanrı’dır. Türklerin İslâm’ı din olarak seçme süreçlerinde sureler ve dini ifadeler bu kelimeyle söylenmiş ve yazılmıştır. İbn Arabi başta olmak üzere, Cemâleddin el- Gaznevi “Allah ismi Arapçadır; Acemler Huda, Türkler Tanrı derler.” diyerek bu hususu ilmi eserlerde zikretmiştir. Hacı Bektâş Velî, Ahmed Yesevi, Yunus Emre, Süleyman Çelebi ve Hamdi Yazır kitaplarında Mızraklı İlmihal, Hz. Ali Cenkleri gibi halk (iyat) eserlerinde Allah lafzı, Tanrı lafzıyla yan yana geçer bundan dolayı. Fakat ağırlık Allah lafzındadır. Mevlid’deki kullanımından anlıyoruz ki Tanrı lafzı halka kadar inen ve yaygınlık kazanan bir kelime olmuştur. Yazılı metinlerde bu hâliyle geçse de ben halkın günlük konuşmalarında Tanrı’yı tercih etmediklerini, özel olarak Allah dediklerini düşünüyorum ve bunu iddia ediyorum. Mevlid başta olmak üzere başka dini metinlerde, şiirlerde, kitabelerde geçen Tanrı lafzına bakarak sözüme itiraz edeceklere bazı cevaplarım var:

-Yazılı metinlerde geçen Tanrı kelimesi; dile müdahale olsun, dini kavramlar halkın günlük diline yerleşmesin, halk “Allah” kelimesinin anlamını bilmiyor, onun yerine Türkçe “Tanrı” kelimesini kullanıyor, denilerek inadına ve ısrarla seçilmiş değildir.

-Metinlerde Tanrı kelimesinin tercihi bazen zorunluluktan kaynaklanmaktadır. Bu zorunluluk, bağlamdan, diğer kelimelerle irtibattan, kelimenin kulakta bıraktığı tınıdan, sesten, ahenkten, ritim, kafiye ve redif zorunluluğundan kaynaklanmaktadır.

-İslâmlaşma süreci devam ettiği için halkın bir kısmı yeri geldiğinde Tanrı’yı da telaffuz etmektedir. Bu da eserlerin muhatabını dikkate alması ile ilgili bir husustur.

Dolayısıyla bu hususlar anlaşılmadıkça günümüzde birtakım insanların Tanrı kelimesinin ilim ve edebî/felsefî metinlerde niçin kullanılabilir dediklerini, ancak günlük hayatlarında kendilerinin niçin bu kavramı kullanmadıklarını, kullananları eleştirdiklerini anlayamayız. Bir çelişkidir çünkü bu (görünüşte). Bize göre de bazı dini metinlerde, felsefe yazılarında Tanrı kelimesi kullanılabilir. Felsefeciler bu konuda daha “tutucu.” Çünkü felsefeciler felsefi metinde “Allah” denilirse bunun ilmi, objektif bir tanımlama olmayacağını, Allah kavramının “taraf” belirttiğini söylüyorlar. Dediklerine göre “Allah”; niceliği, nitelikleri, fiilleri bilinen (kendisinin bildirdiği) bir bilgiye dayanıyor. (Elhak öyledir ve böyle bilir, böyle inanırız.) Oysa “felsefenin “Tanrı”sı, İslâm’ın kelime-i tevhitteki “Allah”ı değildir. Felsefecilerin argümanında doğru olan bu kullanımdan hareketle diyoruz ki felsefedeki Tanrı, Islâm’ın tebliğ ettiği, esmayıhüsnâ İle tanıttığı Allah olmadığı için biz bu tür felsefi metinlerdeki Tanrı’yı zaten Allah lafzı ile karşılamamalıyız. Aynı şekilde Hristiyanların Tanrı dedikleri Varlık, Allah ile karşılanamayacağı için (Teslis inancı şirktir çünkü) bizim felsefî eserlerde Tanrı kullanımına itirazımız söz konusu değildir.

İşte burada bir ara başlık açmalıyız. Ezanı Türkçeleştirenler bu ayrımı bilmedikleri için mi Allah yerine Tanrıyı teklif edip dayattılar sizce? Benim hissiyatıma göre “Hayır!” Onların Tanrı inancı, varsa, İslâm’ın Allah inancı değildi. Onlar tam da ilerlemenin, terakkinin, medeniyetin, bilimin ve aklın bulduğu, kabul ettiği Tanrı’ya inanıyorlardı ve milletimize teklif ettikleri Tanrı inancı bu idi. Batı, böyle bir Tanrı’ya inandığı için ilerlemiş, İslâm dünyası da bu Tanrı’ya inanmadığı için geri kalmıştı. Ezanı Türkçeleştirenlerin hepsini aynı torbaya koymuyorum. Bazı istisnalar olabilir. Ancak Türkçeleştirilen ezanı, dönemin bilim ve akla yükledikleri anlam ve değere, eğitim sistemine, bilim olarak öğretilen hususlara, günlük hayata, dönemin dini eserlere yerleştirdikleri yorumlara bakmazsak bu inceliği anlayamayız.

Felsefenin ve o günkü bilim kitaplarının Tanrı’sı; “büyük”, varlığını tahmin ettiğimiz fakat niteliklerini, isimlerini bilmediğimiz, “üst akıl”, “üstün, büyük güç”tür. Oysa Süleyman Çelebi başta olmak üzere yukarıda ismi geçen eserlerdeki Tanrı, böyle bir Tanrı değildir. O eserlerde geçen Tanrı’yı anlamak için metnin bağlamına (kontekst) bakmak gerekir. O eserlerde Tanrı, Allah anlamında kullanılmıştır. Bu hususta en son örnek Sezai Karakoç’un eserleridir. Dolayısıyla “Tanrı Uludur!” diye ezan okutanlar, Allah’tan uzak bir inanç, iman ve tutum telkin ediyorlardı. Sürdükleri hayat, teklif ettikleri rejim böyle bir inanç istiyordu. Bundan dolayı halkımız, yani işin aslını bilenler, 40’ların Tanrı’sına karşı çıktılar, ona inanmadılar, o literatürü reddettiler. Ezanı Türkçeleştirenler ise Tanrı diyerek Allah’tan kaçtılar ve Müslüman halkı da Allah’tan uzaklaştırmak istediler. Tam burada Yunusça söylemenin, Yunus’u hatırlamanın zamanıdır.

Gelin Allah diyelim

Kalpten pası silelim

Âlemler seyredelim

Allah Allah dedikçe.

Zikr-i Hakk’a başlandı
İsm-i Celâl hızlandı
Arş-ı âlâ sallandı
Allah Allah dedikçe.

Niçin Allah diyoruz da Tanrı demiyoruz. Bunu anlamak için – bu şiirdeki Allah kelimeleri yerine Tanrı kelimesini koyunuz, ne demek istediğimi anlarsınız. Yazının başlığında dedik ki Ezanı Türkçeleştirenler, Allah’a hayır, Tanrı’ya evet dediler, dedirtmek istediler. Milletimiz de onlarla hiç itikadî tartışmaya girmeden Allah’ı terk etmedi, esmayıhüsnâsı ile bilip inandıkları Allah’a evet dedi; dayatılan, niteliklerini bilmedikleri Tanrı’ya hayır dedi. Bizim de bu anlamda tavrımız budur: Tanrı’ya hayır, Allah’a evet.

KAYNAK: Muhit Dergisi, Ekim 2022, s.42-43