Recep Şükrü APUHAN: Hırsız

HIRSIZ


Recep Şükrü APUHAN

Hırsız kapıdan girer, camdan girer, bacadan girer. Yükte hafif, pahada ağır ne bulursa yüklenip sıvışır.

Kendinden çalan vardır, başkasından çalan vardır, çoluğundan çocuğundan çalan vardır. Neticede hırsızlar çalar. Adamın canına ot tıkarlar. Yıllarca çalışıp çabalayıp bir kenara koyduğun ümidini çuvallayıp İzbelerde “pazar” ederler.

Aç’ı vardır, düşkünü vardır, kleptomani vardır İçlerinde. Ama hepsi çalarlar.

Tembel mektepli, sıra arkadaşının dirseğinden uzanır. Bakışları İle bir metro oturtur İki İmtihan kağıdı arasına. İşte, danışıklı dövüş hırsızlık sadece budur herhalde. “Baksana len baksana, hoca başını çevirdi.” Metroyu çalıştırır öbürü. Başlar başkasının bilgisinden açık açık çalmaya. Birşeyler yazmaya başlar kırık dökük. Kimisi bu hırsızlığın ehildir. Bilgi hırsızlığında şöhret bulur. Çaldıkça çalar ya, sonunda hayatından da bir-iki seneyi çaldırır. Zamâne çekirgesi gerçi; beş, sekiz zıplar ama sonunda yakayı yine ele verir.

Ticaret erbabı kılığında hırsızlar vardır. Mesela bakkalda tesadüf edersiniz kimi zaman. Terazinin kefesi kendilerine ayarlıdır. Bir kilo birşey istersiniz, o yedi yüz elli gram tartar. Bazısı cüretlidir, işaret parmağı ile senin kefeye tak tak vurur, çabuk otursun diye. Ya da çarşıdan, pazardan birşey aldın. Üstünde yazar. “Takriben 10 kilo” Birisi bir dürttü mü “Şunu bir tartalım” diye, bir de ne görürsün? Üç kilo eksik!

E, teraziye mi inanacaksın, satıcıya mı?

Hırsızın en paspayesi de çoluğu-nu • çocuğunu çalar senden. İlim-irfan sahibi olsun diye gönderdiğin okulda bohem olur, snob olur, terörist olur, İdeolog olur, slogan yazarı ve mucidi olur, vatan haini olur. Yabancı ellere, yabancı dillere sevdalanır. Ne ana-baba tanır ne ecdad ne bayrak. Bu benim çocuğum mu? Ne İyi çocuktu benim çocuğum. Çalmışlar onu benden; hırsızlar, onu benden çalmışsınız! Artık benim çocuğum değil o, sizin maşanız, sizin robotunuz…

Üç beş hırsız çetesi bir olup, bir de birleşik cephe falan kurmaya muvaffak olurlarsa, vatanı çalmaya kalkarlar. Kimi uyanık çıkar, vermeyiz diye, gece yansı kalkıp salonda pervasız gezen hırsızın koluna yapışır. Ya kurşunu yer kalbine, ya kabzayı geçirirler başına.

Böyle hırsızın “uluslarası” koruyucu-lan vardır. Şebeke reisinin arkası kuvvetlidir. Alimallah yakalandığında kolunu biraz fazla sıkarsan başına gelmedik İş kalmaz. Hele “şu berduş yeri öpûversin bakayım, anlasın vatanın sahipsiz olmadığım” deyip, herifi ensesinden sürürsen zaten yanmışsın ki tasvire bende kelime yok. Siz bilirsiniz…

Kimi, böylesi hırsızların varlığına İnanmaz. Sizde hırsız fobisi var, derler. İftira ediyorsunuz derler. Kimi de “koca vatanı nasıl çalarlarmış, komşu bahçeden erik mi çalıyorlar? ” diye ahmak ahmak söylenir. Sözüm-ona sizinle “kafa bulur”. Aha maskesi, aha silahı, aha torbası, üstelik bunlar profesyonel hırsız, erketecileri, yataklık ediciler! kelli felli adamlar, dedin mi hepten kötü olursun.

Hah, derler: Memleketin sosyal İçerikli düşünsel evlatlarına hırsız mırsız dediğiniz yetmiyormuş gibi, aydın takımına da erketeci diyorsunuz!

Hırsızın ayyaşı sofrasından çalar. Ispanak parasından kesip zıkkımlanır. Bir sürü çocuğun İstikbalini kadehlere doldurup mideye boşaltır. Çöker gider bir gün mutlu bir aile. Cemiyetden bir direk, vatan evlatlarından bir-iki çocuk çalmış olur. O da hematoloji servislerinden birinde tıp öğrencilerine “karaciğer deneyleri, deney tahtası” olur.

Taş çalan, kum çalan hırsızlar ayrı bir sınıftır. Göbekli, gerdanlı – ne isteriz şu göbekli adamlardan bilmem – adamlardır bunlar. Hırsızlığı Sanat tutmuşlardır. Ev yaparlar, han yaparlar, bloklar, apartmanlar dikerler, siteler, devlet binaları, kültür sarayları, fabrikalar, sanayii siteleri yaparlar. Kumdan, çimentodan, fayans-dan, demirden çalıp dünyalık edinirler.

Kimi hırsız sevdalıdır, kuyumcu soyup evlenmeye kalkar. Birisi “sevdiği kadına” yazlık ev alır. E, gönül bu adama kuyumcu bile soydurur(!)

Bazı hırsızın canına açlık tak eder. Kötü şey açlık. Hiç aç kaldınız mı? Aç it, fırını delermiş. Zamanenin iti de başka, gider, üç-beş fabrikanın duvarım deler, bekçisini öldürür, soyup soğana çevirir. Bir öğün yemeğe bir fabrika. Anca kurtarır.

Bakın, mükafat verilen hırsızlık da, vardır. Bazı yazarlar “yapıt” çalarlar. Gider başkasının “yapıtım” rötuşlayıp, traşlayıp, abartıp, kabartıp, basar imzasını altına. Piyasaya sürer. Böylesi çok şanslıdır. Üç-dört mükafat alır. Böyle, mükâfatlandırılan tek hırsızlık budur herhalde.

Zaman hırsızları vardır. Saatlerce başınızda lak lak ederler. İncir çekirdeğini doldurmaz anlattıkları. Üç-beş saatinizin laklakla güme gittiğini görürsünüz. Vaktin nakit olduğu düşünülürse epey nakit eder çaldıkları.

Akıllı hırsızlar, şirket kurarlar. Kredi ticareti yaparlar. Bunların hırsızlıkları biraz acalptlr. öyle maskeli torbalı delildirler. Paranızı siz kendiniz teslim edersiniz. O da çalar. Sizin paranızı İsviçre’de -bu İsviçre’yi de iyi ki öğrendik yani- bloke ederler. Bunların sizden para çalması çok kolaydır. Avantajlı durumdadırlar. Çünkü daha evvel başka hırsızlar mutlaka sizin aklınızı çalmıştır.

Hırsızın ehl-i keyfi felekten bir-iki gün çalar. Ya koca hasadı bir bulvar İzbesinde eritir, ya da memur maaşını götürür dansöz göbeğine fırlatır.

Hırsızlığın en normali (!) demokratik sistemlerde (!) kendini gösterir. Sandıktan oy çalınır. Bu kolaylarına gelmezse sandığı olduğu gibi çalarlar. Seçimle, çalma, atbaşı gider. Meydanlarda davul, zurna pikap, teyp çalınır, ağızlara birer parmak bal çalınır, kulaklara tatlı vaadler çalınır. Hatta milletvekili kabine, bakanlık bile çalındığı olur.

Kışın en fazla yapılan hırsızlık odun-kömür hırsızlığıdır. Oduncu başlatır bunu. Bir ton odun almak İçin blr-buçuk ton sipariş gerekir. Çok oynaktır o kantar, işini bilir, ona göre tartar. Kışın sonuna doğru apartman bodrumlarında devam eder hırsızlık: “Boş ver canım sonra söyleriz. alt yanı üç tane odun!”

Cümle hırsızları paragraf paragraf anlatmaya kalksak SEKA’ya iki ton kağıt ayırtmak gerekir. En İyisi gölgelere bakalım. Niye? Hikmetli bir söz geldi aklıma, onun İçin. “Kendisi eğri adamın, gölgesi de eğridir” Doğru dürûst, dimdik, mâmur, güzel, faydalı bir gölge gördünüz mü? Görmüşseniz haber verin. Nasıl? Sizin gölgeniz mİ? Doğrudur, sizi unutmuştuk…

Hırsızın bu kadar bol olduğu yerde, kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmaz. Bakın, bakın cebinizde bir el var! Gördünüz mü?

Peki, hırsızlık etmeden, hatta hırsızlık etmemek İçin çalan kimse yok mudur? Var. Gece bekçileri. On-iki saat düdük çalarlar. Değil mi?

***
YUNUS BUĞRA YILMAZ BELGELİĞİNDEN
YENİ DÜŞÜNCE DERGİSİ
HAFTALIK DERGİ
SAYI: 27
09 NİSAN 1982
SAHİBİ: AKKAN SUVER
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: ALİ GÜRGEN
SANAT SAHİFESİ: SEVİNÇ ÇOKUM
YAYIN YERİ: İSTANBUL