Halim KAYA: SABRİ FEHMİ ÜLGENER / Küreselleşme ve Zihniyet Dünyamız

SABRİ FEHMİ ÜLGENER

Küreselleşme ve Zihniyet Dünyamız

Halim Kaya
19.08.2022

 

Daha önce Sabri F. Ülgener’in yazdğı kitapları okumuşluğun aşinalığı ile Ahmet Güner Sayar Hocanın yazmış olduğu “Bir iktisatçının Entelektüel Portresi Sabri F. Ülgener” kitabını okumak üzere aldıktan birkaç hafta sonra kitapçıda “Sabri Fehmi Ülgener Küreselleşme ve Zihniyet Dünyamız” adlı kitabı görünce tereddütsüz kim yazmış kim basmış bakmadan aldım.

Sabri Fehmi Ülgener Küreselleşme ve Zihniyet Dünyamız” adlı kitap Dr. Murat Yılmaz’ın editörlüğünde ortak bir çabanın ürünü olarak ortaya çıkmış ve Kültür Bakanlığı tarafından 2011 yılında 3000 adet basılmıştır. Bu ikinci baskısı gözden geçirilmiş bir baskıdır. Birinci Baskısı da yine Kültür Bakanlığı tarafından 2007 yılında 2000 adet basılarak yapılmıştır. Kitabın elimizdeki baskısı 511 sayfadan ibaret olup, Ahmet Güner Sayar müstakil kitap ve yazılar yazdığı hocası Sabri Fehmi Ülgener için hazırlanan bu Anma ve Armağan kitaba dört yazı ile destek vermiş, ayrıca Prof. Dr. Erol Güngör’den de bir yazı bulunmaktadır. Prof. Dr. Ömer Lütfü Barkan’dan da bir yazıyla kitap muhteva olarak zenginleştirilmiştir. Benim dikkatimi çeken ise Uludağ Üniversitesinden Vergi Hukuku Hocam Prof. Dr. Mehmet Emin Palamut’un da kitaba bir yazıyla katkı vermiş olmasıdır. Toktamış Ateş, Şerif Mardin, Selim İleri, Tevfik Ertüzün, Şahin Alpay gibi meşhur başka önemli isimlerin de kitapta yazıları bulunmaktadır. Kitap Kültür ve Turizm Bakanının ‘Önsöz’üyle başlamış, Editörü Dr. Murat Yılmaz’ın Sunuş yazısından sonra içindekiler ve sıra ile uzmanlarının ve Sabri F. Ülgener’i tanıyıp hakkında yazı yazanların yazdıkları 35 yazı yer almakta, Kaynakçasıyla Ülgener, Ülgener’in Yazdıkları, Ülgener Hakkında Yazılanlar, Yazarlar ve nihayet Fotoğraflarla Sabri F. Ülgener bölümüyle bitmektedir.

Ahmet Güner Sayar’ın Sabri F. Ülgener hakkında daha önce başka yerlerde yazdığı uzun uzun izahatlardan okuyarak sonuç olarak çıkardığım neticeyi bu kitabın editörü Dr. Murat Yılmaz kestirmeden  “Türkiye neden geri kaldı sorusunu, Türkiye neden kapitalizme geçemedi şeklinde sorarak cevap araştırmıştır.” (S:7) cümlesiyle yazdığı “Sunuş” yazısında daha ilk cümlede ifade etmiştir.

Ahmet Güner Sayar’ın bu kitap için yazdığı “Sabri F. Ülgener (1911-1983) Türk İktisatçı ve Sosyoloğu” (S:13) adlı beş sayfalık makalesini okurken aklımdan akademik usulün yüklediği kurallardan biraz sarfınazar edince dipnot, atıf ve alıntılarla kesilmediği için daha anlaşılır ve akıcı, şeklen daha bütün bir makale ortaya çıkmış, sanki “Bir İktisatçının entelektüel Portresi Sabri F. Ülgener” kitabının kısa bir özeti olmuş farklı bir yazı olarak kimlik bulmuş meydana çıkmış. Ben, Sabri F. Ülgener hakkında okuma yapacaklara bu makale ile başlamalarını tavsiye ederim.

Kürşat Birinci tarafından Ahmet Güner Sayar’ın “Bir İktisatçının Entelektüel Portresi Sabri F.Ülgener” kitabı esas alınarak hazırlanmış “Sabri Ülgener Kronolojisi” (S:19) okuyucunun Sabri F. Ülgener hakkında kısa ve kestirmeden bilgi edinmesi kolaylığını sağlayan bu yazı Sabri F. Ülgener’in yıllara sari hayat akışını sunmakta, makale yazarının güncel bir dil kullanması yönünden okuyucunun daha anlaşılır bir Sabri F. Ülgener kronolojik bilgi edinmesine sağlıyor. Ancak bu anlaşılırlığın kitaptaki bu Kronoloji dili ile Ahmet Güner Sayar yazılarından başka yazılar içinde kullanmak pek mümkün görünmüyor.

Murat Yılmaz ile M. Kürşat Birinci tarafından Sabri F. Ülgener’in eşi Sevim Ülgener ile yapılan röportaj (S:33) Sabri F. Ülgener’i özel hayatını merak eden okuyuculara aktarılmaktadır. Bir insanı tanıtmanın yolu onu bütün yönleriyle anlatmaktır. Bu kitap Sabri F. Ülgener’in özel hayatını da sosyal, biyolojik ihtiyaçları olan bir insan olarak işleyerek devamlı bilim çalışan ulaşılamaz ve topluma anlayış ve kapasitesi olarak uzak bir bilim adamı tipinden indirgeyerek, Ahmet Güner Sayar’ın deyimiyle “Akademik ağırbaşlılıktan” (S:39) çekip çıkararak içimizden birisi yapmaktadır. Buraya kadar dipnotlardan atıflardan kaçınılmışken ilerleyen sayfalarda her yazı için sayfalarca dipnot ve atıflar yapılarak akademik ağırlık yazılarda hissedilmeye başlamıştır.

Ahmet Güner Sayar’ın yazdığı “Sabri Ülgener’in Bıraktığı Miras” (S:39) bölümünden hemen sonra Murat Yılmaz yazdığı “Sabri Fehmi Ülgener ve Muhafazakârlık” (S:47) bölümünde muhafazakârlığı “Muhafazakârlık, Fransız Devrimi sonrası ‘yeni rejime’ gösterilen tepkiler ve onunla gelişen etkileşmeler sonucu oluşan durum ve fikir” (S:47) olarak tanımlayarak “Türk muhafazakârlığı da Cumhuriyete, ondan önce başlayan ve sonra devam eden modernleşme hareketlerine karşı alınan tavır ve etkileşimler” (S:47) olarak tespit eder ve Fransa’da da Türkiye’de de bu oluşumlara gösterilen “tepki ve etkileşim” lerin muhafazakârlığı çeşitlendirdiğini ifade eder. Bu tanımdan yola çıkarak şu rahatlıkla ifade edebiliriz. Muhafazakârlık bu gün Türkiye’de yaygın yanlış kullanımıyla kazandığı mana olarak “dindarlık” demek değildir. Bir önceki devlet yönetim şeklini muhafaza etmek demektir. Ancak bu gün tamamen dindar kesimi adlandırma sırasında onları ifade etmek için muhafazakâr kelimesi kullanılıyor. Muhafazakâr kelimesinin kullanılışındaki hataya Türkiye’deki halkın inandığı din olan İslam açısından bakacak olursak “Dini muhafaza etmek” manasında kullanılmış olsa da İslam’ın kendi hükümlerinden olan “Bidat ve Hurafe” ile mücadele ve onları dinin aslından saymayıp batıl sayması da inanlarına muhafazakâr olmayı emretmediğinin bir işareti sayılabilir. İslam bidat ve hurafeden arındırılmış İslam’ın yaşanmasında “iki günü eşit olan aldanmıştır” diyerek doğruyu ve muhkemi öğrenmeye bağlı olarak tatbikat ve yaşayışta giderek artan çoğalan bir değişimi de tavsiye etmiştir. Türk insanının yanlış yönlendirilmesi, din adamlarının dini olan ile din dışı olanı (Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı, kılık kıyafetin fes, şalvar vs.nin şapka ile değiştirilmesi gibi)  sağlıklı ayırt edememeleri dolayısıyla Türkiye’de değişimin önündeki engel din olarak algılanmıştır. Değişim Osmanlıda başlamış halkın sindirerek görerek kabul ettiği değişimler yavaş olsa da (fesin kabul edilip giyilmesi de Osmanlı da son dönemlerde olmuştur)  dini bir tepkiyle karşılaşmamıştır. Hâlbuki İslam dininde bu konular hakkında kesin bir nas yoktur. Nitekim Murat Yılmaz bu hususu mevcut cari algılamalar üzerinden “… devletin modern bir devlet olmasının, Türk insanının modern bir vatandaş olmasının önündeki temel engel de dindir veya yanlış din telakkisidir.” (S:48) olarak doğru bir tespit olsa da dinin kendi doğruları üzerinden bakınca yanlış bir tespit yapmıştır. Çünkü dinin aslına dokunmadan oluşacak bir değişime karşı ortaya koyduğu her hangi bir hükmü yoktur. Nitekim tarihte yanlış bir kanaat ve yönlendirme ile halk tarafından teknolojik gelişmelere de din adına karşı çıkılmış, rasat haneler kapatılmış, icatlar gavur icadı denilerek dışlanmıştır.

Murat Yılmaz’ın editörlüğünü yapmış olduğu “Sabri Fehmi Ülgener Küreselleşme ve Zihniyet Dünyamız” adlı kitap Sabri F. Ülgener kendisinin yazdığı kitaplardan ve Ahmet Güner Sayar Hocanın yazdığı “Bir iktisatçının Entelektüel Portresi Sabri F. Ülgener” adlı kitaplardan önce okuması gereken bir kitap olmuş. Kolay anlaşılır ve hakkında yeterli ön bilgi alınabilecek bir mahiyettedir.

Murat Yılmaz yazdığı “Sabri Fehmi Ülgener ve Muhafazakârlık” bölümünün ‘Aydınlar, Aydın Sosyolojisi ve Aydın Eleştirisi’ alt başlığı altında Sabri Fehmi Ülgener’in “Kültür değişimine öncülük yapmak, değişikliği daha popüler hale getirmek, yeni bir zevkin ve üslubun öncülüğünü yapmak, halkın siyasi ve sosyal tercihlerini etkilemek.” (S:72) diyerek aydının topluma yönelik görevlerini aktarır. Sonra Türkiye’deki aydınların okuryazar-bürokrat tipi aydın olduklarını ve her şeyi kendi bilen, her şeye gücü yeten, halka uzak üsten bakan, Batı’daki asıl aydınların muharrir, romancı, gazete yazarı, gibi fikir ve edebiyat adamı (S:73) olduğu fikir üretmede devamlı çenesi ve kalemi çalışan ancak tedip ve had bildirme gibi bir görevi olmayan aydıntipi hakkında da bilgi verir.

Murat Yılmaz’ın yazdığı “Sabri F. Ülgener ve Muhafazakârlık” bölümünün sonunda verdiği “Türkiye’de bir Weber-Ülgener ekolünün oluştuğu şimdilik söylenemez” (S:81) hükme bütünüyle katılmak mümkün değildir. Ülgener başından beri zihniyetin ve bireysel (liberal-kapitalist) sermayedarın oluşmasını araştırmış ve kalkınmaya etki eden kapitalistleşmenin önündeki engelleri göstermeye çalışmıştır. Belki bir aydın ve entelektüel sınıf olarak bunu savunan ve yazan etkin bir ekol gelişmemiş olsa da Sabri F Ülgener’in kapitalistleşmeye engel gördüğü Batıni tasavvuf anlayışın da değişim başlamış, tarikatlar eskiden “bir lokma bir hırka” anlayışındayken sermaye biriktirmeyi düşünmez evliya menkıbelerinden gördüğümüz üzere gelen her türlü yardımı ihtiyaç sahiplerine toptan verir dağıtır, onları her zaman kendilerine muhtaç kılmaya çalışmazdı. Günümüzde tarikatlar ticari işletmeler (okullar, matbaalar, kitap satış yerler, hatta müritleri çalıştırdıkları zirai üreti yerleri)  kurarak ve verilen yardımları biriktirerek büyük sermayeler hükmeder hale gelmiş, müritlere de dağıtım yapılmayarak sermaye korunmuş, ancak aş evleri kurarak devamlı o gün sadece karnını doyuracağı kadar yemek dağıtarak hem miskinliğe alıştırmış hem de kapılarına bağlı hale getirmişlerdir. Son dönem devlette yaşanan gerçek değerleriyle hak edene satılarak özleştirilmediği gerekçesiyle eleştiri konusu olan özelleştirmeler sayesinde devlet güdümlü de olsa hür bir zihniyete evrilmenin işaretleri de görülmektedir.

Feridun Yılmaz, yazdığı “Sabri F. Ülgener ve Liberalizm” (S:85) adlı bölümümde analizine başlamadan önce “Ülgener’i düşünsel bir politik angajman olarak liberalizm ile ilintilendirmek yerinde değilse de, Marxizme yönelttiği eleştiriler ve zihniyet analizinin bir sonucu olarak Kemalizm’den farklılaşan yaklaşımları, onu Türk siyasal düşünce yelpazesinin liberal kanadına daha yakın bir yere oturtmaktadır.” (S:86) diyerek hem liberal kabul etmeyip hem de cümlenin devamında liberal sınıfta sayarak bir önceki makalede “Muhafazakâr” yönünü ortaya koymaya çalışan Murat Yılmaz ile çelişmekte, kitap farklı iki zıt vasfı bir kişide birleştirmeye çalışan bir duruma düşmektedir. Ve nitekim yazının devamında da Sabri F. Ülgener’in “imalar yoluyla” liberalliğini ispatlanmaya çalışmaktadır. Ahmet Güner Sayar Hoca,  Sabri F. Ülgener’in ekonomik görüşü hakkında “Ülgener’e göre Keynesgil iktisat politikası iktisadi hürriyetlere zarar vermeden kamu girişimiyle özel sektörün birlikte yol aldığı bir ekonomi anlayışıydı. Bu birlikteliği anlatan karma ekonomi kavram ve anlayışını sahiplenmişti.” (S:114) ve Feridun Yılmaz’a cevap mahiyetinde yazdığı “İktisadi Liberalizm karşısında Sabri Ülgener” başlıklı yazısında “… Ülgener’i bir iktisat siyasası olarak liberalizme, ne de ‘düşünsel bir politik argüman olarak liberalizme’ ilintilendirmek, hele onun Türk siyasal düşüncesindeki yerini ‘liberal kanadına daha yakın bir yere’ oturtmak hatalıdır.” (S:119) diyerek cevap verip Sabri F. Ülgener’in liberalliğine karşı çıkmıştır. Sabri F. Ülgener hoca ne liberal ne solcu Marksist, ne de İslamcıdır. Rasyonalist, Hürriyetçi, Keynesyen karma ekonomi modeline taraftar vatan ve milliyet perver, İslam’ın ilk yıllarının ahlak anlayışını yaşayan, üretken bir âlim. Onun içinde Murat Yılmaz’ın ifade ettiği ekolleşme problemini kısmen yaşamıştır.

Ahmet Demirhan’ın yazdığı “Hatlar, Portreler, Çehreler ve Renkler Ortasında “Püriten” ve Ülgener”  (S:129) başlıklı yazıda Sabri F. Ülgener’e eleştiriler yapmaktadır. Şerif Mardin’den aldığı “Daemon”un “çeviri”sinin yapılamayacağından yola çıkarak Sabri F. Ülgener’in bahsettiği “Püriten”inde çevirisinin yapılmayacağını, bu yüzden Sabri F. Ülgener’in “Püriten”e bazı kere “saf” ve bazı kere de “pür” manasını verdiğini, zaman zaman da Weber’i eleştirmek için “ilk”, daha doğrusu “Öz” İslam’dan bahsettiğini, kendi tezini savunmak için tarihselci bir “portre”, “Sima” çizmeye çalıştığını, bütün bunları yaparken Sabri F. Ülgener’in kendi tabiriyle “kâğıt üzerinde” kaldığını, yine Sabri F. Ülgener’in yaşadığı döneme ve notlarına bağlı “karmaşıklıklar, muğlaklıklar”dan eleştirel bir bakışla bahsetmektedir.

Feridun Yılmaz’ın yazdığı “Sabri F. Ülgener ve Liberalizm” yazısıyla Ahmet Demirhan’ın yazdığı “Hatlar, Portreler, Çehreler ve Renkler Ortasında “Püriten” ve Ülgener” yazılarını bu kitaba koyarak nasıl bir Sabri F. Ülgener hatıra kitabı hazırlandığını düşünürken Sabri F. Ülgener’in Marksizm ve komünizme getirmiş olduğu entelektüel eleştiriler aklıma geldi ve kitabın Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından basılmasına müsaade eden bakanın Ertuğrul Günay’ın olması acaba onu eleştirmenin ve yapmış olduğu yanlışlanamayan komünist ve Marksizm eleştirilerine doğrudan değil de dolaylı yoldan buradan gizli bir cevap vermek midir? diye düşündüm.

Şerif Mardin’in yazdığı “Aydınlar Konusunda Ülgener ve Bir İzah Denemesi” başlıklı yazıda “Ülgener, Ülkemizdeki aydınlar konusundaki yazılarının çoğunda, kendi aydınlarımızın tenkit işlevini bir sorumluluk çerçevesine oturtamadıklarından, ya devlet işlevine ortak ya da katı Batı taklitçisi olmalarından yakınmaktadır.” (S:175) diyerek kültür hayatımızın önemli bir özelliğini yakaladığını düşünürken aydınların devlet işlevlerine ortak ya da Batı taklitçisi olmalarının nedenlerini açıklarken “izahlarının yüzeyde kaldığı”ndan bahis açmaktadır. Ahmet Demirhan’ın yazdığı “Hatlar, Portreler, Çehreler ve Renkler Ortasında “Püriten” ve Ülgener” yazısı Şerif Mardin’in “Aydınlar Konusunda Ülgener ve Bir İzah Denemesi” başlıklı yazısının eleştirel bir bakış açısıyla yorumlanması gibi bir muhtevaya sahip. Ahmet Demirhan burada hem Şerif Mardin’e hem de Sabri F.Ülgener’e eleştiri getirmiştir. Kitabın birbirini eleştiren yazılara sahip olması kitabın planlandığı aşamada ilk baskısında baştan mı düşünülerek konuldu yoksa bu ikinci baskıyı hazırlarken birinci baskıdaki yazılara cevap mahiyetindeki yazıları da alalım diyerek u durum oluşturulduğu anlaşılamamaktadır. Bunun için ilk baskıyı da görmek gerekecektir.

“Sabri F. Ülgener’in Türk Düşünce Kültüründeki Yeri” makalesinin yazan Dursun Ayan tercih ettiği dil anlatım bakımından anlaşılmamayı tercih etmiş gibi olmasına rağmen isabetli ve doğru tespitler yapmıştır.  Sabri Ülgener’i anlamak için şerh gerekmediğini ancak Ahmet Güner Sayar Hoca’nın yazdığı “Bir iktisatçının Entelektüel Portresi Sabri F. Ülgener” monografik kitabını “… hem kendi kültüründe bir eser olarak, hem Ülgener’i psiko-kültürel bütünlüğü ile kendi dünyasında tanımak isteyenlere yol gösterici bir çalışma olarak hem de Weber ve düşünümsel (entelektüel) bağlarına kendini ısındırmak isteyenlere rehber olarak hak ettiği yeri alacaktır.” (S:180) diyerek Ülgener çalışmalarının temeli Sabri F. Ülgener kitaplarından sonra ilk kaynağı bir el kitabı olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim Ahmet Güner Sayara Hocanın “Bir iktisatçının Entelektüel Portresi Sabri F. Ülgener” adlı monografik kitap çalışmasından sonra bu kitabı temel alan çok çalışma yapılmıştır. Ahmet Güner Sayara Hoca, hocası Sabri F. Ülgener’i Türk Entelektüelinin yeniden düşünce ortamına sokmuş, anlaşılmasına yardımcı olmuştur. Dursun Ayan Ahmet Güner Sayar Hoca’nın yazdığı “Bir iktisatçının Entelektüel Portresi Sabri F. Ülgener” monografik kitabından sonra Sabri F. Ülgener’in anlaşılması konusunda Özkiraz’ın 1999 yılında yayınlanan doktora tezini yetkin görmektedir.

Dursun Ayan, Sabri F. Ülgener’i Alman kültürü ile bağlarının netleştirilmesinde arkadaşlarının, öğrencilerinin tespitleri ile “Weber’in, başka Alman iktisatçı, sosyolog, şarkiyatçı ve filozofların etkileri kendilerini göstermektedir” diyerek bir kıyaslama hatta denkleştirme yapmış daha da ileri giderek Sabri F. Ülgeneri’in Alman Kültürüne “… etkinin bir taklitçilik değil bir okul mensubiyeti, hatta Weber eleştirisi ve Weberci düşünceyi tamamlama olduğu izlenebilmektedir.” (S:182)  katkıya, kültür üretimine dönüştüğünü ifade etmiştir.

Dursun Ayan, Sabri F. Ülgener’in Osmanlı çözülmesine sebep gösterdiği Bâtıni tasavvuftan ayrı olarak asıl kastetmek istediğinin “Aslında tasavvufun başlangıçta [çözülmeye sebep olma gibi] bir kastı yoktur. Amaç olarak kanaatkar, madde dünyasını içine doldurarak ahretini karartmayan [mala kul köle olmayan, biriktirmekten başka düşünceye sahip olmayan hastalıktan kurtarıp yerli yerince harcayan,, harcamaktan korkmayan] adam terbiyesi verilmek istenmiştir.” (S:188) olduğunu tasavvufun ve İslam’ın zamanla katılan yorumlarla başlangıçtaki manasından uzaklaşıldığını, yorumlara bağlı oluşmuş bu yeni gelişen ahlakın da Sabri F. Ülgener tarafından anlatılmaya çalışılan “… Ortodoks İslam iktisat ahlakı ile uyuşmadığını belirmektedir.” (S:189) İslam birincil kaynağı Kur’anı Kerim’de Abdullah ve Ahmet Akgül’ün mealine göre İsra 29. ayette “(Cimrilik ve bencillik yaparak) Elini boynunda bağlanmış (cebine ve kesesine hayır için hiç uzanmamış) olarak kılma; (elindeki nimetleri) büsbütün de açık tutma (saçıp savurma)! Sonra (horlanıp) kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalakalırsın.” buyurmaktadır. Buradan mutedil bir yol çıkarmak Müslüman’ın görevidir.

Sabri F. Ülger’in bilim dili konusunda ki “Ülgener ise üslubunun akıcılığı ve bir de edebiyatı edebiyat olarak işin içine sokmasıyla kaleme aldığı metinlere estetik tonlamalar kazandırmıştır. Edebiyat eserlerindeki derinliği bilimsel bir yüzeye çıkartırken bilim dilinde de olabildiğince edebi bir derinliğe ulaşma gayretindedir.” (S:191) hassasiyetini vurgulamaktadır. Sabri F. Ülgener’in bu yazma konusundaki hassasiyeti bana onu daha fazla eser vermekten alıkoyduğunu düşündürtmektedir. Kılı kırk yaran araştırmaları ve bu araştırmalarının tarihin derinliklerine doğru çok geniş bir alan olan edebiyat eserlerini incelemek, onlardan imbikten süzercesine ayıklayarak ortaya çıkarmak zorunda olması da cabası.

Murat Yılmaz’ın yazdığı “Sabri F. Ülgener ve Muhafazakârlık” bölümünün sonunda verdiği “Türkiye’de bir Weber-Ülgener ekolünün oluştuğu şimdilik söylenemez” (S:81) hükmünün aksine Dursun Ayan, Türkiye’de oluşan Weber Ekolünün Sabri F. Ülgener’den sonraki temsilcileri olarak “Dikkatten kaçan isimler olsa da, alman sosyolog Hans Freyer ile Tahir Çağatay, Coşkun San ve Doğan Özlem” (S:195) isimlerini saymanın kadir bilirlik olacağını ifade etmektedir. Görüldüğü gibi kitapta farklı fikirler bir arda zikredilmektedir. Bu okuyucu için yeni bir kapı açacak olsa da Sabri F.Ülgener hatırası üzerine kitap içinde küçük bir tartışma yaratmışlık olumsuzluğunu doğurmaktadır.

Abdulkadir Zorlu’nun yazdığı “Sabri F. Ülgeneri Okumak: Sosyal Tarih, Osmanlı İktisat Faaliyetlerinin ve Zihniyetinin Ortaçağlaşması, Tasavvuf, İslam ve Kapitalizm” (S:251) başlıklı yazısında Sabri F. Ülgener’in etkilendiği, kendi sosyolojik yaklaşımını kurduğu kişileri “Batı’dan Werner Sombart, Max Weber, Henri Pirenne’den; Doğuda ise, Ahmet Cevdet Paşa, İbn-i Haldun ve Mevlana’dan etkilenmiştir”  (S:251) diyerek ortaya koyar ve “Ülgener’in yaklaşımında Weber’in tezi, çözümlemesinin sadece bir yönüdür. Dahası onun zihniyet noktasında kalkış noktası Sombart, kapitalizmin ilk gelişme aşaması konusunda Pirenne’dir.” (S:252) diyerek açıklar.

Feridun Yılmaz, “… tasavvuf kapitalizmin oluşumunu tek başına engellemiş değildir” (S:264) diyerek diğer etkenleri; Osmanlı ekonomisi yeniden dağıtım, tüketim ekonomisiydi, tasavvuf dışındaki genel İslam gelenekleri, İş adamlarının Osmanlıda ümera ve ulemanın engellemesine maruz kalmaları, Dünya ticaret yollarının Akdeniz’den Atlantik kıyılarına kayması, Nüfusun artması ve Osmanlının bu nüfusu besleyecek kaynaklara ulaşmakta zorlanması, tasavvufun çözülme döneminde fütuhata değil de içe kapanıklığa öncülük etmesi şeklinde sıralamıştır.

Feridun Yılmaz, yazdığı “Sabri F. Ülgener ve Liberalizm” (S:85) adlı bölümümde değinilen Sabri Ülgener’in Türk toplumundaki etkisi ve ekolüyle ilgili hususlara burada Abdulkadir Zorlu (S:251) daha farklı bir anlatımla konu etmiş ve nihayet “Ülgener’in çalışmaları 1950’lerden 1980’lere kadar görmezlikten gelinmiş, 1980’lerde başlayan akademik ilgi 1990’larda güncellenmiştir. Günümüzde ise, Protestan ahlakı,  İslam ve Kapitalizm bağlamında, özellikle ‘Europan Stability Initative’in (ESI 2005) raporunda ‘İslami Kalvinciler’ etiketinin yer almasıyla birlikte popüler arenada yaşanan tartışmalarda adı geçmektedir.” (S:268) düşüncesini ortaya koymuştur. Başka bir yazımızda da bizim Sabri F. Ülgener’in ihmal edilişinin sebebini İslamcı, liberal, komünist ve Kemalist olmamsına bağladığımız gibi Feridun Yılmaz ‘çalışmaları’ diyerek içeriğe bağlamıştır. Selim İleri ise “Bir Zanaat Ahlakçısı” (S:277) adlı yazısında “… ne o günlerde ne şimdi, genel geçer, güncel soruları yanıtlamak telaşına düşmüştür.” (S:278) diyerek Sabri F. Ülgener’in öğrencileri tarafından takip edilmemesini onun ‘genel geçer, güncel” konulara değil de bilimsel kalıcı konulara değindiği için rağbet görmediğinden dem vurur.

“Sabri F. Ülgener Örneğiyle Sosyal Bilimler ve Edebiyat” yazısının yazan Mehmet Can Doğan Sabri F. Ülgener’in çalışmalarının muhtevasını “Prof. Dr. Sabri F. Ülger’in ‘sosyolojik bir çalışma’ niyeti taşımayan edebiyat ilgisi” (S:311) olarak tespit ettikten sonra “Ülgener’in kullandığı edebiyat ürünleri, ya tasavvuf ya da Divan edebiyatına aittir. Esnaf zihniyetini belirginleştirirken işaret ettiği ‘Fütüvvetnameler’ ise genel okuyucudan çok bir ‘sınıf’ın ahlakını gözetir ve o sınıf içinde dolaşımdadır. Dolayısıyla kullanılan edebiyat eserlerinin ele alınan dönemin zihniyetini bütünüyle belirlediğini söylemek pek mümkün değildir.” (S:312) sosyolojik bir bütünü yakalayacak kaynakları incelemediğinden dem vurmaktadır. Hemen akabinde de edebiyatın toplum zihniyetini, toplum zihniyetinin de edebiyatı şekillendirdiğini “Edebiyat ki, bir bakıma, sosyo-kültürel kişiliğimizin söz ve yazı halinde kendini dışa vurması demek; kâh kendisi ‘toplumu belirleyen’ kâh ‘toplumla biçimlenen’, fakat hangi suretle olursa olsun sosyal varlığımızı olduğu gibi aksettiren ifade ve sembollerin toplamı olarak önümüze seriliyor.” (S:313) diyerek bir dönemin toplumsal zihniyetinin doğru bir tespitini yapabilmek için  halk edebiyatı ve divan edebiyatını topluca incelemek gerektiğini ifade çalışmaktadır.

İbrahim Şahin, “Zihniyetin Göstergesi Olarak Ülgener ve Edebiyat” (S:315) başlıklı yazısında yabancılaşma, Batılılaşma, aydın, entelektüel, inteligensiya, üzerinde durmuş, aydında dil konusunu işlemiş, fikirleri ve kelimeleri değiştirmekten, anlaşılmayan genel kabul görmemiş kelimeler kullanmaktan bahsederek “Hâlbuki bu ülkede, sadece dil üzerinde oynama kabiliyetiniz, sizin ne kadar entelektüel olduğunuzu göstermeye kafi sebep farz edilmiş ve çoğu zaman çoğu zaman sadece dört yıllık fakülte bitirmiş olmak, aydın olmak için yeterli görülmüştür.” (S:321)  diyerek genel anlayışı eleştirmiştir. Hemen devam eden cümlelerde Aydın için “Bu ülkede, anlaşılır bir dil kullanmak, anlaşılır dilin temsili dünyası olan değerlere ve onu yaşayanlara yakın olmak anlamına gelmektedir” tarifini yapmaktadır. Sabri F. Ülgener’in kullandığı “kavramlar arasındaki fark belirginleşmemiş olsa da o bir ‘münevver’i çağrıştırır.” (S:323) diyerek İktisat tarihçileri değil sosyal bilimlerin başka alanlarında çalışanlar için de kaynaklık yaptığı tespitini yapmaktadır.

Ahmet Güner Sayar Hoca’nın bir nezaket gereği önemsediği Şahin Alpay’ın “Çözülme Devri Zihniyeti ve Zihniyet ve Din Adlı Eserleri Üzerine Sabri Ülgener’le Sohbet” (S:325) başlıklı yazısı bende o kadar önemsenecek karakterde bir yazı tesiri ve Sabri F. Ülgener’in fikri özetini ortaya koyacak bir yazı hissi uyandırmadı. Çünkü yazı zoraki oluşturulmuş kiataptan alıntı sorulara yine kitaptan Şahin Alpay’ın ihtiyaç duyduğu, boşluğunu hissettiği cevapları verdirmiş olduğu bir yazı. Şahin Alpay’ın yazısının asıl önemi onun bu yazıyı sol kesimin pravdası diye de bilinen Cumhuriyet Gazetesinde yazmış olmasıdır. Bu vesile ile bu yazının yazıldığı zamana kadar Sabri F. Ülgener’den habersiz ya da görmezden gelen sol kesim ondan haberdar olmuştur. Bu yazıya ve Şahin Alpay’ın bu cüretine ilk tepkiyi de Yalçın Küçük vermiştir.

Ömer Lütfü Barkan “İktisadi İnhitat Tarihimizin Ahlak ve Zihniyet Meseleleri Üzerine” başlıklı makalesinde Sabri Ülgener’in Osmanlı toplumunun zihniyet dünyasını araştırırken müracaat ettiği kaynaklardan yaralanma konusunda ve bu kaynaklardan aradıklarını çekip çıkarma neticeye bağlama hususunda sahip olduğu vasıflar dolayısıyla yetkin olduğunu ifade etmektedir. Sabri F. Ülgener’in Osmanlıda büyük tüccar ve hakiki iş adamlarından ziyade bir nevi nüfuz ve ikbal vurguncusu siyaset adamı veya devlet memuru vaziyetinde olan ümeranın ve bilhassa defterdarlar ve vezirlerin servet ve zihniyetleri hususunda “bahis mevzuu inhitat devirlerinde dahi şarklı veya garplı iş adamlarının iktisadi zihniyeti bakımından aralarında ancak bir derece tekâmül farkının mevcut bulunduğunun anlaşıldığını ve siyasal yollarla servet kazanmış olanların ruh yapıları ile hakiki iş adamlarının zihniyeti arasında bir tefrik yapmak zaruretinin hâsıl olacağını” (S:341-342) ifadeyle Osmanlı sermaye sahiplerinin yukarıda isimleri yazılı devlet adamları – asker ve sivil memurlar olarak- olduğunu batının ise bu sınıftaki insanlarının iş adamı olduklarını, zihniyetlerinin de farklı olduğunu ifadeye çalışmışlardır. Osmanlı servet sahiplerinin gömülü ve çıkında tuttukları bu servetleri gasp ve intisap yoluyla elde ettiklerini, herhangi bir gasp ve müsadere yoluyla tamamen ellerinden çıkana kadar da zevk ve huzur içinde azar azar tüketilen bir istihlak fonu vazifesi (S:342) gördüğünü savunmuşlardır. Bugünden geriye doğru bakacak olursak Osmanlı sermayedarının iş ve fabrika kurup yanında adam çalıştırarak üretim yapacak düşüncede olmadığını, elde ettiği birikimi ömür boyu geçiminin kaynağı olarak kullanmak, rahat yaşamak düşüncesinde olduğunu anlıyoruz. Batlı iş adamlarının ise her ne kadar serveti Osmanlı sermayedarlarının elde ettiği yoldan elde etmiş olsalar da iş ve fabrika kurma yanında adam çalıştırarak üretim yapma, sermayeye sermaye katmak, kar elde etmek hususunda Osmanlı sermayedarının zihniyetinden ayrı bir zihniyete sahip olduklarını, biriken serveti de şirketleşerek gelecek nesillere aktarma yönünden Osmanlı sermayedarından ayrıldıklarını ifade etmişlerdir.

H.Emrah Barış “Zihniyet, Aydınlar ve İzimler” (S:347) başlıklı yazısında Osmanlı sermayedarının risk almadığını, bu riskten kaçışında Osmanlının kalkınmasını etkilediğini vurgular. “Ülgener’in belki en ilginç tespitlerinden biri, Türkiye’de işadamlarının Batılı anlamda girişimcinin üstlendiği risklerden kaçındığını ve zenginleşme için devletin sunduğu imkânlar gibi daha güvenceli yolları tercih ettiğini sarahatle ortaya koymasıdır.” (S:351) H.Emrah Barış devamla “Örneğin iş adamlarının yatırımlarını yeni iş alanlarından ziyade gayrimenkule ve altına kaydırmalarını eleştirir” (S:351) ifadesiyle de Osmanlı iş adamlarının bankada mevduat hesabı açmak suretiyle bir cari işlem yapmadığını, günlük işletme sermayesi olarak kullanılan likidite tercihi denilen nakit para tutmayı tercih etmeyerek kendi elinde tutabileceği, hızlıca paraya çevirebileceği yatırımları tercih ettiğini ifadeye çalışır.

Sabri F. Ülgener ekonomik analiz ve tespitlerini yaparken sadece bir ekole bağlı kalmamış çeşitli ekonomistlerin görüşlerinden yararlanmış, onların fikirlerini yerlileştirerek kullanma başarısını da gösterebilmiştir. Nitekim H.Emrah Barış “Zihniyet, Aydınlar ve İzimler” makalesinde Sabri F. Ülgener’in batılı aydınlar gibi katığını ve ters kanatta olmadığı halde  ‘kapitalizme’ karşı olduğunu ve karşı olmayı entelektüelliğin gereği saydığını (S:352) ifade eder. Karşı oluşunu da “… kapitalizmin ilk ortaya çıktığı günden çağımıza değin pek çok sorun ürettiğini, gelir dağılımındaki dengesizliklerin nedeni olduğu adaletsizlikleri kabul eder” (S:353) diyerek açıklar. Ama devam ederek kapitalizmin faydalı olan tarafını alıp “kapitalizmin insanlar için yarattığı eğitimin kitleselleşmesi, bir bütün olarak insanlığın refahının yükselmesi” gibi kullandığı gibi hakkının da teslim edilmesini sağlamaya çalıştığını ortaya koyar.

Ülgener’in tanımına göre aydın olmak aksiyorner olmakla özdeştir ve aydının ilgi alanı işin aktüel tarafıdır”  diyen Zeynep Çağlıyan Ülgener’in aydının fonksiyonlarını “Yeni bir zevkin ve üslubun öncülüğünü yapmak, halkın hem politik hem de sosyal tercihlerini etkilemek, kültür değişimine öncülük etmek, değişeni daha popüler ve yaygın hale getirmek” (S:382) diye sıraladıktan sonra Ülgener’in akademisyen ile aydını farklı tarif ettiğini, akademisyenin objektif bilgiyi öğretmek gibi bir görevi olduğunu, bilim adamlarının bilimin tarafsızlığını sağlamak için ideolojilerden uzak durması gerektiğini söylerken Ülgener’in yazılı bir aydın tanımı vermediğini bunu hal diliyle ortaya koyduğunu ifade etmektedir. “Türkiye örneğinde, anlaşılamamanın aydına bir güç kazandırması ise gerçekten düşündürücü bir durumdur.” (S:384) diyerek Türkiye’deki aydının dil örgüsü olarak ve yeni kelimeler uydurarak halkla arasına anlaşılamama duvarı ördüğünü bu vasfıyla da diğer ülkelerin aydınlarından ayrıldığını gözler önüne sermektedir. Bu kitap’da bile anlamak için elinde sözlük özel bir çaba göstereceğin yazılar mevcutken Ahmet Güner Sayar’ın yazılarını okurken nice manalarla zihninde yorumlayarak okuyucu anlamaya mahkûm oluyor. Zeynep Çağlıyan bir büyük bilim adamı olan Ülgener’in “Bilim bilim için yapılır!” (S:389) düşüncesinin mücadelesini verdiğini veciz bir şekle ifade etmiştir.

Her ne kadar kitaptaki farklı konuları farklı yazarlar yazmış olsa da incelemeye konu olan aynı kişinin fikir ve hayatı söz konusu olduğundan olsa gerek zaman zaman tekrarlar olmaktadır. Bu tekrarlarda ki sunuş orijinalliği bizi de bu yazıda bazı konuları anlatırken belki zaman zaman tekrar durumuna düşürmüştür.

Mehmet Evkuran “İktisat Sadece İktisat Değildir! Sabri Ülgener’in Bilimsel Zihniyeti ve Akademik Sosyolojiye Katkıları” başlıklı yazısında Türkiye’deki sosyolojinin geçmişinin gelenek oluşturacak kadar eski olmadığını, Osmanlının yıkılması sırasında devleti yıkılmaktan kurtarmak isteyen bu olmazsa kültürü kurtarmayı hedefleyen ideolojiler yayıldığına ancak “Toplum mühendisliği düzleminde değerlendirilecek olan bu ‘kurtarıcı’ ideolojilerin dışında, sosyal problemlere bilimsel bir açıdan bakmaya çalışan ve kalıcı çözümler geliştirmeye çalışan bir damarda ortaya çıktı.” (S:391) diyerek Sabri F. Ülgener gibi sosyologların da bilimsel çözümler ürettiğini ifade etmektedir. Mehmet Evkuran’a göre Türk Sosyolojisi geleneği Ziya Gökalp, Mehmet izzet, Mehmet Server,İsmail Hüsrev ve Hilmi Ziya (S:392) gibi isimlerle oluşmuştur. Daha sonra Sabri Ülgener başlarda Alman tarihçi ekolünü temsilen ve nihayet 1950’lerden sonra Max Weber etkisiyle ismini duyurmuştur.

Sefer Yavuz “Zihniyet ve Din” (S:403) yazısında Sabri F. Ülgener’in kitaptaki anlatım yazı dili konusunda “Ülgener, ilk sayfalarından başlayarak kitabın sonuna kadar yer yer adeta okuyucuyla konuşarak ilerlemekte, tabir caizse elinden tutarak onu yönlendirmekte. Bu hem okuyucuyu diri tutmakta hem de zihinde kitabın daha iyi anlaşılması yolunda bir gayret hâsıl olmasını netice vererek yazar ve okuyucu arasında sempatik bir atmosfer oluşmasını sağlamaktadır.” (S:403) diyerek bizim de okuduğumuz kitapların dili konusundaki bir şikâyetimizi kitap yazı dilinin nasıl olması gerektiği hususunu Sabri F. Ülgener üzerinden cevaplandırmaktadır.  Ayrıca “Milli Gelir, istihdam ve İktisadi Büyüme Üzerine” (S:415) başlıklı yazıyı yazan Yusuf Bayraktutan Sabri F. Ülgener’in “Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme” (Der Yayınevi 1981, ilaveli 6. Baskı) kitabını incelerken “1970’lerin Türkçesini çok iyi kullanan yazar zaman zaman fıkra, atasözleri ve deyimler deyimlere de başvurmaktadır.” (S:420) dedikten sonra Sabri F. Ülgener’in döneminde Türkçe karşılığı yerleşmemiş kelimelere karşılık önermek yerine yabancı karşılıklarını kullandığını (S:420), İngilizce ve Türkçeye hâkim olduğu halde (S:421) yer yer birbirini karşılamayacak Türkçe tercihler yaptığını sayıp dökmekten geri durmamıştır.

Şimdiye kadar Sabri F. Ülgener ve kitapları üzerine değerlendirme yazıları yazanlar onun çeşitli sebeplerle ilgi görmediğinden, kıymetinin bilinmediğinden bahis açmışlar ancak “Geç Kalmış Bir Yazı İktisadi İnhitat Tarihimizin Ahlak ve Zihniyet Meseleleri” (S:437) başlıklı yazıyı yazan Ahmet Debbağoğlu’nun “… Türkiye’deki ilim ve kiltür kopukluğu, başka bir deyimle ilim ve kültür geleneksizliğidir” (S:437) kadar acı ve bütün ülke aydınlarını suçlayıcı bir gerekçe ile açıklamamışlardı. Bu gerekçenin “İktisadi İnhitat Tarihimizin Ahlak ve Zihniyet Meselelerini şu veya bu yönde ele alan, değerlendiren başka eserlerin doğmasını engellemiş, bu yavan ve verimsiz ortamı hazırlamıştır.” (S:437) gibi de bir neticeye sürüklediğini ifade etmiştir. Ahmet Debbağoğlu Sabri F. Ülgener’in kapitalizme geçişte Osmanlı toplumuna engel olduğunu ileri sürdüğü batini tasavvuf konusunda da “Kanaatimizce Ülgener tasavvuf konusunda, genel çizgi olarak, maddi-manevi kopukluğundan kaynaklanan bir yanlış anlayış içersindedir.” (S:441) diyerek karşı çıkmaya devam etmektedir.

Merhum Erol Güngör “Ufkumuzda Bir Aydınlık” (S:443) başlıklı yazısının başında “Bu gün dünyadaki sosyologları çok kaba hatlarla iki gruba ayırmak mümkün olsaydı, bunların büyük kısmını Weberci, çok az kısmını da Marksçı diye ayırmak gerekirdi” (S:443) diyerek işin ehli biri olarak tamamen gerçeklere dayanan bir tespit yaptığına inanıyoruz, ancak bu tespitinden de ne acıdır ki Weber’in ilim dünyasında ne kadar bilinmez kaldığını da görüyoruz. Erol Güngör, Weber’in bilinmeyişinin temelinde onun fikirlerini anlamanın zor olduğunu, onun izah ettiğiyle cemiyeti değiştirmenin de çok zor (S:444) olmasına bağlıyor. Türkiye gibi “siyasal eylemciliğin sosyolojik düşünceye ağır bastığı” bir ülkede de Weber değil Marks’ın slogan ve beyanname seviyesinde şöhret bulacağını söylemektedir. Weber’in unutulup bilinmemesinin de ülkemizde onun istikametinde “değerli ve seviyeli” çalışmalar yapan Sabri F. Ülgener’in de bilinmemesine neden olduğunu ifade eder. Erol Güngör, Sabri F. Ülgener’i “… meleketimizde iki elin parmakları kadar sayıdaki ilim adamlarından biri”, “Türkiye’de çok heves edilip de bir türlü yakınına bile varılamayan ‘batı ilmi’ içinde rahatlıkla yer alabilecek bir isim”, olarak görür ve “sloganların toz-dumana boğduğu Türkiye’de onun adeta unutulmuş olması[nı] da kıymetinin bir başka delili” sayar.

Orhan Tuna’nın Sabri F. Ülgener hakkında yaptığı konuşmadan oluşan “Muhterem Meslektaşlarım ve Aziz Talebemiz” başlıklı yazıda; Orhan Tuna Weber’in İslam hakkında vermiş olduğu “toplum yapısı ve kuruluşu ile baştan beri cihat ve fütuhata yönelik bir dünya karakteristiklerini sürdürür” (S:456) hükmünü eşletirmiş ve yaptığı araştırmalarla düzeltmiştir. Orhan Tuna’ya göre Sabri Ülgener bu açıdan bakıldığında “Batı dünyasınca küçümsenmiş, irrasyonel bir din olarak vasıflandırılmış, çalışma disiplininden yoksun, tabir caizse derbeder ve yalınkat bir din olarak ilim dünyasına takdim edilmiş bulunan İslam için ne büyük bir hizmet”(S:457) etmiştir.

SONUÇ

Sabri F. Ülgener önce kendi yayınladığı kitapların 1981 yılından itibaren peş peşe yayınlanması ile Türk toplumunun gündemine gelmeye başlamış, Ahmet Güner Sayar Hoca’nın bir vefa eseri olan “Bir iktisatçının Entelektüel Portresi Sabri F. Ülgener”  adlı çalışmasıyla aydın kesim arasında gözardı edilemeyecek bir pozisyon kazanarak, Kültür ve Turizm Bakanlığının Murat Yılmaz Editörlüğünde yayınladığı “Sabri Fehmi Ülgener Küreselleşme ve Zihniyet Dünyamız” kitap ile soldan sağ ve cemaatlere kadar nüfuz ettiğini göstermiştir. Kültür ve Turizm Bakanlığının Murat Yılmaz Editörlüğünde yayınladığı  “Sabri Fehmi Ülgener Küreselleşme ve Zihniyet Dünyamız” adlı kitap Ahmet Güner Sayar Hoca gibi Sabri F. Ülgener’in yeniden ve kalıcı olarak Türk aydın zümrenin gündemine girmesine vesile olmuş, daha çok onun bilimsel yönünü tespite çalışan bir yazarın yanında Sabri F. Ülgener hakkında Ahmet Güner Sayar’ın ortaya koyduğu tespitlerden farklı düşünen, Ahmet Güner Sayar Hocadan başka kitapta yer alan yazarların da birbirleriyle farklı düşüncelerini ortaya koyan kitap bir olumsuzluk içeriyor gibi görünse de Sabri F. Ülgener’in daha iyi anlaşılmasını sağlayacak ve okuyucusuna yeni ufuklar açması açısında faydalı olacak bir eser olmuş.