Halim KAYA: SABRİ F. ÜLGENER -Bir İktisatçının Entelektüel Portresi-

Kitap tanıtımı:

Bir İktisatçının Entelektüel Portresi 

SABRİ F. ÜLGENER / Ahmet Güner Sayar 

Halim KAYA

Sabri F. Ülgener’in daha önce yazmış olduğu “İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası”, “Zihniyet ve Din İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı”, “Zihniyet Aydınlar ve İzm/ler”, “Tarihte Darlık Buhranları” isimli kitaplarını daha önce okumuş, az çok hakkında bilgi sabiydim. “Bir İktisatçının Entelektüel Portresi SABRİ F. ÜLGENER” adlı kitabı Sabri F. Ülgener ile önceden oluşmuş tanışıklığım, hem de daha önce yazmış olduğu birçok kitabını okumuş olduğum Ahmet Güner Sayar Hoca’nın bu kitabı da yazmış olması dolayısıyla okumaya değer buldum.

Ahmet Güner Sayar Hoca’nın yazdığı “Bir İktisatçının Entelektüel Portresi SABRİ F. ÜLGENER” adlı kitabın II. Baskısı Ötüken Neşriyat tarafından gerçekleştirilmiştir. II. Baskısını Ötüken Neşriyat yapmış olduğu bu bu kitabın II. Baskısına yazılan Önsöz altına atılmış olan 31.10.2007 tarihi kitabın 31.10.2007 tarihinden sonra ama 2007 yılı içinde II. Baskıyı yapmış oluğunu göstermektedir. Nitekim Ahmet Güner Sayar Hoca da “kitabın ilk baskısından yaklaşık on yıl geçti” diyerek II. Baskıya yazdığı Önsöz kısmına giriş yapmaktadır. Ayrıca Kitabın birinci dipnotunda Hilmi Yavuz’un kitabın II. Baskısı için Zaman Gazetesinde yazdığı belirtilen “Geniş Bir Monografi Çalışması” başlıklı yazısının tarihi de 28.II.2007 olarak verilmiş. Ancak ay olarak yazılmış olan roma rakamlı “II”nin büyük ihtimalle Latin rakamlı “11” olması gerekiyor. Çünkü yukarıda bahsettiğimiz II. Baskıya yazılmış Önsöz yazısının yazılış tarihini ay olarak roma rakamı ile “X” olarak belirtilmiş, yani “10.” aydır. Kitabın elimizdeki 3 Baskısının ilk iç kapağında II. Baskı için yazılmış olan “Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş II. Baskı” notu büyük ihtimal unutularak kalmış olan bir nottur. Çünkü kitabın hemen iç ikinci sayfasında kitabın künyesi yazılırken “1. Basım 1998, Eren” yazmakta ve altında da elimizdeki kitabın “3. Baskı” olduğu yazmaktadır. Hemen aynı sayfanın aşağısındaki bilgilerden de elimizdeki bu kitabın 3. Baskısının Nisan 2014 tarihinde İstanbul’da Ötüken Neşriyat tarafından yapıldığını görüyoruz. Bütün bunlar Ahmet Güner Sayar Hoca’nın yazdığı “Bir İktisatçının Entelektüel Portresi SABRİ F. ÜLGENER” adlı kitabın I. Baskısının Eren Yayınlarından 1998 yılında, II. Baskının Ötüken Neşriyattan tarafından 2007 yılında kuvvetle muhtemel 31.10.2007 tarihinden sonra on birinci ay içersinde, III. Baskısı da yine Ötüken neşriyat tarından Nisan 2014 tarihinde gerçekleştirilmiştir.

Ahmet Güner Sayar Hoca’nın yazdığı “Bir İktisatçının Entelektüel Portresi SABRİ F. ÜLGENER” adlı kitabı; “II. Baskıya Önsöz”den sonra “Eserin Takdimi” başlığı altında “Anılar Yumağını Çözerken Ülgener’e Öğrenci Olmak”, “Ülgener’le Beraber”, “Bu Kitabın Öyküsü”, “Şükran Borcumun İfası” ve “Kısaltmalar” adlı alt başlıklardan oluşmuş, daha sonra 1. Kısım “Sabri F. Ülgener’in Hayatı (8.V.1911-1.VII.1983)”, II. Kısım “Şahsiyeti ve Fikri Dünyası” başlıklarıyla devam ederek Sonuç “Sabri F. Ülgener: Tarih Filozofu” başlığı altında yazılan bölüm ile bitmiştir. Ancak kitaba “Ekler” bölümü koyularak Ekler I, Ekler II, Ekler III başlıkları altında bazı konulara değinilmiştir. Nihayet kitap Bibliyografya, Dizin, Resimlerin Listesi bölümleriyle bitmektedir.

Hilmi Yavuz’un Sabri Fehmi Ülgener için söylediği “Sabri Hoca’yı yeniden okumak, okuru her zaman bir şeylerin hem de çok önemli bir şeylerin farkına vardırır. Bende bu, hep böyle olmuştur.” (S:9) sözünün kapsamı genişletilecek olup yeni isimler eklenecek olursa bunu en fazla hak eden kişilerden ilk kişi Ahmet Güner Sayar Hoca olur. Çünkü Ahmet Güner Sayar Hoca’nın yazmış olduğu kitaplarda yazmış olduğu kişinin özellikleri bakımından her seferinde farklı bir özelliğinin farkına varmaktayız, özellikle ben tekrar okumaları, dönüp yazdıklarımı dahi düzeltmeyi sevmem ama Ahmet Güner Sayar Hoca’nın kitaplarında her seferinde daha başka şeylerin farkına varmaktayım. Mehmet Akif Ersoy, A. Süheyl Ünver, Şeyh Bedreddin hakkında yazdıkları bu minval üzere zikredilecek kitaplarının başında gelmektedir.

Ahmet Güner Sayar Hoca henüz 19 yaşında İstanbul Üniversitesi İktisat fakültesi ikinci sınıf öğrencisiyken Makro-İktisat dersini vermesi dolayısıyla tanıdığı Sabri F. Ülgener için “Muğlaklıktan arınmış bir kafa intizamını, berrak bir Türkçe ile birleştiren bir hocayla karşı karşıya idik.” (S:12) ifadelerini kullanması hem hoca için hem de talebe için büyük bahtiyarlık. Hoca için büyük bahtiyarlık; artık öğrencisi onu üzerinde yaptığı tesirin etkisiyle onu o minval üzere bilip tanıyacak ve bu tesir öğrencinin derslerine müspet etki edecek, öğrenci için büyük bahtiyarlık öğrenci zihnen olgunlaşıp durulmuş, biriktirdiklerini karşısındakilere daha mükemmel aktarabilecek kapasitede bir hocaya sahip olmuşlardır. Biz bunların ikisinin de olumsuz yönünü Üniversite yıllarımızda yaşadık. Prof. Dr. Erdoğan Alkin’in İktisat kitabını okutup da öğrenciye nasıl aktaracağını bilemeyen kararsız, öğrenci sorularından bunalan bir iktisat hocası ile yine yazdığı iki ciltlik matematik kitabının yanlışlarını öğrenciler düzeltince 1/3 hacmini kaybeden, zoraki not karşılığı kitabını öğrencilere satan, olmadı dışarıda matematik kursuna gidin diyen ve kursla ortak çalışan, sınıfta soru çözerken problemi yanlış çözdüğü söylenince ne yapacağını şaşırıp tahtayı silip sınıftan çıkıp giden İsmail İlhan adında kitap sahibi olmuş ancak öğrenciyi ticaret vasıtası gören yetersiz hocalar gördük.

Sabri Ülgener Hoca 1 Temmuz 1983 Cuma günü vefat etmiş, Ahmet Güner Sayar Hoca “Sevim Ülgener, eşinin uykuda vefat ettiğini söyleyince, içimden ‘Ya Rabbi! Onun duasın kabul buyurdun’ dedim.” (S:14) onun Uyurken emanetini alması hususunda Allah’a yakardığını ve Allah’ın Sabri F. Ülgener tarafından yapılan duaları kabul ettiğini bize aktarıyor. Biz bu cümleden aynı zamanda şu manayı da çıkarabiliriz, sakin sessiz sedasız bir hayat süren Sabri F. Ülgener itikadı tam gösterişsiz mütedeyyin bir kişidir.

Bir büyük yerleşim ve kültür merkezi olarak İstanbul’da, geçen asrın sonlarında, evlilik yoluyla iki Osmanlı-Türk ailesi bir araya gelmiş ve İstanbul, Sabri Bey gibi fevkalade nadir bir terkibi üretmiştir. Sabri Ülgener has bir İstanbulludur.” (S:23) Bizim çocukluğumuzun geçtiği Anadolu’nun ücra köşelerindeki çorak kültür ortamlarında okuduğumuz ve nadir olarak rastladığımız kültürle hemhal olan kişiler İstanbul der başka bir şey demezlerdi. O günlerde Anadolu’nun sığ kültür çevrelerinde bir umman olarak görülen İstanbul için ‘Okuyacaksan İstanbul’da okuyacaksın’ kanaati yaygındı. Benim de İstanbul’da Hukuk okumak yüreğimde ıstırap veren bir arzu ve ukde olarak kalmıştır. Bugün yaşanılan iç ve dış göçler sayesinde ne İstanbul’un ne de Anadolu’nun diğer şehirlerinin kültür merkezi özellikleri kaldı. Artık güven içinde yaşanılır gibi de değiller. İstanbul’da A. Süheyl Ünver, Sabri F. Ülgener, Ahmet Güner Sayar gibi genç kültür erbabı da yetişmiyor.

Sabri F. Ülgener’e dedesi İsmail Necati Efendi ile babası Mehmet Fehmi Efendi “Sünni ulema ve ağırbaşlı sufiler grubuna dahil” (S:25)  olmaları hasebiyle Osmanlı Uleması ile Nakşibendiliğin Gümüşhanevi silkine mensup bir ortam sağlarken anne tarafından da Hafız Mehmet Paşa, Hasan Sabri Paşa, Ali Fuad Cebesoy, Kazım Karabekir, Nazım Hikmet, Mehmet Ali Aybar, Oktay Rıfat Horozcu gibi meşhurların çıktığı ve Osmanlı’da da Genç Türkiye Cumhuriyeti’nde de askeriye bilim ve sanat alanında etkin olmuş bir ailenin mensubudur. Aynı aileye mensup olduğu Mehmet Ali Aybar ile birlikte akademide yer almışlar, “Medeniyet trenini kaçırmamızda… Müslümanlığın bizi çok kösteklediğini sanıyorum.” (S:27, Dip Not:4) diyen Mehmet Ali Aybar’la arasındaki çatışmaları ifade etmek için geliştirdiği tabir olarak kullandığı ifade “’the resentment of cousins” (S:27) ‘kuzenlerin çatışması’dır. Ahmet Güner Sayar’ın daha önce okuduğumuz kitaplarından birinde (büyük ihtimal Osmanlı’dan Cumhuriyete Portre Denemeleri kitabında” Sabri Fehmi Ülgener’in Osmanlı toplumunun geri kalmışlığının sebebi olarak Mehmet Ali Aybar gibi İslam’ı sorumlu tutan toptancı bir bakış açısıyla olmasa bile Batıni tasavvufu sorumlu tutarak o da İslam dairesinde bir şubeyi sorumlu görmesi dolayısıyla kuzeni Mehmet Ali Aybar ile çatışmasına rağmen bir nebze paralel düşmüştür.

Ahmet Güner Sayar Hoca’ın 101.02.1998 tarihinde Gayrettepe’de Prof. Dr. Sulhi Dönmezer ile yaptığı özel sohbette söylediği “Mehmet Ali Aybar ile Sabri Bey’in yakın bir dostlukları yoktu. Zira Sabri anti-komünistti.” (S:30) bu söz kuzenler çatışmasını açıklamaya yeter de artar bile. Ancak biz bu kuzen çatışmasına Ahmet Güner Sayar Hoca’nın Sabri F. Ülgener’in şahidi olduğu hayat serüveni boyunca tespit ettiği “Şayet Osmanlı Devleti tarihteki varlığını birkaç on yıl daha sürdürseydi Sabri Fe Ülgener İsmail Sabri Efendi olarak kalacak ve büyük bir ihtimal de dede-baba çizgisinde medrese eğitimini tamamlayıp ulema sınıfının mümtaz bir mensubu olacaktı. Yine büyük ihtimalle ehl-i tarik olacak, cedleri gibi nefis tezkiyesine yönelecekti.” (S:31) gerçekliğinin Sabri F. Ülgener olarak çizgisini oluşturan yaşantısına fikriyatına yaptığı etkinin de tesiri olduğunu ifade edelim.

Sabri F. Ülgener’in baba tarafından dedesi İsmail Necati Efendi Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin Efendiye müntesip idi ve halifelik almıştı. Ahmed Ziyaeddin Efendinin yerine şeyh olan Kastamonulu Hasan Hilmi Efendi’nin vefatından sonra 23 sefer 1329 (1911) yılında şeyhlik makamına geçti (S:33) Cemile Hanım ile evliliğinden Sabri F. Ülgener’in babası Mehmed Fehmi (S:35) (H.1281) Safranbolu’da doğmuştur. (S:37) Mehmed Fehmi Efendi 1924’te seçildiği İstanbul müftülük vazifesini ifa ederken Kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy Paşaların işaretiyle kendisine İstanbul Mebusluğu teklif edilir. “Bir gün Çemberlitaş’taki evinin kapısı acı acı çalar, gelen meczub Ömer Efendidir. [Mehmed] Fehmi Efendiye şunları söyler; “Efendi! Sen şu mebusluk işinden vazgeç. Alem-i manada yol karanlık ve elimde fener sizin eve müteveccih geliyordum. Birden şiddetli bir fırtına çıktı ve feneri söndürdü.” (S:40, Dipnot16) Manevi alemden gelen büyük bir işaret “siyasete bulaşma” onu siyasetten uzak tutar.  “Mehmed Fehmi Efendi, Emine Behice Hanım’la 1892 yılında evlenmiş, bu evlilikten 1908’de Mesude ve 1911’de de İsmail Sabri [Fehmi Ülgener] isimlerinde iki evladı olmuştu.” (S:41) Mehmed Fehmi Ülgener 20 Nisan 1943’de İstanbul’da vefat etmiştir. Mehmed Fehmi Ülgener’in Osmanlı ulemasından birisi olarak önemli özelliklerinden birisi de medresede on’a yakın farklı dersi okutmasıdır. O zamanın aydınları sadece bir konunun uzmanı olmuyorlardı, başka alanlarda da kendilerini geliştirip farklı branşlarda da asıl branşlarının seviyesinde uzmanlaşmış oluyorlardı. Osmanlı dönem uleması kısaca münevver, entelektüel oluyorlardı. Bu da Osmanlı aydınları için sadece haşiye yapıyorlardı suçlamasının aslının olmadığına işarettir.

Sabri F. Ülgener’in annesi Emine Behice Hanım’ın anne tarafından soyu dedesi vasıtasıyla Şeyh Şamile kadar uzanmaktadır. (S:45) Emine Behice Hanım babası Hasan Sabri Paşa’nın şehadetiyle altı yaşında yetim kaldı. (S:50) Emine Behice hanımın hayatının dönüm noktası ulema sınıfından Mehmed Fehmi Efendi ile yaptığı evlilik olmuştur. (S:51) Emin Behice Hanımın teyzesi Ayşe Sıdıka Hanımın çabalarıyla evlenen Mehmed Sabri Efendi ve Emine Behice Hanımın uzun süre çocukları olmaz, 1908 de kızları Mes’ude, 1911 de İsmail Sabri dünyaya gelir. (S:52) Emine Behice Hanım 18 Ocak 1943 yılında vefat etmiştir. (S:53) Çemberlitaş’daki evin bir odasında annesi vefat eden Sabri Fehmi Ülgener başka bir odasında hasta yatan babasının yanın gider ancak annesinin ölümünü nasıl söyleyeceğini düşünürken “Güçlükle yatağından doğrulan [Mehmed] Fehmi Efendi eşinin vefatının âlem-i mânâda kendisine bildirildiğini söyler.” (S:52)

İsmail Sabri, Hattat Mustafa Bekir Pekten’ne göre Aşiyan İdadisinde sınıf arkadaşıdır. İlkokul 3. Sınıfta Beyazıt’te Mahmut Şevket Paşa gider ve oradan mezun olur. Aynı okulun 2 sınıf alt kademesinde okuyan Yusuf Ziya Binatlı’da bunu doğrular. Eşi Sevim Ülgener’in nakline göre Sabri F. Ülgener İstanbul Sultanisi’ndeyken adı İstanbul Erkek Lisesine dönüştürülen İstanbul Lisesinin ilk, orta, lise kısımlarında okur ve mezun olur. (S:55, Dipnot 2) Daha sonra da İstanbul Üniversitesi Hukuk fakültesini bitirir. Artık eski adıyla İstanbul Darulfünün’u Hukuk Fakültesi mezundur.  (S:59) Aynı zamanda babasının arkadaşlarından Medrese usulü Ru-Be-Ru dersler alır. Arapça ve Farsçayı evde öğrenir Ancak Almancası bunlara üstün gelir. Daha sonra da İktisat fakültesine asistan olur. (S:63)

Profesör Gerhard Kessler dersleri Almanca anlatır bir tercüman da anında tercüme eder, öğrenciler bu şekilde tercümandan dersi takip ederler. Sınıfta sadece Sabri Fehmi Ülgener dersi Almanca olarak takip eden öğrenciydi. Bir gün derste şöyle bir olay vuku bulur.  “Profesör Gerhard Kessler dersinde Marx’dan söz açarken onun hakkında Almanca ifade kullandı. Bu ifade Türk mütercim tarafından ‘Marx bir işçi düşmanı idi’ şeklinde öğrencilere aktarıldı. Yapılan tercüme yanlıştı. Ben şaşkınlıkla etrafıma bakındım. Sınıfta kimler yoktu. Kuzenim Mehmet Ali [Aybar] de dersi dinleyen öğrenciler arasındaydı. Ama sınıftan tıss çıkmadı.” (S:64) Mehmet Ali Aybar o zaman da komünist miydi, fikirleri şekillenmiş miydi bilinmez. Ama şu bir gerçek ki Marx işçi sınıfının lehine pozitif bir ayrımcılık ile savunduğu her şeyi işçi sınıfının temeli üzerinden bina eden ilk savunucuydu. W. Röpke İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Nazari İktisat açış dersinde “İmperyalizmden nasıl kurtulabileceğinin en kuvvetli misalini bize bizzat Türkiye gösteriyor. Türk milleti kendisini imperyalizmin pençesinden anti-kapitalist bir iktisat bir iktisat siyaseti ile değil, askeri ve siyasi mücadele ile sıyırmış ve Türkiye’de Avrupa imperyalizmi… büyük bir şef’in deha ve enerjisi ve Türk askerinin yılmak bilmez kahramanlığı ile Sakarya’da kırılmıştır.” (S:67-68, Dipnot:4) sosyolojiye ve askeri güce dikkat çekmiş ve Atatürk ile Türkiye’den övgü ile bahsetmiştir. İktisat Siyaseti bilimi her ne kadar askeri başarıların gerisindeki hazırlayıcı sebep olarak gerçekliğini muhafaza etse de ülkelerin bağımsızlığının en önemli etkeni güçlü ve kahramanlıkla yoğrulmuş askeri bir güce sahip olmasıdır. Şair ve Hekim Abdülhak Molla bu konuda “Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felah; / Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salah.” buyurmuş.

Ne acı ki dilimizdeki değişim 1933-1953 yılları arasında Türkiye’de İstanbul Üniversitesinde ders vererek 20 yıl kalan ve kısa zamanda Türkçe öğrenerek 1935 yılından itibaren dersleri Türkçe aktaran Profesör Fritz Neumark, 1982 yılında konferans vermek için geldiği Türkiye’de Sabri F. Ülgener ve Ahmet Güner Sayar Hocaların da dinleyici olarak bulunduğu konferansta Neumark mutedil bir Türkçe ile başladıktan sonra “dilinizdeki değişimleri takip edemiyorum.” diyerek konuşmasını Almanca devam etmiştir. (S:68-69, Dipnot:7) Hep birlikte Türkçemizi anlaşılmaz ve değişimi takip edilemez bir dil haline getirdiğimiz yabancı bir bilim adamının ağzından yüzümüze vurulmuştur.

Almanya’dan Hitlerin zulmünden kaçan ve Türkiye’ye gelen Profesörlerin arasında Ord. Prof. Dr. Alfred Isaac da vardır. Türkiye’de uzun zaman ilk ve tek olarak İşletme derslerini vermiş, Üniversite reformlarında yer almış, yine hayvan sevgisinin bir tezahürü olarak uzun yıllar Türkiye’de İstanbul Hayvanları Koruma Derneğinin fahri başkanlığını yapmış, hayvanların da ruha sahip oldukları bilgisinin büyük kitaplar arasında sadece Kur’an-ı Kerim’de olduğunu söylemiştir. Prof. Dr. Orhan Tuna ile çağrıldıkları Atatürk’ün cenaze törenine giderken Orhan Tuna onu ağlarken görmüş ve olayı şu şekilde aktarmıştır. “Atatürk’ün vefatı münasebetiyle Dolma Bahçe Saray’ında yapılacak merasime davet edilmiştir. Beraberce yola çıktık, yol boyunca merhumun mütemadiyen ve açıkça ağlamakta olduğunu görünce sebebini öğrenmek istedim. Bana ‘ben vatanından kovulmuş bir insanım. Halbuki bu memlekette beni Büyük Önder’in cenaze merasimine davet ediyorlar. Bu benim için en büyük iltifat ve şereftir’ diye cevap vermişti.” (S:70, Dipnot:11)

Ahmet Güner Sayar Hoca’nın Türk sosyolojisinin tek bir akım ve okul-yol üzerinden gelişmesi ve Sabri F. Ülgener’in tespitiyle bir noktadan sonra tıkanması “… İttihatçıların politik düzleme hükmetmelerinden bu yana Türk sosyoloji düşüncesi Durkheim-Gökalp çizgisinde yol almaktaydı” (S:83) tespitine ilave olarak şunu da söyleyebiliriz. Atatürk’ün ‘bedeninim babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namı Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir’ sözünün etkisinde kalan sosyal bilim dünyasının başka bir fikre teveccüh göstermemesi ya da buna cesaret edememesidir. Ancak burada hemen akla gelecek bir soruyu cevaplamak gerekecektir. Atatürk İttihat ve Terakkiye pasif bir üye olarak girmiş ancak zaman zaman etkin İttihatçılarla ayrı düşmüştür, yani Atatürk’e bir İttihatçı demek belki çok örtüşmeyebilir. Sosyoloji alanındaki tıkanmaya sebep olan tek düşünme metodunun tekelleşme nedeni Atatürk’ün yeni bir sistem kurucusu olarak kuruluşu başarmış biri olmasından kaynaklanabilir. Yoksa Atatürk’ün bu konuda dayatma yaptığını düşünmüyorum. Çünkü kendisinin uyguladığı karma ekonomiye pek sıcak bakmayan Alman bilim adamlarını Türkiye’ye kabul etmiş ve onlarla Üniversite reformunu gerçekleştirmiştir. Sabri F. Ülgener tıkanan Türk sosyolojisinin yolunu Alman Sosyolojisiyle yani Max Weber sosyolojisiyle açmaya çalışmıştır. Sabri F. Ülgener ve Weberyen Sosyoloji ve iktisadın Türkiye’de fazla taraftar bulmamasının sebeplerinden birisi de Türkiye’nin günün ve ülkenin şartlarına bağlı olarak mecburi bir karma ekonomik politika izlemesi, Sabri F. Ülgener’in Weberyen kapitalist ekonomik sistemi salık vermesidir.

Ahmet Güner Sayar Hocanın yazmış olduğu kitaplar hızlı hızlı okunup geçilecek kitaplar değildir. Yatarak okunmaz. Bir çalışma masasının başında olmanız, yanınızda kâğıt ve kalem de bulunması gerekir. İnsanı meşgul eder. Okuduklarınızdan notlar almak üzerinde düşünmek zorunda hissedersiniz kendinizi. Bazen günde sadece on sayfa kadar okuyabilirsin. Bir kitabı öyle birkaç günde bitirmek mümkün değildir. Bazen bir kitabın okunuşu bir ay, bir buçuk ay sürer her kelimesi her dip notu bilgi bombardımanıdır. Yazılanların çoğunu ilk kez okumuşsunuzdur.

Ahmet Güner Sayar’ın Sabri F. Ülgener hakkındaki “Baba ocağında aldığı dini-mistik enformal tahsil ve okulda aldığı formel laik eğitimle Ülgener’in fikri gelişmesi” (S:105) tespitleriyle Sabri F. Ülgener’in hem geleneksel hem de modern eğitim aldığını, geleneksel medrese eğitiminde dini ilimlerde ve tasavvufta yetkin olurken laik eğitim ile de sosyal bilimlerde yetkinleşerek Türk Kültürünü Osmanlıdan Cumhuriyete genç nesillere aktarıcı vazifesi görmüş, en azından modernleşen cumhuriyet neslinin tek kaynaktan beslenme mecburiyeti içinde kalmamasını sağlayan aydınlar arasında yer almıştır.

Milliyetçiler Durkheim-Gökalp sosyolojisini Atatürk ile ülkenin takip ettiği, edeceği tek bir sosyolojik yol yaparken 1965’lerden sonra ki milliyetçiler Sabri F. Ülgener’i okunacak bir münevver olarak camiaya sunar. Sabri F. Ülgener’in Max Weber sosyolojisiyle ülkenin tıkanan sosyolojik düşünme yolunu açma ve vahşi kapitalizmin ıslah edilmiş İslam ahlakı kontrollü versiyonu ile Osmanlıdan genç Cumhuriyete intikal eden “bir lokma bir hırka” anlayışındaki insanların zihniyetlerinde sermaye oluşturma şimşeklerini çaktırmaya çalışarak aşmaya çalışmışlardır.

Ahmet Güner Sayar Hoca’nın yazdığı kitaplar asıl yazılış amacının yanında derin bir tarihi özellik taşır. Ana konunun yanında o konuyla ilgi olan insan ve kurumların tarihlerine de atıflar yaparak aydınlatır ve bazen ileride tek kaynak vazifesi görecek derecede tarih için malzeme üretir. Hoca’nın “Bir İktisatçının Entelektüel Portresi SABRİ F. ÜLGENER” adlı kitabı da tarih bakımından bilgiler verirken aynı zamanda “Türk Eğitim Kurumları Tarihi” gibi bir tarih alanın oluşmasına ilk adım olacak bilgiler sunar. Kitap aynı zamanda İktisat ve İşletme bilimlerinin de tarihleri hususunda bilgiler sunmaktadır.

Ahmet Güner Sayar, hocası Sabri F. Ülgener ile J.A. Schumpeter üzerine sohbete ederken J.A. Schumpeter’in ‘Papal Encyclicals’ını sosyalizme alternatif olarak gösterip 8 Ocak 1950 aniden gece uykusunda ölmesi dolayısıyla ne demek istediğinin tam anlaşılamadığını söyleyip, peşi sıra “Ahmed! Cenab-ı Hak’tan niyazım odur ki ben de Schumpeter gibi uykuda teslim-i ruh edeyim.” der. 1.VII.1983 günü haber verilmesi üzerine hemen Sabri F. Ülgener’in evine giden Ahmet Güner Sayar Hoca’ya Sevim Ülgener eşi Sabri F. Ülgener’in gece uykusunda vefat ettiğini söyler. Ne muhterem bir adamdır ki Allah onun duasını kabul etmiş ve temenni ettiği gibi canını gece uykudayken teslim almıştır. Bu konuda Ahmet Güner Sayar “Sabri Ülgener mübarek bir insandı. Allah onun kendisine uykuda kavuşması hususundaki dileğini kabul etmişti.” (S:122, Dipnot:26) diyerek Sabri F. Ülgener’in manevi yönünün de güçlü olduğuna işaret etmektedir. Ayrıca alığı eğitimi ve yetiştiği ortamı ortaya koymak için şunu da belirtmek gerekir ki Sabri Ülgener bir şeyh torunu, bir müftü oğludur. Her ne kadar atalarının dini ve dindarlığı eğer sizde bu yönde bir istidat yoksa bir anlam ifade etmese de eğer hayatında atalarının inancının emareleri görülüyorsa onun atalarından sağlıklı ve güçlü bir inanç eğitimi alarak hayatına tatbik ettiğinin işareti olarak telaffuz edilmesi gereken bir vasıf olarak ifade edilmesi gerektir. Onu kurtaracak olan atalarından aldığı eğitim ile amel ederek kendisini kurtarmaya çalışmasıdır. Yoksa atalarının güçlü din adamı olmaları değil tabi ki.

Sabri F. Ülgener’in beslendiği arka bahçede Şey Dedesi İsmail Necati Efendi ve İstanbul Müftüsü babası Mehmed Fehmi Efendi ile babasının ilim sahibi arkadaşları, Hitlerin zulmünden kaçarak İstanbul Üniversitesi Hukuk ve İktisat Fakültelerinde çalışan ve Atatürk’ün 1933 Üniversiteler reformunu gerçekleştiren Türk, Alman ve Yahudi hocalar Ohannes Efendi, Mehmed Cavid Bey, İbrahim Fazıl Pelin, Hüseyin Şükrü Baban, Refii Şükrü Suvla, Ömer Lütfi Barkan, Orhan Tuna, Ömer Celal Sarc, Muhlis Ethem Ete, Z. F. Fındıkoğlu, Ebul’ula Mardin,  Prof. Fritz Neumark, Wilhelm. Röpke, Gerhard Kessler, Alexander Rüstow, Alfred Isaac, Avusturyalı İktisatçı Joseph Dobretsberger, İtalyan Umberto Ricci, Amerika’da Harvard’da J.A. Schumpeter ve Alvin H. Hansen gibi daha başkaca hocalardan da etkilenmiş ve etkilemiştir.

Sabri F. Ülgener İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrenciyken burada çalışan Alman hocalardan başlayan ve İktisat Fakültesinde hocalık yaparken devam eden Alman ekolü iktisat anlayışı, 1947-1948 yıllarında Amerika’ya gidip devam ettiği dersler ve kurslar sonucu Keynes-Hansen çizgisine gelmiş, İktisat Fakültesi öğrencileri de Keynesgil İktisadı Doç. Dr. Sabri F. Ülgener’den öğrenmeye başlamıştır. Bu gerçekliği Profesör Gülten Kazgan “Biz Keynes’i doçent olarak Amerika’dan dönen Sabri F. Ülgener’den öğrendik.” (S:127) ifadesiyle ortaya koyar.

Ahmet Güner Sayar Hoca’nın Halil İnalcık’tan aktardığı şu iki olay beni üzdü. Birincisi “Bütün İslam Ülkelerinin yüksek düzeyde temsilcilerinin [Dünya İslam Kongresi] katıldığı bu kongrede ortaya iki görüş çıktı: Kur’an-ı Kerim’in herhangi bir kitap olarak ele alınması ve text-critique’e tabi tutulması. Diğeri görüşe göre ilahi bir kitap olan Kur’an’ın eleştirilme konusu yapılmasının mümkün olmadığı. Hararetli münakaşalar oldu. Pakistan delegesi Isthtiyaq Qureyshî hiddetle masaya yumruğunu indirdi ve Kur’an’ın tartışılamayacağını söyledi. Tartışma o anda kesildi.” (S:141) Burada İslam ülkelerinden katılan bütün delegeler ortak tavır gösterip gerekirse toplantıyı terk ederek tavır göstermeleri beklenirken sadece Pakistanlı delege Isthtiyaq Qureyshî Müslümanca bir tavır koyarak Kur’an’ın tartışılmaya açılarak tartışılmasının bir yol olmasının önünü tıkamıştır. Allah kendisinden razı olsun. İkinci olaya gelince bu kongreye katılan Türk delegeler birincisine etkin bir şekilde müdahaleye katılmayarak bir zaaf göstermiş olmalarının üstüne “Daha sonra Washington’a geçildi. Günlerden Cuma idi Bizleri buradaki yarısı bitmiş camiye götürdüler. Sabri [F. Ülgener], Hıfzı [Timur] ve ben [Halil İnalcık] abdestlerimizi aldık. Yıllardır namaz kılmadığımızdan Cuma namazının sünneti kaç rekât, unutmuştuk. Allah affedicidir. O esnada Amerikalılarda camiye gelmişler, Müslüman delegelerin namazlarını seyrediyorlardı. Biz namazı tamamladık. Namaz sonrası Hıfzı Sabri’ye dönüp: ‘Hadi bize neyse! Sen ki Şeyhülislam [doğrusu Müftü] oğlusun, nasıl olurda namaz kılmayı unutursun£ deyince epey gülüştük.” (S:141) diyerek anlattıkları gibi bir olayı diğer Müslüman delegeler ve Amerikalılar önünde yaşamış olmalarıdır. “Tanpınar ve Ülgener, sohbeti koyulaştırırlar ve bu arada bir iki kadeh de parlatırlar” (S:146) ve Toktamış Ateş’in “Son Büyük Hocalar” yazısından nakledilen “… ender-ü nadirattan parlattığı bir iki kadeh rakıya bağlamak yanlıştır.” (S:152, Dipnot:14) Vehbi Vakkasoğlu da Sabri f. Ülgener’in vefatı üzerine yazdığı ve sonradan Kültür ve Turizm Bakanlığının yayınladığı “Sabri Fehmi Ülgener Küreselleşme ve Zihniyet Dünyamız” adlı anı kitabına alınan yazısında Sabri F. Ülgener’in kendisine ifade ettiği ibadetlerindeki noksanlık ve ihmal etme hususunu yazması da bana çok uygun gelmemiştir. Aslında yukarıdaki cümleler ve bu cümle rivayet edilmese, yazılmasalar daha iyi olacaktır. Çünkü bu durumlar Sabri F. Ülgener’in namahremidir. Namahrem olan haller Allah ile kul arasında kalması gereken hallerdir.

Ahmet Güner Sayar Hoca Müslümanların iktisadi bir problemi olmuş faiz konusunda Sabri F. Ülgener’in “… Bizzat Kur’an riba’yı men ve tahrim etmiş[tir]… Her türlü faiz muamelesi de sert bir tefsirle riba hükmüne tabi ve dahil kılınınca bugünün para ve kredi müesseselerini mühim bir kanadıyla inkâr etmek ve ‘faizsiz’ bir iktisadi gelişme için başka yollarda çıkış noktaları aramak lazım gelecektir.” (S:157) görüşünde olduğunu ancak onun 1958 yılında Yeni Delhi’de sunduğu “İslam’ın İktisadi Gelişmede Para ve Kredi Meseleleri Karşısında Durumu” başlıklı tebliğine dayandığını iddia eden F. Bulut’a göre Sabri F. Ülgener “faizli kredi işlemlerini savunmuştur.” Sabri F. Ülgener’in “tüketim faizinin haram kılındığını söylediğini” savunanlarda olmuştur.  H. Şencan’ın “Sabri F. Ülgener’in İslam’ın yasakladığı faizin tüketim faizi olduğunu” iddia ettiğini, “artık değer faizden ayrılması gerektiğini” söylediğini ifade etmektedir. (S:158, Dipnot:34)

Ahmet Güner Sayar Hoca, Türk İstanbul’u yok etmek pahasına yaptığı müdahaleler dolayısıyla DP’nin 1950-60 yılları arası icraatlarından pek memnun olmayan Sabri F. Ülgener’in 27 Mayıs 1960’ta yapılan askeri müdahaleyi de tasvip etmediğini, 1960’şa kadar yasa dışı ilan edilen Marksist düşüncenin 1961 Anayasasının koruması altında paravan teşekkülleri hürriyet ve eşitlik ile sosyal hayatı zorlayacağından korkuyordu, der. Hatta; dernekler, sendikalar, nihayet partileşme sürecinin işletilmesi ve Marksist fikirlerin gazete ve dergi sütunlarından boca edilmesi ile Türkiye’yi şirazeden çıkaracak olaylara zemin hazırladığını bu yüzden de Sabri F. Ülgener’in kuşkulu bir beklenti dönemine girdiğini ifade eder. (S:163) Sabri F. Ülgener’in “1960’lardan sonra Türkiye solu yeni bir atılımla sahneye çıkarken alışılmış hücum hedefini ve parolasını da beraberinde getirdi: Kapitalizm! Artık rahat nefes alınabilirdi. Her kötülüğün, her tersliğin başı ‘bilimsel ve tarihsel’ olarak gözler önüne serilmişti. Ve asıl suçlu nihayet ve nihayet avuçlarınız içinde sayılabilirdi. Ülke bunca arzulanan bir düzeye mi varamadı: Tabii hep ‘kapitalist yoldan kalkınma modeli’nde direnip durduğu için.” (S:163, Dipnot:4) İhtilalciler kötü yönetimi Atatürk gibi milli bir sistem oluşturarak çözmek yerine komünizmin empoze etikleriyle çözmeye kalkmış ve 1980 yılına kadar Marksist komünistlerin ülkede kardeş kanı dökerek, yarattıkları bu çatışma ortamında ekonomik olarak elde edilmiş olanları da tahrip etmişlerdir. Mahir Kaynak “Sol düşünce 1960’lardan sonra … Avrupa’nın ihraç ettiği ve yönlendirdiği bir araç oldu.” (S:177, Dipnot:43) rejim ihraç edenin ve çatışma ortamı yaratanın aslında Batı (ABD ve NATO) olduğuna işaret etmiştir. Zaten 1960 ve 1980 ihtilallerini ABD ve Avrupa destekli “Bizim Çocuklar” denilen askeri cuntalar yapmış, 1960 ihtilalinin yönünü milli bir çizgiye çekebilmek için uğraşan Alparslan Türkeş Hindistan’a Yeni Delhi’ye askeri ateşe olarak sürgün edilmiştir.

Sabri F. Ülgener’in Marksizm’e ve komünizme karşı yazdığı yazılarda yaptığı eleştiriler ve üniversitede komünist Marksist bloğun karşısında olanların ön safında birisi olması dolayısıyla 1971 yılında ki askeri müdahalenin sonucu oluşan sıkıyönetim komutanlıklarının kurduğu “sol” kitapları denetlemek için kurduğu yasak yayın kurullarında görev almış ancak bu kurul “Bu kitaplar muhtevaları yönünden yasak nitelikte bulunsa ve takibata konu olsalar bile sanığın bunları bulundurması suç teşkil etmez. Yasaklanmış ve konusu yönünden takibata uğrayarak ceza hükmüne mevzu teşkil etmiş kitapları bulundurmak, bu kitapları alet ederek propaganda yapılmadıkça veya bu kitapların dağıtımı cihetine gidilmedikçe suç teşkil etmez.” (S:180) diyerek karşı olduğu, eleştirdiği bir fikrin kitaplarını bulundurmayı suç saymamışlar, sadece propagandayı ve dolayısıyla silahlı mücadele yoluyla düzenin yıkılmasına çalışmayı, kişinin kişiye şiddet uygulamasını ve öldürmesini suç olarak görmüşler komünizm eğitimi verilmesini bile hoş görmüşlerdir. Ancak Marksizm, komünizm kendisi fakültede çoğunlukta olan Marksizm karşıtı hocalardan hoşgörü görmesine rağmen 1970-1980 arasında Ülkücü öğrencilerin okullara girerek derslerini takip etmesini izin vermemiş ve okul boykotlarıyla derslerin yapılmasını engellemiş, ülkücü öğrencileri tek tek yakalayarak işkenceler yapmış, pompa ile canice ciğerlerini şişirerek patlatmış, fakültelerin yüksek katlarından aşağıya atarak ve günlerce aç susuz bırakarak öldürebilmiştir.

Daktiloda tamamlamaya çalıştığı ‘aydınlar’ yazısının belki elden geçmiş 5. Ya da 6. Nüshası” (S:191) Ahmet Güner Say Hoca Sabri F. Ülgener’in bir yazıya son şeklini vermek dilini ayarlamak için yazı yazmanın zor olduğu o günlerde daktilo ile değiştirip düzelterek 6 kere yeniden yazdığını söyleyince bizim bilgisayar başında her değişikliği kolayca yapma şansımızın yüksekliğine rağmen çalakalem gözden geçirmeden yazdığımız sathi yazıların kıymet-i harbiye’sinin olmayacağı aşikardır.

İbrahim Kanyılmaz, Hüseyin Şahin gibi hocaların Sabri F. Ülgener’in asistanı Mehmet Emin Palamut Hoca’nın bir şekilde kendisiyle bağının olması, Uludağ Üniversitesi İİBF’nin kuruluşunda emeğinin olması Yusuf Ziya Binatlı hocanın Uludağ Üniversitesinde ders vermesi bizim de hasbelkader Uludağ Üniversitesinde İİBF’de Maliye okumuş olmamız Sabri F. Ülgener ile dolaylı da olsa ilimi miras bakımından bir irtibat kurabilmemiz gurur duyduğumuz bir vesile olmaktadır.

Ahmet Güner Sayar Hoca’ın hakkında yazdığı Biyografik eseriyle sohbetlerini iki ayrı kitap halinde kitaplaştırdığı A. Süheyl Ünver 35 yıldır topladığı 240 adet hat sanatı eserlerini Süleymaniye Kütüphanesine bağışlamış, bu vesile ile yapılan toplantıda Prof. Dr. Semavi Eyice onun hakkında bir konuşma yapmış, açılan sergiyi Sabri F. Ülgener Ahmet Güner Sayar Hoca ile birlikte gezmiş, ikinci bir defa daha gezmek istediğini de Ahmet Güner Sayar’a ifade etmişti. (S:202-203) Bu ikinci ziyarette Sabri F. Ülgener A. Süheyl Ünver için “Süheyl Ünver! Evliya gibi adam” (S:203, Dipnot:4) der. Eskilerin bir sözü vardır, “Kişi arkadaşlarının zannı üzeredir” diye. A. Süheyl Ünver büyük ihtimalle Sabri F. Ülgener’in tahmini üzeredir, Ahmet Güner Sayar Hocanın hakkında yazmış olduğu iki kitabı da okumuş biri olarak diyorum ki A. Süheyl Ünver muhtemel ki evliyadır.

Ahmet Güner Sayar Hoca rahmetli Erol Güngör’ün Sabri F. Ülgener için “… onun [Weber] istikametinde değerli ve seviyeli çalışmalar yapan bir yerli ilim adamımız da bu nisyan denizinde kaybolup gitti. Profesör Sabri Ülgener memleketimizde iki elin parmakları kadar az sayıdaki ilim adamlarından biridir… Ülgener Türkiye’de çok heves edilip de bir türlü yanına varılamayan ‘batı ilmi’ içinde rahatlıkla yer alabilecek bir isimdir.” (S:206) diyerek Sabri F. Ülgener’in Weber gibi anlaşılamadığını ve bu yüzden ilgi görmediğini ancak batılı bilim adamları seviyesinde bir bilim adamı olduğunu teyit ve topluma takdim etmiştir. Sabri F. Ülgener’in kitapları hakkında taahhüt ettiği analiz yazılarını 1983 Nisan ayında erken sayılacak bir dönemde vefat ettiği için yerine getirememiştir.

Şahin Alpay’ın Cumhuriyet gazetesinde yapmış olduğu soru cevap şeklindeki Sabri F. Ülgenerin kitabını analiz etme röportajını Yalçın Küçük yerden yere vurmuş, sağcı bir adamı peygamber derecesine çıkardığı yönünde Şahin Alpay’a sert eleştiriler yöneltmiş ancak Ahmet Güner Sayar Hoca’ya 15.01.1982 tarihli mektupta “Aydın çalışması nedeniyle Sabri Ülgener Bey’in ‘Çözülme Devri Zihniyeti’ni yeniden okudum, kartlara geçirdim. Çok yararlandım. Sabri Haca’nın izlediği yöntem yararlı olarak kullanılabilecek bir yöntemdir.” (S:208, Dipnot:15) şeklinde yazarak ilmi bir ikiyüzlülük sergilemiş, ay da fikrinden çark etmiştir. Türkiye’de sağ tandanslı bilim adamları ağızlarıyla kuş tutsalar bilim mafyası olmuş solun gözünde hiçtirler. Ama riyakarca gizli mahfillerde onlardan istifade ederler, takdir etmezler.

Avrupa biliminde Weber ve Sombart’ın yanında Türkiye’den yer alacak bir kişi olarak gösterilen Sabri F. Ülgener’in yazmayışını ve eser vermekte çekingen davranmasını aştığını söylediği “Gerçekten O, 1975 sonrasında üzerindeki ölü toprağını atmış, üst düzeyde bir düşünür olmanın fikri meyvelerini gelecek kuşaklara sunmuştur.” (S:211) cümlesinde aslında Sabri F. Ülgener’in ‘üst düzeyde bir düşünür’ olduğunu da vurgulamıştır. Ahmet Güner Sayar Hoca Sabri F. Ülgener için İstanbul Üniversitesi Merkez Binası önünde yapılan cenaze töreninde yaptığı konuşmada hocası Sabri F. Ülgener için “Prof. Ülgener’in fakültemizdeki hocalığının bir adım ötesinde, sahip olduğu bir mütefekkir yanı vardır. İşte ilmin istediği, eskilerin imal-ı fikir [fikir üretmek] dedikleri, yani bilgi üretme yönü ile Profesör Ülgener hocaların hocasıdır.” (S:220) diyerek onun bilgi üretme yönünü ortaya koymuştur. Beşir Ayvazoğlu’nun “Ülgener Türkiye’de, seviyesi genelin çok üzerinde olduğu için fark edilemeyen büyük bir ilim adamıydı. İktisat ve sosyoloji sahalarındaki derin bilgisinin yanı sıra, Türk toplumunun yapısını anlayabilmek için mutlaka incelenmesi gerekli kaynaklara büyük bir vukufla eğilebilecek bir kültür yapısına sahipti.” (S:228) Sabri Ülgener’in Türkiye’de az bilinmesinin sebebi olarak onun ortalamanın çok üstünde bir bilim adamı olmasını göstererek yeni bir gerekçe ileri sürmüştür. Ayrıca Ahmet Güner Sayar Hoca Sabri F. Ülgener’in yalnızlığı hakkında “Albenilerinin olmamasının temel nedeni dünyayı yorumlamakta objektif kalmaları, ütopya ve metafiziğe kapı açmamaları, dahası, insanın ve toplumların yarınına bakarken karamsar olmalarıdır.” (S:277) açıklamasını da yapmaktadır.

Ahmet Güner Sayar Hoca Cumhuriyete sahip çıkan; aileden Osmanlı, dedesi ve babası alim, şeyh, müderris, müftü olmuş Ahmet Süheyl Ünver ve Sabri Fehmi Ülgener gibi diğer aydınların gerekçesini doğru bir tespit ile “Cumhuriyet’in ruhî ve maddî maliyetinin ne olduğunu çok iyi bildiklerinden onun üzerine kanat gerdiler.” (S:245) diyerek açıklamıştır. Osmanlı’dan intikal eden alimler Cumhuriyete maliyetinin yüksek olması, hürriyetin pahalı olması dolayısıyla sahip çıkıp kol kanat germişler.

Farklı iki dünya görüşüne sahip Türk aydını Niyazi Berkes ve Mümtaz Turhan aynı metotla ve aynı konuda yaptıkları saha araştırmaları sonucu elde ettikleri verileri Niyazi Berkes “Türkiye’de Çağdaşlaşma”, Mümtaz Turhan “Kültür Değişmeleri” adlı (S:248) eserlere dönüştürmüşler ve sosyoloji alanında ilk temelleri atmışlardır. En enteresan olanı zihniyet farklılığı yapılan araştırmalarda elde edilen verileri Niyazi Berkes’in “Çağdaşlaşma”, Mümtaz Turhan’ın da “Değişim” olarak algılamasına sebep olmuş ve zihniyet farklılığı eserlerinin isimlerine yansımıştır. Ahmet Güner Sayar Hoca Sabri F. Ülgener’in bu iki aydından bir olan Niyazi Berkes’e fikri yakınlığı hususunda “Nitekim [Sabri F. Ülgener] ülkemiz gerçeğinde Webergil tıkanıklığı aşmak için pragmatik devlete Keynesgil iktisat politikalarıyla işlevler yüklerken N. Berkes’le birleşmektedir.” (S:250) tespitini yapmaktadır.

Ahmet Güner Sayar Hoca her ne kadar Sabri F. Ülgener’in pozitif-normatif iktisat ayrımına ne zaman ulaştığını yakalayamadığını söylese de 1936 yılında W. Röpke’nin tesiriyle “iktisadın pozitif yönünün ideolojiden arınmış ‘apolitik’ boyutu içersinde kavramıştı, 1937’de çıkan bir kitap halinde ise iktisatla sosyoloji arasına bir hudut çizgisi çizmişti.” (S:253) diyerek bunun ‘onun fikri dönüm noktası’ olduğunu ifade eder.

“İktisat Yöntemi” başlıklı makalesinde çok detaylı olarak Sabri F. Ülgener’in iktisat anlayışının oluşumunu ve etkilendiği kişilerden aldıklarını anlatan Ahmet Güner Sayar Hoca onun iktisat ilminde takip ettiği metotları “1-Müşahade; 2-Müşahede verilerini sebep ve netice şeklinde birbirine bağlayarak aralarındaki münasebetlerin cinsini ve istikametini, tayin etmek, 3-Bu münasebetlerden devamlı ve umumi olduğu anlaşılanları birer kanun (temayül) halinde tespit ve ifade etmek.” (S:272) Ahmet Güner Sayar Hoca Sabri F. Ülgener’in Müşahede (Gözlem) için üç yol ileri sürdüğünü, bunların da ‘a-Anket Usulü; b- Monografi Usulü; c- İstatistik’ olduklarını söylemektedir. Ahmet Güner Sayar Hoca Sabri F. Ülgener’in etkilendiği Weber’den aldıklarını “Yoksa Ülgener bu büyük sosyoloğun her bağlamda takipçisi olmamıştır.” (S:280) diyerek tespit etmiş ve Sabri F. Ülgener’in aslında körü körüne bir takipçi olmayıp bilim dünyasında anlatacağı tezi destekleyen yönleriyle herkesten alıntılar yaparak kendine özgü metodunu meydana getirdiğini ifadeye çalışmıştır. Bunun en güzel örneği Dilthey, Rickert, Rüstow, Weber, Sombart, Keynes vs. gibi yazarlardan daima yararlanmış olmasıdır. H. B. Kaçmazoğlu bu tespitimizi “Ülgener, pek çok konuyu ele alırken, Weberci bir yaklaşımı kendi bakış açısıyla birleştirmiştir.” (S:283, Dipnot:53) ifadeleriyle teyit etmektedir. Yine H. B. Kaçmazoğlu “Ülgener, yazılarında, altyapı kurumlarının üst yapı kurumlarını belirlediğini ifade eden Marxist yaklaşımdan da yararlanmıştır” (S:301, Dipnot:39) sözleri Ülgener’in tezini doğrulayacak her ilmi veriyi alıp kendi üslubun da işleyerek kullandığını göstermesi bakımında zikredilecek bir örnektir.

Ahmet Güner Sayar Hoca Sabri F. Ülgener’i tıkanan Türk düşünce hayatını takip ettiği Durkheim- Gökalp çizgisinde tekdüzelikten kurtardığından bahisle yeni bir bakış açısı getirdiğini yukarılarda bahsetmişti. Burada “Bir Türk Weber’i” adlı makalede ise “çağdaş Türk düşünce tarihinde Durkheim-Gökalp ve Le Play-Prens Sebahattin gibi en tanınmış ikililer arasında Weber-Ülgener ikilisi de yerini aldı.” (S:274) diyerek Weber-Ülgener ekolünün çağdaş Türk düşünce hayatının en önemli üçüncü ekolü olduğunu dillendirmektedir. Pareto-Hüseyin Cahit Yalçın ikilisinin ekolünün pek taraftarı olmadığı için silik bir iz bıraktığını söyler. Bu anlatılanlardan görüyoruz ki sosyal bilimler ile pozitif bilimlerde Türk aydını kendi fikri ekolünü kendisi oluşturmamış ve hep batılı bilim adamlarından etkilenerek biraz Türkleştirilmiş, ülke problemlerine uyarlayarak bilim yapmaya çalışmışlardır.

Ahmet Güner Sayar Hoca “Protestan Ahlakı’ndan ‘Çözülme Devri Zihniyet’ine” (S:303) başlıklı yazısında ta baştan beri anlattığı Sabri F. Ülgener’in Osmanlı toplumunun iktisadi zihniyet anlayışını “… Osmanlı-Türk insanı sermaye birikimine imkân vermeyen bir zihniyet dünyasında iktisadi madde ile yoğrulmuş, günlük hayatını geçimlik ve götürü bir şekilde idame ettirmişti. İnsanımızı etki ve itaati altına alan bu davranış kalıbının gerisinde ‘kifayet miktarı maişet’ düşüncesi bulunmaktadır. Görülen odur ki tevekkül ve kanaatin güdümünde iktisadi maddeye dokunan bizim insanımız ihtirası kabarmayan, itidali aşmayan bir ruh halini asırlarca muhafaza etmiş ve onu zühd küresinin dışına taşırmamıştır. Dini-manevi amillerin şekillendirdiği kurumsal dünyaya ait Ülgener’in çözümlemesi, kısaca bu zühd küresinin dışına geçememenin amili ise, İslami tasavvuftur.” (S:315) şeklinde veciz bir şekilde özetlemektedir.

Ahmet Güner Sayar Hoca, Sabri F. Ülgener’in Osmanlı toplumunun kapitalistleşememesinin sebebi olarak Batıni Tasavvufu baş etken olarak görmesine rağmen ikincil etken olarak da “Osmanlı politik toplumunun miri arazi, narh, müsadere, kötü vergileme sistemi ile daha işin başında sermaye birikimine açılan kapıyı kilitlediğini de unutmamak gerekir” (S:325) diyerek Osmanlı Türk toplumunda uygulanan devletin ekonomik sistemini de sermaye birikiminin önündeki engel olarak gördüğünü ifade etmiştir.

Ahmet Güner Sayar Hoca ve Sabri F. Ülgener’in Osmanlı toplumunda kapitalizmin yerleşmesini ve sermaye birikimi yapılmasını engellediğini söyledikleri Batıni tasavvuf günümüzde sermaye birikimi yapmaya başlamış ancak devletçi bir ekonomi gibi sermayeyi dergahlar, merkez elinde toplamıştır. Açılan bütün işletmeler, yapılan bütün ticaret şeyhin kontrolünde ve onun yetkisinde tek elden yapılır olmuştur. Liberal-kapitalist sistemlerdeki gibi bireysel bir sermaye birikimi yine tercih edilmemiş, kişilerin mal ve servetle irtibat kurmaları engellenmiş, ticaretten uzak tutulmuştur. Dervişler, sofiler dergâhta dağıtılan yiyeceklerle yetinmeye yine “bir lokma bir hırka” babından anlayışla imarethane çevresinde toplanmaya devam etmişlerdir. Sermaye tabana yayılamamıştır. Ancak 1980’li yıllardan sonra ülkede başlayan liberalleşme sonucunda tarikat ile pek bağı olmaya halk kitlesinde bireysel sermaye birikimleri oluşmaya başlamış, günümüz hükümetinin her şeyi özelleştirmesi sonucu ticaret ve sanayi adına yapılan her şey geldiği seviye ve kalkınmaya etkisi tartışılsa da mecburen özel sektöre kalmıştır.

Ahmet Güner Sayar Hoca Sabri F. Ülgener’in “Ulaştığı bütün bu çözümlemelere rağmen yaptığı tahlillerin nihai, kat’i ve mutlak olmadığını vurgulamakta, üstadı Weber gibi o da ‘aşılmak istemektedir.” (S:340) dedikten sonra Weber’den “yazdıklarımızın kısa zamanda ‘aşılmış’ olacağını özellikle kabul etmek gerekir. ‘Aşılmak’ki bütün ilmi çalışmaların alın yazısı demektir” (S:340-341) sözünü eklemiş ve nihayet Sabri F. Ülgener’in de “Yine Max Weber ağzı ile konuşalım: ergeç aşılmış olmak.  Samimi dileğimiz ve belki onun da ötesinde alınyazımız bu!” (S:341) sözünü aktararak ilmi çalışmanın selametinin ustayı aşmakla olacağını vurgulamıştır.

Sabri F. Ülgener’in Osmanlı toplumunda kapitalizme geçişin kapısı gibi gördüğü Melamiliğin de Osmanlı da bu uyanışı sağlamadığını söyleyen Ahmet Güner Sayar, Ülgener’in 17. Yüzyılda yaşamış Sarı Abdullah Efendi’nin Semerat’ül Fuad adlı kitabından tercüme ettiği metinde Melamiliği “Melamiliğe gönül vermiş kişi el kâsibu habibullah gereğince dünya işlerinden bir meşru kârla meşgul olmak lazımdır. Ve ancak menzile (eve) geldikte ikilik pasını üzerinden silkip atmak üzere Hak’ka niyaz eylemek gerekir.” (S:345) şeklinde tarif ettiğini ifade eder. Allah sevgisinden dünya işlerinden bir işte kâr elde etmek için çalışıp zikir ve ibadetlerini akşam evinde yapması gerektiğini söylemesi bile toplumda sermaye birikimini artırma, kâr elde etme hevesini iktisadi rasyonalizmi uyandıramadığından yakınmaktadırlar. Ahmet Güner Sayar Hoca 1960’tan sonra Türkiye’deki sanayileşme veya kapitalizme geçmeyi “Türkiye’nin içine girdiği kapitalistleşme süreci kendiliğinden olmayıp, devşirmedir. Dolayısıyla kendi ekonomik bünyesine dışarıdan empoze edilmiş ve yönlendirilmiş bir modelin pürüzsüz bir akışkanlıkla yol alamayacağı da gayet tabii idi. Batıyı örnek alarak Türkiye ekonomisinin yordamlama ile sağlıklı bir firma arayışını başlatması aynı zamanda Müslümanı da modernleşmeye, binnetice rasyonalizme itti.” (S:349) şeklinde ifade etmektedir. “Enel Hak” anlayışından “ene maal Hak”a evrilen tasavvuf anlayışının bir demiryolu makas ayrımcısı gibi vazife göreceğini de ayrıca ifade etmektedir. Cuma Suresinin 11 Ayetindeki “… Bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona gittiler ve seniz ayakta bıraktılar.” (S:351) Manasındaki Allah buyruğunu Elmalılı Muhammet Hamdi Yazır “Peygamberle beraber on iki adamdan başka kalmadı.” şeklinde tefsir eder. Ticaret erbabının davulunun sesi onları mescitte Peygamberi dinlemekten alı koymuştur. Ama Nur Suresinin 37 ayetinde ise “Ne ticaret ne de alışveriş onları Allah’ı anmaktan … alıkoymaz.” (S:351, Dipnot34) İlahi buyruğu olması gerekeni ifade eder. Bu iki ayetten çıkarılacak insan tipi İslam toplumunun kapitalist insanının prototipidir. Yani Müslüman bazen düşünmeden dünya servetini din için terk edebilmeli, bazen de ibadetlerini dünyalık kazanmasına engel olmayacak bir şekilde, çalışmayı terk etmeyecek, miskin duruma düşmeyecek, çalışanın rızkına temin etmeye vesile olmanın da ibadet olduğunu bilecek şekilde şirketleşmeyi planlayabilmelidir.

Türkiye’deki “Yeşil Sermaye” oluşumunun temelini Müslümanın rasyonelleşmesi değil de ekonomik düzlemin İslamileşmesini hedefleyen İslamcılık akımının eklektisizminden aldığını (S:352) söyleyen Ahmet Güner Sayar Hoca her eklektik düşünce gibi İslamcılığında çelişkilerle malül olduğunu bu yüzden de “İslam iktisadının da bir ‘ideolojik kuğu’dan ibaret kalması”nın kaçınılmaz olduğunu ifade eder. Ahmet Güner Sayar Hoca “… ekenomik düzlemde tekkelerin holdingleşmesi, aktif cemaatlerin menkul değerlere yönelmesi ve şirketler kurması (…) sekülarizasyonun (ya da laikleşmenin) göstergesidir.” (S:353) diyerek Paranın ahlakı bozduğunu da ilave etmektedir. Güzel ahlakla beraber parası olan ancak paranın çokluğundan dolayı ahlakı bozulmayan bir insan tipini var etmemiz gereği üzerinde durmaktadır. Ahmet Güner Sayar Hoca Tasavvuf üzerine Duran Kömürcü’nün “Hangi mutasavvıfımız bir eline geleni diğeri ile dağıtmaktadır? Hangi mutasavvıfın sofrasında sadece aş var, pilav var, tuz var?” (S:353, Dipnot 43) sorularını aktardıktan sonra Avni Özgürel’in “Çoğu holdingleşmiş durumdaki cemaatlerin başındaki şeyh efendiler ise hiç şüphe yok ki, bu fiili durumdan dolayı ‘icazet, aldıkları’ mürşitleri gibi, tarikat adabına uygun şekilde halife bırakıp göçemiyorlar. Trilyonluk servetlerin kontrolü söz konusu olduğu için, şeyhlik, yakın aile efradı [liyakat kesbetmeyen] arasında el değiştiriyor.” (S:354) tespitine yer veriyor. Mehmet Şevket Eygi’nin ise “Bugün kendilerine peygamber vekili havası vermek isteyenler, bütün dikkatlerini para üzerinde toplamış ve kendi yarattıkları cemaat konforundan vazgeçmez hale gelmişler[dir.]” (S:355) dediğini kendi içinden bir ses olarak aktarmaktadır. Maaşlı çalışan müridin Allah’a olan samimiyeti ne kadar olur, geçim derdine düşmüş mürit Şeyhin gayri İslami, nefsani ve dünyevi isteklerinden azade kılıp doğru yola tabi olabilir mi? Mehmet Şevket Eygi’in dediği gibi “Kimse ‘bu işleri dine hizmet için yapıyoruz demesin.” (S:355) Bütün bu eleştirilere “İslam (norm) hiçbir vakit ‘bir lokma bir hırka’yı temsil etmedi Buna rağmen Müslüman (reel) Batıni tasavvufla ekonomiyle olan ilişkilerini kaderci küreye hapsetti. (…) Önce İslami (norm)a uymak kadar kapitalizmin (norm)unun da reeldeki anarşiden kurtulması gerekir” diyerek yukarıda yapılan eleştirilere cevap veriyor.

Ahmet Güner Sayar Hoca, Sabri F. Ülgener’in ilk defa İslam’da fiyat teşekkülünü incelediğini, şeriatta ‘norm’ delili olarak Hz. Muhammed’in “Narh koymayınız, zira narh koyan, kullarına darlık ve bolluk veren, onları rızıklandıran Cenab-ı Hak’tır.” (S:372) Hadisi Şerifini delil olarak sunduğun ortaya koymuştur. Yine Sabri Ülgener “Norm’un bu liberal telakkisine rağmen İslam’ın ilk asırlarında uygulama da müdahaleci bir tedbirin giderek kuvvetlendiğini tesbit etmiştir” Ahmet Güner Sayar Hoca fiyatlarda serbestiyi ve müdahaleyi savunan görüşlerin birleştirilmesi için fıkıh ve ilahiyat alimlerinin buldukları çözüm olarak “ Normal şartlar altında fiyatlara müdahale etmemek, fakat fiyatlar muayyen bir seviyeyi-iki mislini-aştıktan sonra ‘narh’ uygulamasına geçmek prensip olarak kabul edil”diğini (S:372-373, Dipnot 6)  ifade etmektedir. Bu anlatılanlardan anlıyoruz ki; İslam temel olarak fiyatların piyasada piyasa şartlarına göre serbestçe oluşmasını serbest bırakmış ancak girift toplum yapısının sebep olduğu aşırı fiyat yükselmelerinde fiyatların oluşumuna devlet müdahale ederek ‘narh’ koyup yüksek fiyat oluşmasının önüne geçebilmesine de cevaz vermiştir. Yüksek fiyatın kabul edilebilir seviyesi de Ahmet Güner Sayar Hocaya göre ‘iki misli’ fiyattır. Bu sınırı aşınca narh koyulabilir.

Ahmet Güner Sayar bu kitabında 233. sayfaya kadar Sabri F. Ülgener’in hayatını doğuşundan ölümüne kadar gah kendi yazdıklarından, gah dostlarından dinlediklerinden alıntılar yaparak, hakkında söylenmişleri aktararak akıcı bir üslup ile hemen hemen her söylediğini belgelendirerek işlemiştir. 233. Sayfadan sonra numaralandırarak Sabri Ülgener’in vasıflarını, maharetlerini, kültür sanata olan ilgisini, Türkçe kullanma yetisini, divan şiirine olan meylini, eserleri, iktisatçılığını, karakteri, şahsiyeti ve fikir dünyasıyla ilgili 16 müstakil yazıyla eksiksiz bir şekilde ortaya koymuştur.

Ahmet Güner Sayar Hoca yazdığı biyografik ve monografik eserlerle toplumun ilgisinden uzak kalmış, ancak fikri yapısıyla devleşmesi geren kişileri bazen ilk kez, bazen de tekraren toplumun gündemine sokmuş, geniş bir yankı uyandırarak o kişileri akademik ve toplum nezdinde konuşulur kılmış, kılmaktadır. Tabiri caiz ise Ahmet Güner Sayar Hoca “ölüyü diriltir” gibi toplumsal etkisi sıfır derecelerine düşmüş fikir ve bilim adamlarını halkın gündemine sokarak dikkatleri onların üzerine çekerek yeniden “canlandırmış”tır. Bu konuda başta Ahmet Süheyl Ünver ile Sabri F. Ülgener ve Hasan Ali Yücel, Sahhaf Raif Yelkenci, Şeyh Bedrettin kitaplarını saya biliriz.

Sabri F. Ülgener’i yine onun kadim dostu Prof. Dr. Orhan Tuna’nın Ülgener’in vefatının üçüncü yılında duygularını dile getirdiği “Bu müstesna hoca, bu büyük mütefekkir, memleketimizde genç ilim kuşaklarının daima örnek ve ibret almaları gereken mümtaz vasıflara sahip bir insandı.” (S:230) sözlerine yer vererek yeni nesle aktaralım.

Sonuç olarak okuyucuya acizane tavsiyemiz, Sabri F. Ülgener için Kültür ve Turizm Bakanlığının yayınladığı çok sayıda farklı yazarın yazdığı Sabri Ülgener yazılarından oluşan bir anı kitabı olan “Sabri Fehmi Ülgener Küreselleşme ve Zihniyet Dünyamız” adlı kitap, Ahmet Güner Sayar Hocanın yazdığı bu “Bir iktisatçının Entellektüel Portresi Sabri F. Ülgener” adlı kitap ve nihayet Sabri F. Ülgener’in yazmış olduğu “Zihniyet ve Din İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı”, “İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası”, “Zihniyet Aydınlar ve İzm/ler”, “Tarihte Darlık Buhranları” kitaplarını sıralı olarak okumasıdır. Kültür Bakanlığı yayını olan kitap bir giriş ısındırma vazifesi görecek, Ahmet Güner Sayar Hocanın yazdığı kitap Sabri F. Ülgener’in hayatını ve eserlerine nasıl bakmamız gerektiğini öğretecek ve nihayet Sabri F. Ülgener’in eserlerinde ne demek istediğini anlamaya başlayacağız.