Halim KAYA: ÇERAĞLAR UYANIRKEN (Kitap Tanıtımı)

ÇERAĞLAR UYANIRKEN 

Ahmet Yılmaz SOYYER

Şair Bir Bektaşîlik Uzmanı olan Ahmet Yılmaz Soyyer  ile “Çifte Vavın İzinde” kitabının sosyal medya tanıtımıyla tanıştım ya da kendisinden haberdar oldum. Hocanın “Çifte Vavın İzinde” şiir kitabını okurken “Çerağlar Uyanırken” ve başka çalışmaları da olduğunu öğrendim. “19.Yüzyılda Bektaşîlik”, “Mevlevi”, “Şu Bizim Bektaşîler”, “Semah Aşka Doğrudur” gibi…

Yıllardır şiirin hasına duyduğumuz özlem ile kendi çapımda milli ve manevi yönü ağır basan yada böyle tanınan şairleri okumaya çalışırım.Bir şairi ya da yazarısadece bir kitabından okumam, bütün kitaplarını alıp okumaya çalışırım.Ahmet Yılmaz Soyyer hocayı tanımama vesile olan işte o kitap, -“Çifte Vavın İzinde”- o zamana kadar hiç haberdâr olmadığım bir şaire aitti. Hemen aldım ve okudum.

Düğün şarkıcılarının kendini sanatkar göstermek adına yaptıkları ve düğünlerde okudukları türkü ve şarkılarının arasına karıştırdıklarında dinleyenin ne dinlediğinin farkına varmadan üç dakikada bitiveren anlamsız sözler yığını,“söz-müzik benim” dedikleri türden şiirler beklerken sanat gücü ve üslubuna  bayıldım.Şiirleri beni, derin düşüncelere sevk etti; her kelimesi ruh dünyamda bir pencere açtı, beni eskilere götürdü. Bende Yahya Kemal ve Fuzuli şiirleri hissi uyandırdı. Kitap bitince hocaya sosyal medya üzerinden “Çifte Vavın İzinde” şiir kitabını okuduğumu çok beğendiğimi, ancak ifadeden aciz kaldığımı,affına sığınarak âmiyâne bir tabir ile“Sen neimişsin hocam” diyerek ifade edebileceğimi yazdım.

“Çerağlar Uyanırken”

“Çerağlar Uyanırken”de yazar kullandığı dil ve seçtiği kelimeler ile kitaba tarihî bir derinlik kazandırmış. Günümüzün bazı yazarlarının kitapları gibi günlük dilde yüz ikiyüz kelime ile yazılmış  ya da yabancı dilde yazılmış gibi sözlüksüz anlaşılmayacak kadar anlaşılmaz kelimelerle yazılmış, seviyesi düşük bir kitap değil;halka mal olmuş zengin bir kelime hazinesiyle yazılmış; bir çok anlamtaşıyan zengin Türkçemizden nefis kelimeler tercih edilmiş.

“Çerağlar Uyanırken”, insanın, isterse inancını her halükârda yaşatabileceğini, hiçbir yasak ve zorlamanın imanı engellemeyeceğini anlatan bir roman.

Günümüzde unutulmuş olan Türk tasavvuf kültüründe “ocağı uyandır” denir “ocak yakılmaz” diyor Soyyer hoca. Çünkü; “ocak yakmak” bir haneyi ateşe vermek, yok etmek manasına geldiği gibi Mehmet Akif’in ifadesindeki “Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak”ta olduğu gibi bir düşmanlık hedefi de içermektedir. Uyandırmak,sönmemiş, kökü geçmemiş, küllenmiş köz olan ocağı yeniden alevlendirmektir. Bir devamlılık içersinde geleneğin yeniden canlandırılmasıyla yeni pencere açarak farklı bir boyuta geçmek, farklı bir dünyaya, aleme açılmak, yenilenmek tazelenmek gibi manalarda içerir.

Hanefîliği yine Hanefî olduklarını söyleyenlerin engellediğini ve özellikle Maturidîliğin ehlisünnet dünya tarafından  ihmal edildiğini  “Türk Müslümanlığı” adlı kitabında dillendiren Prof. Dr. Sönmez Kutlu gibi Ahmet Yılmaz Soyyer hoca da Medreselerin kendilerinden öncekileri aşamamış nakilciliğini ve teslimiyetçi geleneğini ilmi gelişmeye engel görmektedir.

1826 tarihinde Bektaşîliğin yasaklanması sırasında Bektaşîliğe mensup mazlum insanların yaşadıklarının müsebbibi hemen hemen aynı doğru şeylere inanan medrese mensubu din adamlarının iktidarın baskısından çekinmeleri yada tarafgirlikleri yüzünden ses çıkarmamaları dolayısıyla yaşanmıştır.

Bektaşîlik yasaklanınca bütün Bektaşîler, Mevlevi, Halveti ya da Celveti gibi görünerek ama gerçekte Bektaşî olarak hayatlarını devam ettirmek zorunda kalmışlardır.Her ne kadar yolları ayrı olsa da Mevleviler, Halvetiler ve Celvetiler onlara kapılarını açmış, Bektaşîler ile birlikte inandıkları aynı Tanrı’ya niyâzına fırsat tanımış, çerağlar uyandırılıncaya kadar yaşamalarını sağlamışlardır.

Günümüz toplumunun Alevî ve Bektaşîlere bakışlarındaki peşin hüküm tarihin derinliklerinden gelmektedir. Halk arasında kimden çıktığı bilinmeyen tezviratlar bütün toplumu etkisi altına alıp asılız dedikodulara inanır hale getirmiştir.Yazarın romanda belirttiği gibi onların içlerine girip tanıyanların hiç birisi, bir Bektaşî için, birebir kötü diyemediği halde bu yanlışa inanmaya devam etmektedirler.  Bu yanlış fikirlerini ancak Bektaşîleri tanıyanlar değiştirir.

“Korkma, okuyan insandan kimseye zarar gelmez” (1) diyor Gülendam.  Ama toplum her zaman okuyan insandan korkmuştur. Bu korkunun eseri olarak hep yasaklar konulmuş sınırlamaya çalışılmıştır. Ya devlet tarafından takip edilmiş, devletin “ebed-müddet” vasfını tehlikeye sokacak diye görülmüş okuyanlar ya da ebeveynlerin çocuğum kendi bildiğimiz, inandığımız dışında yanlış bir dinî inanç, zararlı bir bilgi edinir, bize asi olur, devlet tarafından cezalandırılır korkusuyla baskılanmıştır. Benim okur-yazarlığı olmayan ancak “Çocuklarım tahsil görsün, büyük adam olsunlar”diye mücadele veren, her türlüğü ekonomik ve toplumsal zorluğa göğüs geren anneciğimin zaman zaman kitap okurken bana“Hadi dışarı çık arkadaşlarınla oyun oyna, ne yapıyorsun eve kapandın da böyle, gavur kitabı mı okuyorsun, sağlığın bozulacak, gözlerin kör olacak” diyerek ders kitaplarının dışında kitap okumaya beni korumak adına mani olmaya çalışmıştır.

“İnanç aklın ürünüdür bence, üç metre bezle iman olmaz” ve “iman gönül işidir” (2) farklı iki roman kahramanın dilinden şekilcilikten uzak, gönle yerleşmiş, akılın tasdik ettiği bir iman tasvir ediyor. Akıl ile bilecek, gönül ile inanacaksın. Her bilgiye de iman edilmez; akıl süzgecinden de geçmiş olması gerek.

Fetva makamı ya da Şeyhülislamlık her zaman devlet yönetiminin elinde, iktidarın tasallutunda olmuştur. Özellikle de Emevi Halifesi Muaviye, iktidarını sağlama almak için fetva makamını kullanmıştır. Ancak reform yapmak ve yenilik getirmek isteyen devlet adamları da fetva makamının desteğine ihtiyaç duymuş, düşündüğü işler için fetvalar istemişlerdir. Asıl olan ilim ehlinin bağımsız olması ve ilim ışığında edindiği kanaatlerini hiç kimsenin tesirinde kalmadan, Allah rızası için toplumla paylaşmasıdır.

Son okuduğum roman lisede yarıyıl ödevi için okuyup özetini çıkardığım romandı. Uzun yıllar roman okumaktan aşağıda da izah edeceğim bir şuuraltı etki nedeniyle uzak durdum.

Roman ile tarih öğrenilir mi? Ben bunun mümkün olduğunu, yani tarihin romanlardan da öğrenilebileceğini ilk kez 19 Mayıs Üniversitesi (şu an Emekli) hocası Yard. Doç. Dr. Ahmet Kökdemir ağabeyden öğrendim. Bir muhabbetimiz sırasında daha önce aklımda kalmış olan “Roman okumak keçiboynuzu yemek gibidir, 1 gr. fayda için 25gr. posa yersin” gibi bir sözü de bahane ederek “Ben roman okumam doğrudan ilmi kitaplar okurum, ilmi kitaplardan romanlardan elde edeceğimden daha fazla fayda elde ederim” dedim. Ahmet Kökdemir hoca bana, “Roman tarihin boşluklarını doldurur, tarihi kronolojik bir tarih olmaktan çıkarır, sosyolojik bir tarihe dönüştürür” demişti.

Saniyen de Ahmet Turgut’un “Aşkın Elçisi, Aşkın Şehidi, Aşkın Secdesi” adlı Kerbela’yı anlatan üç romanında bunu müşahede etmiştim.Kendim İmam Hatip Mezunu olmama ve yıllardır çeşitli kaynaklardan İslam tarihi okumama rağmen Kerbela vakasını bu üç romanın anlattığı kadar açıklıkla bilmediğimi okuyunca anladım.

Salisen ancak Ahmet Yılmaz Soyyer hocanın “Çerağlar Uyanırken” romanı, bana tarihin romanlardan da öğrenilebileceğini, yeterki yazanın o konuda bilgili olması gerektiğini gösterdi. Adeta tarihin romanlardan da öğrenilebileceğini beynime bir çivi gibi çaktı. Anladım ki artık ben tarihi roman okumayı seviyorum.

Yazar Gülendam ile Hatice Ana-bacı’nın şahsında kadınların okumasını tahsil görmesini evdeki mutluluğun,huzurun, eşine uyum gösterebilmenin kaynağı gibi gösteriyor. Gülendam’ın eşini anlamasını, onunla paylaşımlarda bulunmasını, ortak zevk, ortak meşguliyet ile daha fazla birliktelik ve birbirlerine zaman ayırmasını okumuş olmasına bağlamaktadır. Evde kadın ve erkek aynı kitapları okur aynı kültürün ürünlerinden beslenirse aynı şeylerden zevk alır, aile ortamında ilim-irfan üzere bir muhabbet gelişir, yoğun kültürel hayatın içinde insan malayâni ve alelade bir davranıştan da uzak kalmış olur.

Batılılaşmanın 1826’dan önce Osmanlı zamanında başlamış olduğunu öncülüğünü de Bektaşîlerin yaptığını Gülendam ve Hasan’ın tanışma,gelin için alınacaklar ve evinin mefruşatının yenilenmesi, düğün ve Gülendam’ın Fransızca eğitimindeki yaşanılanlardan anlaşılmaktadır.Yazar batılılaşmayı Bektaşîliğe bağlamış Osmanlı toplumunun bir parçası olmaları ve aynı zamanda Mevlevilik, Halvetilik, Celvetiyelik tarikatların içinde Bektaşîlerin bulunması Bektaşîlerin öncülüğünde batılılaşma etki alanının genişletmektedir. Bektaşîler Osmanlı’da ve Cumhuriyet’te yenileşmeye gelişmeye açık olmuş, Cumhuriyet inkılaplarının dayanağı bizzat Alevî ve Bektaşîler olmuştur. Her ne kadar yazar kitabına tarih mi roman mı ismini koymakta tereddüt ettim dese de, her iki özelliğe sahip “Çerağlar Uyanırken” kitabı bize Batılılaşmanın sadece eğitim metodunun ve kurumların değiştirilmesinden ibaret olmadığını, günlük hayatta insan ilişkilerinde, adet ve gelenekte de kendini gösterdiğini, ev hayatının içinde mobilya tercih ve zevklerinin değişiminde kendini hissettirdiğini ortaya koymaktadır.

Gülendam’ın kocasına sorduğu “Evleneli nerdeyse bir yıl oluyor, Allah hala bir evlat nasip etmedi bize? Kısırmıyım yoksa?” “Çocuğumuz olmazsa da beni boşamazsın değil mi?” soruları, yüzyıl önce de kadınlarımızın kısırlık sorununu kendilerine bağlaması karşısında kocası Hasan’ın tedavi için doktora gitmekten bahsedip “Sende muayene ol, bende olayım” cevabına, Gülendam kusuru kabullenmiş bir masumiyetle “Sen niye muayene olacaksın ki?”diyerek eşinin kusursuz olduğunu toplumdan gelen bir inanç tesiriyle dillendiriyor. Hasan aydın olmanın ve modernliğin gerektirdiği bir cevap veriyor:”Kısırlığın kimde olduğu belli mi olur?” (3) Kısırlık konusunda ki bir problemin çözümünde akılcı ve bilimsel bir yol takip eden Türk erkeği tipini, Hasan’ın şahsında ortaya koyuyor.

Yazar roman kahramanı Mösyö de Lorme nin ağzından “Halbuki sizin gibi Şark’ı mükemmel bilen biri Garb’ı da merak etmelidir. Özellikle de düşünce akımlarımızı. Değilse vals öğrenmekle bizi anlamış öğrenmiş olamazsınız. Ben sizin ruhunuzu kavramak musikinizi öğrenmek istiyorum. Sizse, eğlenmek için dans öğreniyorsunuz” (4) birkaç yüzyıllık problemimiz olan batılılaşma çabalarımızın boş işlere dönük olduğunu, batının ruhunu sanatını bilimini öğrenmeye yönelik çaba göstermemiz gerektiğini haykırıyor. Yeniliğe açık Bektaşîlerin bile yeniliğin ne olması gerektiği noktasında toplumun geneli gibi Gülendam’ın vals öğrenmesi gibi zaman zaman yanlış tespit edebileceğini görüyoruz. Aslında Batılılaşma kişilerin görüp beğendikleri yoluyla değil planlı kontrollü ve denetime tabi bir devlet programıyla olursa ancak isabetli ve ihtiyacların karşılandığı bir mecrada yürür.

“Çerağlar Uyanırken” romanı tarihin tekerrür ettiğinin ispatı olmuş. Geçmişte ve günümüzde bir inanç ile mücadelenin kolluk kuvvetleri vasıtasıyla tutuklama ve hapis cezalarıyla olmayacağını, mücadele edilenlerin sistemin açıklarından (deşifre olmamış üst düzey yöneticiler vasıtasıyla korunma, kendi davalarına taraftarlardan hakim-savcı atama, çeşitli suç tespit ve bilirkişi komisyonlarına kendi adamlarını görevlendirme v.s.) yararlanarak takip ve cezadan kurtulabilecekleri gibi kendilerini (dernek, tarikat, siyasi parti vs. içine sızarak) kamufle edebileceklerini, anlatmakta ve günümüze ışık tutmaktadır.

Bektaşîlerin devlete ve millete karşı doğrudan beka denilen devamı konusunda tehlike olacak bir davranış içinde olmadıkları ancak yeniçerilerin adi bir vaka kabilinden işleri Yeniçeri teşkilatı organizasyonuyla yapmaları  teşkilatlı bir güç olmaları dolayısıyla da devletin baş edebilecek refleksi zamanında gösterememesi olayları büyütmüş büyüyen olaylarda alakasız insanların da “Kurunun yanında yaş da yanar” hesabı mağdur edildiği vurgulanıyor. Cumhuriyet döneminde Bektaşîlerin Kurtuluş savaşına iştirak ederek görev almaları da devlet ve millet ile problemlerinin olmadığını gösterir.

Gülendam’ın Hatice Ana-bacı’nın evine gelin gelmesiyle 1826’dan beri içine kapanmış bir ailenin geniş manada Bektaşîlerin suskun evinde neşe halesi oluşuyor, musiki icra edilip misafirlerle meşk edilerek adeta evde çerağ uyandırılıyor.

Çerağlar Uyanırken” adındaki mana gibi Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine intikal edecek olan akıl ve ilim mahsulü geleneğin yaşatılmasını, devamını  sağlamak vazifesi gören uyandırılmış bir çerağdır. Alevî ve Bektaşîlerin katkılarıyla “Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak” kabilinden uyandırılan bir çerağdır Türkiye Cumhuriyeti.

 

1 Çerağlar Uyanırken” Sayfa 31

2 A.g.e.s. Sayfa 41

3 A.g.e.s. Sayfa 172

4 A.g.e.s. Sayfa 193

______________________________

Kitabın Künyesi:

Kitabın adı : Çerağlar Uyanırken

Yazarı : Ahmet Yılmaz SOYYER

Yayınevi :  Yayınları

Yayın Tarihi : 2016

ISBN :  978-605-83656-4-3

Baskı Sayısı : 3. Baskı

Dil : Türkçe

Sayfa Sayısı : 248

Cilt Tipi:Karton Kapak

Kağıt Cinsi : Kitap Kağıdı

Boyut:14 x 23 cm

***

05.02.2019

Halim Kaya

 

E-mail: halim.kaya@hotmail.com