Halim KAYA: BİR NESLE YÖN VEREN GAZETE: DEVLET

BİR NESLE YÖN VEREN GAZETE: DEVLET

Halim KAYA              

23.05.2022

“Şayet bu gençliğe Türk Milliyetçiliği fikrini vermez isek,

o zaman karşımıza tehlikeli bir grup çıkar.” 

İbrahim Metin

 

Osman Çakır Ağabey ile kuruluşunun 110.cu yılında 46. Genel Kurulu’nu yapan Türk Ocakları Olağan Kurultayı için bulunduğum Ankara’da karşılaştığımızda Dr. Hayati Bice “Senin kitap için Halim Kaya, bir değerlendirme yazacak” dediğinde -istemeyerek, biraz da değerlendirmelerimi zaman zaman sert bulanların etkisiyle- Osman Çakır’a “Kitabınız hakkında bir değerlendirme yazacağım ama kızmayacaksınız, gücenmece darılmaca yok” deyiverdim. Ortamın gerginleşmesinin beklenebileceği bir durum oluştu ancak Osman Çakır ağabey, mutedil ve sağduyulu bir cevap vererek sohbet ortamının sıcak samimi bir hal almasını sağladı. O bütün samimiyeti ve olgunluğuyla “Tabii istediğini yazacaksın, neticede her okuyucu anladığını yazacaktır” dedi. Şimdi sözümü tutarak Osman Çakır’ın kitabı hakkındaki değerlendirmemi sunuyorum.

Son elli yıldır ülkücü olup da düşünen, okur/yazar her kişinin en azından ismini bildiği “Devlet Gazetesi” o günün zor şartlarında bir avuç fedakâr ve cefakâr insanı sayesinde çıkarılmış ve Ülkücü hareketin kendi içinden tarihini açıklayacak bir tarihi kayıt olmuştur. Devlet Gazetesinin -yayınlandığı sürece- aslî kadrosunda olan Osman Çakır Ağabey “Adı Devlet Olsun-Devletli Yıllar” kitabıyla bu tarihe düşülen notu güncellemiş ve o gün yaşananları elimizin altında olacak bir şekilde kitaplaştırmıştır.

Osman Çakır’ın “Adı Devlet Olsun-Devletli Yıllar” kitabı “Ön Söz” ile başlayan “Giriş” ile devam eden on beş bölüm halinde yazılmış, her bölüm kendi içinde alt başlıklara ayrılmış, on beşinci bölüm olarak yazılmış “Son Söz” bölümü ile biten, 256 sayfadan ibaret “Ötüken Neşriyat A.Ş.” tarafından İstanbul’da 2022 yılında basılmıştır. Kitap çeşitli fotoğraf ve gazete sayfalarının resimleriyle, belgelerle görsel olarak desteklenmiş ve muhtevası güçlendirilmiştir. Osman Çakır bir vefa ve kadirşinaslık örneği göstererek kitabı “manevi babam” (s.12) dediği 2020 yılında kaybettiğimiz İbrahim Metin Ağabeye ithaf (s.10) etmiştir.

Devlet Nasıl Yayınlandı?

İbrahim Metin’in patronluğunda, Halil Özyıldız’ın Yazı İşleri Müdürlüğünde, Yılmaz Yalçıner’in Teknik Sorumlu, Şevket Bülent Yahnici’nin Sekreter olduğu ve 7 Nisan 1969 (s.15) tarihinde çıkmaya başlayan Devlet Gazetesi yayın politika ve ilkesini “Yolumuz milliyetçilik, rehberimiz ilim ve fikir, tavrımız siyasettir” (s.15) diyerek ilan eder. O her gün bir ülkücünün öldüğü günlerde yayın politikasını ilim ve fikir ışığında siyaset olarak açıklayarak bir milletin varlığının ve devamının garantisinin yok olur iken bile ilim ve fikir üretmek olduğunu, ancak ilim ve fikir üreten milletlerin bekasını temin edeceğinin işaretlerini vermiştir. Nasıl olsa bir mücadele ortamı var deyip ilim ve fikir üretimini askıya alan gruplar ve milletler aslında yenilmişliği peşinen kabul etmiş olurlar. Devlet Gazetesi “Teknik veya maddi imkansızlıklar sebebiyle” yayın hayatına son vermeyen ve “on yıldan fazla bir süre” (s.16)  yayın hayatını devam ettiren ilk milliyetçi bir gazetedir.

Osman Çakır Devlet Gazetesinin arşivinin SEKA Kâğıt Fabrikasına gönderildiğinden bahsetmekte, başkaca da tam bir arşivin mevcut olmadığından, kütüphaneler vs. tarafından tutulamadığından şikâyet etmektedir. Bu durumda Ülkücülere düşen bir vazife; tarihe bırakılacak bir not olarak şahısların elinde bulunan bütün Devlet Gazetesi nüshaları toplanarak tam bir arşiv oluşturulup ilgili arşivlere gönderilecek sayıda tıpkı basımı yapılarak bu eksikliğin giderilmesi kaçınılmaz olmaktadır.

Devlet gazetesinin çıkarılmasında İbrahim Metin, Halil Özyıldız, Yılmaz Yalçıner, Şevket Bülent Yahnici, Sadi Somuncuoğlu, Avukat Vehbi Ünal, Doç. Dr. Fikret Eren, Osman Çakır, Reşat Genç, İsmail Aka, Kazım Yaşar Kopraman, Nuri Gürgür, Özer Altuğ gibi isimlerin maddi manevi ve fikri katkıları olmuştur.

Osman Çakır Devlet Gazetesinin çıkarılması sebeplerinin incelendiği kısımda “Türkiye, 1965 seçimlerine; bugüne kadar uygulanan en demokrat ve adil bir seçim sistemi olan Milli Bakiye Sistemi ile gitmiştir.” (s.23) diyerek her ne kadar Milli Bakiye Sisteminin ne olduğundan bahsetmese de hiçbir oyun zayi olmadığı bir sistem olarak düşünmemize sebep olmaktadır. Milli Bakiye Sisteminde sadece uygulanması gereken devlete ve millete karşı hangi suçları işleyenlerin seçime giremeyeceğinin net olarak tespit edilmesi ve kararlılıkla seçime girmelerinin engellenmesi gereklidir.

Osman Çakır bazı siyasi otoritelere dayanarak 1965-1969 yıllarının en “istikrarlı ve sanayileşmenin büyük ölçüde alt yapısının tamamlandığı” (s.25) yıllar olarak görse de sanayileşmenin en hızlı geliştiği dönem Atatürk dönemidir. Tabiri caiz ise ülke iğne yapamaz iken savaştan hemen sonra yetişmiş insanı geçtik alelade işlerde çalışacak insanın bulunamadığı, yatırım yapacak sermayenin olmadığı, duyunu umumiye borçlarının ödendiği dönemlerde uçak yapacak duruma getirilmiştir. Bir daha da hiçbir dönem o kadar hızlı bir kalkınma sağlanamamıştır. Bir binanın temelini inşa etmek bir katın malzemesinden ve parasından daha fazlasını görünmeyen toprağa gömmektir.

Siyasi Durum, Üniversiteler, Basın ve TRT, iş Dünyası ve Sendikalar, Doğu Mitingleri gibi bazı başlıklarla o günlerin sosyal, siyasal, ekonomik durumu hakkında bilgi veren Osman Çakır ülke gerçeklerini ve yaşanılan acıları göz önüne seren yerinde ve isabetli tespitler yapmıştır. Tespit etmiş olduğu Üniversite ve Aydın kesimin yabancılaşması, kurumların özerkliği, sınıf sendikacılığı, bölücü kürtçülük gibi problemlerin açtıkları yaralar ve çatışma ortamı hala etkisini sürdürmektedir.

Osman Çakır günümüzde halk arasında “ot” veya “sev-genç” olarak adlandırılan hiçbir şeye karışmayan, acı tatlı hiçbir şeye taraf olmayan, taraf olmayı geç haberi bile olmayan insanları enteresan bir şekilde toplumdaki üç farklı siyasal bölünmeyi ses uyumuna “sağcılar, solcular, çaycılar(!)” (S:31) uydurarak “çaycılar” olarak mizahi bir şekilde ifade etmektedir. Osman Çakır ikinci bir isimlendirmeyi MTTB’ndeki ayrışmalar üzerinden yapmakta, ayrılanları “Milliyetçiler, Ümmetçiler ve Menfaatçiler” (s.37) olarak isimlendirmektedir. Menfaatçiler dediklerini de iktidar yanlısı olarak tarif etmektedir. Nitekim iktidar yanlıları hiçbir dönemde değişmemiştir, her siyasi partinin iktidarında bir şekilde iktidarın yanında yer alarak ihalelerden pay kapmışlardır.

Devlet Gazetesinin Ülkücü Hareket’teki Yeri

Yazarımız, İbrahim Metin ile yaptığı “Vatan Kurtarma Sohbetleri”nden aldığı ses kaydından şu cümleyi aktarıyor: “Devlet’in her ne kadar sahibi Halil ve ben ve diğer arkadaşlar gözüküyorsa da milliyetçi bir ekibin müşterek malı olarak çıkmış bir eserdir ve bir nesil yetiştirmiştir.” (s.40) Bu cümleden de Devlet Gazetesinin ortak bir çabanın ürünü olduğu ve amatörce bir mücadele sonucunda çıktığı, başarılı olduğu anlaşılıyor.

Şu bir gerçek ki hepsi olmasa da bir hususta çalışanlar ve mücadele edenler başarılı oluyor. Üniversite yıllarında Devlet gazetesinde kısa süreli de olsa görev almış, yoklukları ve yükleri omuzlamış kişilerden bazıları daha sonra isimleri fazla duyulmasa da bugün ülkücü ve milliyetçi camiada söz sahibi olmuş, kültürel ve fikir olarak kendisini yetiştirmek bakımından öncülük edebilecek seviyede belli makam ve mevkilere gelmiş, üreten kişilerin çoğu o gün elini taşın altına koyan mücadeleye omuz verenler isimler arasından çıkmıştır.

Devlet Gazetesinin ilk sayısında kimler yazmış kimler, sanki bir şöhretler karması: Ülkücü Fikir Sisteminin temelinde emekleri olan nice fikir ve dava adamı. Emine Işınsu Okçu (Öksüz) Ahmet Kabaklı, Yılmaz Yalçıner, Arif Nihat Asya, Kâmil Turan, Galip Erdem, Prof. Dr. Cengiz Uluçay, Doç. Dr. Fikret Eren, Osman Yüksel Serdengeçti, Oğuz Altaylı müstear ismiyle Nuri Özşahin, Prof. Dr. Osman Turan, Dündar Taşer ve burada ülkücü olduğunu yeni öğrendiğim, esrarengiz bir şekilde arkadaşıyla birlikte balık tutmak için gittikleri bir tatil gününde yine arkadaşı ile birlikte kaybolan ve halen ölüleri ya da dirileri bulunamayan İlahiyatçı Doç. Dr. Yaşar Kutluay gibi kendisini sahasında ispat etmiş milliyetçiler ya doğrudan ya da daha önce yazdıkları yazılarla yer almışlar.

 

Devlet, ilk sayısında verdiği sözü asla unutmamış, bütün yazı ve makalelerinde Türk milliyetçiliği mefkuresinin icaplarına daima bağlı kalmıştır. Günlük siyaset hesaplarını hiçbir zaman Büyük Dava’nın önüne geçirmemiştir.” (s.62) Osman Çakır, Devlet gazetesinin birinci yılını bitirip ikinci yaşına girerken 52 . sayı da “Devlet’ten Millete” başlığında yukarıdaki cümlenin de yer aldığını ifade etmektedir. Her ne kadar milliyetçilerin kurmadığı, program ve faaliyetlerini milliyetçilerin tayin etmediği hiçbir kurumda yüzdeyüz tam olarak milliyetçi maksat ve gayelere uygun hizmet üretilemeyeceğine inansak da siyasi partiden farklı ancak birbirini destekleyen ve irtibatlı bir aydın zümrenin milliyetçi tefekkürü besleyecek faaliyetlerini yürüttükleri bir platformun bulunması gerektiği ve bu platformda görev alanların günlük siyasi politikalardan etkilenmeden kalıcı fikri ve kültürel üretimine, insan yetiştirme faaliyetlerine devam etmesi gerektiğini tecrübeler bir zaruret olarak ortaya çıkarmıştır. “Türk milliyetçilerinin yalnız kültür sahasında değil, siyaset sahasında da birleşmelerinin kaçınılmaz bir zaruret haline geldiğidir.” (s.63)  o gün için elzem olan bugün kendi ellerimizle milliyetçiler tarafından parçalanmaktadır. Milliyetçilerin üzerine düşen vazife de birilerini suçlamak, bu parçalanmışlığın müsebbibini aramak yerine birlik olmanın engellerini ortadan kaldırmaya çalışmak daha doğru olacaktır.

1980 darbesinden önce “Ülkücü Mücadele”de yer almış isimleri bilmeden 1980 sonrası siyasal hayatta yaşanılanlarla tanıyanlar benim gibi bazen alelade sıradan bir insan gibi algılayabiliyor. Ancak böyle hatıralar ve dergiler karıştırılıp verilen mücadelelerin zorluğu öğrenildikten sonra o sıradanlaşmış kişilere olan sevgi ve sempati artmakta daha farklı bir nazarla kendilerine bakılmaya başlanmaktadır. O alelade sıradan dediğimiz kişiler büyümekte gözümüzde devleşmektedir. 1980 öncesi Ülkücü Mücadeleye katılmış cümle büyüklerimizden Allah razı olsun, yol ve yönünü şaşırmışlar varsa asl-ı cevherlerine geri döndürsün inşallah. Çünkü taş yerinde ağırdır, yerinden oynatılmış taşı sel alır bilinmezlere götürür.

Hani, Nasreddin Hoca eşekten düşünce acısını derdini anlattığında anlayacak kişi olarak bana eşekten düşen birini getirin demiş ya işte Ülkücü Harekette yaşanılan bu mücadeleyi, çekilen zahmetleri, elem ve ıstırapları, yapılan fedakarlıkları ancak bu konularda faaliyet gösterenler hakkıyla anlar. Gerisi ancak samimi ise anlamaya çalışır.

Osman Çakır kitap ve dergilerin bedava dağıtılmasından yana olmadığını çünkü bedava dağıtılan kitap ve dergilerin okunmadığını söylüyor. Zımnen Devlet Gazetesinin başarısının sebebini, ücreti mukabilinde satılmasında saklı olduğunu ifade ediyor. Günümüzde daha bol imkanlarla çıkan, daha güzel baskılar yapan dergi ve kitaplar okunmuyor, para verip alanlar da okumuyor. Bakıyorsun dergiler şubelerde bir yere yığılmış, âtıl bekliyor, aboneler almıyor ya da dağıtılmıyor bile, topluca gönderildikleri yerde bekletiliyor. Okuma için bir mücadele aşkı ve şuuru gerek ki ihtiyaç duyduğu bilgi ile donanmak için okunsun, okusunlar. Günümüzün rahata ermiş insanları ile “sevgenç” ve “çaycılar” ise zaten bihaber bu durumlardan, onlar “ye iç eğlen” derdindeler.

Ülkücülüğün İsimsiz Kahramanları: Ayhan Gülerşan, Kâmil Koç

Osman Çakır, “matbaada gazetenin hazırlığı” başlığı altında teferruatlı bir bilgi vermiş, ayrıca gazetenin İstanbul dağıtımını yapan taksici Ayhan Gülerşan’ın fedakarlıklarından bahsetmiştir. Ayhan Gülerşan ülkücü harekette gönül vermiş binlerce isimsiz kahramandan birisi olduğu halde ismini bilen çok azdır. Bu konuda fedakarlıkları olanlar bilinsin diye anlatılanları aynen alıyorum. “Rahmetli Kâmil Koç (Bursalıdır) başlangıçta CKMP, daha sonra MHP’nin GİK üyesi idi. Firmasının İstanbul’a giden otobüslerine her hafta 500 adet gazeteyi paket halinde bırakır, bazen muavinlerin ceplerine gerekli harçlıklarını koyarak gece 23-24 otobüsü ile İstanbul Topkapı yazıhanesine gönderirdik. Ayhan Bey de taksisi ile satılmak üzere gazeteleri bayilere dağıtırdı. On yıl süre ile bu işi yapan ve gazeteyi İstanbul okuyucusuna ulaştıran Ayhan Gülerşan’ın gayretleri unutulacak bir şey değildir.” (s.77)  Ayhan Gülerşan’ın bu işi para karşılığında yapıp yapmadığı hakkında bir bilgi yok ama para karşılığında bile yapsa o günlerde ülkücülerle herhangi bir temas dahi komünist teröristlerin ölüm listesine girmek için yeterdi. Bu iş sadece para için yapılacak bir iş değildir diyebiliriz. Kurucusu ve MHP yönetiminde yer almış sahibinin adını taşıyan “Kâmil Koç” (artık bir Alman firmasıdır)  bir Bursa merkezli bir taşımacılık şirketidir ve Bursa Ülkü Ocakları’ndan çok yöneticiyi otobüsleri ile bedava taşımıştır.

İlginç Anılar

Bazen daktilo ve dizgi hataları gülünecek komik durumlar ortaya çıkarır. Dündar Taşer’in isimsiz olarak kaleme aldığı Malazgirt Zaferinin 900 yılı kutlamalarına hiç ilgi göstermeyip de İran’ın 2500. Yıl kutlamalarına övgü düzen Türk basın Mensuplarını yeren yazısındaki Keyhüsrev, Osman Çakır’ın daktilo ettiği yazıda “Koyhüsrev” matbaadaki dizgi ustasının dizdiği şekli ile de “Köylühüsrev” şeklini alır. Ancak bu hata baskıdan önce fark edilip de düzeltilemez. Dündar Taşer ertesi gün gazeteyi okurken “Köylühüsrev”i görür ve Osman Çakırı çağırır. Nihayetinde Dündar Taşer Osman Çakır’a “2500 yıllık Keyhüsrev, Osman’ın elinde Koyhüsrev, matbaacının elinde de Köylühüsrev oldu” (s.88) der. Ve bugüne onlardan kalan hoş bir hatıra olarak hafızalarımızdaki yerini alır.

Devlet gazetesinin çıkarıldığı ve çıkaranların toplandığı “Kültür, Bilim, Teknik, Eğitim Merkezi” KÜBİTEM önce sıkı yönetim tarafından mühürlenip üç dört hafta kapalı kaldıktan sonra açılmış, gazete faaliyetleri başlamıştır. Ancak Osman Çakır ve Mahir Durakoğlu’nun birlikte gazetede bulunduğu bir gün sivil bir polis Devlet gazetesinin Mahkeme kararıyla kapatıldığını ve binayı mühürleyeceğini söyleyince Osman Çakır ve Mahir Durakoğlu gazeteye ait abone listeleriyle klişelerini sakladıkları torba ile çöp konulan boşluğa camdan atarak (s.81) kurtarabilirler. Daha sonra gazetenin merkezi Konya’ya taşınır ve Av. Tevfik Fikret Kılıçkaya yazı işleri müdürü olur, ancak işleri yine fiili olarak Ankara’daki kadro yürütür. Şimdi de böyle organizasyonlar yapacak, profesyonel yönetilerek, sermayedarların paylarının ticaret kanununa göre resmi olarak kaydedildiği, sermayenin tabana yayılıp riskin bütün camiaya dağıtıldığı gazete, dergi, kitap, televizyon, sinema ve tv film, tv dizisi, müzik klipleri, besteler vs. gibi kültürel alanlarda çalışacak, bunların dağıtım, satışı, pazarlanması için icabında zincir marketler açacak bir kuruluşa ihtiyaç vardır. Maddi olarak hiç kar etmese bile halkın ve gönüldaşların kültürel ihtiyacının karşılanması ile bu marketlerde çalışan mensuplarının geçimlerinin temin edilmesi de bir kazanç olacaktır.

Burada bana ilginç gelen bir hususu da aktarayım. Ankara’da çeşitli faaliyetlerde ülkücüler arasında öne çıkan Ramiz Ongun, Salih Dilek, Osman Çakır, Bögüalp Hacıömeroğlu ve başka bazı isimlerin Bursa İktisadi Ticari İlimler Akademisinde okuduğu ya da mezun olduğu dikkat çekicidir. Necati Dalgıç, Mahmut Metin Kaplan, Mehmet Kutucu gibi simlerde Bursa’da meşhur olanlardır. Hatta Ülkü Ocaklarının kapatıldığı bir dönemde Bursa’da 15 Eylül 1973 yılında kurulan Ülkü Ocakları şubesi 1974 yılında kongre yapıp Genel Başkanlığa Muharrem Şemsek’i seçip genel merkezini de Ankara’ya taşıyarak Ülkü Ocakları Genel Merkezi halini almıştır. Biz de daha sonra Uludağ Üniversitesi olan İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden mezun olarak hasbelkader Osman Çakır ağabey ile aynı havayı soluyanlardan olmakla kendimi bahtiyar hissediyorum.

Osman Çakır 1969 kongresinde amblem “Üç hilal” mi “Bozkurt” mu olsun? çekişmesinden sonra “Üç hilal”in parti amblemi olarak kabul görmesinden sonra Muzaffer Özdağ ile Rıfat Baykal’ın MHP’den ayrıldığını ve Dündar Taşer’in de vefatıyla Alparslan Türkeş’in yanında 14’lerden sadece Ahmet Er’in kaldığını ifade etmektedir. Bu ferdi ayrılışlar 1980’den daha sonraki yıllarda kitlesel ayrılışlara dönüşmüş MHP içinden BBP, ATP, İyi Parti ve ismini saymadığımız başkaca partiler çıkmış, milliyetçi ülkücüler birbirlerini eleştirir duruma gelmiş, 1960’larda savunulan “Milliyetçiler Birleşiniz” ilkesi unutulmuştur. Mücadele dışa dönük olarak yapılırken bu askıya alınarak içe dönük hale getirilmiş, insan yetiştirmek çoğalmak yerine makam mansıp için ülküdaşlarımı nasıl bertaraf eder, saf dışı bırakırım, menfaatleri elde ederim hesabına dönüşmüştür. Birbirleri için ölen insanların yerini birbirleriyle menfaat uğrunda yarışan insanlar almıştır.

1975 Diyarbakır mitingi olarak da bilinen Alparslan Türkeş’in Diyarbakır’da konuşturulmaması için (S:180) tezgahlanan bölücü ittifakın çalışmaları Osman Çakır’ın bahsettiği analiz ve değerlendirme makalelerinden daha farklı ve geniş olarak o günlerde Ülkü Ocakları Diyarbakır İl Başkanı olan “Komando Recep” olarak bilinen Recep Alyamaç’ın anlatımıyla oğlu Doç. Dr. Kürşat Esat Alyamaç tarafından “Komando Recep” adlı kitapta anlatılmış ve bizim de bir değerlendirme yazımız “Ülkücü Kadro” internet sitesinde yayınlanmıştır.

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk Irak’a yapmış olduğu ziyaretten sonra Türkiye’de 27 Mayıs kutlamalarında “… Türkiye Cumhuriyeti’nin genel siyasetinde mevcut olmayan bir ‘Pantürkizm’, bir ‘Panislamizm’ görüntüsünü getirmeye ve Cumhuriyet Türkiye’sinin genel tutumu ile çağdışı kalmış ‘Hilal-Haç’ düşmanlığı imajını yaratacak eylemlere girişmeye kimsenin hakkı yoktur.” (S:195) şeklinde bir açıklama yapar. Tabi buna önce kimse anlam veremez. Çünkü Yavuz Bülent Bakiler’in de bir seyahatnamesinde bu olayı aktarırken şu bilgiyi verdiğini de ayrıca bilmek gerekir. Korutürk’ü coşkun bir sevinçle karşılayan Kerkük ve Musul Türkleri, Türkmenler, hem “Başbuğ Türkeş” hem de “Başbakan Türkeş” sloganları atmışlar, bundan rahatsız olan Korutürk bu olaydan Türkiye’de kimseye bahsetmeyin diye talimat vermişlerdir. Demek ki Türkiye’de bu olaydan hiç bahsetmeyin dedikten sonra, üstü örtülü de olsa bu konuya değinmemek onları daha da fazla rahatsız etmiş olduğunun göstergesidir. Ancak öbür taraftan Korutürk’ün ‘Pantürkizm’ ile birlikte ‘Panislamizm’i de zikretmesine rağmen MSP ve Erbakan’dan hayatının her döneminde olduğu gibi hiçbir itiraz olmamış, hatta Osman Çakır’ın tespitiyle “mesaj MSP’ye yönelmiş değildir” (S:195) diyerek kendilerini mesuliyetten kurtarmışlardır.

Ülkücü Matbuatın Kaderi

Devlet, Hergün vs. gibi diğer milliyetçi gazetelerin yayın hayatının kısa olmasının sebebi ekonomik sebepler yanında siyasi yayın olarak değerlendirilip sıkı yönetimler ve mahkemeler tarafından kapatılmaları olduğu gibi tirajlarının düşük olması ya da ülkücü olmayanlar tarafından rağbet görmemesinin sebebi olarak da yayın politikalarını gösterebiliriz. Yoğun bir milliyetçi içerikle yayın yapan gazete ve dergiler, günlük işinde olan ve siyaset ile fazla ilgilenmeyen vatanperver diyebileceğimiz kesimde kendi sıradan ihtiyaçlarını karşılayıp cevap verecek bir içerik bulamadıkları için rağbet görmüyor. Halka inmenin yolu onun ihtiyaçlarını bulacağı bir içerik içerisine verilecek siyasi mesajın ustalıkla yerleştirilmiş olduğu, vatandaşın farkına varmadan okuyup sahipleneceği bir dozda yayın yapmaktır. Ancak alakadar olanları ilgilendiren yoğun fikir ve akademik çalışmalar halk seviyesinde taban bulamamaktadır

 

İbrahim Metin Devlet Gazetesinin haftalık olarak çıktığı son sayısında “1969 yılı Nisan’ının ilk haftasından bu yana her haftanın pazartesi günleri sizlerle baş başa olan Devlet bundan böyle –maalesef elimizde olmayan sebeplerle- her ayın ilk pazartesi günleri huzurunuzda olacaktır.” (S:214) diyerek aylık çıkacağını ilan ediyor. Ülkücü Harekete ait kuruluşların kendi yayınlarını çıkarması, günlük Hergün Gazetesinin çıkması, artan yayın çeşitliği dolayısıyla okuyucu ilgisinin azalması akabinde abone sayısının düşmesine bağlı olarak tiraj kaybı, ekonomik sebepler Devlet Gazetesini böyle bir açıklama yapmaya zorluyor. Daha sonra gizli oylama ile derginin çıkıp çıkmayacağı Osman Çakır, Osman Oktay, Meriç Coşkun, Mahir Durakoğlu, Rasih Arısoy, Sadık Tokuçoğlu, Nedim Ünal, Ruhi Özbilgiç, Hüseyin Düzgün, İsmat Keten, Mustafa Karahan, Sinan Nacak, Sıtkı Baysal, Hikmet Özer arasında oylanıyor ve karar “ÇIKSIN” oluyor.(S:215) Dergide çalışmış olan bu isimler dergiye olan vefalarını isteksizce “Çıksın” olarak tayin ediyorlar.

İbrahim Metin ağabeyin en son Töre-Devlet yayınevinden çıkardığı kitapların depolama problemleri ve işlerin tavsiye edileceği duyurusuyla yayınladığı listedeki kitaplardan almak isteyenlere uygun fiyata satacağını ilan ettiği sosyal medyadan görmüş ve sipariş vererek kendisinde 11-12 kitap almıştım. Aklımca bu tarihi ülkücü yayın kurumumuza ve ağabeyimize bir nebze olsun destek olmuştum. Zaten bu kitapları aldıktan bir müddet sonra 7 Kasım 2020’de de vefat etmiştir. İbrahim Metin de benim nazarımda vermiş olduğu mücadelenin semeresini kendi menfaatine dönüştürmemiş bir gönül ve dava adamıdır. İsmi bilinse de o bu yönüyle isimsiz bir kahramandır, mükâfatını mutlaka ilahi huzurda alacaktır. Allah kendinse rahmet eylesin mekânı cennet olsun.

Ülkücü Şehidler

Benim istismarını ve şehitlik mertebesinin sulandırılmasını önlemek için önemsediğim ve daha önce de yazdığım Ülkücü Hareketin beş bin şehit verdiği tartışmasına kitabında Osman Çakır “1968 yılında Ankara İlahiyat Fakültesi öğrencisi Ruhi Kılıçkıran ile başlatılan ve bugün üç binlerle ifade edilen ülkücü şehitler kervanına 1970 yılı içinde üç isim ilave olmuştur: Süleyman Özmen, Yusuf İmamoğlu ve Dursun Önkuzu.” (s.45) diyerek bir açıklık getirmeye çalışmış olsa da yine yuvarlak ve müphem bir sayı vermiştir. Ülkü Ocaklarının öncülüğünde isim isim, şehir şehir bu Ülkücü şehitlerimizi tespit etmeliyiz ve ödüllü bir proje çalışmasıyla belirlenecek anıt mezar şekliyle bütün şehitlerimizin mezarlarını yenilemeliyiz, ayrıca biyografik bir katalog oluşturarak kitaplaştırmalı, Ülkücü Şehitler Müzesi açarak onlardan kalan hatıralar kaybolmadan en azından bir ilde olsa da en azından Başkent Ankara’da bir yerde ziyarete açılmalıdır.

SONUÇ

Osman Çakır yıllarca çıkmasına emek verdiği Devlet gazetesinin yeniden Ülkücü Milliyetçi camianın arşivleri arasına kitap olarak girmesini sağlamış, gelecekte Devlet gazetesi üzerine yazılacak bir basın tarihinin omurgasını ortaya koymuştur. Hele gazete yazılan yazıların hangi yazara ait olduğunu ortaya koyan son sayfalardaki çalışması ile o yazarların isimlerini zikretmenin ötesinde yayın kadrosunun genişliğini ve etki gücünü de ortaya koymuştur. İsmi zikredilen yazarların kalemlerinin gücü de verdikleri şahsi eserlerden ve yazdıklarından anlaşılmaktadır.

NOT: Eser internet kitabevlerinden ve Ötüken Neşriyat’ın yan kuruluşu kitapambari.com adresinden indirimli olarak temin edilebilir.
https://www.kitapambari.com/otuken-nesriyat-adi-devlet-olsun