H. Nihal ATSIZ: Fantaziler

Fantaziler

Hüseyin Nihal ATSIZ

Dünya çok değişti. Galiba fabrika bacalarındım w arabalardan çıkan zehirli gazlar havanın terkibine iyi. ce karışarak insan şuurunda kötü tesirler yaptı. Her zaman için geçerli olan manevi değerlerin bu kadar de. giymesini başka türlü açıklamaya imkân yok. Eskiden insanları utançla kızartacak olaylar karşısında Adeta gururla duranlara baktıkça başka nasıl düşünülebilir?

Tehlikeler görüldüğü halde tedbir alınmayışı, uyuşukluk içinde vakit geçirilişi de. maddi veya manevi, herhalde bir zehirlenmemin sonucu olsa gerek.

İnsanlarda hak ve adalet kavramı da kalmadı. Hiçbir konuya doğru teşhis konulamıyor. Türkiye’nin son bir buçuk yıllık hayatı bunun örnekleriyle dolu…

Bir Millî Selâmet Partisi var. Bu partinin başkan: dünyayı gülpembe görenlerin başında geliyor. Son seçimlerden önce tek başlarına iktidara geleceklerini id. dia ediyor ve Türkiye’de milliyetçi, sol, renksiz olmak üzere üç türlü parti bulunduğunu söylüyordu. Bu baş. kana göre milliyetçi parti kendileri, solcu parti CHP İdi. Renksizler de öteki partilerdi. Milliyetçi olduğunu İddia, daha doğrusu vehmeden başkan, solcu diye yerdiği CHP ile iş birliği yapmaktan çekinmedi. Kendisinin «mili!» sandığı «-şeriatçı» zihniyeti bunu kaldırdı.
Sonra her vilâyette bir fabrika açacaklarını, yüz binlerce traktör, binlerce tank ve uçak yapacaklarını İlân etmesine rağmen bir tezgâh bile açamayarak çekildi, gitti. Bir başbakan yardımcısının çok ölçülü konuş, ması gerekirken, sanki içi masası başında şaka yapı, yormuş gibi bol keseden vaidlerde bulundu.

Türkiye’de bir de Halk Partisi vardır. Bu parti şimdiye kadar hiçbir seçimi kazanamamıştır. Son seçimlerde oyların % 33 ünü aldığı dahi doğru değildir. Çünkü o. oylamaya katılan #65 nin #33 ünü toplayabilmiştir ki bu oran, seçmen sayısının % 22 si eder

İşte, seçmenlerin % 22 sinden oy toplayan bu parti seçim sisteminin yanlışlığı ve seçmenlerin bıkkınlığı sebebiyle, koalisyon yoluyla da olsa iktidara geldi. Parti başkanı Ecevit, seçimlerden önce millete üç vaidde bulunuyordu: Mahkûmları hapisten çıkarmak, hayatı ucuzlanmak, sosyal adaleti sağlamak.

Ecevit yalnız birinci vaidini yerine getirebildi ve bundan bilhassa devlete silâh çekmiş, varlığına kasdetmiş olanlar faydalandı. Bu da ancak şeriatçı, dinci, fenanı bütün MSP başkanı sayesinde, onun desteği ile oldu. Hayatın ucuzlaması rüya halinde kaldı. Ak. sine, sosyalistlerin iş başına geçtiği her ülkede olduğu gibi hayat pahalandı. Kuyruklar teşekkül etti. Bazı ihtiyaç maddeleri ortadan kalktı.

Sosyal adalet ise bütün mühim veya az mühim yerlere Halk Partililerin getirilmesi, tanınmış milliyetçi öğretmenlerin yerlerinden koparılması şeklinde tecelli etti.

Buna rağmen Halk Partisi, kendi başkanlarını Kıbrıs fatihi ve İkinci Atatürk diye ilân etmek fırsatını kaçırmadı. Kıbrıs harekâtı başlarken Ecevit. Afyon’da haşhaş tarlalarında inceleme yapıyor. Dışişleri Bakanı da Uzak Doğu seyahatinde bulunuyordu.

Kıbrıs harekâtı tamamile Genelkurmayın kararı ve başarısıdır. Kalanı boş sözden ibarettir.

Yunanlı ile kardeşliğe dair şiir (!) yazan, doksan yaşında bir Kürt kadınının kulübesinde «Türkiyeli» olduğunu keşif ve ilân eden bir kişinin Kıbrıs fatihi olmasına da zaten imkân yoktu.

Türkiye’de son çelişki örneğini de Başbakan Sadi Irmak verdi. Kendi eski Halk Partisi bakanlarından olup Anadolucular grubuna mensuptur. Anadolucular bir nevi milliyetçi olup Komünizme karşıdırlar. 1944 Türkçüler davasında, o sırada Cumhurbaşkanı ve Milli (!) Şef olan ismet İnönü her türlü milliyetçilikten şiddetle ürktüğü ve bunları kendi makamına göz dekmiş rakibler gibi gör düğü için Halk Partisindeki Anadolucu bakan ve mebusları da tutuklamaya karar vermiş. Sadi Irmak da bu kararı dostları vasıtasıyla öğrenerek hapise girme hazırlığını yapmıştı. Bu rezaleti yine Halk Partili bir Türkçü olan Memduh Şevket Esendal önlemiş ve meydan okurcasına kendisinin de tutuklanmasını isteyerek kuruntulu İnönü’nün daha ileri gitmesine engel olmuştur. Yani Sadi Irmak, İsmet İnönü’nün çapını ve fikriyatını çok iyi bilmektedir. Böyle olduğu hal. de onu millî kahraman ilân etmek, İnönü haftası yaptırmak ve İstanbul’la Ankara’da birer heykelinin dikilmesini karar altına almak Sadi Irmak’ın her sözünde tekrarladığı Atatürkçülüğe tamamen aykırı olduğu gibi millî kahramanlığın değerini de düşürmekten başka bir şey değildir. Atatürk, İsmet İnönü’den, emirlerine kayıtsız şartsız baş eğdiği sürece faydalanmış, itaatte sapma görünce de silkip atmıştır. Atatürk’ün hiç hoşlanmadığı bir adamın heykelini diktirmek Atatürkçü bir davranış değil, onun zıddıdır. Hele Cumhuriyet çağında Kâzım Karabekir ve Fevzi Çakmak, daha eski çağlarda da yüzlerce büyük adam varken tutup da İsmet İnönü’yü seçmek, poligamiyi savunmaktan daha garip bir tutumdur.

Sadi Irmak’ın Atatürkçülüğe aykırı davranışları bu kadar da değildir. Ankara’daki bir üniversitede “Türk gençleri” diye hitap ettiği yaratıkların “biz Türk değiliz” diye bağırmalarına, iğrenç komünist selâmıyla sol yumruklarını havaya kaldırmalarına ve hakaretlerine ancak göz yaşıyla mukabele edip salonu terk etmesi de Atatürkçülüğe zıt. âcizane bir hareket, tir.

Bir başbakan, Türk değiliz diye bağıran serserileri derhal celb edeceği polis kuvvetiyle tutuklatıp haklarından gelemez miydi? Böyle bir durum karşısında Atatürk’ün nasıl davranacağını, o üniversiteyi yerle bir edeceğini bilmiyor muydu?

Doğrusu Atatürk’ün hâtırasına ve eserine hakaret edilirken susan bir Başbakanın Atatürkçülükten dem vurması fanteziden başka bir şey değildir.

Zaten fanteziler döneminde yaşıyoruz. Dar köprü üzerinde karşılaşıp birbirlerine yol vermemek için inad ederek dövüşen ve ikisi de uçuruma yuvarlanan keçiler gibi sırf şahsî kaprisleri yüzünden antikomünist koalisyonun kurulmasına engel olan Demirel ve Bozbeyli’nin; sandalya için, evvelce «renksiz» diye ilân ettiği partilerle iş birliğine can atan Erbakan’ın tutumu fantezi değil de nedir?

Dövüş sonunda uçuruma yuvarlanıp parçalanacak olan yalnız iki inatçı keçi olsa bir şey çıkmaz. Bilâkis nüfus plânlamasına yardımı olur ama uçuruma düşecek olan bütün bir millettir, Yurtseverliğin ilk şartı ise mevki ihtirası değil, feragattir.

Artık bu göklerden düşen yağmur bu topraklarda feragat tohumlarını yeşertmiyor. Bunun sonu çok korkunç olabilir.

***

YUNUS BUĞRA YILMAZ BELGELİĞİNDEN

ÖTÜKEN
AYLIK TÜRKÇÜ DERGİ
KURULUŞ TARİHİ: OCAK 1964
DÖNEM:12
SAYI:1(133)
SAHİBİ : ATSIZ
SORUMLU MÜDÜR: ERDOĞAN SARUHANOĞLU

SAYMAN: İZZET YOLALAN
KAPAK: REFET KÖRÜKLÜ
TARİH: OCAK 1975
YAYIN YERİ: İSTANBUL