Hasan TÜLKAY: TÜRK DOSTU BİR ŞARKİYATÇI: MARCEL COLOMBE “BİR MÜBAREK KÂFİR” İDİ!

DERVİŞANE TÜRK DOSTU

BİR ŞARKİYATÇI:

MARCEL COLOMBE

“BİR MÜBAREK KÂFİR” 

İDİ!..

Hasan TÜLKAY

 

Kâfir kelimesinden, hele kâfirin halkçası “gâvur”dan çok incinen Türk(iye) dostu bir ateist şarkiyatçı idi… Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın başbakanı Robert Kolejli Tansu Çiller’in hükümet olduğu 1993 yazında, Bursa’da Osmanlı mirası bir küçük caminin fotoğraflarını çekerken, cami gölgesinde pinekleyen iki ham Müslüman sofunun kendisi hakkında “gâvur” diye ileri geri konuşmalarını işitmiş ve pek üzülmüştü. İnkılâpçılık gafletiyle üstünü örttüğümüz caminin Osmanlıca kitabesini işaret ederek, tane tane Türkçesiyle “Evet..ben…gâvurum amma… bu.. yazıyı.. okuyorum.. anlıyorum… Peki.. siz de.. okuyabilir misiniz?..” demiş ve bizim sakallı hacı emmileri şaşkına çevirmiş… Sonra bize dönerek; “Nasıl… iyi.. demiş.. miyim?..” diye haklılığını Türk dostlarına tasdik ettirmenin sevincini yaşamak istemişti… İlave etmişti: Gâvur… çok..kötü.. çok pis.. bir kelime… 1935’den beri…Türkiye’ye…gider.. gelirim…İlk defa.. bana.. gâvur.. dediler.. Takkeli… fesli.. kara sakallı.. iki adam… Ben de.. onlara.. yobaz..mürteci.. desem.. doğru olur mu?..

Prof. Marcel Colombe, Fransa’da tanıdığımız Türkiye hayranı nadir güzel seçkin insanlardan birisi, hatta birincisiydi… İman ve insan bahsine girince, insanı şaşırtan müthiş tezatlı bir acı-güzel tablo ile karşılaşıyor, demek ki bilmekle olmuyormuş, hidayet Allah’tan deyip saygı ile susuyorduk… O’nu ilk tanıyan ve bize tanıtan meslektaşımız, Montelimar bölgesi Türk Kültürü ve Türkçe Dersleri Öğretmeni Ali Naci Güncan arkadaşımız idi.

Bölgede yaşayan Türk işçilerinden Bay Colombe’u tanıyanlar, o yıllarda ASALA ve terörle neredeyse eş anlamlı algılanmaya başlanmış Ermeni meselesinden dolayı Mösyö’ye soğuk bakıyorlar, hatta dilimizi bilmesinden, Türkçe konuşmasından gıcık kapıyorlarmış. Ali Naci beyi de uyarırlarmış: Hocam, o adam ajandır… Dikkat et… Tatlı diline, gülen yüzüne aldanma… Sen Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil ediyorsun… Ermeniler sana bir tuzak kurabilir… Millet ve milliyet farklılıklarımızın zaman zaman düşmanlığa dönüşmesi, nice güzel insanın insan olarak tanışmasını, konuşmasını, anlaşmasını engellemesi ne kadar kötü bir şey… Velhasıl, böyle olumsuz bir havada seçkin bir Türk dostu Oryantalist Fransız aydını ile, bir Türk eğitimcinin buluşması, tanışması, Türkiye’nin Fransa’da tanıtımına çok değerli katkılarda bulunacak çalışmaların kapısını aralayan seviyeli bir dostlukla taçlanması ne güzel olmuştur… Mösyö Colombe Türkçe konuşacak, hatta Türkçesini takviye edecek; Ali Naci bey de hem Fransızcasını ilerletecek, hem de Fransa’yı ve Fransızları bir Fransız Profesörden öğrenecektir böylece… Üstelik bir de bay Marcel Colombe sayesinde Türkiye’nin Fransa’da etkin tanıtımı söz konusu olabilecektir.

Nitekim öyle de oldu… Çocukluğunda, ilk gençlik çağında ünlü romancımız Halide Edib ve eşi Adnan Adıvar’dan, Türk İktisat Tarihi’nin bir numarası Ömer Lütfi Barkan’dan Türkçe dersleri alan Mösyö Colombe, Ali Naci beylerle ailecek dostluğu vesilesiyle Türkçesini daha da ilerletti. Bir aydın hobisi olarak Selçuklu tarihi ve sanatı ile ilgilenen, Anadolu Selçuklu eserleri üzerinde çalışan, bu konuda zengin bir fotoğraf ve dia (saydam fotoğraf) arşivi oluşturan Profesör Marcel Colombe; Montelimar, Wienne, Romans sur İsere, Bourg-en Bresse sergileriyle Türk sanatının, Türkiye’nin ve Türklerin tanıtımına çok büyük katkıda bulundu. Hiç unutamam; Bourg-en- Bresse sergisinin açılışına katılan T.C. Lyon Başkonsolosluğu Eğitim Ataşemiz, halen Galatasaray İlkokulu Müdürü, Şebinkarahisarlı halis bir Anadolu çocuğu olan çelebi insan M. İhsan Zeren; açılışta yarım saate yakın Türkiye ve Türkler hakkında duygu ve düşüncelerini anlatan bay Colombe’nin anlatımından o kadar duygulanmış, o kadar etkilenmişti ki; biz anlatsak kendimizi bu kadar güzel anlatamayız demişti… M. Colombe bizimle tanıştıktan sonra adeta bir gönüllü kültür elçimiz olmuştu. Sergilerde, Türk gecelerinde, Türk öğretmenlerin hazırladığı yıl sonu şenliklerinde, konferanslarda, 23 Nisan kutlamalarında o hep bizden biriydi sanki… Bizimle beraber, en az bizim kadar heyecanlı… İlerleyen yaşına ve sağlık problemlerine rağmen, hemen hemen hiçbir davetimizi geri çevirmez, aşkla, şevkle Türkiye’yi, Türkleri anlatırdı… Paris Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Ulusal Enstitüsü (Institut National des Langues et Civilisations Orientales: INALCO) eski hocalarından Marcel Colombe ile bilhassa fotoğraf arşivi sebebiyle o kadar ilgilenmemize rağmen, kendisinin kısa bir tercüme-i hâlini bile not etmeyişimiz de galiba bize mahsus bir aydın aymazlığı… Kendisinin hiç öyle bir tanıtım derdi olmadı, bizim de aklımıza gelmedi… Fransa, Fransızlar, Batılıların bize bakışına dair, kafamıza takılan hemen her şeyi çekinmeden sorar, açık yürekli cevaplarını da alırdık. O kendisini neredeyse bizden sayacak kadar samimi bir Türk dostuydu.

O’nun hakkında sohbetlerimizden aklımda kalan kırık dökük birkaç bilgi notu: Babası tüccar imiş… İşleri sebebiyle Cezayir’de bulunuyorken Marcel burada doğmuş… Çocukluğu Cezayir ve Kuzey Afrika’da geçmiş… Arapça öğrenmiş… Türkiye’ye ve Şarkiyatçılığa ilgisi de belki Cezayir’li olmasından kaynaklanıyor… Egzistansiyalist (Varoluşçu) felsefenin önemli kalemlerinden L’Etranger/Yabancı, La Peste/Veba, La Chute/Düşüş gibi önemli romanların sahibi filozof-muharrir Albert Camus liseden sınıf arkadaşı… Faili meçhul bir cinayete kurban giden siyaset-bilimci Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı ve Sosyolog Cahit Tanyol ile dostane münasebetleri sanırım ölümüne kadar devam etti. Bizleri tanıdıktan sonra Türkiye’yi ve Türkleri daha yakından tanıdığını, sevdiğini söylerken de samimiydi. Çocukluk ve ilk gençlik çağında sadece Türkçe öğrenmek için Halide Edib, Adnan Adıvar ve Ömer Lütfi Barkan ile temasları dışında, Türkiye temaslarında rehber ve irtibat noktası olan kişilerin genellikle elit-sol aydın kesimlerden oluştuğunu, ol sebepten bizlerle Türkiye’nin öteki yüzünü gördüğünü söylemekten mutluydu.

Anadolu’da Selçuklu kümbet tarzı bir mezara defnedilmek isterdi. Yine böyle bir isteğini tekrarladığında dostu Ali Naci Bey; Mösyö ondan kolay ne var, vasiyet eder, parasını da bırakırsın, biz mezar işini hallederiz deyince hemen kaça mal olacağını sormuş. Ali Naci bey de 5-6 yüzbin Frank gibi afakî bir rakam sallamasına rağmen Mösyö Colombe sevinçle; Ooo.. O kolay.. hemen yarından tezi yok, gereğini yapalım demiş… Fakat demiş Ali Naci bey; bir şart daha var; Müslüman olman lâzım… Mösyö Colombe; “Ha orada duralım.. Bu iş zor!..” “Niye zor olsun ki Mösyö; bir kelime-i şahadet getirdin mi, iş tamam…” Bay Colombe’un cevabı tam bir namuslu aydına yakışır cinsten: Ama ben inanmadan inandım diyemem ki… O zaman yalan söylemiş, sizi de aldatmış olurum!.. İman hakikaten bir nasip işi… Evinde Kur’an, Arapça-Türkçe-Fransızca mealler, tefsirler ve islâm ilahiyatından önemli eserler Müslüman misafirleri için seccade, tesbih bulunan bir adam ateist olarak ölsün ve kendi isteğiyle cesedi yakılsın, külü bir kavanoza konsun ve eşi o kavanozla yaşamaya devam etsin… Müthiş bir çelişki… Biz atadan zincirli ateistiz… İnanmak istiyorum ama inanamıyorum derken, bir trajik acı çekiyor muydu, onu biz bilemeyiz… Lâkin inananlara da son derece hürmetkârdı…

Türkiye’nin başına bela edilen terör meselesi konusunda Batı kamuoyuna yansıtılan ezilen halklar edebiyatına rağbet etmiyordu. Özal zamanında Irak’tan, Saddam zulmünden, katliamdan kaçıp kurtulabilen ve Türkiye’ye sığınan 50 bini aşkın Kürdün durumunu yerinde gördükten sonra Bayan Mitterand’ın Türkiye’yi suçlayan açıklamalarına karşı; “Bu çirkin kadın yalan söylüyor… Türkiye’nin o insanlara yer bulmak için nasıl seferber olduğunu, nasıl çırpındıklarını ben gözlerimle gördüm” diyerek vicdanının sesini haykırmıştı.

Sorunlu bir evliliği bitirmek, hukukî sürüncemede bırakmamak için büyük servet olan tarihî bir şato otel-restorantı hiç düşünmeden gözü kapalı ayrıldığı eşine veren Marcel Colombe, pek para hesabı yapmayan derviş mizaçlı bir adamdı. Elinde avucunda ne varsa paylaşmasını bilirdi. Bir defasında bizim davetlimiz olduğu halde, Romans’ta Çorumlu Mehmet’in lokantasında verdiğimiz bir toplu yemeğin parasını zorla ödemişti. Mösyö, siz bizim misafirimizsiniz itirazımıza; hayır, burası benim ülkem, asıl siz benim misafirimizsiniz diyerek bizi susturmuştu. Acaba Mösyö Türk rakısını fazla kaçırdığı için hesabı ödedi de, kafası yerine gelince pişman oldu mu ki?!.. Sarhoşluk “zarar”ını telafi edelim diye düşündükse de, durum hiç de öyle değildi.

En çok bizim aile düzenimize, aile bağlarımıza hayrandı… Çünkü kendi çocukları bir kızı hariç neredeyse kendisinden tamamen kopmuşlar ve onun statüsüne hiç de yakışmayan aykırı hayatları seçmişlerdi. Günden güne sarsılan aile yapımızı, zayıflayan aile içi hürmet ve muhabbet bağlarımızı görse bay Colombe da bizim gibi üzülecekti inanın…

PKK teröründen şehit düşen öğretmen aileler için kendi aramızda meslek dayanışması anlamında da bir yardım kampanyası düzenlemiştik. M.Colombe da gözleri yaşlı sesi titreyerek “Kabul ederseniz…” diyerek anlamlı bir katkıda bulunmuştu. Namaz kılmak isteyen misafirleri için takke tesbih seccade ve de temiz bir köşe evinde her daim hazırdı.. Kimseye inancından imanından kanaatinden dolayı bühtan ettiğini görmedik, duymadık… Heyecanlı hatipliğimi, hamaset şiirleri haykırışlarımı çok duyduğundan beni TÜRKEŞ’e benzetirdi… Manidar, ibretlik bir hayat yaşadı demek kesinlikle abartılı bir ifade değil.

Bir sürü ne idüğü belirsiz düzenbaz soytarı güya “Türk dostu” diye takdim edilip, tanıtım fonlarımızdan nemalandırılır, reklamları yapılırken, nedense biz Marcel Colombe ismini parlatamadık… Paris Büyükelçiliğimizden Eğitim Müşavirimiz Turgut Ünal da Montelimar’da açılan Aspects de l’art Turc ancien en Anatolie centrale et orientale XIIe-XVe siécles sergisini teşrif etmiş, Mösyö Colombe ile çok senli-benli olmuşlardı. Ünal-Colombe dialogu ne hikmetse semeresini vermeden kesildi. Sergiyi Paris’e taşıma, Paris’te Türkiye konferansları hayallerimiz suya düştü… Acaba hariciyemizin bu hazineye kayıtsız kalması, M.Colombe’un bizim gibi “fazla KalınTürk” öğretmenlerle samimiyetinden mi kaynaklanıyordu?!..

Ressam, mimar, arkeolog, seyyah tarihçi Prof. Dr. Albert Gabriel’i popüler tarihçilerimiz, turizmcilerimiz bile tanır… Marcel Colombe onun kadar çok yönlü değilse de, Türk ve Türkiye sevgisi bakımından hasbî bir adamdı. Tanınmak, kendini tanıtmak gibi bir kaygısı yoktu… Fakat bizim onu tanımamız, tanıtmamız aynı zamanda Batı’daki barbar Türk imajına da inandırıcı karşı cevap geliştirecek bir vefa borcumuzdu.

O’nu anlatmaya devam edeceğim…
(15 Mayıs 2014- Antalya)