Can Mustafa Çebi: TİPOLOJİK SINIFLANDIRMA

ARVASİ VE NECDET SEVİNÇ ÖTESİNDE,

GEMEİNSCHAFT/GESELLSCHAFT

ÜZERİNDEN TİPOLOJİK SINIFLANDIRMA

Can Mustafa ÇEBİ

İddialı bir başlık. Keza öyle olmak zorunda. Çünkü ötelerine geçmek zorundayım. “Zorundayım” ifadesindeki birinci tekil şahıs kurgusu dahi konuya içkin, birinci çoğul şahıs değil, birinci tekil şahıs. Zira bu “biz”den “ben”e geçişi zaruri kılan bir bilinç durumunun zarureti…

Arvasi Hoca, Türk-İslam Ülküsü adlı kuramsal çalışmasının ikinci cildinde yer alan Kadronun Kalitesi başlığında dava olarak kodladığı Türk-İslam Ülküsü kadrolarını A, B, C, D, E kadroları olarak beş bölüme taksim etmiştir. Buna göre A Kadrosu; “Davaya gerçekten inanmış, aşkla bağlanmış, kendi nefsi ile ilgili olarak korkudan sıyrılmış, şahsi menfaat ve vaadlerle aldatılamaz. Hak bildiği yolda yürürken alkış ve yuhalanmayı nazara almaz; sadece davasının başarısını düşünen ve sağlayan akıllı, basiretli, sabırlı, azimli, ahlaklı, disiplinli ve kültürlü kimselerdir. Daima şuurludurlar, öfkelerine hakimdirler, mal ve canları ile fedakarlığa hazırdırlar. Bunlar, sayıları çok az olan yönetici kadrolardır. Liderle beraber, davanın çekirdeğini oluştururlar”. B kadrosu; “Bunlar, davanın gözü kara, kahraman, ateşli ve inanmış yiğitleridir. Daha çok heyecanları ile hareket ederler. Tarihe geçen ve isim yapmış atalarımızın yanında yer almak arzusu içindedirler. Teoriden çok aksiyona, sabırdan çok aceleye, diplomasiden çok kavgaya, kulisten çok sahneye önem verirler. Bir nevi genç ve savaşçı kadrolar adını alırlar. Bunların sayısı yüz binlere varabilir”. C Kadrosu; Davanın organize olmuş veya olmamış sempatizanlarından ve taraftarlarından ibarettir. Davaya inanan, fakat fert olarak kaldığı zaman, onu savunma güç ve iradesini kendinde bulamayan, milliyetçi kadrolara sevgi ve ilgi duyan fertler, zümrelerdir. Sayıları milyonlara varabilir. Organize edilirlerse, kendilerini güçlü hissederler ve mücadele iradeleri artar.” D Kadrosu; Davaya, bir ümit ve menfaat için bağlananlardır. Bu yolla para, makam, istikbal ve itibar temin etmeye çalışan kimselerdir. Dava, başarıya yaklaştıkça sayıları kabarır, aksine tehlike ve çile zamanlarında sayıları hızla azalır. Bunlar, umumiyetle ikili oynarlar. Dava başarıya ulaştığı zaman, üst kademelere tırmanarak mücadeleyi ve başarıyı yozlaştırırlar. Davanın gerçek elemanlarını sinsi ve içten bir propaganda ile bertaraf edebilirler. Her davada bu tip elemanlar bulunabilir. Ancak bunları iyi tanımak şartı ile kullanabilirler ve davaya hizmet ettirebilirler”. E Kadrosu; “Davanın gücünden korkarak, ondan emin olmak için gelen veya arkadaşları ile geçinemeyerek veya onlara kırılarak ayrılan hasım cephe adamlarını da organize etmesini bilmek gerekmektedir. Hasım cepheleri yarmak, onlardan eleman çekebilmek bize, çok önemli gözükmektedir. Ancak bunları organize ederken çok dikkatli olmak, davayı içerden çökertmek için hazırlanan komplolara karşı, düşman sızmalarına karşı uyanık bulunmak esastır. Dava ile ilgisi bulunmayan kimselerin, kim bilir hangi görevle davaya sızması, onu kontrol altına alması, davanın gerçek elemanlarını çeşitli iftiralarla yıpratması oyunlarına karşı bilhassa uyanık olmak gerekir”.

Görünen o ki; Arvasi Hoca’nın beş başlık altında bölümlendirdiği sınıflandırma cemaatsal bir sınıflandırmadır. Hoca’nın “dava” olarak kodladığı olgu ideolojik bir cemaat yapısına gönderme yapar. Keza atıf yaptığı olgu bir siyasi partidir ve her ne kadar cemaat terimi, içinde dinsel bir anlam barındırsa da siyasi partilerin, özellikle ideolojik bir altyapı üzerine bina edilmiş partilerin seküler bir ideolojik cemaat hüviyetinde oldukları yadsınamaz bir durumdur. Binaenaleyh bölümlendirmenin dava adına temel taşlarını oluşturan A, B ve C kadroları için biçilen en temel vasıf “inanmaktır”. İnanmak fiilinin en yoğun olarak geçerli olduğu alan da inanç yani din alanıdır. Dolayısıyla inanmak, cemaat, parti yani seküler ideolojik cemaat arasındaki bağ barizdir.

Necdet Sevinç ise Arvasi Hoca gibi kategorik bir sınıflandırma yapmamıştır. Fakat kaleme aldığı “Ülkücüye Notlar” adlı eserde şu ifadeler göze çarpmaktadır: “Teşkilatta demokrasi yok, merkezi otoriteye mutlak itaat vardır. Lider ne diyorsa, ne istiyorsa, o olur. Lider ne yapıyorsa doğru olan odur. Her teşkilat mensubu, milletine ve liderine karşı sorumlu olduğunu bir an dahi aklından çıkarmamalı, lider ve ideolojisine ters düşmemelidir. Bu dava topyekün Türk milletinin davası olduğu için ferdiyetçilik yok milliyetçilik vardır”. Yine Necdet Sevinç, Teşkilatta Disiplin başlığı altında şöyle söylemektedir; “Disiplin bir Türk milliyetçisinin bütün hayatını ideolojisinin emrine vermesi, şahsı, ailesi, akrabası, arkadaşı ve hatta aşkı ile ilgili düşüncelere galip gelerek ferdin kendisini milletine feda etmesi demektir”. İlerleyen sayfalarda devam eder ; “Bir ülkücü için Türk milliyetçiliğinden başka hiçbir şey yoktur. Bir ülkücü, milliyetçiliğin dışındaki her şeyi silip atmalı, her fikrin yalan, her düşüncenin hurafe ve safsata olduğuna yürekten inanmalıdır. Ülkücü çoğu zaman fikir adamı değildir, fakat daima hareket adamıdır”. Bir pasaj daha; “Oysa Türk milletini ebediyen yaşatmanın, onu yeniden yaratmakla mümkün olacağını savunan bizim hareketimizin temelinde ilmin de, mantığın da, zekanın da işgal ettiği yer inancımızın işgal ettiği yerin milyarda biri kadar bile değildir. Neden mi diyorsunuz? Çünkü akıl insanı harekete sevk etmez, inanç sevk eder. Çünkü akıl tembelliğin, miskinliğin, uyuşukluğun karşısında apışıp kalmıştır. Fert, cemiyet veya millet akılla, mantıkla, zeka ile değil inançla ayağa kaldırılmış, akıllı, mantıklı, zekalı bilgili olduğu müddetçe değil inandığı sürece yaşayabilmiştir”. İlerleyen bölümde devam eder; “Çünkü inancın yanında aklın, mantığın, zekanın ve ilmi gerçeklerin beş paralık önemi yoktur…”

Necdet Sevinç’teki seküler ideolojik cemaat vurgusu sadece teşkilat/parti mensupluğundan ibaret değildir. Necdet Sevinç’in cemaatsal düşüncesi makro ve mikro özellikler taşır. Makro cemaat millettir. O, milleti de bir cemaat formu içinde değerlendirir. Fakat onun milletsel cemaat formu Benedict Anderson’un millet için kullandığı Hayali Cemaat kavramından farklıdır. Necdet Sevinç’in makro anlamdaki millet cemaati insanlık tarihinden süzülüp gelen primordialist bir fenomendir. Lakin bu primordialist fenomenin bakiliği hususunda her milliyetçinin vazifesi önce inanmaktır, inançtır. Bu inancın sınırlarını da içinde bulunduğu mikro cemaatin liderliği tayin ve tespit eder. Bu bakış açısı da seküler ideolojik cemaat bakış açısıdır.

Gerek Arvasi Hoca’dan gördüğümüz beş tip seküler ideolojik cemaat sınıflandırması, gerek Necdet Sevinç’in mikro seküler ideolojik cemaat mensubiyeti şartları ferdin bir cemaat içindeki mecburi davranış örüntülerine gönderme yapar. Göndermenin temelini de düşünmek değil inanç oluşturur. Böyle bir gönderme ferdi cemaat içine hapseden ve cemiyetten uzaklaştıran bir durumu doğurur. Halbuki insan sosyal bir varlıktır ve cemiyetten koparak kendini cemaate adaması, bunu yaparken de aklını yani düşüncesini yok hükmüne alması ontolojik anlamda insanın özüne aykırıdır. Düşünme ediminde Descartes’in “Cogito ergo sum” (Düşünüyorum o halde varım) önermesinin derinliği –insanın bilincinin bilincine varması- konumuza bir çıkış yolu vermekle beraber meselenin felsefi boyutundan ziyade sosyolojik boyutunu incelemeye almak bakımından bir Kartezyen izahatı şimdilik gereksiz görüyorum. Yine de yukarıda ifade edilen görüşlerin düşüncenin değil inanmanın konusu olduğunu ve maalesef düşüncenin olmadığı alanlarda birey olan insanın da olmayacağı şerhini de düşmek zorundayım. Ve maalesef seküler ideolojik cemaatler içine “inanmak” eksenli olarak hapsedilmeye çalışılan ideolojik ferdin de, düşünme yetisine sahip olması beklenen bir insan olduğunu belirtmek durumundayım.

Burada Alman sosyolog Ferdinand Tönnies’in Cemaat ve Cemiyet (Gemeinschaft / Gesselschaft) kavramsallaştırması önem kazanmaktadır. Tönnies’in amacı endüstrileşme ve kentleşme ile beraber yaşanan büyük toplumsal ve düşünsel değişim ve dönüşümleri anlamaktır. Gemeinschaft ve Gesselschaft kavramsallaştıması da bu amaca matuftur. Buna göre bütün toplumlar iki tip iradeye dayanır. İlki Cemaate/Gemeinschafta gönderme yapan doğal irade, diğeri ise Cemiyete/Gesselschafta atıf yapan rasyonel iradedir. Doğal irade insan bedeninin psikolojik eşdeğeri ya da yaşam birliği ilkesidir. Öte yandan rasyonel irade düşünmenin bir ürünüdür. Tönnies’e göre Gemeinschaft geleneksel kırsal topluluklarla ilişkilidir. Gesselschaft ise endüstrinin ve ticaretin egemen olduğu modern kent yaşamından insanların diğer insanlarla yakın duygusal ilişkilerden çok çıkara dayalı, rasyonel, hesaplı ilişkiler kurdukları, cemaate oranla daha hızlı, rekabetçi ve dinamik bir yaşam sürdükleri toplumları ifade etmektedir. Buna göre Cemaat/Gemeinschaft; Biz duygusunun egemen olduğu, dayanışmanın ortak isteme dayandığı, ortak mülkiyetin esas olduğu, topluluğun ortak çıkarlarının bireysel çıkarlardan önce geldiği, toplumsal yaşamda törelerin egemen olduğu, inançların ve dinin önemli bir yer tuttuğu topluluk tipini temsil ederken; Cemiyet/Gesselschaft ise; ben duygusunun egemen olduğu, dayanışmanın bireysel isteme dayandığı, bireysel mülkiyetin egemen olduğu, toplumsal yaşamda moda ve zevklerin önde geldiği, inançlar ve din yerine kamuoyu ve öğretilerin ağırlıkta olduğu bir toplumsal tipi işaret eder. Buradan hareketle cemaatler (Gemeinschaft) doğal iradeye dayalı, köy ya da kasabalarda aile etrafında organik olarak örgütlenen, kişisel yakın ilişkilerin karakterize ettiği topluluklardır. Cemiyetler (Gesselschaft) ise rasyonel iradeye dayalı, büyük kentler veya ulus devletler etrafında ve mekanik olarak organize olan, geçici ve kişisellikten uzak ilişkilerin karakterize ettiği toplumlardır. Buna benzer bir toplumsal sınıflandırmayı Emile Durkheim’de yapmıştır. O’nun Organik Dayanışmacı Toplum ve Mekanik Dayanışmacı Toplum sınıflandırması da aynı duruma gönderme yapar. Fakat kavramsal anlamda Tönnies’in Gemeinschaft’ının Durkheimdeki karşılığı Mekanik Dayanışmacı Toplum tipiyken, Gesselschaft’ının karşılığı ise Organik Toplum tipidir ve ikisi de kavramlarının içini, adları farklı olsa da aynı özelliklerle doldurur.

Tönnies’in sosyolojik görüşü toplumların cemaatten, cemiyete doğru giden bir evrimsel seyir izleyeceği yönündedir. Keza moderniteden beri toplumlar buna benzer bir seyir izlemiştir. Türkiye’nin toplumsal yapısı da bundan münezzeh değildir. Bu bağlamda Türk toplumu da gelişmiş olarak tabir edilen ülkelerden daha geriden gelmekle beraber Gemeinschafttan, Gesselschafta doğru bir gidiş istikametindedir. Bu bağlamda Arvasi Hoca ve Necdet Sevinç’in bir Zeitgeist (zamanın ruhu) iştahıyla konumlandırdığı seküler ideolojik cemaat içine hapsedilen inanmış-adanmış seküler ideolojik insan formunun altı boşalmaktadır. Bu doğrultuda hem mikro anlamda hem makro anlamda cemaatten cemiyete doğru ivmelenen yeni ve şümullu bir kategorizasyona ihtiyacımız olacaktır:

PROPAGANDACILAR : Bunlar herhangi bir dünya görüşü/ideoloji çerçevesinde günübirlik reaksiyoner tavır alan kişilerdir. Genellikle gündelik politik konular üzerinden kitleye moral/motivasyon vermek ve kitleyi bir arada tutmak amacıyla görüş beyan edip duruşlarını ortaya koyarlar. Bir nevi amigo hüviyeti taşırlar. En ilerileri dünya görüşüne ait basın-yayın organlarında yer almakla beraber sosyal medyada yazan çizen herkes de seviyesi itibariyle bu gruba dahildirler. Kalabalıktırlar, cemaat için lüzumludurlar ama entelektüel seviye itibarıyla en alt katmandadırlar. Bu nedenle kitle ile en iyi teması bunlar kurarlar. Siyasetçiler genelde bu gruptan çıkar. Pozisyonlarını bulundukları ideolojik cemaatin lider kadrosuna göre alırlar. Entelektüel seviyelerinin düşüklüğü nispetinde entelektüel ahlakları da düşüktür. Gerçeklikle temas kurmaktan çekinirler ve hitap ettikleri kitlenin de gerçekle temas kurmasını istemezler. Zira amaçları hitap ettikleri kitleyi bir arada tutmaktır. Üzerlerine giydikleri ideolojik üniformanın cemaat içerisinde onlara bir ayrıcalık kattıklarının farkındadırlar. Bu yüzden esas muhafaza ettikleri propagandasını yaptıkları ideolojik cemaat değil kendileridir. Zira üniformaları üzerinden çıkarıldıktan sonra çırılçıplak kalacaklarının farkındadırlar. Cemiyet anlamında bir karşılıkları yoktur, ancak bulundukları cemaat içinde bir özgül ağırlıkları vardır. Akıl yürütmekten ziyade duygularıyla hareket ederler.

İDEOLOGLAR : İdeologlar belli bir dünya görüşünün veya ideolojinin kavramsal sınırlarını çizerler. Kavramlara ve sınırlarını çizdikleri dünya görüşüne ziyadesiyle hakimdirler. Sadece sınır çizmekle de yetinmezler, sınırları genişletir veya daraltırlar. Bazı durumlarda bir nevi çalınan minareyi kılıfına uydurmakla mükelleftirler. Bu durum onları propagandacılarla aynı kesişim kümesine sokar. Bu durumdan ne kadar kaçınırlarsa büyüklükleri o oranda artar. Büyük rekonstrüktif erbablarıdırlar. Sayıları azdır. Kitle bunları geç fark eder, zira kitle ile aralarındaki teması genellikle propagandacılar kurarlar. Genel olarak belli bir dünya görüşünün ve ideolojilerin paydaşları için kutup yıldızları olmakla beraber kitle ve propagandacılar için referans kaynağı hüviyeti de taşırlar. Hem teorik hem de pratik yönleri vardır fakat teorik yönleri çok daha kuvvetlidir. Cemiyetle temas kurma noktasında mahirdirler, zira entelektüel kapasiteleri yüksektir. Bunun nedenlerinden biri de cemiyetle kurdukları devamlı temastır. Genelde bir cemaat ile birlikte anılsalar da ya da cemaat tarafından içeri çekilmek istenilseler de cemaate tam olarak angaje olmazlar. Misyon adamlarıdır, cemaatle kuracakları sıkı temasın kendilerini cemiyetten koparacaklarının farkındadırlar. Duygudan ziyade düşünceye ehemmiyet verirler. Entelektüel ahlak ve seviye itibarıyla yüksek bir seciyeye maliktirler. Pozisyonlarını kendileri belirlerler.

BÜYÜK ADAMLAR : İnsanlık tarihinin en önemli kişileridir. Hatta insanlık tarihi bu kategoriye ait insanların şekillendirdiği bir fenomendir. Düşünsel çabaları ideolojilerden ve dünya görüşlerinden azadedir. Dünya görüşleri ve ideolojiler bu insanlardan ilham ve feyz alarak ideologlar vasıtasıyla kendilerini kurarlar. İçlerinde peygamberler, filozoflar, bilim insanları, askerler, sanatçılar ve devlet adamları bulunur. Hakeza sadece yönetici veya elit olmalarına da gerek yoktur. Teorik düzeyde büyüklükler ortaya koyabilecekleri gibi, pratik düzeyde de büyük işlere imza atabilirler. Düşüncelerine sınır çizmedikleri için ideolojiler ve dünya görüşleri esasında bunları takip eder. İdeologların yol göstericileridirler. Fakat bu yol göstericilikleri bilinçli bir tercih değildir. Keza bu insanlar ideologların da ötesindedirler. Kitleyle işleri yoktur, kitle de bunları ciddiye almaz çünkü anlaşılmaları zordur haddizatında bunların anlaşılmak gibi bir çabaları da yoktur. Kitleler farkında olmadan bu insanların yarattığı dünyada yaşarlar. Bu yaşayışın büyük adamlar nazarında önemi yoktur. Düşünce düzeyleri tamamen kavramsal düzeydir. Kendi alanlarını kapsayan entelektüellikte en ileri seviyededirler. Bilinçleri teleolojik değildir. Bilinç hallerinin aldığı durumu özetlemesi itibarıyla şu Kinik felsefe fragmanı önem taşımaktadır: Büyük Adam kategorisinde olduğu şüphe götürmeyen ve Kinik okulun büyük adamlarından biri olan Krates, diğer bir büyük adam olan Diogenes’e şöyle der ; “Bunlara ihtiyacım olmadı Diogenes. Senin de olmadı. İhtiyaç duyduğun her şey zaten Antisthenes’ten sana miras sana miras kaldı ve ben de Pers İmparatorluğu’ndan daha önemli ve değerli olan bu şeyleri senden aldım”. Diogenes sorar; “Neymiş onlar?”… Krates cevap verir; “Bağımsızlık, hakikat, konuşma özgürlüğü, serbestlik.” (Özellikle Necdet Sevinç’ten aktardığım pasajlara izafeten tekrar etmekte fayda var: Bağımsızlık, hakikat, konuşma özgürlüğü, serbestlik.) Bu özellikler seküler ideolojik cemaatler içine hapsedilmek istenen ideolojik insan formatında olması arzu edilmeyen özelliklerdir. Bunlar cemiyet insanının, Gesselschaft insanının özellikleridir. Dolayısıyla cemaatlerden büyük adam çıkmaz. İçinden büyük adam çıkarma, en azından büyük adam olma yolunda bir basamak teşkil eden ideolog olma yolunda insan kaynaklarının kullanılmasının önünü açmayan ideolojik cemaatler de cemiyetle irtibat kuramayan cemaat yapıları halinde kalmaya mecburdur. Dolayısıyla uzun ve orta vadede değiştirme ve dönüştürme kapasiteleri bulunmamaktadır. Haddizatında bunlardan evrensel anlamda bir hakikat da çıkmaz. Binaenaleyh büyük adamlar her hangi bir cemaatin nesnesi ol(a)madıkları gibi cemiyetin de tam olarak parçası değildirler. Zira cemaat de, cemiyet de kendilerini bunların entelektüel teorik ve pratik çabalarına göre şekillendirmekten başka bir yol tayin edemez.

KİTLE : En kalabalık olan kategoridir. Ne duymak isterlerse onu dinlerler, iyi propagandacılar bunun farkında oldukları için bunlarla en iyi propagandacılar irtibat kurar. İdeologlar da bunların yiyeceği şekilde menüyü hazırlar, yeri gelir zorla yedirmeye çalışırlar. Büyük adamlar ise kitleyle muhatap olmazlar, olurlarsa büyük adam olmazlar. Nietzcshe onlar için şöyle der: “Bence üç ayrı açıdan kitlelere bakmaya değer: önce büyük adamların kötü kağıtlar üzerine ve kullanılmış kalıplarla çıkartılmış silik kopyaları olarak; sonra büyük olana karşı direnme olarak ve üçüncüsü de büyük olanın araçları olarak; bunun dışında şeytan ve istatistikler baksın onlara!”. Kitle, canlıların hayatta kalmak adına gereklilikleri olan beslenme, barınma, bürünme ve üreme dışında herhangi bir amaç gütmez. Zira temel motivasyonları hayatta kalmaktır. Siyasallaşmaları, toplumsallaşmaları hep bu temel gerek üzerine konumlanmıştır. Meşşai/Peripatetik/Aristotelesçi kompartımanlaştırmadan devam etmek gerekirse; kitle, büyük oranda ideologların yer aldığı “Siyaset Yaşamı”na uyum sağlamada zorluk yaşarlar, bu yüzden propagandacıların ve ideologların yönlendiriciliğine ihtiyaç duyarlar (Aristotelesçi anlamda siyaset yaşamı sadece yöneten-yönetilen ilişkisini içine alan politika değil, toplumsal yaşam yani kent/polis yaşamıdır). Büyük adamların içinde yer aldığı “Teoria Yaşamı” ise kitlelere çok uzaktır. Halk ile büyük adamlar arasındaki kapatılamaz uçurumun nedeni de budur. Kolay kandırılırlar zira kandırılmaları da gerekir. Çünkü seküler ideolojik cemaatlerin esas insan kaynağı burasıdır. Seküler ideolojik cemaatler, hayatlarını temelde beslenme, barınma, bürünme ve üremeden ibaret kurgulayan bu gruba bir yeni bir kimlik yeni bir erek ve hayata dair yeni bir anlam verir. İstediği de o cemaatin içinde kalmasıdır. Kalması için gereken özellikler de aşağı yukarı Necdet Sevinç’in ifade ettiği özelliklerdir.

Bitirirken ; İblis aslında cennetten Adem’e secde etmediği için kovulmamıştı. O, kadim bilinci şekillendiren Anasır-ı Erbaa’ya (Dört Unsur) göre ateşin topraktan daha üstün olduğundan hareketle basit bir akıl yürütmüştü. Ateş topraktan üstündü ve eğer ortada bir secde etme durumu olacaksa topraktan yaratılan Adem’in, ateşten yaratılan İblis’e secde etmesi gerekiyordu. O’nun yaptığı basit bir akıl yürütme idi, düşünmek idi. Karşılığı kovulmak ve lanetlenmek oldu. Buna benzer şekilde Prometheus’ta Olimpos’un Tanrılarına karşı insanların yanındadır. Aklını kullanarak Olimpos’tan ateşi çalıp insanlara verir. O’nun da aklını kullanarak otoriteye karşı gelmesinin mükafaatı Kafkas Dağları’nda zincire vurulmak ve her gün tekrar büyüyen ciğerinin bir kartal tarafından yenilmesi olmuştur. Bu inançsal ve mitolojik referanslar bize şunu anlatmaktadır; dinsel veya seküler ideolojik cemaatler aklın ve düşüncenin yerine inancı ve imanı temel alan organizasyonlardır.

Toplumlar Tönnies’ten mülhem cemaatten cemiyete doğru bir evrim seyretmektedir. Cemiyetleşmenin özelliklerinden biri de akıl ve bireyleşmedir. Buradan hareketle kategorizasyonlaştırılmaya cemiyetsel bir form getirip Propagandacılar, İdeologlar, Büyük Adamlar ve Kitle tipolojilerini kuramsal olarak inşa ediyor ve sınıflandırmayı bu eksen üzerine bina ediyorum… Bunların özelliklerini de yukarıda belirttim, isteyen istediği kompartıman veya tipolojide hayat veya dünya görüşü serüvenini devam ettirebilir….

KAYNAKÇA

Nikomakhos’a Etik Aristoteles, BilgeSu Yayınları, 2017
Kinik Felsefe Fragmanları Antisthenes-Diogenes, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2020
Theogonia-İşler ve Günler Hesiodos Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 2018
Ülkücüye Notlar Necdet Sevinç Kariyer Yayınları 2017
Türk-İslam Ülküsü II Seyit Ahmet Arvasi Bilgeoğuz Yayınları 2015
Klasik Sosyoloji Tarihi Anadolu Üniversitesi Yayınları 2012
Tarihin Yaşam için Yararı ve Sakıncası Friedrich Nietzsche Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 2020