+++AYVAZ GÖKDEMİR: “Şeftali Bahçeleri”ne Ek *

“Şeftali Bahçeleri”ne Ek *

Ülkücü öncülerin başlıca mesnedi kendi îman ve iradeleridir.

AYVAZ GÖKDEMİR

TÖRE: Nisan 1974, 35:52-53.

Buhran hâlindeki cemiyetler, çürümüş organizmalara benzerler; bozulan bir şey değil, “her şey”dir. Böyle bir cemiyette nereye el atılsa, ortaya bir yığın mesele çıkar. Tutulan her dal, elde kalır. Birbirine sebep ve sonuç olan hadiseler, gerçekler, şartlar ve kurumlar bir fasit daire teşkil ederek cemiyette herhangi bir ıslahata imkân olmadığı zan ve intibaını verirler.

Bu zan, ve intiba bir kanaat haline gelip kişinin, zihnine ve vicdanına yerleşti mi, irade felce uğrar. Fert için teslim bayrağını çekmekten yâni olana razı olup şahsiyetini silerek zamanın gündelik akışına tâbi bir vaziyette yuvarlanmaktan başka çare kalmaz.

Bu bakımdan buhran cemiyetlerinde öncü, kurtarıcı ve kurucu olmak görevine talib olanlar, kendilerine bozuk cemiyetten, hâl-i hâzırın fiilî şartlarından mesned arama hatâsına düşmemelidirler. Aksi halde çürütücü fâsit daireden kurtulmaya imkân yoktur. Ülkücü öncülerin, başlıca mesnedi, kendi iman ve iradeleri olacaktır.

Ferd ancak cemiyet içinde insanî varlığının idrakine ulaşabiliyor ve cemiyet içinde bu varlığı tekâmül ettirebiliyor. Toplumsallık insânî var oluşun temel şartlarından biri. Bu sebeple de fert cemiyetle çevrili (muhat) ve cemiyete tâbi.

Ancak fertte, üstün insanlarla kahramanlarda ve peygamberlerde bütün kemâliyle görülen bir yaratılış cevheri vardır. Bu cevher cemiyete tabi olmadığı gibi, cemiyeti kendine ram edebilecek bir imkândır da. Ferdin dünya ve ahiret sorumluluığunun başlıca mesned ve menşei sâhib olduğu bu iç varlık imkâna olsa gerektir. İnsanı, yaradılmış olan her şeye mükerrem kılan bu üstün öz, cemiyette karşı bir iman ve irade cehdi ve hareketi halinde tezahür eder.

Namık Kemal:

“Eder tedvir-i âlem bir mevkînin kuvve-i azmi

Cihan titrer sebât-ı pây-i erbâb-ı metanetten.”

derken, ferdin bu imkânını gösterir. Tarihi olayların ve insanî tekâmülün her çeşit oluşlarının izahında -bir fert veya cemiyet infiratçılığına düşmeksizin- içtimaî şartların payı ile beraber kahramanları mekîn ve metîn insanların rolünü de inkâr mümkün değildir.

“Sineden, der dile bir âh edeyim kim dönsün

Aksine çark-ı felek mihr-i dırahşânı bile”

diyen divan şairi (Neşâtî) de, kanaatimizce, seven., ıztırap çeken, bütün varlığı bir gaye tahsis eden insanın karşı konulmaz iktidârını ifâde etmektedir. Cenâb-ı Hak da mü’min kullarına, kendi nûru ile bakmak imkânını, ve sevdiği kullarının gözü, kulağı ve dili olmak keremini vaad ettiğine göre, inananlar nezdinde şâir, hiç de mübâlağa etmiş sayılmaz.

Ferdî kaabiliyet, irâde ve cehdin beşeriyet ve cemiyet bakımından taşıdığı ehemmiyeti belirtmek için imânî telâkkilerin dışında, tamamen dünyevî ve aklî bir şeyler söylemek lâzım gelirse, Bertrand Russel’ın bir kanaatini tekrarlamak uygun olacaktır: “Bazı sosyoloji mekteblerinde zekânın önemini küçümsemek ve bütün olguları kişisel olmayan sebeplere atfetmek adet hükmüne girmiştir. Bunun baştan başa gaflet olduğu kanısındayım. Onyedinci yüzyıl adamlarından yüz tanesi çocukken öldürüImüş olsalardı, modern dünya mevcut olmayacaktı.” (Bilimden Beklediğimiz). Buna paralel bir ifade ile, tarihten Cengiz’i, Timur’u, Fatih’i, Napolyon’u, Lenin’i, Hitler’i, Atatürk’ü, Gandi’yi ve emsali büyük lider ve ‘kumandanları çıkarmak mümkün olsaydı, -iyi mi, kötü mü olurdu, bilinmez ama- dünyamız bugünkü dünya olmasaydı, diyebiliriz.

“Ve gerçek istikbâlin, ışığını ateşlemek isteyen, uzun zaman sıkıntılı bir hava halinde dağlarda asılı durmaya”  (Niçe), yani dünyasını ilk önce kendi içinde kurmaya mecburdur. Bu iç dünya gerçekten kemâliyle kurulmuşsa, şehre inildiğinde, “feryadü figan koparmak” vaktinde, lazım olacak bütün enerjiyi de başka yerde aramaya ihtiyaç kalmıyacaktır. Ferdî sahadan çıkıp cemiyetin gerçeği olmak yolundaki aksiyonunu kendi havarileriyle başaramıyan bir dünya görüşünün sonu ancak hüsrandır Ayakta durabilmek için baston arayan havarilerse, “gözün aşağıya dikildiği ve elin yukarıya asıldığı” tehlikeli bir yamaca gelmişler demektir. Uçmayı beceremiyenler için evlâ olanın çabucak düşmeyi öğrenmek olduğu hususunda Niçe’ye hak veriyorum.
(*) Bak: “Şeftali Bahçeleri, Ayvaz Gökdemir, TÖRE, 29-30 sayı.