Asena Kınacı MORAL: O Benim Altın Işığım

O BENİM ALTIN IŞIĞIM
Asena Kınacı MORAL

Uzun kış gecelerinde babam bana ve kardeşlerime Ziya Gökalp’in Alageyik şiirini okurdu. Alageyik şiirinin tekerleme, mani, masal ve destan ögeleri içeren havası çocuk ruhumuzu tekerlemeden, maniye, destandan masala taşıyarak bizi diyar diyar gezdirirdi.

Top oynayıp acıkan bir çocukla beraber yerde bulduğumuz eriği geyiğe kaptırarak yola çıkardık. Geyik ormana kaçınca biz bir Akdoğan’ın büyülü kanatlarına tutunup nerede olduğunu hiç bilemediğimiz Kaf Dağı’ndan aşardık. Akdoğan yolda bizi önce göle atardı. Biz gölden sırılsıklam çıkıp kızgın bir çöle düşerdik. Çölde bulunca geyiğin izini bütün çocuklar hep birlikte sevinirdik. Sırlı geyik yine sırlı bir elma verince bize, yeni bir gizli görev daha başlardı bizim için. Bu yeni macera çocuk yüreğimizde kocaman kıpırtılı bir heyecan yaratırdı. Sırlı adamın “Dağdan yürü, kırdan git” talimatına uyarak Altın Köşk’e varınca kendisini kurtarmamızı bekleyen güzel kızı bulup bin yıllık çileyi bitirirdik. Altın Köşk’ün gizli dünyasında geceler gündüz olurdu. Aksakallı cüceler, korkunç devler, cinler, periler hayalimizde düğün bayram ederdi. Babam okudukça bu şiiri dinlerken ben başka bir dünyaya geçerek kâh bir Türk yiğidi tarafından bin yıldır esaretten kurtarılmayı bekleyen güzel bir kız kâh güzel kızı bin yıllık esaretten kurtaran kahraman bir Türk yiğidi olurdum. Kapalı kapıyı açarak açık kapıyı kapatarak, ata ot verip, ite et vererek elmas odaya ulaşırdım. Devlerin şahı uykudayken başını kesip görevimi başarıyla tamamlardım. Bin yıldır bir Türk yiğidinin kendisini kurtarmasını bekleyen esir güzel kız mutlulukla gülümser, kendisini kurtaran Türk Beyi’ne teşekkür ederdi. Bu güzel destansı masalın son mısraları okunurken biz çocuklar bu güzel kızı-Turan Meleğini- kendi gönlümüzün gözüyle görür hayal ederdik. Devlerin elinden türlü maceralarla kurtardığımız Turan Meleğini alıp uzun bir yolculuğa daha çıkardık. Bir bozkurdun peşine düşüp yüz milyon Türk’ün “Turan Meleğini” beklediği Türk İline –Turan’a- gelirdik.

Yıllar sonra anne olduğumda oğullarıma belki de her akşam “Alageyik” okudum…

7 Ekim 2014… Akşam ajanslarında çaresizlik içerisinde izlediğim görüntülerin dinlediğim cümlelerin etkisi ile gözyaşlarıma hâkim olamıyordum. Ziya Gökalp’in Diyarbakır’da kütüphane ve müze olarak tasarlanan kültür mirası evi yakılıp yıkılmıştı. Yumruklarımı sıkıyordum. Buna neden olan kim varsa hepsini ellerimle cezalandırmak istiyordum. Bunu yapanların hukuken cezalandırılmalarını istiyordum, bunu yapanların yargılandıklarını görmek istiyordum.

Küçük oğlum “Anneciğim, ne olmuş, neden ağlıyorsun?” diyordu. Ona cevap veremiyordum. Televizyonda izlediğim haberin acısı da, haberlerde görüp hissettiğim çaresizlik de küçük oğluma vereceğim cevap için yetersiz kalacaktı. Ve onun anlayabilmesi için kuracağım cümleler hissettiklerimi anlatamazdı. Hıçkırıklarım gözyaşlarıma karışarak hırsım ile birleşiyor ve boğazımda düğümlenip garip bir hırıltıya dönüşüyordu. Ona “kitap yakan insan da yakar” diyemiyordum. Konuşamıyordum. Oğlumun çaresizce ağlayan annesine-bana- korkuyla ve endişeyle bakan gözlerini görünce anneliğin bana verdiği güç-kuvvetle küçük bir çocuğu üzmemek için gözyaşımı kendi ellerimle sildim. Gülümseyerek oğlumu sevgiyle kucakladım:

-Ben Ziya Gökalp’i pek severim yavrum. Evi ve kütüphanesi yanmış, ona üzüldüm. Bak o, sizin için ne yazmıştı, hatırladın mı?

-“Alageyik! Ama Alageyik kitabımızda mı yanmış anne?” dedi oğlum korkuyla….

-Yok! O yanmamış oğlum… Kitapları hiç yanmamış.

– O zaman üzülme anneciğim, bak Alageyik yanmamış…

Baktım ki o küçük yüreği ile küçük yavrucuğum annesinin hıçkırıklarını susturmaya, gözyaşlarını silmeye çalışıyordu. Ben anne olarak üzüntümü, acımı, öcümü oğlum için kalbime gömmeye çalışırken o minik bir evlat olarak annesini teselli etmeye çalışıyordu. Öyle ya Alageyik yanmamıştı. Ve onun nice güzel yazıları, şiirleri yanmamıştı. İşte, küçük bir çocuk bir yetişkinin çaresizliğini umuda döndürüyordu. Onun bize bıraktığı hazine değerinde kitapları var. Onun Turan’ın kapılarını açan şiirleri var. Onun yaşayan yaşatılan yaşanacak olan fikirleri var. Onun Türklük aşkına adanan ömrünün unutulmayan hatıraları var. Sevgiyle özlemle onun gözlerine baktığımız fotoğrafları var.

Türk-İslam Medeniyet tarihinde Ziya Gökalp, kültürel ögesi Türkçülük ve ahlaki ögesi İslam olan bütün bir mütefekkirdir. Pozitif bilim anlayışı ile Türkçülük düşüncesini sistemleştiren eserleri ile genç nesillere, bilim adamlarına daima ilham ve örnek olmuştur. Onun Genç Kalemler Dergisi değerini hiç yitirmeyen haliyle dergicilik yolundaki gençlere hep yol göstericidir. Ziya Gökalp milli edebiyatın düşünce temelini atan şiirleri ile gönüllerimizin fatihidir. Alageyik, Altın Işık, Lisan, Turan şiirleri pek çok Türk çocuğunun ilk öğrendiği, ezberlediği şiirler arasında yer almıştır. Türk Yurdu, Yeni Mecmua gibi dergilerde yazdığı yazılarda “şiir için değil şuur için”, “toplum için sanat “ düşüncelerini bizlere hem anlattı, hem öğretti. Öğrencilik yıllarımda “sanat sanat için midir?” “sanat toplum için midir?” münazaralarında onun fikirlerini öğrenip arkadaşlarıma anlatarak “sanat sanat içindir “cileri mağlup ettiğimiz çok olmuştur.

Tarihte yakılan kütüphaneler, insanlığın mirası ile ilgili en acı verici olaylar arasında yer almıştır. Üstelik yıllar öncesinde insanlığın insana insanca bıraktığı bu emanet miras yine insanlar tarafından yakılarak insan bu şekilde insana en büyük kötülüğü yapmıştır. Değişik zamanlarda değişik nedenlerle yakılan kütüphanelerle ilgili bilgileri okurken hep üzülmüşümdür. O olayları okurken böyle bir kütüphane-müze yangını olayını yaşayacağımı nereden bilirdim? Diyarbakır’da Ziya Gökalp’in müze-kütüphanenin ve Diyarbakır’a özgü mimari özellikleri taşıyan en güzel örneklerden biri olan evinin yakılmasına uzaktan da olsa 07 Ekim 2014’te şahitlik ediyordum. Oysa Ziya Gökalp’in evi Diyarbakır mimarisini en güzel ifade eden evler arasındaydı. Hep var olmalıydı. Yanan yakılan eşyalar ile kitaplar içerisinde kim bilir ne gizli dünyalar, hazineler vardı yitip giden… Ziya Gökalp’in evinin vatan hainleri, teröristler tarafından yağmalanarak yakılması insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek ve her zaman hep anlatılacaktır.

Bu dünyanın geçici olduğuna ahiretin gerçek dünyamız olduğuna inanmışlıkla kutlu ataların o gerçek dünyada hep beni beklediğine inanırım. Öyle ümit ederim. Gerçek dünyada yanına gideceğim atalarımdan biri de, beni bekleyenlerden biri de Ziya Gökalp’tir mutlak. Bu dünyada karşılaşamasak da gerçek alemde yanında olacağım, mutlak!

Büyük mütefekkire sevgiyle diyeceğim ki; o gün keşke bir yırtıcı kuş olsaydım Diyarbakır’a gidebilseydim. Bir bozkurt olsaydım hainlerin önlerinde dursaydım. Evinin kapısında nöbet bekleseydim. Kimseleri yaklaştırmasaydım evine, ocağına, otağına. Bizlere emanetin evine, eşyalarına, kitaplarına zarar gelmese idi. Hiç bir şey olmasa idi… Kanatlarımla, pençelerimle, tırnaklarımla, dişlerimle senin evini, eşyalarını, kitaplarını koruyabilseydim. Ama… yok! Olmadı. Olamadı. Beni affeder misin?

Büyük mütefekkire özlemle diyeceğim ki; Vatan hainleri senin evini yaksalar da fikirlerini yok edebilecekler mi? Benim yüreğimdeki -Türk milletinin yüreğindeki- Ziya Gökalp sevgisini sökebilecekler mi? Onlar sana ait her şeyi yakıp yıksalar da bize seni unutturabilecekler mi? Unutturamazlar!

Büyük mütefekkir ile birlikte Diyarbakır’ın kadim kültürünün ruhumuza işleyen derinliğini kocaman bir nefes gibi içimize çekerek Diyarbakır’ın bizim olduğu gerçeğinin mutluluğu ile Dicle’nin kenarında yürüyerek coşkun akan suyunun sesini dinleyeceğiz.

Büyük mütefekkire bugün gururla ve söz vererek diyorum ki; Sizi yetiştirmekle mağrur olan vatan toprağında -İstanbul’da- bulunan ebedi makamınızda huzurla uyuyunuz. Mübarek hatıranızı kalbine gömen Türk çocukları olarak sizi hiç unutmadan daima size Fatihalar Yasinler hediye edeceğiz.

NOT:  Yazarlarımızdan “Bizi Biz Yapan Hayallerimiz Vardı” “Ülkücü Hareketin Doktriner Eğitimi” kitaplarının da yazarı olan Kenan Eroğlu, Ziya Gökalp’in 4 kıymetli eserini  (“Türkçülüğün Esasları”, “Türk Töresi”, “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” ve “Altın Işık”) ““Kitapyurdu” için Osmanlıca asıllarından günümüz Türkçesine son okumalarını yaparak hazırlamıştır. Ziya Gökalp’in bu kitaplarını da okumanız tavsiyesi ve dileğiyle…