Halim KAYA: “SÖZÜN HANGİ AĞIZDAN ÇIKTIĞINA BAK !..”

“SÖZÜN

HANGİ AĞIZDAN

ÇIKTIĞINA BAK !..”

 

HALİM KAYA

21.12.2020

 

Ankara’ya geldiğinde Türk Ocaklarında ilk dinlediği konferansta Prof. Dr. Osman Turan’ın; “Beni dinlerken sözün nasıl bir ağızdan çıktığını bilmelisiniz ve söylenenlere söyleyen kişinin ettiği değer kadar değer verin” diyerek konferansa başladığını söylüyor Ali Güngör. Osman Turan’ın söylenilen sözün sahibinin söylediklerine önce kendisinin uymasının gerektiğine işaret ettiğine dikkat çeken Ali Güngör kitabına başlarken izlediği yol da Osman Turan’ın izlediği yoldur. O, Osman Turan gibi önce kendini karakter ve ahlakının anlaşılmasının gerektiğini söylüyor. Türklük ve soy bilincini anlatarak, İslam ahlakından kendi payına düşen hissesinin sınırlarını çiziyor.

Elhamdulillah Müslüman’ım. Allah’ın birliğine, Kuran’ı Kerim’in O’nun kelamı ve kıyamete kadar O’nun koruması altında olduğuna inanıyorum. Hz. Muhammed’in O’nun Resulü ve son peygamberi olduğuna, Kıyamet gününe, hayatın sadece bu dünya demek olmadığına, dünyanın imtihan yeri olduğuna, gün gelip hesaba çekileceğimize, Cennete, Cehenneme, Meleklere, Kadere, en önemlisi Kitabımızın ve Peygamberimizin güzel ahlakı tamamlanmak için gönderildiğine inanıyor ve iman ediyorum.”  (Benim Kavgam S:14) Okuyuculara işte bu inanç ve karakterde bir adamı okuyorsunuz: “Beni ve söylediklerimi bu minval üzere değerlendirip, inanmaya değer bulursanız inanın” diyor.

Bir hatırat olarak görmediği, gençlerin dersler çıkaracağı bir kitap olduğunu düşündüğü için kitabına “Benim Kavgam” adını veriyor. TKM Yayınları tarafından Mart 2012 de Ankara’da 400 sayfa olarak basılıyor.

Birinci Bölüm İnancım üst başlığında; Türklük Bilinci, İslam ve İslam Ahlakı, Toplumculuk yer alıyor.

İkinci bölüm; Hayatım üst başlığı altında ise şu başlıklar yer alıyor:

1-Çocukluğum alt başlığı altında: Çocukluk Yıllarım, İlk Boykot eylemim, İçki Bütün Kötülüklerin Anasıdır

2-Gençliğim alt başlığı altında: Üniversite Yıllarım, Boykot Komitesindeyim, Ülkü Ocakları Kuruluyor, Kavga Başlıyor, 31 Mart Vakası ve Hapishanedeyim, Deniz Gezmiş’in İdamı, Bir Sigorta Şirketi ve MİT, Milletvekili Adaylığı Teklifi, MHP Dönüşüyor.

3-İhtilal Yılları alt başlığı altında: İhtilali Kim Yaptı ya da Yaptırdı, Ülkücü Hareketin Sorumluluğu, Türk Ziraat Yüksek Mühendisleri, Merkezi Yapının Kurulması, C5 Dedikleri, Türkeş Kaçamak mı İstedi?, MİT ve Konsey Devreye Giriyor, Muhafazakar Parti, Türkeş ile Ters Düştük, Devlet Bahçeli Dövülüyor.

4-Ülkücülükten Siyasete alt başlığı altında: MÇP, Abdulkerim Doğru Kayıp, Mecburen Yeniden Bürokrasi, Türkeş’in Ölümü ve Yeniden Siyaset, Milletvekiliyim.

Üçüncü Bölüm 57.Hükümet Başlığı altında ise şu başlıklar yer alıyor:

1-57.Hükümetin Kuruluşu,

2-Abdullah Öcalan’ın İdamdan Kurtarılışı, İlk Adım Pişmanlık Yasası ve TBMM’ye Verdiğim Önerge Ve Yaptığım Konuşma, Abdullah Öcalan İdamdan Kurtarılıyor- Abdullah Öcalan’ın İdam Meselesi ve MHP -Af Yasası (Rahşan Affı) üzerine TBMM’de Yaptığım Konuma-CNN TÜRK Manşet Programı M. Ali Birand ile Söyleşi,

3-MHP’den İhraç Edilişim alt başlığı altında İhraç Süreci,

4-Bölücülük Serbest Bırakılıyor Alt başlığı altında; Terör ve Bölücülük Meselesinde MHP, Anayasa Değişikliği ve onunla İlgili olarak  TBMM’de Yaptığım Konuşma , Nevruz Münasebetiyle TBMM’de Yaptığım Konuşma,

5-Yol Ayrımı alt başlığı altında MHP Yöneticilerinin Çaresizliği- Ali Güngör AKP’yi destekledi mi?, Ali Güngör-Siyaset ve Partiler,

6-Milletvekilliği ve Siyaset

Dördüncü Bölüm AKP İktidarı başlığı altında ise şu başlıklar yer alıyor:

1-AKP’nin Kuruluşu,

2-Bölücülüğün ve Terörün Teşvik Edilmesi alt başlığı altında 4 tane DEP’li ve Abdullah Gül ile Görüşme, PKK ve Yeniden Af, Kesik Baş-Ulusal Medya-Siyaset, Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’e Açık Mektup, Açılım Meselesi- Anlamıyorlar!, Tacize Teslim Olmak ya da Namusu Korumak, Terör,

3-Rejimin Değiştirilmesi alt başlığında Korkuyorlar (Anayasa Değişikliği), Zaman-Vakit vs. ve Ahlaksızlık ve Referandum, Referandum ve Sonrası, 2011Seçimleri-Partiler-Meclis ve yeni Anayasa, Yeni Anayasa Meselesi, Tekel İşçileri ve Haysiyeti de Kaybetmek,

4-AKP’nin Talihsiz Doğruları alt başlığı altında Nabuko ve Bu Vesileyle Birkaç Söz, Davutoğlu-Taner Yıldız-Nihat Ergün, Emek Dayanışma Bayramı,

Beşinci Bölüm CHP başlığı altında Deniz Baykal ve… , Kılıçdaroğlu-CHP ve Siyasetimiz.

Altıncı Bölüm Muhsin Yazıcıoğlu.

Yedinci Bölüm Niçin TKM başlığı altında Dünden Bu Güne, Ekonomi ve Düşünmek, Demokrasi Meselemiz, Sine-Vizyon Metni, Üç Soru: Konuşmanız İhraç Olmanıza Değdi mi?-Milletvekilliği Önceden Bilmediğim Neyi Öğretti?- Türkiye Halkı Bir Millet mi ya da bir Mozaik mi? Türk’ün Yeri Bu Halk İçinde Neresi- TKM’nin Kuruluşu,

Sekizinci Bölüm başlığı altında Türkiye ve Dünya, Temel Meselelerimiz, Üçüncü Yol, Türk Kardeşlik Hareketi, İşimiz ve Amacımız, Çıkış Yolu, Temel İlkelerimiz,

Dokuzuncu Bölüm Çağrı başlığı altında Altın Kartalın Ömrü başlıklarından oluşmuştur.

***

Toroslardan 150 yıl önce inen ve yaylacılık yapan ilk çocuğu ölmüş bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmiş olan Ali Güngör’ün kendi tabiriyle babaannesi tarafından el konulan torundur. Babaannesi tarafından annesi ve babasından alınmış, bazen anne baba iç içe çoğunlukla lise bitene kadar babaanne ve torun birlikte yaşamaya başlamışlardır. Anadolu insanının ortak karakteri bir davranış, doğan çocukları nüfusa vaktinde kaydettirmeme halini bizzat ilkokul bitinceye kadar kimliksiz kalarak yaşıyor. Ancak kimliğine ilkokul diploması alabilmek için küçük kardeşleri ile birlikte nüfusa kaydedilerek kavuşabiliyor.

Mahsulün verilmesi karşılığında alınan 300 TL borç para ile Ankara gelen ve kayıt yaptırdığı Hukuk ve Tıp fakültelerine parasızlıktan dolayı kesin kayıt yaptıramaz. O zamanlar devlette çalışan bir mühendis 450 TL maaş alırken 350 TL burs veren Ziraat fakültesine kesin kayıt yaptırır. Ali Güngör babasından aldığı 300 TL yi Ocak ayında bağlanacak bursa kadar da yetirmek zorundadır. Ankara’nın -27 derece soğuğunda giyecek bir paltosu yoktur, teyze oğlu bit pazarından 50 liraya ikinci el bir pardösü alır, ve “burs ödenmeye başlayınca bana ödersin” der.

Devlet Dergisinde çalışırken Dündar Taşer’i İskender Öksüz’ü Emine Işınsu hanımefendiyi tanır. Türk Ocaklarında, Tahsin Banguoğlu ve Osman Yüksel Serdengeçti’yi dinleme fırsatı yakalar. 1968 yılında Dündar Taşer’in yol göstermesi ile her fakültede kurulan Ülkü Ocaklarının Ziraat Fakültesi Ülkü Ocağını kurar. Bu Ocaklar birleşerek Ankara Ülkü Ocakları Birliğini meydana getirir. İstanbul, Erzurum gibi diğer illerden kurulan Ülkü Ocakları çok daha sonra birleşerek Ülkü Ocakları Genel Merkezini oluştururlar. İlk 1969 yılında Süleyman Özmen Devrimci öğrencilerin ateş açması dolayısıyla Ali Güngör’ün yanında şehit olur.

1973 yılında beraat edip cezaevinden tahliye olduktan sonra okuluna döner; ancak Uğru Mumcu 15 günde bir ismini vererek haber yapar. Bir gün ortak bir tanıdık yanında karşılaştıklarında Uğur Mumcu’ya sorar “Yazdıklarının doğru olmadığını sen de biliyorsun, ben de. Niçin yalan yazmaya devam ediyorsun? Amacın ne?” dediğinde cevabı “Ben böyle yazmak durumundayım” (Benim Kavgam S:34) olur. Ali Güngör’ün önüne hayatı boyunca Uğur Mumcu’nun yalan haberleri çıkar ve her teşebbüsünde engel olmak isteyenlerin başvurduğu referans haber olur. Gazeteler 1973 yılındaki adam öldürmek suçundan beratı görmeyerek 1974 yılında aftan yararlanarak çıktı diyerek yine de gerçeği gizlemişlerdir.

Çeşitli kurumlarda memuriyet yapar, bu memuriyetleri siyasi fikri çalışmaları dolayısıyla zaman zaman değiştirir. Kimilerinde kurucu kimilerinde genel başkanlık düzeyinde olmak üzere Ülkücü Milliyetçi sivil toplum kuruluşlarında görev alır.

AKP’nin Kuruluşunda görev alması teklif edilir, o yetkililere AB, başörtüsü, etnik dillerde yayın ve eğitim, özelleştirme konularında Türkiye’nin yol ayrımında olduğunu siyasetin ayrışacağını, AKP’nin bu konularda ne düşündüğünü Kurucu Lider pozisyonundaki iki kişiyi temsil ettiğini söyleyen o günlerin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’na sorar. Aldığı cevapların AB konusunda “Koç grubu AB’ye girilmesi gerektiğini düşünüyor. Türkiye’de Koç’a rağmen siyaset yapmak, iktidar olmak mümkün değildir. Öyleyse biz de AB’ye girmeliyiz demeliyiz. Demeyi de ihmal etmemeliyiz” (Benim Kavgam S:59) başörtüsü konusunda ise “Asker baş örtüsüne karşı … Türkiye’de askere rağmen de siyaset yapmak, iktidarda kalmak mümkün değildir. Öyleyse din ve vicdan hürriyeti falan diyerek geçiştirmekten başka çare yoktur.” (Benim Kavgam S:60) olduğunu söylüyor. Siyasette samimiyet… Ne tuhaf ki siyaset bu düşüncelere muhalif gelişiyor, sanki bazılarına “yürü ya kulum” deniliyor.

Ülkücülerin Milliyetçilerin çok çeşitli dernek, vakıf, parti etrafında parçalandıklarını, sadece birleşelim çağrılarıyla birleşmenin mümkün olmadığını, bunca zamandır da birleşilemediğini, çünkü birbirimize olan güveni kaybettiğimiz, bu güveni yeniden tesis etmemiz gerektiğini vurgulayarak Birlik olmanın yolunu birbirimizi hatalarımızla, sevaplarımızla olduğumuz gibi kabul etmekte görüyor. “Birlik insanlar etrafında oluşmaz; fikirler etrafında oluşur. Birlik aynı hedefe kilitlenen insanlar arasında oluşur.” (Benim Kavgam S:68) diyerek de teşhisi koyuyor.

İhtilallerin, yapanların gerekçe olarak gösterip çözeceklerini iddia ettikleri problemleri daha da büyüttükleri ve ülkeye zarar verdiklerini, İttihat ve Terakki’nin Osmanlı’nın yıkılmak üzere olduğunu söylediğini ancak Osmanlı’nın İttihat ve Terakki iktidarında yıkıldığını, 1960 ihtilalinin vatandaşın kahveyi ve camiyi ayırdığını bunlarını birleştireceğini söylediğini ihtilalden sonra şehirlerin bile ayrıldığını, 1971 muhtırasından önce 5-10 kişi hayatını kaybetmişken muhtıradan sonra 5 bin kişinin hayatını kaybettiğini, 1980 ihtilali sağ sol diye adlandırılan çatışmayı ve irticayı önleyeceğini söylemiş ihtilalden sonra bölücü terörün 50 bin kişiyi öldürdüğünü ve “irticacı” denilen kesimin iktidar olduğunu örnekleriyle anlatıyor.

Ülkücüleri savunmak için bir avukatlık bürosu kuruluyor, bu avukatlık bürosunda yeni avukat oldukları için geçim sıkıntısı çeken daha çok gençlerden oluşan bir ekip oluşturuluyor ve bu ekibe sadece bu savunmalara baktığı için önce 20.000 lira, daha sonra 40.000 lira ve en sonunda da 60.000 lira ücret ödeniyor. Ali Güngör; “Kendiliğinden bazı genç arkadaşlar ile Alparslan Türkeş’in savunmasını yapan Av. Sadık Avundukluoğlu hiçbir ücret almadı.” dese de kimlerin ücret alıp almadığı resmen açıklanmadıktan sonra net bir şekilde bilinemeyeceği sadece şahit olunanların bilinebileceği anlaşılıyor. Galip Erdem ve Av. Şerafettin Yılmaz ikinci bir avukatlık bürosu kuruyor. (Galip Erdem’in yakın çevresinin ifadesine göre Galip Erdem de hem ücret almıyor hem de emekli ikramiyesini bu yolda tüketiyor.)

İnsanları tanımak için zaman ve yaşanmışlıkların önemine dikkat çeken Ali Güngör’ün “Benim Kavgam” kitabı bunca zaman Ülkücü Hareketin 12 Eylülcüler tarafından işkenceler yapması, haksız yargılamalara maruz kalması, işlenmemiş suçlar isnat edilmesi dolayısıyla ayrılmışlar, rahatı seçmişler diye düşündüğüm bazı kişiler en riskli işlere el atmış ve cezaevindeki ve dışarıdaki mağdur ülkücülerin yardımına koşmuş olduklarını öğretti. Ayrıca, makam mevki ve para için değişenleri de öğretti. Kavga günlerinin cesur yürekleri korkak olmuş köşe bucak herkesten kaçarken, o günlerde kavga ve dövüşten korkanlar olarak görülenler ihtilal günlerinde kaçak arkadaşlarımızı evlerinde barındıran ve organizasyonlarda görev alan cesur yüreklere dönüşmüş olduklarını da öğretti. 

Alparslan Türkeş’in Mevki Hastanesinden kaçmak istediği herkes tarafından söylenir olmuş, gelen Ali Güngör’e kaçırmak mı istiyorsunuz diye sormaya başlamış, ancak Ali Güngör ”Kaçmak isteyen bu kadar kişiye haber mi verir?” diyerek kaçma isteğinin farklı bir düşüncenin tezahürü olduğunu ima eder. Siyasi çalışmaların yoğunlaştığı sırlarda Ülkücülere de çeşitli partilerden teklifler gelmeye başlar. Ali Güngör ve arkadaşları da bizzat Türkeş’in talimatıyla Toplumcu Kardeşlik Partisi’nin kuruluşuyla ilgilenirler.  Herkes gelip “Ben Türkeş’ten falan partide siyaset yapmaya izin aldım” demeye başlar. Ancak Ali Güngör Mevki Hastanesinde Türkeş’i ziyaretinde sorar ve Türkeş “Oğlum adam kararını vermiş, geliyor bana soruyor, gitme desem de gidecek, ben de tamam git, diyorum; siz çalışmalarınızı sürdürün” (Benim Kavgam S:89) der. Bu gitmeler gönül rızası ile verilen izinler sonucu bir gitme değildir. Tamamen gitmek isteyeni durduramama düşüncesinden dolayı verilmiş izinler neticesiydi. Kısacası bu gitmeler, gitme değildir. Seçilmeyi riskli görenler ön yoklamayı kabul etmiyor. Bazısı istifa ediyor. Bazısı ise ilk sıra kontenjan adayı olmak istiyor. Seçilemeyecek yerde olduğunu sananlar çalışmıyor. Kısacası Genişletilmiş Delege Ön Seçimi ile yakalanabilecek bir fırsat fedakârlık yapmaktan kaçınanlardan dolayı ikinci parti olmak suretiyle heba ediliyor. İnsanoğlunun kendisini garantiye alma arzusu zaman zaman ilahi buyruklara muhalefet etmesine bile sebep olurken idealizmin kuralları onları engelleyebilir mi?

Ali Güngör gibi ülkücülerin bazılarında bir zaaf var, kim Başbuğ Türkeş zamanında Ankara’da ülkücü kuruluşlarda ve partide görev almışsa kendinin doğruluğunu, isabetli kararlar verdiğini Alparslan Türkeş’e yaptığı itirazlarla muhalefet ve karşı çıkmalarla anlatmaya çalışarak ortaya koyuyorlar. Hâlbuki rahmetli Dündar Taşer “Alparslan Türkeş’in yanlışı benim doğrumdan daha doğrudur” diyerek lidere bağlılığın önemi ifade etmeye çalışmıştı. Aslında bilinmesi gereken istişarelerden çıkan sonuca istişarede muhalif olanların da uyması gerekli olduğu halde muhaliflik istişareden sonra da yerli-yersiz seslendirilmektedir. Bu davranışlar taşradaki ya da olayların dışındaki mensuplarda güvensizliğe yol açmakta, bağlar gevşemekte ve çalışma azimlerinin kırılmasına sebep olmaktadır.

Siyasi rekabet her yerde olduğu gibi aynı davaya inananlar arasında da kaçınılmazdır. Ancak siyasi rekabeti iftira ve karalamaya dönüştürmemek lazımdır. Hele aynı davaya inanlar arasında zanla hareket etmek en büyük hatadır. Faili gözüken iki tarafla istişare etmeden kanaat oluşturmak ve açıklamak güven bunalımına sebep olmakta ve aradan geçen zaman da farklılıkları artırarak meseleyi büyütmektedir. Her zaman muhataplarla yüzleşmek ve gerçeği yakalamak sağlıklı insan ilişkileri toplumsal hareketlerin güçlenmesine yarayacaktır.

Ali Güngör “Benim Kavgam’da MHP’deki parti içi siyasette yaşadıkları, AKP, CHP, HDP gibi başka partiler ve Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar gibi Ülke yöneticisi olan kişilerle yaptığı görüşmeleri ve olaylar hakkındaki görüşlerini dile getirip, tarihe bir belge kalsın diye kayıt altına almıştır.

Ziya Gökalp’in, Atatürk’ün Türkeş’in dediği gibi ‘Türkiye’de yaşayan halkın oluşturduğu milletin adı Türk Milleti, devletinin adı da Türk Devletidir’  sözünden dışarı çıkmayınız” diyerek herkesi Türk Milleti ve Türk Devleti tabirlerini kullanmaya çağırıyor ve ekliyor “Kardeşlerin isimleri farklıdır, ama soyadları hepsinin birdir. Hepimizin soyadı Türk’tür. Milletimizin adı Türk Milletidir, devletimizin adı da Türk Devleti’dir. Milli birliği, kardeşliği ve barışı başka bir yerde bulabilmek mümkün değildir.” (Benim Kavgam S:174) ve tehlikeye dikkat çekiyor  “Devleti; Coğrafya Devletine dönüştürerek Türk Devleti olmaktan çıkarmak, Türk’lerin elinden tamamen aldıklarını tescillemek istiyorlar.” (Benim Kavgam S:177)

Türkiye’yi işgalciler adına işgaldeki bir ülke gibi yöneten….  %22 oy alarak birinci parti olan ve başbakanlığı elinde bulunduran bir partinin bir seçim sonrasında %1 ‘e düştüğü herhalde dünyada görülmemiş ve bir daha da görülmesi zor bir gerçekliktir.” (Benim Kavgam S:201) diyen Ali Güngör’e katılmıyorum. Çünkü birincisi iktidarı elinde bulunduran bir partinin bu kadar düşmesi sadece seçmenlerin sağduyusuna dayandırılarak anlatılacak basitlikte bir olay değildir. Çünkü çoğu kez görülmüştür ki iktidarlar devletin bütün gücünü kullanarak halk üzerinde yoğun bir propaganda ve bazı toplulukları temsilen hareket eden mercileri besleyerek oy devşirebilmektedir. Böylece de halk işaret edilen yere vatan millet menfaati doğrultusunda hiçbir hesap kitap yapmadan oy vererek belli bir seviyede oy almalarını sağlamakta ve siyasiler iktidarlarını sürdürebilmektedirler. Bu olaydaki %1’e düşüşteki asıl sebep dış güçler ve onun yerli işbirlikçilerinin yeni bir partner bulmalarıdır. Ve bu partneri desteklemek için yapılan halk nezdinde ki propaganda ve feodal sivil toplum liderlerine yapılan beslemeler etkin olmuştur zannımca.

Basın yayın kuruluşları ve televizyonlarının kendisiyle görüşmek istediklerinde yalan ve çarpıtma haber yaptıkları için görüşmek istemediğini söylemesine rağmen kendisini temin ederek ikna ettikleri için yaptıkları görüşmeleri çarpıttıklarını ve sanki söylediğinin tersine sözler söylemiş gibi haber yaptıklarından yakınır. “Yapılan şey haksızlıktır, ahlaksızlıktır. Bana haksızlık yaptılar ve hakkımı yediler, topluma ve kendi okuyucularına haksızlık yaptılar, onların haklarını yediler. Bütün bunlar kul hakkı…. Kul hakkı yedikten sonra Allah korkusu olan birisi yarın Allah’ın huzuruna nasıl çıkar?” (Benim Kavgam S:245) diye feryat eder ancak sanki bu işleri yapanların umurundadır. Bu işleri yapanların asıl gayesi mensubu bulunduğu cemaat ve grup muktedir olsun, kendilerine de pastadan pay versinler.

Ali Güngör siyaseti doğru okuyan bir siyasetçidir ve milletinin menfaatine siyaset yapmaktadır. 15.07.2010 tarihinde yazdığı bir yazıda ve daha önce de bir gazeteye verdiği röportajda BDP’nin Anayasa oylamasında sandığa gitmemesini doğru okumuş ve bir sonraki seçimde söyledikleri gerçekleşmiştir. O referandum sürecince BDP’nin önce “Hayır” diyeceğiz deyip sonra “sandığa gitmeyeceğiz” demesini kısa vadede AKP’nin lehine olsa da uzun vadede AKP’nin aleyhine olacağını söylemiştir. “BDP onun içi değil, yani AKP lehine olsun diye değil, bölgede kesin hâkimiyetinin mesajını referandum münasebetiyle vermek ve bir sene sonra yapılacak genel seçimlerde AKP’yi de bölgeden tamamen silmek için bu yolu seçmiştir.” (Benim Kavgam S:247) Dediği çıkmış sonraki yıllarda yapılan seçimlerde AKP’nin belediyelerini bölücü parti almıştır.

Farklı partide siyaset yapılıp başarılı olunmaz. Ya da yapmak istediğin uygulamak istediklerini uygulayamazsın. Çünkü bir siyasi programda bütünlük olması lazım uygulanacakların da siyasi partinin felsefesine uygun olası lazımdır. Ali Güngör Vatan Millet sevdalısı siyasetçilerin düştükleri durumları şöyle izah ediyor. “Ama başka temel değerler üzerinde oturan bir kuruluş içinde kendi temel değerlerinin ve doğrularının istikametinde çalışma yapamadıklarını, etkinlik oluşturamadıklarını partileri tarafından dışlandıktan sonra görebildiler.” (Benim Kavgam S:277)

Üç bakanı başarılı bulduğunu ve özellikle dışişleri bakanlığı yapanın yaptıklarını Türk Siyasetinde uzun zamandan beri arzulanan bir yönde olduğunu vurguladığı bu bakanın başbakanlık yapıp şimdilerde parti kurup genel başkan olan siyasinin bu övgüyü hiç hak etmediğini, bu siyasinin politikaları sonucu komşularımızın hiç biri ile dostluğumuzun kalmadığı gün gibi aşikâr ortadadır.

Demokrasiyi başkaları tarafından birine verilecek bir lütuf olarak görmüyor Ali Güngör. Demokrasiyi mücadele ile alınacak, haklarını koruyacağın bir sistem olarak görür. Onun içinde örgütlenmeyi tavsiye eder. Sivil Toplum kuruluşlarını halkın demokrasiye katılma ve yönetime katılma teşkilatları olarak temel prensibi olduğunu söyler.

Türkiye’de etnik isimlerle her türlü dernek kurulduğu halde isminde Türk olan hiçbir dernek izin almadan kurulamaz. Bunun iki farklı yönden yanlış olduğu anlaşılıyor. Birincisi eğer Türk bir etnik grup ise diğer etnik gruplara verilen haklardan yararlanarak Türk adı ile dernek kurmak isteyenlerde kurabilmelidirler. İkincisi Türk bir üst kimlik ise nitekim öyledir kurulmasında bir beis olmamalıdır. Etnik isimli dernekler bu milleti ayrıştırıp bölünmeye sebep olacakken Türk üst kimliğini taşıyan dernekler bu milleti birleştirip kaynaştırır. Lozan da tarif edilen Türk ifadesinin kötü amaçlılar tarafından istismarını önlemek korumak için çıkarılan kanun etnik isimlerle dernek kurmaya serbestlik verilince Türk ibaresi taşıyan dernek kurma istekleri sanki cezalandırılır duruma düşmüştür. Otomatikman etnik sıfat taşıyanlar hâkim unsur haline gelmiştir.

İnanç ve değerler sisteminin bir toplumun ayakta kalmasının en temel belirleyicisi olduğunu, değerlerin yaşantımızda neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda sahip olduğumuz özel inanç sistemleri olduğu,  bunların değişmesi ve toplumsal yapı üzerindeki etkilerini yitirmesi ve sosyal kurumların yeni norm ve değerlere uyumsuzluk göstermesi sürecini sosyal çözülme olarak tarif eder ve Türk toplumunun kültürel unsurlarını Batı Medeniyeti Kültür unsurları karşısında uzun zamandır yenileyemediği için bir kültürel çözülme içine girdiğine dikkat çekmektedir.

“Batı Medeniyeti eğitimini de bu temel üzerine (Fayda kâr) kurduğu için bireyci, bencil, tüketim sevdalısı, güce tapıcı, egoistçe kazanma hırsı, kâr etme, sömürücü tarzda fayda sağlayıcı bir insan tipini inşa eder.” (Benim Kavgam S:357) Sosyalist-Marksist sistem ile Liberal- Kapitalist sistemin dışında Türk Milletine uygun bir ekonomik ve siyasal sistem aramaktadır.

Başbuğ’un topyekûn bir savunma ihtiyacı olduğunda kendi çevrelerinde teşkilatlanmaları ve mücadeleye geçmeleri gerektiği yönündeki tavsiyesi üzerine teşkilatlanma yolunu tercih ederek bir dernek kurduğundan bahisle nasıl Türk milleti adına faaliyet gösterilmesi gerektiği, etnik faaliyetlerin bölünmeye küçülmeye ayrışmaya sebep olacağı gibi farklı küçük çaplı dernekler de mücadelenin etkisiz kalmasına toplum nezdinde kararsızlığa sebep olacaktır. Ülkücü Milliyetçilerin 50 yılda oluşturdukları MHP ve Ülkü Ocakları gibi markalaşmış teşkilatları var iken yapılan emeklerin başka mecralarda heba edilmesidir. Sivil toplum kuruluşların tek elden yönetimi konusundaki eleştirisinde haklılık payı olduğu kadar “Benim Kavgam” adlı kitabına aldığı söz konusu dernek ile ilgili tekelci tutumu da eleştirdiklerinden kendisinin de kurtulamadığına işaret etmektedir.

Ülkücü Hareket Başbuğ zamanında Türk töresi ve örfüne uygun yönetim şekli olarak halkın en ufak biriminden aşağıdan başlayarak yukarıya doğru seçilerek gelen delegelerden oluşan Kurultay ve Müşavereler sonucu seçilecek Başkan ve Başkanlık sistemini uygun görse de daha sonraki zamanlarda siyaseten karşı çıkmış ama nihayetinde başkanlık sistemi hakkında ki eleştirel tutumundan vazgeçmiştir. Ali Güngör’ün de öngördüğü sistem “erkler ayrığı ilesi; yasama ve denetleme ile görevli TBMM’nin, yürütmenin ve yargının tam ve kesin olarak ayrı ve bağımsız çalışmasını temin edecek şekilde… Başkanlık Sisteminin Türkiye ve Türk milleti için en iyi ve en etkin yönetim biçimi olduğunu düşünüyoruz.” (Benim Kavgam S:380) ifadelerinde de görüldüğü gibi başkanlı sistemidir. Yukarıdan kendisini dayatmayan halkın tercih ve teveccühüyle tebarüz eden adayların seçildiği bir sistem başkanlık sistemi.

Ülkücü Hareket ile bağlarını kopardığını “köprünün altından çok su geçtiğinin farkındayız.” (Benim Kavgam S:388) ve “Hiçbirisinin alternatifi olmak için, oy ve taraftar tabanının bir kısmını çalmak için, has ülkücü, gerçek bozkurtlar olmak iddiası ile yola çıkmıyoruz. Bu kelime ve sembolün sahibi hüviyetiyle siyaset yapan, mücadele yapan kuruluşların varlığının farkındayız.” (Benim Kavgam S:389) “Evet, Ülkücü-Milliyetçi Hareketin içerisinde yetiştik…. Ancak … Türkiye… 1960’ların Türkiye’sinden daha kötü durumdaysa sonuç, şu yada bu sebeple, başarısız olmuş demektir…. Başarısızlıkla sonuçlanan tek hareket Ülkücü-Milliyetçi Hareket değildir. Devrimci hareket de Milli Görüş hareketi de aynı şekilde başarısızlıkla sonuçlanmıştır.”(Benim Kavgam S:390)  geri dönmeyecek şekilde gemileri yaktığını göstermektedir. Ülkücü hareket her ne kadar Başbuğ Türkeş’in fikirleri önderliğinde kurulmuşsa da ortak akıl ve ortak organizasyon becerisi sayesinde Türk Milletinin teveccühüne mazhar olmuş bir harekettir. Şahıslardan ziyade hükmi şahsiyeti ve kolektif aklı esastır. Geçmişte Ülkücü Hareketin mücadelesi içinde yer alıp da sonradan vazgeçenlerden çoğu Ülkücü Hareketin hukuki kimliğinden isteyerek veya istemeyerek ayrıldığını ifade etseler de Manevi kimliğinden vazgeçmediğini ifade ederler ve geride kalanların ülkücülükten uzaklaştıklarından dem vururlardı. Ali Güngör ise Ülkücü Hareketin Hukuki kimliğinden istemeyerek ayrıldığını bütün kitap boyunca anlattıktan sonra yukarıdaki beyanları ile Manevi kimliği ile de bir ilişkisi kalmadığını ilan etmiştir. 

Ali Güngör’ün yazdıkları kendi bakış açısıyla kendi gördükleri düşündükleri olarak doğrudur. Ancak sosyal olaylarda bir kişinin olaylar hakkındaki tasavvurlarını tek başına doğru kabul edemeyiz. Karşı taraf da dinlenmeli kanaatler ondan sonra oluşturulmalıdır. Tamamen yanlış ta diyemeyiz. Yaşanan hadiseler haklı olduğu noktaları ortaya koymuştur. Neticede tarihin hayırla yâd edeceği bir memleket evladı olduğu zann-ı galibimizdir. Kendisine Allah’tan rahmet dilerim.