Gültekin ÖZTÜRK: TUZ KOKMUŞTUR…

TUZ KOKMUŞTUR…

Gültekin ÖZTÜRK

Devlet; Yasama, yürütme, yargı erklerine sahip olan ve bu güçleri sayesinde toplum hayatının en üst otoritesi sayılan kurumdur.

Bu soyut otoritenin varlığının somutlaşması/anlaşılması yasa koyup yürütebilmesi sayesinde gerçekleşir.

Devletin “Yargı, yasa koyma ve yürütme gücü” oluşturulma şekli, uygulama biçimleri, bu güçleri kullanan devlet organların yapısı ve kullandıkları yöntemler her zaman tartışılmıştır ve tartışılacaktır.

Ancak günümüzde artık pek tartışılmayan “suç ve suçlulara” karşı uygulamalarında evrensel normlara ulaşmış olan “Devletin adil yargısı/yargılaması ve hüküm icrası ile ortaya çıkan adalet anlayışı/duygusudur” ki bu anlayış “evrensel vicdanın kabul ettiği bir adalet anlayışıdır.”

Bu adalet anlayışı sayesindedir ki “Adalet mülkün yani devletin temelidir” yargısı “genel geçer” bir hüküm olmuştur ve bana göre de bu doğru bir hükümdür.

İşte “Balyoz Davasında” verilen kararlar ile ayaklar altına alınan, vicdanları acıtan ve halkın devlete inancını sarsan şey, yok sayılan bu “Evrensel Adalet Duygusudur.”

Eğer halkın, devletin adaletine olan güveni sarsılmışsa ya da kaybolmuşsa o devlet zihinlerde yok olmuş demektir.

Elbette zihinlerde yok olan devletin kısa süre içinde fiili bakımdan da yok olması kaçınılmaz bir sonuç olacaktır.

Bunları neden söylediğimi ve sözü nereye getireceğimi sanırım anlamışsınızdır.

Malum 2007 seçimlerinden sonra “Özel yetkili savcılar” tarafından Türkiye gündemini işgal eden son derece önemli ve siyasi nitelikli adli soruşturma ve kovuşturmalar başlatılmıştır.

“Özel Yetkili Savcılar” mahkemelere kapsamlı iddianameler sunmuş ve bu iddianameler “Özel Yetkili Mahkemeler” tarafından kabul edilerek yargılama süreci başlatılmıştır.

Bu davalardan “Ümraniye davası” diye açılan ancak ne hikmetse “Ergenekon terör örgütü davası” şeklinde mahkeme tutanaklarına geçirilen dava dosyası ile “Balyoz dava dosyası” 2007’den bugüne siyasi ve adli hayatımızda özel bir yer tuttuğu malumunuzdur.

Yine bilindiği gibi çok tartışmalı uzun yargılama süreci sonunda bu iki dosya ilgili özel mahkemeler tarafından ağır mahkûmiyet kararları ile sonuçlandırılarak Yargıtay’a gönderilmişti.

İşte bu sancılı davalardan “Balyoz dosyası” geçtiğimiz Çarşamba günü Yargıtay tarafından karara bağlanmış ve “belli sanıklar” için beklendiği gibi ya da söylendiği gibi İstanbul Özel Yetkili 10. Ağır Ceza Mahkemesince verilen mahkûmiyet kararlarının onanması ile sonuçlanmıştır.

Bu kararlar sebebiyle Ergenekon dosyasının da benzer biçimde sonuçlanacağı ve Yargıtay’ın İstanbul Özel Yetkili 13.Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği kararlara büyük ölçüde uyacağı anlaşılmıştır.

Yargıtay kararları açıklandığı günden itibaren çok sayıda okurum bu konuyu neden yazmadığımı sordu.

Hatta bazı dostlarım “Mısır’ı, Suriye’yi yazmayan kalmadı bir sen yazmadın. Şimdi de Balyoz ve Ergenekon davalarını yazmıyorsun. Herkes yazarken, yazabiliyorken acaba bir sen mi bu konuda engellisin ?” diye sitem ettiler.

Yazmadım zira;

1. Bu konularda haddinden fazla yazıldı, TV programları yapıldı ve yapılıyor. Benim yazacaklarımın tekrar olacağını ve okunmayacağını düşündüğüm için yazmadım.

2. Bugüne kadar bu ve benzeri konularda yazılan her şeyin suya yazıldığını, herhangi bir sonuç üretmediğini/üretemeyeceğini ve bu konulara taraf olanların düşüncelerine etki etmeyeceğini düşündüğüm için yazmadım.

3. Bu davaların siyasi davalar olduğunu ve emperyalist güçlerin bu davalar üzerinden Türk Milli Devleti ile geçmişe dair bir hesaplaşma yaptığını ve bunun sonuçlarının neler olacağını onlarca kez yazdığım için yazmadım.

4. Küresel güçlerin “Türk Milli Devletini” değiştirip dönüştürecek “Küresel bir plan” yürütülmekte olduklarını ve bu sebeple görülen Balyoz-Ergenekon gibi siyasi davalarda alınan/alınacak olan kararların önceden verildiğini/verileceğini yılar önce yazdığım için yazmadım.

Bakınız en son 29. Mart. 2012’de neler yazmışım;

“Bugün yaşadıklarımız, yapılan/yapılmak istenenler, sahnedeki oyun yeni değildir. Küresel gücün 1920’lerde başaramadığını 1960-1970-1980’li yıllarda revize ederek özenle/sinsice adım adım uyguladığı Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesinin sondan bir önceki aşamasıdır….

……Aksadığı noktalarda hemen düzeltilerek tekrar sahneye konan, bizim için bir kıyamet senaryosudur ve sonuç alınıncaya kadar da sahne almaya devam edecektir.
………………..

Oynanan bu tehlikeli oyunun figüranlarının söyledikleri yalanların/maskeli politikalarının küresel gücün dış politika taşeronluğunu yaptıklarını saklamak amacı taşıdığına inanıyorum.

Bu planın asıl hedefinin ise Türkiye Cumhuriyeti Devletini değiştirip, dönüştürmek olduğunu biliyorum.

Yasama/yürütme/yargı yani “devlet” Tayyip Bey’dir. Herkes sinmiş ne sorgulayabiliyor, ne de yargılayabiliyor.

Devlet gücüyle ağzına geleni söylüyor/azarlıyor/istediğini yapıyor. Söylem ve eylemlerinden dolayı ne korkusu var ne de endişesi..

Sorgulamaya kalkışanlar, amaçlarına engellemede etkili olduğu/olacağı düşünülenler, Genelkurmay Başkanı da olsa terörist/darbeci diye suçlanıyor ve kaçar diye Silivri’ye kapatılıyor.
 
Özel yasaları, özel yetkili savcıları, özel yetkili yargısı ile çağdaş hukuk devletinde insanlar, Recep Bey isterse özel kanunla korunuyor, değilse yıllarca suçunu bilmeden yeryüzü cehennemine kapatılıyor.
 
Üzülüp karamsarlığa düştüğüm ve tuhaf bulduğum, ABD tarafından koyun gibi güdüldüğümüzü bütün çıplaklığı ile gösteren bu oyunun, 10 yıldır sahnede olması ve tepki yerine alkış alarak kapalı gişe oynamasıdır.

Usta bir tiyatrocu tanıdık, hiçbir oyun için bunun mümkün olamayacağını söyledi ama ne hikmettir bilinmez milletin %50’ı bütün uyarılara, yaşananlara rağmen, bilet için kuyrukta beklemekte ve bu kuyruk her gün biraz daha uzamaktadır.
 
“Teferruat-Kalan-Diğer” de denilen %30 aymaz/oyunda oynaşta, ne uyarıları dinliyor ne de vatanın geleceğini düşünüyor. Adamların tuzu kuru, keyifleri yerinde… Şehit haberlerinde bile çalıp oynayabiliyorlar.

Gel de gelecekten endişe duyma/karamsar olma….

%15-20 kadar Türk Milliyetçisi bir umut….. Sayıları az ama cihanı tutan yürekleri ile ufkumuzda zayıf da olsa bir ışık olarak görünüyorlar.”

Eeeeee… Eğer mesele yazmaksa olacakları bir yıl önceden yazmışız işte.

2003 Yılından bugüne hep bu çerçevede yazdım, uyarılarda, önerilerde bulundum, yine de yazıyorum peki sonuç ne?

“Hiç…..”

Hadi beni geçiniz, çok sayıda milliyetçi yazar, Ülkücü kalem sayısız yazı yazdı sonuç ne?

Kocaman bir “hiç”

Adalete inanan vicdanlar da yazdı, söyledi peki, ne oldu, ne değişti?

Ben hariç, hiçbir şey değişmedi ve değişmeyecek de…

Yalnız ben değiştim, daha doğrusu değişmek zorunda kaldım.

Nasıl değişmem ki?

Adam devletimin kuvvet komutanı ve üstün hizmet madalyası almış en üst düzey devlet görevlisi.

Siz bu kamu görevlisini, devlet olarak müebbet hapse ya da 18-20 yıl ağır hapse mahkûm ediyor babalık haklarını da elinden alıyorsunuz…

Yıllarca onurla, canla başla yüceltmek için hizmet ettiğiniz bir devlet düşünün ki verdiklerini geri alıp sizi diri diri gömüyor.

Hizmetkârı olduğu devlet bununla da yetinmiyor babalık haklarını da elinden alıyor ve evlatlarınıza “Baba dediğiniz bu kişinin sizin üzerinizde hiçbir hakkı yoktur” diyor.

Halen ne olduğunu, ne yapıldığını anlamadınız mı?

Her söz, her eylem boşuna adamlar yıllardır “iğneyle kuyu kazmış”. Artık son hamle için yani beyefendinin tabiriyle “taşın gediğine konması” için mıntıka temizliği yapılıyor.

Bunları yaşadıktan/gördükten sonra devlete bakışımı değiştirmemem için bana bir neden gösterebilir misini?

12 Eylül mahkemelerinde “Kutsal Devlet” kendisine hizmet etmek ve ölesiye sevmekten başka bir fiili olmaya Türk Milliyetçilerine bugün Engin Alan’a karşı işlenen cürüm benzerini işlememişler miydi?

12 Eylül Mahkemeleri de tıpkı bugün yapıldığı gibi “Kutsal Devlete” hayatını adamış Türk Milliyetçilerine “Siz devletin düşmansınız, vatan hainisiniz..” diyerek “idam sehpasını” göstermemişler miydi?

Genç-yaşlı Türk Milliyetçilerini/Ülkücülerini hücrelere kapatıp yıllarca zulüm yaptıktan sonra, hayatlarını/umutlarını söndürdükten sonra “….Yanılmışız, sizler masummuşsunuz..” diyerek “berat” ettirmemişler miydi?

Sorarım bu sözlerim yalan mı, yanlış mı, yaşadıklarımız aynen böyle değil mi?

Peki, ben hala Ülkücü duruşumu/düşünüşümü ve bu devlete bakışımı neden değiştirmemeliyim ki?

Her şey ve herkes aynı kalsa da ben değiştim artık……

Benim için artık “devletin” değil “Türk Milletinin kutsallığı/dokunulmazlığı” söz konusu olacaktır.

Et kokarsa tuzlarız, tuzladık. Ancak gördük ki faydası olmadı, olmamış.

Maalesef üzülerek görüyorum ki bunun sebebi “tuzun da kokmuş” olmasıymış.

Rahmetli anam “Oğlum eldeki tuz koktuysa yenisine bakacaksın, arayacaksın ve bulacaksın” derdi.

Söz büyüğündür ve büyük sözü dinlemek töre gereğidir…..

Tanrı Türk’ü Korusun!

 

(*)Gültekin Öztürk/Tarihçi-Yazar