+++Dr. Hayati BİCE: Türkçe  – Akıl – Tasavvuf

TAKDİM

Tasavvuf, zikir vasıtası ile Allah ile doğrudan bir ilişki kuran sûfinin, kendi nefsini tanımakla Rabbini tanıması ve rızâsına ermesi ile gelişen bir ruhanî süreçtir. Uzun yıllardır Hazret Sultan Yesevî’nin hayatını ve Divân-ı Hikmet külliyatında toplanan Yesevî hikmetlerini inceleyen birisi olarak vardığım sonucu, elinizde bulunan bu risâlede Türkçe  – Akıl – Tasavvuf olarak kelimelerin ilk harflerini kodlayıp T-A-T formülü ile özetledim. Okur için bu üç harften oluşan formülü birer cümle ile açıklamam gerekmektedir:

 

  1. T : Ahmed Yesevî’nin hikmetlerini Türkçe söylemesi bir tesadüf değildir. Bu, Allah’ın Türk kullarının manevî yükselişi için verilmiş olan bir emrin ifasıdır. Yesevî yolunda yürümeye talib olan kimse Yesevî hikmetlerini düzenli olarak okuyup anlamaya da talibdir ve şanslıdır ki bunu Türkçe yapabilecektir. Bu nedenle bu kılavuzdan yararlanmak isteyen kişinin Divân-ı Hikmet’i kendisine başucu kitabı yapması ve mümkünse hergün belirli sayıda sayfayı okuması Hazret Sultan Yesevî ile kuracağı manevî bağın sağlamlaşıp gelişmesi için olmazsa olmaz niteliktedir. bir yöntemdir. Bu hususu alışkanlık haline getiren okurun tekrar eden okumalarda kendisi için yeni anlam katmanlarının açıldığını bizzat deneyimleyecektir. Ömrünün yaklaşık kırk yılında hikmet okumuş ve hâlâ okuyan birisi olarak, bunun hikmetlere gizlenen tasarrufatın bir sonucu olduğunu söylemekle yetinmeliyim.
  2. A : Yesevîlik yolunda akla aykırı hiçbir uygulamanın yeri yoktur. Yesevî hikmetlerinin analizi ile ortaya çıkan ilme ve akla uygunluk bu konuda okura yeterince fikir verecektir. Akla aykırı yöntemlerle ve aklı gidererek insanları meczub yapmakla biten bir dervişlik Yesevî yolunda asla tasvib edilmez. Tasavvufu akla aykırı zırvalar olarak eleştiren insanların tamamen haksız sayılamayacağını, tasavvufî yaklaşımları içeriden gözlemler ile bilen birisi hemen teslim edecektir. Bu nedenle Hakk Teâlâ’nın genelde bütün kullarına ikramı olan akıl ile çelişecek bir tasavvuf yolu mü’minler için asla söz konusu olamaz.
  3. T : Üç asır kadar önce Arabistan yarımadasında ortaya çıkan ve özellikle geçen asırda elde edilen maddî güç ile de bütün İslâm dünyasında yayılmasına çalışılan ‘tasavvufsuz bir İslâm’ söyleminin günümüz insanı için hiç bir cazibesinin bulunmadığı artık test edilip denenerek ortaya konmuştur. Radikal Selefî akımlar sonucu, bugün hafızalarda yer eden şiddet ve dehşet görüntüleri, bu satırlara muhatap olan herkesin -maalesef- aşina olduğu şeylerdir. Bu nedenle Türklerin İslâm’ı tanıma ve yaşama tarzı olan tasavvufî İslâm’ın zaman içerisinde eleştirilen yanlış uygulamalardan arındırılarak asliyetine uygun bir şekilde yeniden ihya edilmesi gerekmektedir. Bu noktada, Hazret Sultan Yesevî’nin irşad usulünün bugünün insanı için de geçerli bir reçete sunacağına inanıyorum.

Yesevîlik yolunda geçilmesi gereken dört kapıdan girmekle ulaşılacak kırk makamın büyük bölümünün ibadet ve ahlâk ile ilgili olduğu görülmektedir. İnsanın davranışlarına yansımayan bir dindarlığın nasıl kötü sonuçlara yol açtığı ya da açabileceği –özellikle son yıllarda- ülkemizde yaşanan olaylara tanıklık eden herkesin vâkıf olduğu bir gerçektir. Bunun İslâm düşmanlarının sürdürdüğü kara propagandalar ile kısmen ilgisi olmakla birlikte tamamen yapay olarak üretilmiş bir kampanya olduğu da söylenemez.

“Ben bir Müslümanım” diyenlerin ahlâk ve etik konusunda diğer bütün insanlardan bir adım önde olması gerekirken, dünya sathındaki durum ortadadır.  Tasavvuf yolundan nasib almak isteyen her sûfi adayının bu konuda kalbî hassasiyet kazanmak suretiyle çok daha nitelikli bir ahlâk insanı olarak yaptığı her işte evrensel etik değerleri gözardı etmemesi gerekir. Bunun için bu risâleden yararlanmak isteyen okur, gündelik hayatında da diğer insanlar ve diğer yaratılmışlarla olan ilişkilerini de öz denetimde tutmalıdır. Yesevî’nin hikmetlerinde “ben dili”ni kullanarak verdiği mesajlardaki melâmet tavrı bu noktada yol gösterici olacaktır.

Tasavvufa yöneltilen en önemli -ve dervişlerin yanlışlıklarına bakılırsa en tutarlı- eleştiri olan Allah’a orta koşma ithamının –şirk isimli en büyük günahın- temelde kötü niyetle geliştirildiği bir gerçek olmakla beraber ileri sürülen gerekçelerin tasavvuf ehli geçinenlerce benimsenen yanlış anlayış ve uygulamalardan kaynaklandığını da  kabul etmek gerekmektedir. Yesevîlik yolundaki uygulamalar, bu sakıncaları giderecek şekilde Tanrı-kul ilişkisini öznel bir bağlamda, vahdet planında doğrudan Hakk Teâlâ ile muhatab olma düzeyine taşımıştır. Bu net hükmü vermemizdeki belirleyici de, Yesevî hikmetlerinde konulmuş olan kriterlerdir. Müridin ruhanî seyrinde kemaline vesile olacak bir mürşidi olacaksa, bunu nasib edecek olan, Hâdi Teâlâ’dır. Sûfiye açılacak bir makâm varsa bunu lutfedecek olan Fettah Teâlâ’dır. Rabbi kulundan bir şekilde râzı olacaksa bunun sebeplerini halketmeyi taahhüt eden Vedûd Teâlâ’dır. Kişi tasavvuf yolunda her ne kazanacaksa verecek olan yine sadece ve sadece Allah Teâlâ’dır.

Bu risâlenin günlük evrâd bölümünde sunulan zikir kılavuzunun gereğini yerine getirilemez bulabilecek okuyucu, “İbadetlerin efdali az da olsa sürekli olanıdır” genel kuralını unutmamalıdır. Tevhidî tasavvufta kula verilecek olan her ne ise, verecek olanın Hz. Vehhâb-ı Zül-kerem (c.c.) olduğunu bilen bir talib de kırk günlük bir denemeden sonra nefsinde bir fayda fark etmemesi halinde hakkını helâl etsin. Ancak bu kırk günlük sürecin kendisinin daha iyi bir mü’min ve en önemlisi daha iyi bir insan olmasına katkıda bulunduğunu idrak edenler, nefsin bilinen yedi mertebesinden ilk dördünün terbiyesi için dört kesitlik bir süreci deneyimleyebilir. Nefs-i mutmainne (=itminan bulan nefs) sonrasındaki seyr için zuhurâta göre hareket edilecektir.

Tasavvufun kul ile Halık Teâlâ olan Yaradan arasında doğrudan ve kişiye özel bir ilişki kurmanın asırlardır denenmiş vasıtası olduğunu bilen herkes, kendisini şirk ve gaflete düşürecek hatalardan uzak kalacaktır. Sûfi klasiklerinde  tasavvufî eğitimin merhaleleri olan Fenafişşeyh, Fenâfirrasûl ve Fenâfillah aşamalarının birer durak olduğunu anlayamayan cahil sûfilerin yolda takılıp kalmaları kaçınılmazdır. Verilen emeklerin boşa çıkmasına yol açan  yanlışlardan korunmanın ancak ilim ile mümkün olduğunu vurgulayan Hazret Sultan Yesevî’nin dikkat çektiği sahte şeyhlerin yol açtığı manevî hüsranlardan korunmak da böylece mümkün olur.

Pîr-i Türkistan Hazret Sultan Yesevî‘nin Şeriat – Tarikat – Hakikat kademelendirmesinde ilk basamak olan şeriat konusunda hikmetlerinde söyledikleri çok önemlidir. İslâm’ın yaşanmasında şeriat aşamasındaki emir ve yasakları ihmal eden bir tasavvuf ile hiç bir menzile ulaşılamayacağı bilinmelidir. Bu risâlede, Hazret Sultan Yesevî’nin Fakr-nâme risâlesi ile ilk halifelerinden yeğeni Sûfi Muhammed Dânışmend’in[1] eseri Mir’âtü’l-Kulûb tercümesinden ve  Yesevîlik âdâbı konusundaki en zengin kaynak olan Hazinî’nin eserlerinden de yararlanılmıştır. Bu risâlede bu üç aşama ile ilgili özet niteliğinde bilgiler verilmiştir. Risâlede hacim kaygısı ile özetlenerek ele alınan kavram ve uygulamalar konusunda daha derinlikli bir bilgilenme için mutlaka edinilip okunmasını istediğim eserler Kuşeyrî Risâlesi, Müzekki’n-Nüfus, Mektubât-ı Rabbânî adlı tasavvuf klasikleridir.[2]

[1] Bkz. NOTLAR

[2] Eserler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. NOTLAR
_______________________
*Bu yazı Dr. Hayati Bice’nin “Yesevîlik Yolunda Adım Adım” kitabının giriş bölümünden iktibas edilmiştir.