İsmail KANDEMİR: Şahin’imi Vurdular…

şahinbingölNamlunun ucundaydık… Üstümüze çevrilmiş silahların tetiklerindeki parmaklar, vatan kurtarma telaşında değildi. Boynumuza takılmış esaret halkasından kurtulmak değil; başka bir zalimin eliyle boynumuza geçirmekti niyetleri… Onlar, kimi Çinci, kimi Rusçu komünistlerdi… Onların masum niyetleri de yoktu, bugün vatansever masumiyetin kirletildiği kadar…

Seksen öncesinde sahip olduğunuz ünvanların çok ehemmiyeti yoktu. Hedefte olmak için tek sebep yetiyordu: “Ülkücü olmak…”

O zamanlarda bir teşkilatın müdavimi, yöneticisi hatta kirada olan yerlerin mal sahibi ya da o teşkilata satış yapan bir simitçi olmak yetiyordu, komünistlerin hedefi olmak için…

Her Ülkücü için bulunduğu yerde bir buluşma noktası vardı. Oralar, kader ortaklığı yapanları buluşturduğu gibi güvenli kabul edilirdi. Teşkilatın bulunduğu binanın önünde bir polis bekler, o da bazen kaybolur gider arayınca bulunmazdı. Aslında sadece o teşkilatın varlığının bile düşmana korku saldığını bilirdik, bugün unutulduğu kadar! Allah korurdu bizi de, her köşesi fedakarlık kokan teşkilatımızı, evimizi de…

Dini sohbetlere Lokman Abbasoğlu gelirdi, bilmediklerimizi öğretirdi.
“Vatan sevgisi, Allah’tandır…” şuurunu o zamanlarda kazandık.
Her teşkilat yöneticisinin eğitimli olduğu söylenemezdi ama yürekleri muaşıkı vatan olan bir sevdayla doluydu. Kendi ahkamınca saatlerce anlatacağı bir davası vardı her birinin… Entrikalar yoktu, görev almak namlunun ucunda olduğunu bilmekti. Fedakarlıktı, serden geçmekti, canını emanet ettiği Ülküdaşını kardeşinden çok sevmekti…

1979 senesiydi.

Ankara’da, Konya Sokaktayız. MHP Merkez İlçe Başkanlığında öğle yemeği için İlçe Başkanımız Şahin Bingöl’ün aldırdığı ekmek, peynir, domatesler hazırlanıyor beş on ve kapak tahtalarından yapılmış büyükçe masanın üstüne.. Her teşkilatta olduğu gibi bizim de çay ocağımız fisebilillah hizmet veriyor…

İlçe gençlik kolları ve kadın kolları da aynı katta bir arada çalışıyor. Ben gençlik kolları yönetimindeyim. Samanpazarı, kale civarında lokanta çalıştıran ilçe yönetiminden Tahir abi de, yan oda da gelen telefonlara cevap veriyor. Ağzına geleni söylüyordu.

O günlerde tehditler artmış ve “Faşistler, hepinizi geberteceğiz yakında” diye komünistler telefon açıyorlardı. Tahir Abi de verip veriştiriyordu. Ardı arkası kesilmeyen telefonlar peşpeşe gelince, karşıdaki daha ağzını açmadan Tahir Abi erken davranıp sözünü söylüyor ve telefonu suratına kapatıyordu.

Yine telefon çaldı, Tahir Abi sözünü söyledi, ahizeyi masaya bıraktı. Ayağa kalkarak önünü ilikledi. Sonra ordu da komutana hazır olduğunu ifade eden bir disiplinle “Emret Başbuğum” dedi.

Yüzünü ter basmıştı, elleri titriyordi sesi kadar… “Emredersiniz” ifadesi peşpeşe geliyordu… Telefon araması,  Bahçelievlerde bulunan MHP Genel Merkezinden geliyordu. Muhtemelen sekreter telefonun çaldığını görünce uyarmadan telefonu direk bağlamıştı.

Tahir Abinin konuştuğu kişi, Başbuğumuz Alparslan Türkeş’ti…

-“Ne oluyor oğlum, ben Alparslan Türkeş” dediğinde Tahir Abi, teşkilat ve lidere olan saygının gereğini yerine getirmiş, Ülkücü adabına uygun şekilde davranmıştı.

Onun hali hepimizin yüzünde tebessümler oluşturmuştu ama ondaki gurur, doğrudan Başbuğ ile görüşmüş olmaktı. Tehdit telefonları aldığımızı söyleyince, Başbuğum dikkatli olmamızı söylemişti. Sonra hep birlikte oğle yemeğimizi yedik, Başbuğun aradığı bir teşkilatta olmanın sevinciyle mutluyduk…


Bir Ramazan Bayramı öncesiydi.

Ağustos ayının son günleriydi, hepimiz niyetliydik. Hava sıcak ve açlık kadar susuzlukta dayanılacak gibi değildi.

Annemi kaybettikten sonra, babam evlenmiş herbirimiz bir tarafa dağılmıştık. Yurtta kalıyordum ve sahur yapabildiğimiz gecelerde, güle eğlene iftardan kalanlarla oruca niyetleniyorduk.

Gençlik kollarında iftarı beklerken yanıma gelen Şahin Başkan, benim mahzunluğumu farketmişti.

-“İsmail, paran varsa bana biraz harçlık ver” demişti.

Ben de şaşırmış ama çıkarmıştım cebimdeki 5-6 lirayı. Koskoca mühendis benden niye para istiyordu diye hayıflanmıştım da..

-“Bu kadar var başkanım” demiştim.

Gülmüştü. Bana 50 lirayı zorla verdikten sonra;

-“Lütfi abiye git, o bayram için sana bir şeyler ayarlamış” dedi.

Ankara Çıkrıkçılar yokuşundaki Saraçlar çarşısında eski esnaflardan, parti yöneticimizdi Lütfi abi.  Konfeksiyon mağazası vardı. Gittim yanına:

-“Abi, Şahin başkan gönderdi, hayırdır” dedim.

Bir anda, Lütfi abi ayaklandı, takımlar, gömlekler çıkarıldı, komşudan ayakkabı, çorap derken ben bir anda tepeden tırnağa bayramlığa sahip oldum.

En büyük sermaye seksen öncesinde, Ülküdaşını kollamaktı, onlar için kendini sorumlu hissetmek ve ardında durabilmekti…

“İlçe Başkanımız Şahin Bingöl, Kayseri Develi ilçesindendi. Mühendisti. Evliydi ve babaydı. Bir kez bile karşılaşmış olanın sevdiği, temiz görünümlü, temiz yürekli, temiz bir dava adamıydı. Kavgasının farkındaydı, kendi Ülküdaşı ve davasıyla kavgalı olmayacak, Milliyetçi hareket için Allah yolunda ölümü göze alacak kadar…”

1979 yılındayız ve 24 Aralık’ı gösteriyordu takvimler…

Hava soğuktu. Gençlik ve kavganın içinde olmanın hararetiyle soğuğu hissetmiyordum ama kış zorlu geliyordu ki, içim titriyordu.

Aralık ayının son günlerindeydik. Komünistler yine birilerinin ölüm yıldönümünü kutlayacaklarını duyuruyorlardı duvar afişleriyle. Telefonla gelen tehditler de iyice artmıştı.

İlçeye geldiğimde, başkanlığın kapısından baktığımda içeride telaşını farkettiğim Şahin Başkanı gördüm ve selam verdim. O da bana:

-“Büro için çelik raf bakacağım, gel istersen birlikte bakalım” dedi.

Pazartesi günüydü. Ben de:

-“Bakalım başkanım” dedim.

Birlikte Ulus’ta bulunan Stad otelin altındaki rafçıya gittik. İlk defa o gün parti dışında uzun bir zaman geçirdik. Ayrılırken dikkatli olmamı, komünistlerin azdığını söyledi. Daha önce hisar tarafında yakalanan komünistlerden elegeçirilen listede benim de ismimin olduğunu, Pol-Bir üyesi bir polis gelip kendisine söylemiş, o da beni uyarmıştı. Aynı yollardan gidip gelme, güzergahın farklı olsun, aynı saatte düzenli gidip gelmemeye özen göster diye korunmama yardımcı olacak tavsiyelerde bile bulunmuştu. Bunu bildiğinden benim için endişe ediyordu.

Ben Ankara’lıyım ancak valide vefat etmiş ve evde bir düzen yok. Ahmetler’deki Sivas Öğrenci Yurdunda kalıyorum.

Salı sabahı, telefonun var diye uyandırdı arkadaşlardan biri. Ben o güne kadar hiç telefon almamıştım yurtta. Şaşkın şekilde koştum. Merkez ilçeden bir arkadaş arıyordu.

-“Şahin başkanı vurdular” dedi.

Apar topar çıktım, bir yandan ağlıyorum, öbür yandan yaralıdır diye ümitliyim. Daha kısa süre önce bir çocuğu dünyaya gelmiş, “onun hürmetine diyorum”  dua edip Hakk’a niyazda bulunarak…

Evinin önüne geldiğimde apartman girişinde kalabalık toplanmış, herkes çok üzgün…

Dün akşam ayrıldıktan sonra evinin önüne arabasını park ederken, karanlıktan gelen bir sesin “Şahin Abi…” diye güven verdiğini ve yaklaştığını söylediler. Sonra da evinin önünde şehit etmişlerdi.

Namlunun ucunda olmasının nedeni, örnek parti yöneticisi ve ülkücü olması, temiz olmasıydı. Ülkücü gençliğe ağabey, yardımsever bir insan olması, saygın bir kişiliğe sahip iyi bir müslüman Türk evladı olmasıydı elbette. Ama asıl güzel olan en önemli hasleti, iyi bir eş ve baba olmasıydı.

Nice Şahin’ler namlunun ucundaydı, vurdular. Hain tuzaklar yüreklerimizi parçaladı, vatan sevmenin sözünü etmekten öte, bedelini ödedi nice canlar… Şahin Bingöl, tanıdığım kahramanlardan biriydi…

Bugün candan endişesi olmayanların, bu kutlu davaya bakışına örnek olsun Şahin Bingöl….

Ruhu şad olsun…