Prof. Dr. Mesut ŞEN: KUTADGU BİLİG’DE BAZI KİŞİ ADLARI

KUTADGU BİLİG’DE

BAZI KİŞİ ADLARININ

KÖKEN VE ANLAM BİLİMİ AÇISINDAN

DEĞERLENDİRİLMESİ

Prof. Dr. Mesut Şen

 

*Bu metin 26-28 Eylül 2019 tarihinde TDK Uluslararası Kutadgu Bilig Kurultay’ında sunulan bildiriden derlenmiştir.

Kutadgu Bilig için alegorik bir eserdir, diyoruz. Alegori bir varlığı tek bir kavramla temsil etme sanatıdır. Sembolde ise bir varlık birden fazla kavramla temsil edilir. Meselâ Ahmet Hâşim, “Merdiven” adlı şiirinin hayatı temsil ettiğini söyleyenlere sinirlenmiştir. Ona göre bunu söyleyenler sembolizm akımının ne anlama geldiğini bilmeyenlerdir. Sembolizm akımında bir kelime tek bir kavramı sembolize etmez.

***

Bu şiirde de merdiven kelimesi sadece hayatı değil, bunun yanı sıra aşkı, ölümü, idealizmi, öğrenim hayatını ve daha bir çok kavramı sembolize edebilir. İşte alegorik eser bu yönüyle sembolik eserden ayrılır. Kutadgu Bilig’de dört ona kavram dört kişi tarafından temsil edilmektedir. Yani bir kişi sadece bir kavramı temsil etmektedir. Bu yönüyle Kutadgu Bilig tipik bir alegorik eserdir.

***

Kutadgu Bilig’de geçen ana kavramlar şunlardır:
Köni törü ‘doğru kanun, adalet’, kut ‘mutluluk, devlet’, ukuş ‘anlayış, akıl’ ve kana’at ve âkıbet ‘kanaat ve akıbet’.
Kutadgu Bilig’de söz konusu kavramlar ile bu kavramları temsil eden kişilikler ve onlara verilen isimler rastgele belirlenmemiştir. Çünkü şair eserinin kurgusunu bu dört ana kavram üzerine hazırlamış ve bu kavramlara uygun olarak kişileri ve kişi adlarını bulmuştur. Dolayısıyla kavramla bulduğu kişi adı arasında hem etimolojik hem de semantik açıdan bir ilişki ve uyum söz konusudur.

***

Eserde köni törü ‘doğru kanun/adalet’ kavramını Kün Toğdı isimli hakan temsil etmektedir. Doğru kanun, yani adalet kavramı İslâm inancında olduğu gibi, İslâm öncesi Türk toplumunda da bulunmaktadır. Kül Tigin ve Bilge Kağan kitâbelerinde törü kelimesi 23 kez geçmektedir. Kök Türkçedeki törü kelimesinin ‘yazılı olmayan hukuk’ manasına geldiği düşünülmektedir. Türk Kağanlığında tahta geçme törü’ye, yani yazılı olmayan kurallara, teamüllere göre yapılmaktadır.

***

Yazılı olmayan yasaları, teamülleri sadece Tanrı ve onun seçtiği kağanlar belirlemektedir. Belki bu yüzden Tonyukuk kitabesinde törü kelimesi bulunmamaktadır. Kül Tigin ve Bilge Kağan kitabelerinde törü kavramı çoklukla il ‘devlet’ kavramıyla birlikte geçmektedir:

Kanım kağan ança ilig törüg kazğanıp uça barmış

“Babam kağan öylece ülkeyi töreyi kazanıp (yani devlet teşkilâtını kurup, teamülleri belirleyip) ölmüş” (KD 15-16).

***

Bilge Kağan kitabesinin bir yerinde ağır törü tâbiri geçmektedir: bödke özüm olurup bunço ağır törüg… “bu devirde kendim tahta oturup bunca ağır yasayı…” (BK-D 1) Bu tâbirdeki törü kelimesinin önünde geçen ağır kelimesi benim görüşüme göre ‘cömertlik veren’ anlamında bir kelime olmalıdır. Çünkü günümüz Türkçesindeki ağırlamak ‘cömertlik göstermek, izzeti ikramda bulunmak’ fiilinde biz bu anlamı hâlâ görebiliyoruz.

***

Yine Karahanlı Türkçesine çevrilmiş satır altı Kur’an tercümelerinde, Tanrı’nın ekrem ‘daha büyük kerem sahibi, daha cömert’ sıfatının da ağırlığrak kelimesiyle karşılandığını görmekteyiz. Okığıl, senin idiq ağırlığrak turur. “Oku, senin Rabbin daha cömert olandır.” (Kur’an 96/3).

Bu sebeple metindeki törü kavramının kağanlar tarafından belirlenen, toplumda adaleti, huzuru sağlayan, topluma mutluluk veren değerli bir kavram olduğunu belirtmek maksadıyla ağır kelimesiyle pekiştirildiğini düşünmekteyim.

Şu hâlde törü İslâmiyet’ten önce de Türk toplumunda bulunan lütuf, ihsan ve cömertlik kavramlarını çağrıştıran bir kelimedir. Türkler bu dönemde törü’yü, yani hukuku ağır sıfatı ile nitelendirmekle belki de onun adil bir şekilde huzuru temin edici rolünden dolayı toplumsal hayata lütuf ve ihsanda bulunduğunu anlatmak istiyorlardı.

***

Kutadgu Bilig’de köni törü ‘doğru kanun, adalet’ kavramı ilig ‘ülkeyi hâkimiyeti altında tutan, ülke sahibi, yani hakan’ Kün Toğdı tarafından temsil edilmektedir. Kün Toğdı ismi ‘gün, yani güneş doğdu’ anlamına gelmektedir. Buna göre köni törü ‘adalet’ kavramı bir hükümdarın şahsında temsil edilmeli, gücünün kaynağı kendinden olmalı ve halkı bir güneş gibi cömertçe aydınlatmalıdır. Işığından zengin fakir kimseyi ayırt etmemelidir.

***

Şair adalet kavramını temsil eden kişi için Kün Toğdı ismini bu yüzden seçmiştir. Kün Togdı isminde geçen -dı sıfat-fiil eki ile Türkçede kalıcı özel adlar yapılabilmektedir. Şair Ay Toldı ismini de böyle bir yapıyla türetmiştir. Türk dilinde Turdı isme yaygın isimlerdendir. Osmanlı tarihinde de Osman Gazi’nin kardeşi Gündüz Bey’in Ay Dogdı isminde bir oğlu bulunmaktadır.

***

Şu hâlde adalet kavramına Kün Toğdı ismi verilerek adalet’in bir ülkede hükümdarın şahsında bir güneş gibi doğduğuna işaret edilmektedir. Bu isimle adalet kavramının güneş gibi sürekli ve sabit kavram olması gerektiği vurgulanmaktadır. Şair hükümdara bu nedenle Kün Toğdı ismini vermiştir. Bir topluluk ülke kurmuş, devlet düzenine geçmişse o ülkede düzensizlik sona ermiş, bir hakan başa geçmiş ve adalet oluşmuş demektir.

***

Kutadgu Bilig’in mukaddimesinde eserin Türkçe dışında adı Edebü’l-mülûk, Âyinü’l-memleke, Zînetü’l-ümerâ, Pendnâme-i Mülûk olarak geçmektedir. Bu adlandırmalardan hareketle eserin edebî tür olarak bir siyasetnâme olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten kitabın Buğra Han’a hediye olarak sunulması da onun bir siyasetnâme olduğunu göstermektedir. Ancak Turanlıların, yani Türklerin kitaba Kutadğu Bilig adını vermesi ilginçtir.

***

Acaba eserin Türkçe isminde Kutadğu Bilig adı niçin tercih edilmiş olabilir? Diğer bir deyişle kitaba isim olarak seçilen ‘mutluluk bilgisi’ kavramı nereden esinlenilmiş olabilir? Yûsuf Has Hâcib’in eserine Kutadğu Bilig adını koymasının sebebi Eski Yunan düşünürlerinin etkisinden kaynaklanmalıdır. Fuad Köprülü, Karahanlılar döneminde Türkler arasında hayli geniş bir muhitte sanatsal ve fikrî faaliyetlerin olduğunu söylemektedir.

***

Yine Fuad Köprülü, Otto Alberts’e dayanarak Yûsuf Has Hâcib’in İbn Sînâ’nın talebesi olduğunu ileri sürmektedir. İbn Sînâ gibi Yûsuf da eserinin emin bir yerde saklanmasını, ehliyetsizlere verilmemesini okuyucularından istemekte, tıpkı İbn Sînâ gibi eserinde misal verme usulüne başvurmaktadır. Yine Yûsuf Has Hâcib, İbn Sînâ gibi hayır ‘iyilik’ kavramının ahlâkî haz ile uyumlu olmasını, mutlu bir hayat için bu iki şartın bulunması gerektiğini düşünmektedir, ki bu düşünüş tarzı esasen Aristo’dan gelmektedir.

***

İbn Sina’dan önce yaşamış olan Fârâbî de mutluluk kavramından söz etmektedir. Onun Tenbîh-i Alâ Sebîlis’s-saâde ‘mutluluk yoluna yöneltme’ adlı eserine göre mutluluk her insanın arzuladığı bir amaçtır. İnsanlar onda bir kemal ‘olgunluk, yetkinlik’ olmasından dolayı mutluluğa yönelir. İnsanın arzuladığı kemal ‘yetkinlik’, içinde hayır ‘iyilik’ kavramı olduğu için arzulanır.

***

Mutluluk da bu yüzden tercih edilir. Platon sadece zenginleri kayıran, zenginler arasında adalet sağlayan devlet yönetimine oligarşi adını vermekte, devlet için demokrasiyi savunmaktadır. Ancak Platon’un idealize ettiği devlette adaletin hükümdar tarafından temsil edilmesi gerektiği düşüncesi bulunmamaktadır. İslâmiyet’ten önceki törü kavramı da dikkate alındığında, eserde geçen köni törü kavramının Türk düşüncesinden çıkma bir kavram olduğunu söyleyebiliriz.

***

Kutadgu Bilig’de geçen kut ‘mutluluk’ kavramını vezir Ay Toldı temsil etmektedir. Ay Toldı ismi ‘ay doldu, yani tam ay, dolunay’ manasına gelmektedir. Mutluluk Aristo’ya göre ‘en üstün iyi’dir. İyi’yi, doğru olanı kötü’den, eğri olandan ayırt etme gücüdür. Bunu başarabilen her insan mutlu insandır. Kut, yani mutluluk kavramı Kutadgu Bilig’in yazılma sebebidir. Ve ideal devletteki ikinci adam, yani vezir tarafından temsil edilmektedir. Adalet hükümdarın elinde olacak ve cömertliğini herkese gösterecektir. Onun adaleti toplumu bir güneş gibi aydınlatacaktır.

***

Mutluluk ise kaynağını adaletten alacaktır, yani ayın ışığını güneşten alması gibi… Bilindiği üzere ayın, kendiliğinden gelen bir ışık kaynağı yoktur, o ışığını güneşten alarak karanlıkları aydınlatır. Bu göksel olay İslâm dünyasında bilinmektedir. Alî Şîr Nevâ’î’nin Garâibü’s-sıgâr isimli divanındaki bir gazelinde geçen beyitte bu olay çok güzel ifade edilmektedir:

Revşen durur ki mihr yüzündin alur şafâ

Yoksa ne vech ile kamer andın tapar ziya

***

Âdil olmayan toplumların mutlu olması mümkün değildir. Mutluluk yumuşak huyludur. Ancak bütün bey ve büyüklere giden yollar da mutluluktan geçer. Her arzu mutluluğun elinin altındadır. Huzur ve sevinç ondadır, sıkıntı ve üzüntü mutluluktan kaçar gider. Eski Yunan düşünürlerinde geçen ahlâkî haz kavramı Kutadğu Bilig’de de açıkça kendisini göstermektedir. Mamafih mutluluk top gibidir, vefasız ve dönektir; yürürken uçmağa başlar, ayağı kaygandır. İnsanlar bu yüzden bazen mutluluğun dönekliğini görerek ona iftiralarda bulunurlar. Oysa mutluluğun dönekliği kendini her daim yenilemek içindir (KB 657-689).

***

Kutadgu Bilig’deki üçüncü kavram ukuş ‘akıl, anlayış’ kavramıdır. Vezir Ay Toldı’nın oğlu Ögdülmiş tarafından temsil edilmektedir. İnsanı yükselten ukuş’ tur (KB 356). Ukuş kelimesi Karahanlı Türkçesinde ‘anlamak’ manasına gelen uk- fiilinin türevidir: uk-u-ş ‘anlayış, akıl’. Akıl kavramı da Eski Yunan düşünürlerinde geçen önemli bir kavramdır. Platon’a göre akıllı olmak baştakilerin sözlerini dinlemektir; kendisi başta ise içkide, yemekte, sevgide kendisini dizginlemesini bilmektir.

***

Kutadgu Bilig’de aklı temsil eden Ögdülmiş isminin anlamı ‘övdürülmüş’ demektir. Kelimenin çözümlemesi şöyle olmalıdır: ög-ü-t-ü-l-miş. Türkçede -mış/-miş sıfat-fiil eki fiil tabanlarından özel isimler türetmeye elverişli bir ektir. Kök Türkler döneminden beri bu şekilde türetilmiş isimlere rastlamaktayız: Ozmış, İl Tutmış, Turmış, Kut Almış, Odğurmış, Küsemiş gibi… Övdürülmüş isminin İslâm peygamberinin adı olan Arapça Muhammed ile aynı anlama gelmesi ilginç bir benzerlik olarak karşımıza çıkmaktadır.

***

Biraz sonra bu benzerliğin nedenine değineceğim. Ay Toldı‘nın oğlu Ögdülmiş soyu temiz, huyu temiz, güzel yüzlü bir çocuktur (KB 1159). Ay Toldı ona sürekli öğütler verir daima iyilik yapmasını ister, dünyanın gelip geçiciliğini anlatır. Bu yönüyle dünya vefasızdır. İnsana mal lâzım değildir, insana iyi huy lâzımdır. Sonra oğlundan kadını başıboş bırakmamasını, kapıyı kapalı tutmasını ister (KB 1278-1305). Bu noktalarda Kutadgu Bilig’in yazarı Eski Yunan düşünürlerinden ayrılmaktadır.

***

Meselâ Platon, ideal devletinde, kadınlar da dâhil, herkesin gücü ve yeteneği oranında çalışarak devlete katkı sunmasını ister (Platon 1962: 152-158). Platon kadınların da gücü oranında devlete katkı sunmasını isterken, Şairin ana karakterinin oğlundan, kadınların eve kapatılması, asla başka bir erkeğe gösterilmemesi ve dışarıda çalıştırılmamasını istemesinin sebebinin İslâmiyet’e sonraki dönemlerde girmiş düşünce akımlarının etkisinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. İslâm toplumları, peygamberin ölümünden sonra hemen her dönemde kadınları fitnenin kaynağı olarak görmeyi tercih etmişlerdir.

***

Kutadgu Bilig’de dördüncü kavram kana at ve âkıbat ‘âkıbet’ kavramlarıdır. Bu kavram Vezir Ay Toldı’nın akrabası Odğurmış tarafından temsil edilmektedir. Odğurmış ismi de ‘uyarmış, uyandırmış’ manasına gelmektedir: *od-ğur-mış > odğur-mış > oyar-mış > uyar-mış ‘uyandırmış’. Dördüncü kavramda ilk kez Odğurmış’ ın kişiliğinde bir kelimenin iki kavramı, hatta üç kavramı birden temsil etme sorunu ile karşı karşıya kalmaktayız.

**

Alegorik eserlerde bir kelimenin yalnızca bir kavramı ifade ettiğini belirtmiştik. Burada ise Odğurmış isminin bazılarınca kanaat, bunun yanı sıra afiyet, bazılarınca da akıbet kavramını temsil ettiği, bazılarına göre de kanaat ve akıbet kavramlarının ikisini birden temsil ettiği iddia edilmektedir. 77 beyitlik manzum mukaddimede Yûsuf Has Hâcib’in kanaat kavramını Odğurmış adlı kişi ile karşıladığı belirtilmektedir:

Kana’atka Odğurmış atı birür / Munar ma vezirnin yağukı tiyür “Kanaate Odğurmış adını verir / Buna da vezirin yakını der.” (KB 71)

***

Yine aynı mukaddimede bulunan Üçünçi hırad ol uluğluk bile / Törtünçi kana’at ve ‘afyat bile “Üçüncüsü akıldır ululuk ile / Dördüncüsü kanaat ve afiyet ile” (KB 66) beytinde ise kanaat ve afiyet kelimelerinin dördüncü kavramı oluşturduğu ifade edilmektedir. Reşit Rahmeti Arat manzum mukaddimede geçen bu ifadeleri yanlış okuma olarak değerlendirmektedir. Çünkü eserin mukaddimeleri eserden çok sonra yazılmışlardır.

***

Meselâ eserin aslında geçen ukuş kelimesi de manzum mukaddimede Farsça hırad kelimesi ile karşılanmaktadır. Demek ki mukaddime Yûsuf Has Hâcib’in yaşadığı dönemden çok sonra yazıldığı için bu dönemde ukuş kelimesi artık unutulmaya başlanmıştır. Dolayısıyla Arat, mukaddimede geçen bu yanlış okumanın Kutadgu Bilig’de çok önemli bir motif olan akıbet kavramının gözden kaçmasına sebep olduğunu ifade etmektedir.

***

Reşit Rahmeti Arat’a göre, Anında basası bu Odğurmış ol / Munı akıbat tip özüm yörmiş ol “Ondan sonrası bu Odğurmış’tır / Kendim bunu âkibet diye yorumladım.” beytinde de belirtildiği üzere Odğurmış ismi akıbet kavramını temsil etmektedir. Tabiî eserde akıbet kavramı da sadece bir beyitte geçmektedir, ancak özellikle Odğurmış’tan bahsedilen beyitlerde hayatın sonu kavramının sık bir şekilde dile getirildiğini söylememiz gerekir.

***

Saadet Çağatay ise “Kutadgu Bilig’de Odğurmış’ın Kişiliği” adlı makalesinde Odğurmış’ın kanaat kavramını temsil ettiğini özellikle vurgulamakta, Arat’ın 1947 yılında yayımladığı Kutadgu Bilig’in tenkitli metin neşrinin ön sözünde Odğurmış’ın akıbeti temsil ettiğini ispatlamağa çalıştığını söylemektedir. Zira Çağatay Odğurmış isimli kişi etrafında kümelenen davranış biçiminin her ne kadar zaman zaman İslâmî formatta görünse de aslında Budizm inancından kaynaklandığını ifade etmektedir.

***

Çağatay’a göre eserde Odğurmış’ ın ağzından İslâmiyet’e dair bazı cümleler söyletilse de onun sözleri silsile ile takip edildiği zaman bu sözlerde, dünyanın bir zahmet yeri, hatta bir düşman olduğu, nefse ve hevese kapılmamak gerektiği, insan nefse ve hevese kapıldığı takdirde din işini tam yapamayacağı, yine zevk ve safa peşinde koşmanın da cezasının çok ağır olduğu, ihtirasın insanı kul ettiği, çocuğun düşman olduğu, vücudun önemsizliği, zira vücut doyar ve kanarsa, onun deve aygırı gibi olacağı, her varlığa merhametli olmak gerektiği, malı dağıtmanın ve cömert olmanın önemi, ölümsüz hayat arzusu gibi fikirler belirgin şekilde öne çıkmaktadır.

***

Odğurmış’ın sarf ettiği bu sözler esasında Budizm’in temel emirlerini yansıtmaktadır. Saadet Çağatay Odğurmış’taki bu düşünce silsilesinden hareketle haklı olarak şu soruyu sormaktadır. Acaba Odğurmış bu düşünceleri ile Budist Uygurları mı temsil etmektedir? Tarihî gelişmelerden bilinmektedir ki Budist Uygurlar Moğol istilâsına kadar Müslüman olmayı reddetmiştir. Kâşgarlı Mahmûd da ünlü eserinde Müslüman Türklerin Budist Uygurlarla girdiği mücadeleleri anlatmaktadır.

***

Gerek kanaat ve gerekse âkıbet kavramları şüphesiz İslâmiyet’te de bulunmaktadır. Kanaat, iki dünyayı da dikkate alan bir öğretinin zihinlerde oluşturduğu bir kavramdır. Bir insan sadece bu dünyada değil, öbür dünyada da mutlu olmayı amaçlamalıdır. Memlekete seçilecek yöneticilerde de bu ilke gözetilmelidir. Kanaatkâr, züht ve takva sahibi insanlar bir memlekette yönetici olursa hükümdarlar da bundan rahat eder, ülke yönetiminde işleri kolaylaşır.

***

Ögdülmiş akrabası Odğurmış’ı bu maksatla hükümdara tavsiye eder. Odğurmış fazilet ve takva sahibidir, elinden her türlü iş gelir. Ancak o, bu dünyadan yüzünü çevirmiş, bir dağda inzivaya çekilmiş, Tanrı’ya ibadetle meşguldür. Ögdülmiş, Odğurmış’ın faziletinin kendisinden yüz misli fazla olduğunu hükümdara bildirir. Odğurmış halkın en ileri geleni ve seçkinidir. Burada Ögdülmiş’ in aklı, Odğurmış’ ın da kanaati ve hayatın sonunu temsil ettiğini unutmayalım.

***

Kanaat sahibi olmak, hayatın sonunu düşünerek arınmak akıllı olmaktan daha yüce bir değer olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak Odğurmış dünyayı tümüyle reddetmekte, sadece ibadetle meşgul olmakta, kimseyle görüşmemekte, âdeta bir Budist keşiş gibi hayat sürmeyi amaçlamaktadır. Hükümdar, Ögdülmiş’in tavsiyesi üzerine, Odğurmış’a bir mektup yazarak bunun sebebini öğrenmek ister.

***

Ögdülmiş de Odğurmış11 tekrar hayatın içine sokmak istemektedir. Eserde geçen Ögdülmiş ile Odğurmış’ ın diyalogları akıl ile kanaat kavramlarının birbirleriyle mücadelesi şeklinde geçer (KB 3147-3645). Odğurmış kanaatkârlık yanında züht ve takva ile ahiret hayatının kazanılacağını iddia ederken Odğurmış dünya vasıtası ile de ahiretin kazanılabileceğini savunmaktadır (KB 3646-3712).

***

Şair Yûsuf Has Hâcib, kanaatkârlık ile (mal mülkü dağıtıp, hattâ çocuğu dahi düşman görüp) dünyayı reddederek ve zühd ve takva ile ahiret hayatının kazanmak mümkündür tezini savunan kişiye Odğurmış adını vermiştir. Demin ifade ettiğimiz gibi Odğurmış ‘uyandırmış’ anlamına gelmektedir. Çünkü dünya yalandır, gerçek hayat öldükten sonradır. Bu gerçeği gördüğü için Odğurmış, insanlar dünyanın yalanlarına kanmasınlar diye onları uyarmak istemekte bir Budist keşiş gibi tek başına bir hayat sürmeyi önermektedir.

***

Buna karşı Ögdülmiş aklı temsil etmektedir. Zira Budizm’in tersine İslâmiyet bir orta yol dinidir. İnsanın hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için yarın ölecekmiş gibi de ahiret için yaşamasını arzulamaktadır. Her ne kadar ahiret hayatı dünya hayatından daha hayırlı ise de bir Müslüman, Budist keşiş gibi dünyayı terk edemez. Şair bu yüzden bence bilinçli olarak aklı temsil eden kişiye Ögdülmiş ismini koymuştur. Ögdülmiş ‘övdürülmüş’ demektir. Kelimenin türetilmiş biçimine baktığımızda Ögdülmiş isminin Muhammed isminin Türkçe çevirisinden başka bir şey olmadığını görürüz.

***

Zaten eserde Ögdülmiş’in soyu temiz, huyu temiz, güzel yüzlü bir çocuk olarak gösterilmesi de buna işaret etmektedir. (KB 1159). Bu bakımdan Ögdülmiş ile Odğurmış arasındaki mücadeleyi İslâmiyet ile Budizm’in mücadelesi olarak değerlendirmek gerekir. Saadet Çağatay, “Kutadğu Bilig’de Ögdülmiş” isimli makalesinde, Odğurmış hakkındaki yazısı yayımlandıktan sonra arkadaşım dediği Prof. Dr. Johannes Benzing’in kendisine Odğurmış için yazdıklarının isabetli olduğunu, Ögdülmiş’in de Hz. Muhammed’i temsil edebileceğini kendisine ifade ettiğini söylemektedir.

***

Benim kanaatime göre de şairin aklı temsil eden kişiye Ögdülmiş ismini vermesinin sebebi onu Muhammed ismiyle karşılamayı düşündüğü içindir. Bu da şairin bazı isimleri kavramlara göre türettiğini göstermektedir. Burada Yûsuf Has Hâcib’in Ögdülmiş ismini, aklı temsil ettiği için Eski Türkçede ‘akıl’ anlamına gelen ög’den türetmiş olabileceğini düşünmek asla doğru olmaz. Zira şair zaten böyle bir şey düşünseydi akıl kelimesi ile ilgili olarak Öglenmiş gibi bir isim türetirdi.

***

Metinde öğlen- tiili bulunmakta ve ‘akıllanmak’ anlamına gelmektedir. Ögdülmiş kelimesini ‘akıl’ anlamındaki ög kelimesinden türetildiğini düşünürsek kelimeyi *ögi-/*ögü- ‘akıllı olmak’ gibi fiilden getirmek ve ona ‘akıllatılmış’ gibi bir anlam vermek gerekecektir. Hâlbuki Eski Türkçede ‘övdürmek’ anlamında öğüt- fiili vardır. Kutadgu Bilig’de ögdil- fiili de ‘övdürülmek, övülmek’ anlamına gelmektedir.

***

Şu hâlde Ögdülmiş kelimesinin ‘övdürülmüş’ anlamına geldiği, ve Muhammed kelimesinin Türkçe karşılığı olarak özellikle türetildiği, Ögdülmiş ve Odğurmış’ın kişiliklerinde İslâm düşüncesi ile Budizm düşüncesinin çarpışmasını da göz önünde bulundurduğumuzda böyle bir yargıya varmanın doğru olduğu açıkça görülmektedir.

***

İslâm inancına göre bir insan bu dünyada ne yaparsa öbür dünyada bunun karşılığını alacaktır. Dolayısıyla eylemlerinde sadece bu dünyayı esas alamaz, her yaptığı davranış, eylem ahirette sorgulanacaktır. Bu yüzden Kutadgu Bilig’de sadece Budizm etkisinden değil, İslâm inancının bir gereği olarak da hayatın sonu önemli bir öge olarak kendisini göstermektedir. Eski Yunan düşünürleri arasında kanaat kavramı bulunmamaktadır.

***

Ancak Platon’da hayatın sonu kavramı vardır: “Doğruyu eğriyi ölümlerinden sonra bekleyen karşılıklar yanında bütün bunlar sayıca da, önemce de hiç kalır. Şimdi bu ölüm sonrasını anlatalım ki her ikisi tam payını alsın. Anlat dinlemeğe can atıyorum ölüm sonrasını.”

Bundan sonra eserde ölen bir gencin daha sonra dirilerek anlattıklarından yola çıkılarak öteki dünya tasviri yapılmakta ve gencin ağzından öteki dünyada iyi ruhların ödüllendirildiği kötü ruhların da cezalandırıldığı anlatılmaktadır. Dolayısıyla bu eserde de ruhun sonsuzluğu fikri işlenmektedir.