Ömer Lütfi METE: Hüzün Hazin Mi?

Hüzün Hazin Mi?

Ömer Lütfi METE 

 

Hüzün, hazin değil.

İkisi de aynı kökten ama değil. Hüzün acının tevekkülleşmesi. Hal­buki lügattaki haliyle, bugün dili­mizde ulaştığı ruh ikliminden hayli uzak.

Peygamberimiz, hicreti sırasında mağarada müşriklerden saklanırken bu kökten bir kelime ile Sıddîk’ı tes­kin cümlesine başlar: “Lâ tahzen.”

“Üzülme” buyurur, “korkma” değil. Hüznün basit benlik kaygularının ötesinde bir ızdırap ifadecisi de ola­cağına o zamandan işaret mi acaba?..

Tarihin eşini yazmadığı ve yaza­mayacağı sadakatin zirvesinde, Ebubekir’in Allah elçisine halel gelmesinden duyduğu korku, hüzün kökündeki endişeler hâzinesiyle kar­şılanmıştır. Tabiî “hazine” nin hüzünle lügat alakası yok. Fakat hazin “hazine’ ler vardır.

“Hazan” ve “hüzün” kelimelerinde ses ve mânâ yakınlığı var ama kökleri birbirinden uzak. Biri İranlı, öbürü Arap.

Hâzan sanki bir yılın gurup vakti. Bu faslın bütün tedâileri hüzün rengiyle başlıyor. Hüzün her mevsimde az çok esebilir ama aslen hâzan rüzgârı. Biri bir zaman dilimi, diğeri rüz­gâr çeşidi. Zaman ve rüzgâr da. mefhum olarak hâzan ve hüzün gibi birbirine yakın değil mi?..

★ ★ ★

Hüzün, maddî olmayan üzüntüden nasipli. Ama onu duygu olarak ille de mücerret dışı bir ifâde ile anlatmak şart koşulsa, çehre benzet­mesine gidilebilir. Eğer sevinç gül­mek, üzüntü ağlamak ise, hüzün dalgınlaşmaktır. Zinhar bu dalgınlık, kendine tahâlük derecesinde acıma­nın resmi olmasın. O takdirde, hüzünlü çehreyle değil, melankolik; zavallı ile karşı karşıyayız. Derin insanda hüzün, hayatın ciddiyetine karşı, zihnin loş dehlizlerinde gülüm­seyen bir alaycılık…

★ ★ ★

Hüzün, Arapçada taşıdığı yükleri Türkçe’de korumuş, yeni bir hamule de kazanmıştır. Yunus’da mistik bir sükûnettir. Ve sükûnet miskinliktir. Evet sükûnet ile miskinlik aynı anne, ve babadan olma kardeş. İkisi de yal­nız. Ama sükûnet iyi giyimli, miskin­lik biraz hırpanî…

Ve hüzün Köroğlu’nda isyanı vicdâna sindiremeyişin ezikliği. Kuvve­tin haklılık tereddüdünden aldığı buruk renk…

Hüzün genç kızlarımızın, gelinle­rimizin, analarımızın örgülerinde zaman…

★ ★ ★

Hüznün de Batılılaşma macerası var. Namık Kemal onu “sosyete’ye çıkarır. Şikâyet sebebi “hüzn-i umûmî” imiş… Fakat asıl hüzün, Hacı Arif Bey’in mızrabı ile bir çift göz olup ihtilâlci Namık Kemâl’in kanına girer. Bu kanın kızıllığı gurup yerindeki kızıllıktır ve ürpertmez. Halbuki Namk Kemâl ilk hengâmında “Kahr-ı umûmî” deseydi daha doğruydu. O basbayağı kan rengidir ve bir çığırın başıdır. Koyulaşa koyulaşa kızıl fit­neye dönüşür. Ne var ki, Namık Kemal “ululemr’e başkaldırma gele­neğinin son halkasındakilerin gözünde de bir “romantik”ten ibaret­tir. Ve “romantik” ile hüzünlü karıştırı­lır. Yazık. Romantik, hayatı taklittedir, hüzünlü ise hayatın tahkikinde…

Romantik, hüznü güzelliklerden koklar, bu arada aşka gelir, ağla­maya başlar. Ağlarken yaşı ile birlikte sümüğü de akar. Melankolik ise üzüntü oburudur; gönül fesadına uğrar ve acıklılık kusar.

Hüzünlü bunların ötesinde ve üstündedir. Hasta da olsa zariftir, nahiftir.

Hüzün hazin değildir.