Nejdet SANÇAR: MİLLİYETÇİ HAREKET VE KARŞISINDAKİLER

MİLLİYETÇİ HAREKET

VE KARŞISINDAKİLER

Nejdet SANÇAR

Bu ülkenin yakın çağlar tarihinde çok görülen bir talihsizlik vardır. Ne zaman yurdun yararına sayılacak bir adım atılmak, bir hamle yapılmak istense, böyle davranışlar, karşılarında her zaman Türklük düşmanı kuvvetler bulmuşlar ve çelmelenmişlerdir.
Türklüğe yararlı hareketlerden, milliyetçilik hamlesi olarak ortaya çıkıp da, çelmelenmek ve hattâ biçilmek istenenlerin en unutulmayacakları, 1944 ve 1953 yılındakilerdir. Birincisi, tek parti diktatörlüğü devrine, ikincisi «millî irade» devrine ait olan bu hadiseler, bugüne kadar süregelen ve bundan sonra da devam edeceği muhakkak olan sinsi Türklük düşmanlıklarının mahiyetlerini aydınlatabilecek hareketlerdir.

1944 hâdisesi, Türk milliyetçiliğinin üzerinden silindir geçirmeye çalışmak ihaneti idi:
2. Dünya Savaşı yıllarında milliyetçilik çok kuvvetlenmiş ve bütün Türkiye’ye yayılmıştı. Bunun bir sebebi Türkçü yayınların çokluğu ise, diğer bir sebebi de dünyayı sarmış bulunan ateş ve kan tufanı idi. Devletlerin göz yumup açıncaya kadar bir zaman içinde haritadan silindikleri bir devirde, o zamanki Türkiye gibi maddi gücü pek yetersiz bir memleketi ayakta tutabilecek tek kuvvet, elbette ki, milliyetçilik olabilirdi. Ve bunun neticesi olarak, milliyetçilik, yurdumuzda öylesine yayılmıştı ki, diktatörlük devrinin o yıllardaki Başbakanı Saraçoğlu Şükrü bile, 1943’te Meclis’te yaptığı bir konuşmada : «Türk’üz, Türkçüyüz ve Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir;» demek zorunda kalmıştı.

İşte, bu derece güçlenen ve daha da güçlenip cemiyetin siyasetine dahi hâkim olma istidadını gösteren milliyetçiliğe karşı, 1944 baharında malûm haçlı seferi açıldı.
Tarihteki haçlı seferleri, İslâmlığın kökünü kazıma gayretinin neticeleri idi. 1944 Haçlı Seferi’nin hedefi ise Türkçülüğü yok etmek olmuştu.
O yılların vatansever ve namuslu Türklerinin çok iyi bildikleri gibi 1944 Haçlı Seferi’ni tertip edenler, bu ırkın ve bu yurdun can düşmanları sinsilerdi. Açtıkları ihanet bayrağının altında ise, o devrin kanı, ruhu ve kafası bozuk bütün okumuş takımı toplanmışlar ve Türk milliyet-çiliğini hançerleme ihanetinde birbirleriyle yarış etmişlerdi. Ama, Türk milliyetçiliği, bir avuç nâmerdin kahbeliği ile kökü kazınabilecek bir fikir değildi. Aylarca sürüp giden ve Türklüğe kin kusan o kampanya sırasında nâmert ellerin hançerleriyle çok yara almış, fakat yine de ayakta kalmıştı.
1953 teki hareket ise, o yılların meşhur Türkçü derneği Türk Milliyetçiler Derneği’nin kapatılması ve bu suretle milliyetçi hareketin bir kere daha hançerlenmesi şeklinde oldu.

Türk Milliyetçiler Derneği, hürriyet ve demokrasi havası içinde doğmuş ve kısa zamanda Türkiye’nin birçok yerinde açtığı ocaklarla yurt çapında bir teşekkül halini almıştı. Derneği kuranlar ve ocaklarını açanlar, genç aydınlardı. Bu suretle milliyetçilik, genç Türk aydınlarının gayretiyle bir kültür gücü haline geliyor, büyüyor, güçleniyordu. Derneğin çatısı altında toplananların hızla artması da fincancı katırlarını ürkütüyordu.
Bir Selanik dönmesine atılan kurşun, bu gelişmeden ürken şuursuz siyasiler ile Türkçülük düşmanlarının bir kere daha aynı safta birleşmelerini sağladı. Devrin Başbakanı, Türkçülüğe karşı, tarihin asla bağışlamayacağı bir iftirada bulundu ve neticede dernek, mahkeme kararı ile kapatılıp; malları, elinden alındı. Bu suretle, siyaset dalaverecileriyle Türkçülük düşmanlarının ortaklaşa yürüttükleri bir dolap, Milliyetçi Hareketi bir kere daha hançerlemiş ve gelişme durdurulmuş oluyordu.

Eski yılların milliyetçi hareketleri, siyasetin dışında hamlelerdi. Bu sebepten, yurt dışındaki düşmanları büyük çapta ilgilendirmemekte idi. Fakat yeni hareket, siyasi bir şekle bürününce iş değişti. Çünkü milliyetçiliğin bu yolla sağlayacağı bir başarı, Türkçülüğü, devletin kaderinde söz sahibi edebilecekti. Türkçü-lüğün, Türkiye’nin hayatında söz sahibi olması ise, yurdumuz üzerinde iktisadi veya siyasi bir takım ince hesapları bulunan dış kuvvetlerin bu yoldaki emellerine set çekilmesi olurdu. Çünkü, devlet gemisinin dümenini elinde bulunduracak; milliyetçi fikri, hiçbir şekilde tavlamak mümkün olamazdı. Türkiye’ye karşı bir takım ince hesaplar yürüten dış kuvvetlerin, bu sebepten, ellerindeki bütün imkânları kullanarak, belirtmekte olan büyük tehlikeyi önlemeleri kendi pis çıkarları için bir zaruretti.

Gerçi, Milliyetçi Hareket’in bu günkü siyasi gücü yakın bir gelecek için bir büyük basan müjdelemiyordu. Fakat çok uzak olmayan bir zaman için bir takım ümitler uyandırmakta olduğu da bir gerçekti. Türkiye’nin, bugünkü okuyan genç neslinin harekete büyük çapta meyletmesi de, millî hareketlerden ürkenleri elbette düşündürüyordu. Yıllardan beri tatlı ninnilerle uyutulmakta olan milletin; bu uykudan, birden uyanması da mümkündü.

İşte bu sefer, dışardaki kuvvetlerle içerdekileri birleştiren, buydu. Umulmadık bir netice ile karşılaşmak imkânı vardı. Korkulu rüya görmekten ise uyanık yatmak elbette ki daha yerindeydi.
İşte, Türkiye üzerinde korkunç bir kasırga gibi esen yıkıcı propaganda, bu korkunun neticesi idi. Kasırganın her tarafa savurduğu milyonlar, kapanma niyeti taşıyan kapıları, bu suretle ardına kadar açtı.
Milliyetçi Hareket’in, perde arkasından idare edilen kalleşçe ve kahpece bir oyunla bir kere daha hançerlendiği artık bir vakıadır.

Fakat bu netice, mücadelenin bitmiş olması demek değildir. Mücadele, elbette, devam edecektir. Milliyetçilik yumruğunun, içteki ve dıştaki Türkçülük düşmanı kuvvetlerin kafalarında bir atom bombası gibi patladığı güne kadar devam edecektir. Çünkü milliyetçi hareket, karşısındaki kuvvetlerinki gibi, bir dalavere yolu değildir. Milliyetçi Hareket, kuvvetini ve hızını Türk ırkının millî ülküsü Türkçülükten almaktadır.

Bu mücadelede en acı taraf, fikir itibariyle bu cephenin yolcuları olan birçok Türk’ün, siyasi durumları dolayısıyla, milliyetçi hareketin dışında ve bazan da karşısında, bulunmalarıdır. Fakat, sabırla koruk nasıl üzüm olmakta ise, milliyetçi hareketin dışındaki milliyetçilerin de bir gün, şu veya bu şekilde, Türkçülük safla-rında toplanmaları imkânsız değildir.
Türkçülük fikrinin Türkiye’nin kaderine hakim olması bir zarurettir. Türk milleti; yabancıların dümen suyunda seyreden tekneler cinsinden bir devletin değil de, okyanusları dalgalandıran büyük savaş gemileri gibi bir devletin sahibi olmak istiyorsa, bunun yolu, milli ülküsünü, geminin kaptan köprüsüne oturtmaktır.

Bugünkü iç ve dış şartlara göre, bu elbette ki kolayca ulaşılabilinecek bir netice değildir. Ama, zorluğuna rağmen, mutlaka ulaşılması gerekli bir neticedir.
Bunun için, her şeyden önce, Türklük için çarpan kalplerin hepsinin bir bayrak altında toplanmaları lâzımdır. Bu mücadelenin, Türk’ün varlığı mücadelesi olduğuna inanmak lâzımdır. Korkusuz er kişiler haline gelmek lâzımdır. Kısacası, şanlı atalarımız Gök Türkler gibi, «Türk Milleti yok olmasın diye gündüz oturmadan, gece uyumadan, ölesiye bitesiye çalışmak;» lâzımdır.
Bunu yapamazsak, alınlarımıza yazılacak kara lekeyi hak ediyoruz demektir.

Devlet • Sayı:329- 23 Şubat 1975 – Sayfa:12