Kemal Fedâî COŞKUNER: Türk Milliyetçileri Sizlere Kırgındır!..

Zenginler!. Türk Milliyetçileri Sizlere Kırgındır!..

Kemal Fedâî COŞKUNER

Bu satırlar kan gövdeyi götüren bir meydan muharebesinin ateş hatlarından yazılan nâçiz ifadelerimizdir. Niçin şaştınız? Siz savaş deyince sadece cephede ateşli silâhlarla oynamak mı sanıyorsunuz? Bu günkü savaşların silâhı kılıç değil kalemdir. Memleketimiz içine düştüğü bir ideoloji savaşının en buhranlı günlerini yaşamaktadır Bu savaş komünistlerle milliyetçilerin savaşıdır.

Bu gün için maalesef en az Çanakkale kadar, Sakarya kadar, hattâ Dumlupınar kadar ehemmiyet kesbetmiştir. Vatanın mukadderatı bu kavganın milliyetçiliğin zaferiyle neticelenmesine bağlıdır.

Uğrunda her şeyimizi feda ettiğimiz şu yurt için, yaralı başlarımızı siperlerden kaldırıyor, sağırlaşan vicdanlarınıza soruyoruz. Bu savaşta sizin yeriniz, mevkiiniz nedir? Bunu hiç düşündünüz mü? Hissettiniz mi?

Ne hazin bir gerçektir ki, memleketimiz komünizm tehdidine maruz kalan milletlerin başında gelmektedir. Bunlarla, milliyetçiler arasındaki silâh, malzeme durumunu mukayese edersek, netice: Çanakkale’ye yürüyen yedi büyük devletin bir avuç kahraman Mehmetçiğe karşı olan maddi üstünlüğünün aynısıdır. Bizim onlara karşı olan üstünlüğümüz sadece imanımızdır. Yoksa kuvvetler arasında muvazene yoktur. Kızılların sırtlarını dayıyabilecekleri büyük bir kuvvet vardır. Rusya. Oradan bol bol temin edilen milyonlarca lira, milli ve manevi kaynaklarımızın kurutulmasında sür’at sağlamaktadır. Efendileri komünist Rusya’dan temin edilen bu paralarla istedikleri gibi rahat çalışabilmekte, bir ahtapot gibi resmi ve gayrı resmi her yere rahatça saçak atabilmektedirler. Yıkmak yolunda birleşmek daha kolay olacağından, müttehit bir cephe halinde çalışan bu kızıllar için, gazeteler, matbaalar tesis etmek, yayın evleri kurmak, muhtelif dernekleri için bir anda muhteşem salonlar kiralamak çok basit meseleleri arasındadır. Onların maddi üstünlüğünün yanında bu ufak işlerin lâfı mı olur?

Biz milliyetçilere gelince: Ya biz kime dayanalım? Diyeceksiniz.. “Resmi makamlara mı?” Dayadık. Sırtımızı oralara da çok dayamışızdır. Fakat arkadan hançerlendiğimiz günler de olmadı değil. Mazi bunun acı nümuneleriyle doludur. Toplatılan kitaplar meselesinde son hançer yarasını daha bir hafta evvel aldık. Resmi makamların bizlere vurduğu her şamar ötekiler için bir zafer oluyor. Sosyalist kılıklı bu kızıllar, çok defa resmî sıfatları kendi lehlerine çevirmenin yollarını buldular. Resmi ilânlarla beslendiler. İtibarlandılar.

İşte, hazin tablo ve Türk milliyetçiliğinin kaderi… Şu halde sırtımızı dayayabileceğimiz kuvvet, Müslüman Anadolu’nun Müslüman zenginleri, yani sizler, öyle mi?

Şimdi, elinizi vicdanınıza götürün ve düşünün, bu sahada gerekli vazifenizi yapıyor musunuz? Hattâ sizi ilgilendirmeyen (!) böyle yabancı (!) bir mesele için rahatsız ettiğimizden dolayı şu anda bize kızanlarınız bile çok. İyileriniz var. Onları biliyoruz. Amma çok mahdut. Sözümüz onlara değil, Allah onları korusun. İstisnalar kaideyi değiştirmez, biz büyük ekseriyete hitap ediyoruz.

Türk milliyetçiliğine olan bîgâneliğiniz ne vakte kadar devam edecek? Komünistler kapılarınızın önünde kol geziyorlar. “Şu kat benim, bu kat benim” diye şimdiden açık pazarlık yapıyorlar. Gaflet uykusundan uyanmanız için illâ bunların kapıyı kırıp içeriye dalmalarını mı bekliyorsunuz? Hiç bir milletin zengini, milli davalar karşısında bu kadar uyuşmamış, bu kadar kendisinden geçmemiştir.  Komünizm tehlikesi karşısındaki bu korkunç gafletiniz, memleketi bu günkü badireye sürüklemiş, yer altı faaliyetlerinin gün ışığına çıkmasına yardım etmiştir.

Kızılların korkunç maddi üstünlüğüne rağmen; bir iki cılız derginin etrafında kümelenen bir avuç milliyetçinin giriştiği bu savaşta, soruyoruz, sizler neler yaptınız? Neler yaptığınıza ben cevap vereyim: Kendi çıkarlarınızı düşündünüz. Düşünmektesiniz. Sizleri hiç bir şey, üstüne kapandığınız milyonlar, akşama gitmek için sabırsızlıkla beklediğiniz barlar, pavyonlar, balolar kadar ilgilendirmemektedir. Müslümanlık insanların dilinde değil, kalbinde olmalıdır.

Birazcık olsun utanınız beyler!

Değil yarınız, onda biriniz bile, Türk Milliyetçiliğine medar olsalardı, bu memlekette milliyetçilik bir kale olur, karşımızdaki soysuzlar yer ile yeksan edilirlerdi. Tâbirimi mazur görünüz. Üç seneden beri milliyetçi bir teşekkülün idarecisiyim. Dört yüz küsur milyonerin mevcut olduğu şu şehirde, bu tarihi milliyetçi teşekküle gereken sıcak alâkayı gösterebilen dört zengin görebildik üç senede… Daha beşincisi çıkmadı.

25 kuruş, 100 kuruş verip de bir milliyetçi dergi veya gazeteyi okumak canınızı sıkar; seksüel neşriyatı, solcu gazeteleri, mülkiyetinizin düşmanlığını yapan müseccel komünistlerin neşriyatını kaçırmazsınız. Tarih tarih olalı, bu derece bindiği dalı kesen, bu derece basireti bağlanmış zenginler kaydetmemiştir. Milliyetçi dergi ve gazetelerin maddi imkânsızlıklar içerisinde ömür dolamadıklarına şahit oluyoruz. Solcu gazetelerde bu görülmüyor. Neden? Tabii, siz her türlü reklâm ve ilânlarınızı, özel teşebbüslerinizin müdafii olan milliyetçi neşriyata vermeyi tenezzül etmez, fuzuli bulur, mevlid ilânlarınıza varıncaya kadar, bütün bunları karşı tarafın gazetelerinin baş köşelerine oturtursanız, elbette netice böyle olur. Atalarımız, “besle kargayı oysun gözünü” demişler. Siz onları besleyin, besleyin bakalım yaranabilecek misiniz?

Bu kadar zengini bulunan bu memlekette dev gibi milliyetçi gazeteler olmalı. Her zengin her gün yüzer tane gazeteyi alıp halka parasız dağıtmalı. Dev rotatifler hani harıl işlemeli. Milliyetçi dernekler her yere kol atmalı, her birinin muhteşem salonları olmalı. Ne tatlı hayâl.. Bir odaya, bir buçuk odaya, bir bodrum katına sıkışmış kalmış milliyetçi dernekler bilirim, aylık kirasını veremiyor. Milliyetçi dernekler bilirim, bu kadar milyonerin dolaştığı şu şehirde, parasızlıktan kendisine bir yer kiralayamamış. Amma bunun yanında içinizde bir içki masasında binlikleri bırakabilenleriniz çıkabiliyor. Bir gece pavyonunda bir fahişenin gerdanına tereddütsüz binlikleri yapıştırabilenleriniz aralarınızda bulunabiliyor. Emin olun günün birinde bizim merhametimiz sizi affetse bile tarih affetmiyecektir.

Gelelim diğer bir hususa: İslâmda zekât müessesesi diye bir şey vardır. Her zenginin gelirinin yüzde iki buçuğunu fakire, fukaraya dağıtmasını İslâmiyet esas kabul etmiştir. Bunu kaç taneniz tatbik edebiliyor? Mahallelerinizde kaç fakir karnı doyurup, kaç fakir giydireblliyorsunuz? Bilmiyorum, yalnız bildiğim, oturduğunuz apartmanın toprak seviyesinden beş metre aşağıdaki zemin katında oturan bir fakiri hal yoluna bakmayıp, aylık kirasını veremedi diye kapı dışarı edildiği olaylarına zaman zaman şahit oluşumuzdur. Eğer bu memlekette kısmen olsun zekât müessesesi işlemiş olsaydı içtimai adalet kendiliğinden tahakkuk eder, fakir diye bir sınıf kalmazdı.

Ferdi mülkiyetinize, özel teşebbüslerinize son derece hürmetkârız. Bizler bu hürmeti göstermiyenlerin karşısındayız. Milyoner değil, temenni ederiz ki milyarder olunuz. Yalnız lütfen vazifelerinizi yapınız. Bizler hür ekonominin, liberalist bir iktisadi doktrininin müdafiileriyiz. Amma özel teşebbüslerin istismarını önleyici kontrol mekanizmasını da yanına getirmek şartiyle.. Özel sektörü, mülkiyeti ortadan kaldırıp -Osman Bölükbaşı’nın tâbiriyle- “Milleti devlet denilen rakipsiz patronun esiri yapmak istiyen” Marksistlerle, Leninistlerle mücadele ediyoruz. Amma düşmanlarımız azalmıyor. Sindirdik sanıyoruz. Sonraki gün alayla karşımıza çıkıyorlar. Onların çoğalması sağ cepheden verilen kayıplardır. Onlar artık robotlaşmış ölülerdir. Bunun mesulü sizsiniz. Yanlış tutumunuz, içtimai vazifelerinizi yerine getirmeyişiniz, milliyetçi cepheye gösterdiğiniz korkunç alâkasızlık ve gafletiniz, komünistlerin çoğalmasına vasat teşkil ediyor. Onun için diyoruz ki, müzaheretinizden, faydanızdan vazgeçtik, bize zararınız bari dokunmasın…

Biz size düşman değiliz. Ancak size komünistler düşman olabilir. Dostlar düşman olmaz. Sadece kırılır ve güceniriz. Onun için biz, size kırgınız, son derece gücenmiş vaziyetteyiz. Buna da hakkımız vardır. Ziya Gökalp merhum diyor ki; “Ferdi mülkiyet, içtimai tesanüde hadim bulunmak şartı ile meşrudur.” Şimdi bu ilmin ışığında düşünelim. En tabii cemiyet hizmetlerini yerine getirmez, fakiri, fukarayı düşünmezseniz. Millî harsımızı, manevi hasletlerimizi yok etmek için çalışan komünistlerin karşısında, milli vazifenizi müdrik olmıyarak bir vurdumduymazlık havası içerisinde en geride kalırsanız, milyonlarınızın üstüne kapanır, onları işletmeyi düşünmezseniz, işin en acısı değil işletmek, paralarını ecnebi bankalarda bloke etmek yollarını arayan millî şuur yoksunu bazı kimseler aralarınızdan çıkabiliyorsa bu takdirde o büyük mütefekkirin fikrine hürmet etmemek mümkün müdür? Sizi bu servetlere sahip kılan bu topluluk, bu cemiyet değil midir? Öyleyse bu cemiyetin yüzünden temin ettiğiniz bu yüksek kazançtan, yine o cemiyetin milliyet ve mukaddesatına hadim kılmak mecburiyetinde olduğunuzu unutmamalısınız.

Gelelim yine başka bir hususa. İçinizde çok mahdut sayıda bazı zenginlerin şurda burda cami üstüne cami, minare üstüne minare yaptırdıklarına şahit oluyoruz. Güzel, çok iyi şey. Ancak metot yanlış. Şimdilik mevcut camilerimizle iktifa etmeliyiz. Evvelâ o mübarek mâbetleri koruyacak müdafaa organlarını hazırlamalıyız. İmansızların bütün hücumu mâbetleredir. Her gün dinde reform hezeyanlarından kulaklarımız tırmalanıyor. Böyle bir atmosfer içerisinde yapılacak yeni camilerden evvel, bize düşen vazife mevcutları koruyacak müdafaa organlarını iyi hazırlamaktır. O camilere yönelecek herhangi bir haçlı seferine karşı, o mâbetleri müdafaa edecek sağcı, imanlı bir gençlik yetiştirememişsek, netice neye yarar? Onun için bir minare yapmaktan, İslâm Enstitüsünde üç talebe okutmak, bir cami inşa etmekten mukaddesatçı bir kütüphane kurmak bu günkü şartlarda daha anlayışlı hareket olacaktır. Ancak. sağ cepheyi zafere ulaştırdıktan sonradır ki, vatanın taşını toprağını göklere yükselen minarelerle donatmaya sıra gelecektir.

Ey zenginler! Dalâlet geldiyse unutmayınız ki hidayet te gelmiştir. Dalâletin küfrü top olsa, cehennem olsa bizi korkutamıyacaktır. Sizler Türk milliyetçiliğine ve mukaddesatına müzahir olsanız da olmasanız da, zayıf zannedilen hidayetin nuru er-geç dalâlete galebe çalacak, iman cephesini zafere ulaştıracaktır. O zaman al al yaralarımızla karşılarınıza dikildiğimiz zaman, merak etmeyin sizleri ürkütmiyeceğiz. Yalnız bazı sitemlerimiz bulunabilecektir.

Allahım, İslâmiyeti ve Türk Vatanını koru…

 

KAYNAK: FEDAİ – Sayı:3 Ekim 1963, s.10-11