Gültekin ÖZTÜRK: KAYGILIYIM AMA…

Gültekin Öztürk

Yolsuzlukları, hırsızlıkları desteklemek için dantelli kefene bürünüp miting meydanlarına çıkan “gören körleri, duyan sağırları, konuşan dilsizleri” görünce bir ay önce yazdığım Ezop’un hikâyelerini hatırladım ve doğrusu endişelendim.

Çok bağıranın, sesi fazla çıkanın eşek olsa bile başkan seçilebildiği “Boşver Cumhuriyetinde” hissettim kendimi bir an ve ürperdim.

Düşünün sıradan biri değil bir başbakan rüşvetin “hayır işleri için toplandığını, verenin de alanın da hayırsever” olduğunu söylüyor ve vatandaşlar da bunu kefen giyip çılgınca alkışlıyor. Gerçekten çok düşündürücü ve ülkemin geleceği için de oldukça kaygı verici bir durum.

Evet, ne yazık ki yolsuzluklar almış yürümüş, devletin kaynakları korkusuzca sömürülmekte, bakanlardan hizmetlisine kadar bal tutanlar parmaklarını yalamaktadır.

Penceresinin camı, sobasının kömürü olmadığı için bebekler donarak ölmektedir. Sokaklarda yaşayan binlerce insan çöplüklerden karnını doyurmaya çalışmaktadır.

700-800 yüz lira asgari ücretle yaşamaya çabalayan milyonlarca aç insan sefaletten inin inim inlerken hükümet ve yandaşları devleti yağmalayıp zevk içinde yaşamaktadır.

Dün eşek binemeyenler bugün lüks ciplerinde, villalarında sefa sürmekte, boyalı yüzleriyle sıkılmadan “Hac Turu” düzenleyebilmektedirler.

Bu olanlar hiçbir denetime tabi tutulmamaktadır. Adalet adeta rafa kaldırılmış, AKP hukuku “Evrensel hukuk” diye yutturulmaktadır.

Bugün devletin en yetkili ağızlarının itiraflarından anlıyoruz ki; çeteler, cuntalar marifetiyle bütün milli kurum ve milliyetçi şahıslara kumpaslar kurularak bertaraf edilmiş, devlet içinde farklı devlet yapıları kurulmuştur.

Bütün bunlar gösteriyor ki devlet içine yerleşen bir cunta 11 yıl boyunca aşama aşama polis ve yargı eliyle beş başı mamur bir sivil darbedir yapmıştır.

Güçler ayrılığı fiilen ortadan kaldırılmış, yasama, yürütme ve büyük ölçüde yargı Erdoğan’ın emrine girmiş, sivil bir diktatörlük inşa edilmiştir. Ne var ki devleti birlikte ele geçirenler bu gücü paylaşamamış ve ölümcül bir iktidar kavgasına girişmişlerdir.

Daha doğrusu Başbakan Erdoğan, ele geçirdiği bu muazzam kudreti artık kimse ile paylaşmak istemediği için koalisyon ortaklarını tasfiye hareketine girişmiş, cemaat de buna karşı sert bir direniş başlatmıştır. Bugün yaşadığımız devlet yönetim krizinin ana sebebi budur.

Bilinmelidir ki bu kavgada taraflar birbirine karşı asla başarılı olamayacaktır. Ülkemiz, milletimiz büyük zarar görecektir lakin milletimiz ne diktatörlere, ne de yasadışı paralel yapılara teslim olmayacak ve onlara hak ettikleri cezayı mutlaka verecektir.

Büyük(!) sosyolog-siyaset bilimci, düne kadar AKP ve Erdoğan’ın kılavuzu olan Mümtaz’er aynen şöyle buyurmuştur;

“Ortada artık bir cenaze var. Ölüyü diriltmek mümkün olmadığına göre; Bu cenaze nasıl kalkacak? Sorusu, hepimizden cevap bekliyor.”

Liderlerine kılavuz olduğu siyasi hareketlerin yükseliş ve düşüşlerini öngörerek, gereğini yapmak konusunda gerçekten mahir olduğunu kanıtlamıştır Mümtaz’er.

Yükselenin yanında yer alarak nemalanmakta, düşüşe geçildiğinde de gemiyi hızla terke etme konusunda kimse onun eline su dökemez.

Mümtaz’er’in “AKP’nin artık ölü olduğu” konusunda konusundaki tespiti doğrudur.

AKP yükselirken ön safta yer alıp fazlasıyla nemalanan cemaatin mümtaz-eri, bugün de çöküşü görmüş gemiyi terk etmektedir.

Bana göre de İhvan(AKP) Hareketi bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ölmüştür.

Ortada gerçekten bir cenaze vardır. Defin işi, törenlerden sonra miras meselesi da halledilince yapılacak ve bu cenaze siyaset mezarlığındaki ücra yerini alacaktır.

Yalnız, cambazın cenazesini kaldıralım diye çabalarken “genel affın” kapısını açacak girişimlere engel olmak ve “yolsuzlukların üzerinin örtülerek gündemden düşürülmesine yol açacak” girişimlere izin vermemek şarttır.

Siyasilerin, sivil toplum kuruluşlarının, aydınların, medyanın, Baroların Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla ilgili bugünkü girişimleri/önerileri; hem yargının bağımsızlığı ile tarafsızlığı ilkesine, hem hukukun üstünlüğü prensibine, hem de anayasanın eşitlik ilkesine aykırıdır.

Balyoz ve Ergenekon gibi siyasi davalarda mevcut yasalarımıza göre henüz hukuki çözüm yolu bitmemiştir. Bu davalarda izlenmesi gereken doğru yol, mevcut yasalar çerçevesinde çözüm aramaktır.

Bu konudaki görüşlerimi ayrı bir yazı ile anlatacağım ancak şimdilik şunları söyleyerek uyarıda bulunmak ve tarihe kayıt düşmek istiyorum;

“TBMM Tutuklu Milletvekilleri Komisyonunun” AKP, CHP ve BDP’li üyelerinin “hükümlü milletvekillerinin cezalarının infazını yasama dönemi sonuna ertelemek” konusundaki anlaşması, PKK ile şerefli ordu mensuplarını aynı kefeye koyan bir “takas anlaşmasıdır.”

Acemi siyaset çevrelerin de desteklediği Barolar Birliği Başkanının “özel mahkemeleri kaldırma ve kararlarını yok hükmünde görme” şeklindeki yasa önerisi de hiç kuşkusuz “Askerlerin yanında PKK’yı da kapsayan bir genel affın” kapsının açılması sonucunu doğuracak girişimlerdir.

Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun Başbakana önerdiği kanun değişikliği eğer yapılırsa, beraberinde muazzam bir dış baskıyı da getirecek ve “hesaplaşma bitti, helalleşme zamanıdır” denilerek bir “genel affın” çıkarılmasına yol açacaktır.

Sayın Bahçeli, Feyzioğlu’nun hesapsız teklifinin ve AKP-CHP-BDP’nin “TBMM Tutuklu Milletvekilleri Komisyonunda” anlaştıkları hususların bir genel af doğurabileceği ve yolsuzlukları gündemden düşüreceğini görmüş, haklı olarak her iki yaklaşımı da “sinsi oyun” diye niteleyerek karşı çıkmıştır.

Devlet Bahçeli bir kez daha devlet adamlığını göstermiş ve gereğini yapmıştır. İnşallah milletimiz de bu duruşu takdir edecektir.

Unutmayalım ki devlet hayatında hak ve yükümlükler birlikte vardır. Her hak beraberinde bir takım yükümlükleri de getirir.

Vatandaş olarak yolsuzlukların, hukuksuzlukların, adaletsizliklerin davacısı olmak ve devlet teşkilatında kişi ya da herhangi bir siyasi yapının kadrolaşmasına şiddetle karşı çıkmak demokratlığın gereği olan en doğru davranıştır.

“Demokratik, laik, hukuk devletinin” haklar bakımından eşit, demokrasi sevdalısı milliyetçi yurttaşları olarak temel görevimiz budur.

Eğer bu görevi yapamıyorsak; “hırsızı, hukuksuzu, yolsuzu, çete ve çeteciyi önce vicdanımızda sonra sandıkta cezalandırmıyorsak” başımıza gelecek felaketlerden şikâyet etmeye de hakkımız olamaz.

Bilinmelidir ki milletler layık oldukları şekilde idare olunurlar. Dilerim ki 30 Mart’ta sandıktan bizi yönetmeye layık olanlar çıkar.

Güzel günler için kalın sağlıkla…..

 

Gültekin Öztürk/Tarihçi-Yazar